JaNbErG
Emekli Yönetici
Call of Juarez: The Cartel İnceleme
Call of Juarez: The Cartel duyurulduğunda serinin ilk iki oyununu oynamış hemen herkes bu yeni projeyi kuşkuyla karşılamıştı. Haksız da sayılmazlardı açıkçası. Zira gerek Call of Juarez, gerekse CoJ: Bound in Blood oyunlarda görmeye pek alışık olmadığımız Eski Batı’yı neredeyse Sergio Leone filmleri kadar inandırıcı ve güçlü bir anlatımla buluşturmayı başarmış ve bizlere etkisini bir süre üzerimizden atamayacağımız unutulmaz hikayeler sunmuştu. Ancak Techland, bu kez Call of Juarez’i sevilen Eski Batı konseptinden koparıp günümüze taşımaya karar vermişti. Anlayacağınız serinin hayranları serinin bu "modern" üyesine mesafeli yaklaşmakta son derece haklılardı.
Soldan sağa: Halle Berry (!), Ben McCall, Eddie Guerra.
Ne var ki, hem serinin ikinci oyunu Bound in Blood’ın hem de Sam Packinpah ve Clint Eastwood gibi revizyonist Western ustalarının iflah olmaz bir hayranı olarak (ki serinin bu iki isimden çok şey aldığı açık) benim içimde garip bir umut vardı. En nihayetinde Techland, epik bir hikaye örgüsü ve akıllara kazınacak karakterler yaratma konusunda kendisini kanıtlamış ve hatta ilk oyundaki sorunlu ve zayıf oynanış mekaniklerini Bound in Blood’da büyük oranda güçlendirerek ortaya her açıdan sağlam bir FPS çıkarmıştı. Neden aynı başarı modern zamanda geçecek bir Western hikayesi için de geçerli olmasındı ki? Bu pekala mümkündü.
Kaldı ki Techland’in seriyi Eski Batı’dan alıp günümüze getirmesinin güncel ve gayet mantıklı bir açıklaması da vardı. Amerika ve Meksika arasında uzun yıllardır uyuşturucu kaçakçılığı ve yasa dışı iltica ile özdeşleşen sınır sorunları bir yana; Meksika’nın Chihuahua eyaletine bağlı sınır şehri Juarez, son yıllarda dünya üzerindeki en tehlikeli yerlerden biri olmaya başlamış ve yalnızca geçtiğimiz sene uyuşturucu şebekesi hesaplaşmalarında ölenlerin sayısı 3000’i bulmuştu. Bir başka deyişle; her gün ortalama 8 kişinin öldürüldüğü Juarez için Eski Batı’nın vahşi ve kanunsuz ruhunun dünya üzerinde hala yaşamaya devam ettiği tek yer diyebilirdik.
Bütün bunları düşündüğümde oyun raflara çıkmadan önce yayınlanan bütün o kötü görünen videolar ve hatta
Call of Juarez: The Cartel’in başında geçirdiğim koca bir haftanın ardından kısmen de olsa yanılmadığımı gördüm. Techland yine etkileyici fikirler yakalamış ve bunu sürükleyici bir hikayeyle birleştirmeyi başarmıştı. Ancak hesaba katmadığım şey The Cartel’in fena halde aceleye gelerek bu güzel fikirlerin tam olarak sağılamadığı, ciladan yoksun ve büyük oranda bozuk bir oyun olarak raflara çıkma olasılığıymış...
Kapitalizm Dev Egolarla Çarpışırsa...
Call of Juarez: The Cartel, bizleri Meksikalı bir uyuşturucu şebekesinin Los Angeles’ta Amerikan Adalet Bakanlığı’na bağlı Uyuşturucu İle Mücadele Ajansı’na (DEA) yaptığı ve birçok polis memurunun ölümüyle sonuçlanan bombalı saldırının ardından yaşananlara götürüyor.
Bu kanlı saldırının ardından Meksika hükümetine karşı oldukça sert bir tavır alan Amerikan hükümeti, iki ülke arasındaki 160 yıllık barışın çatlamaya başladığını fark edince olayların izini gizlice sürüp faillerin ortaya çıkarılmasını sağlamak için üç kişilik özel bir ekip kurar: Los Angeles Polis Teşkilatı’ndan (LAPD) Ben McCall (ki bu yaşlı kurt aynı zamanda serinin önceki oyunlarındaki McCall kardeşlerin bilmemkaçıncı göbekten akrabası oluyor), DEA’dan Eddie Guerra ve FBI’dan Kimberly Evans... Tahmin etmenin pek de zor olmadığı gibi işler kısa süre içerisinde zıvanadan çıkacak ve karakterlerimiz kendilerini kökleri oldukça derinlere dayanan karmaşık ve şaşırtıcı bir ilişkiler yumağının içinde bulacaktır. Bizlerse kendimizi muhteşem fikirlerin muhteşem bir oyuna dönüşemediği yeni bir düş kırıklığının içinde...
