Orta okul hazırlıktaydım.
12-13 yaşındayım...
Türkçe dersi.
Hoca bir ödev vermiş: Kendinizi cansız bir maddenin yerine koyun ve bir hikâye yazın.
Genelde derslerle pek ilgisi alakası olmayan, ödev yapmayan yaramaz öğrenci Praetor, her nedense bu hikâyeye başlamak istedi. Başladı ve kalemi aktııı aktııııı aktı.
Minik bir kum tanesinin hikâyesini anlattı. Sahildeki mutlu hayatından bir televizyon ekranı olmasına uzanan.
Gerçekten de içine sinmişti bu hikâye... Evde annesi bir ara yanına gelmişti ona da bir kısmını okudu, annesi de beğenmişti.
Okulda hoca ödevleri kontrol etti, toplayarak.
Sonra geri dağıttı ve benden okumamı istedi.
Okudum.
Herkes oldukça beğenmişti, sınıfta çıt çıkmadan dinlediler ama yer yer kahkahalara boğularak.
Hikâye bittiğinde hoca tüm sınıfın içinde bana bunu sen mi yazdın dedi. Evet hocam dedim. Emin misin, hiç yardım almadın mı dedi.
İnanmamış ve yalan yakalamaya çalışır bir tavır içindeydi.
Hocam gerçekten ben yazdım dedim. Hatta bir ara annem yanıma gelmişti ona okudum o da çok beğenmişti ama yardım almadım dedim.
Annenin işi ne dedi.
Edebiyat Öğretmeni dedim.
Heee tamam canım tamam, bir dahaki sefere kendi ödevini kendin hazırla dedi.
Tüm sınıfın ortasında rezil olmuş, yalancı yerine konmuştum.
O günden sonra bir daha asla Türkçe dersiyle aram olmadı.