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
Soldan sağa: Halle Berry (!), Ben McCall, Eddie Guerra.
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
Ne var ki, hem serinin ikinci oyunu Bound in Blood’ın hem de Sam Packinpah ve Clint Eastwood gibi revizyonist Western ustalarının iflah olmaz bir hayranı olarak (ki serinin bu iki isimden çok şey aldığı açık) benim içimde garip bir umut vardı. En nihayetinde Techland, epik bir hikaye örgüsü ve akıllara kazınacak karakterler yaratma konusunda kendisini kanıtlamış ve hatta ilk oyundaki sorunlu ve zayıf oynanış mekaniklerini Bound in Blood’da büyük oranda güçlendirerek ortaya her açıdan sağlam bir FPS çıkarmıştı. Neden aynı başarı modern zamanda geçecek bir Western hikayesi için de geçerli olmasındı ki? Bu pekala mümkündü.
Kaldı ki Techland’in seriyi Eski Batı’dan alıp günümüze getirmesinin güncel ve gayet mantıklı bir açıklaması da vardı. Amerika ve Meksika arasında uzun yıllardır uyuşturucu kaçakçılığı ve yasa dışı iltica ile özdeşleşen sınır sorunları bir yana; Meksika’nın Chihuahua eyaletine bağlı sınır şehri Juarez, son yıllarda dünya üzerindeki en tehlikeli yerlerden biri olmaya başlamış ve yalnızca geçtiğimiz sene uyuşturucu şebekesi hesaplaşmalarında ölenlerin sayısı 3000’i bulmuştu. Bir başka deyişle; her gün ortalama 8 kişinin öldürüldüğü Juarez için Eski Batı’nın vahşi ve kanunsuz ruhunun dünya üzerinde hala yaşamaya devam ettiği tek yer diyebilirdik.
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
Bütün bunları düşündüğümde oyun raflara çıkmadan önce yayınlanan bütün o kötü görünen videolar ve hatta
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
versiyonunun son birkaç hafta içinde iki kez ertelenmesi bile umudumu kırmaya yetmemişti.Call of Juarez: The Cartel’in başında geçirdiğim koca bir haftanın ardından kısmen de olsa yanılmadığımı gördüm. Techland yine etkileyici fikirler yakalamış ve bunu sürükleyici bir hikayeyle birleştirmeyi başarmıştı. Ancak hesaba katmadığım şey The Cartel’in fena halde aceleye gelerek bu güzel fikirlerin tam olarak sağılamadığı, ciladan yoksun ve büyük oranda bozuk bir oyun olarak raflara çıkma olasılığıymış...
Kapitalizm Dev Egolarla Çarpışırsa...
Call of Juarez: The Cartel, bizleri Meksikalı bir uyuşturucu şebekesinin Los Angeles’ta Amerikan Adalet Bakanlığı’na bağlı Uyuşturucu İle Mücadele Ajansı’na (DEA) yaptığı ve birçok polis memurunun ölümüyle sonuçlanan bombalı saldırının ardından yaşananlara götürüyor.
Bu kanlı saldırının ardından Meksika hükümetine karşı oldukça sert bir tavır alan Amerikan hükümeti, iki ülke arasındaki 160 yıllık barışın çatlamaya başladığını fark edince olayların izini gizlice sürüp faillerin ortaya çıkarılmasını sağlamak için üç kişilik özel bir ekip kurar: Los Angeles Polis Teşkilatı’ndan (LAPD) Ben McCall (ki bu yaşlı kurt aynı zamanda serinin önceki oyunlarındaki McCall kardeşlerin bilmemkaçıncı göbekten akrabası oluyor), DEA’dan Eddie Guerra ve FBI’dan Kimberly Evans... Tahmin etmenin pek de zor olmadığı gibi işler kısa süre içerisinde zıvanadan çıkacak ve karakterlerimiz kendilerini kökleri oldukça derinlere dayanan karmaşık ve şaşırtıcı bir ilişkiler yumağının içinde bulacaktır. Bizlerse kendimizi muhteşem fikirlerin muhteşem bir oyuna dönüşemediği yeni bir düş kırıklığının içinde...
