Yeni bir Dünya Yeni Bir Kültür

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

makmüh

Üye
    Konu Sahibi
Yeni bir Dünya Yeni Bir Kültür
Bütün dünyaya hitap eden bir kültür oluşturmak kolay bir iş değildir, zordur. Fakat imkânsız da değildir. Bizler 400 çadırdan 20 milyon kilometrekarelik bir cihan devleti çıkarmış ecdadın torunlarıyız. Ecdadımız pek çok zorluğun üstesinden gelmiş, yüzyıllarca dünya milletlerini yönlendirmişlerdi. Bu gün onların torunları olarak yeni bir kültür oluşturarak insanlık alemine öncülük yapabiliriz.
Bediüzzaman Hazretleri bazı risalelerinde, bilhassa Hutbe-i Şâmiye adlı eserinde, gelecekte İslâm’ın bütün dünyaya hakim olacağından bahseder.

Ve şöyle der: “İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olacak. Öyleyse, şimdiki kader-i İlâhî ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak bir istikbal, ecnebîlere müşevveş bir mâzi düşmüş.”

İslâm’ın bütün dünyaya hakim olması -elbette- kendiliğinden olacak bir hadise değildir ve bazı şartları da iktiza eder.
“İslâm’ın bütün dünyaya hakim olması”nın birinci ve en mühim şartı, İslâmi ilimleri ihya ederek, günümüz fenlerine de hâkim olarak, bütün dünyaya hitap eden, yeni bir kültür vücuda getirmektir. Bu yeni kültür, geniş bir perspektiften meseleleri ele almalı ve günümüzdeki dünya kültürlerinden üstün bir yapı arz etmelidir. Böyle bir kültür,

İslâm’ın bütün dünyaya yayılması için yegane dayanak noktamız olacaktır. Böyle bir kültürün erken veya geç oluşması, zayıf veya kuvvetli oluşu bizim geleceğimizi her yönüyle etkileyecektir. Ve böyle bir kültür bizim için hayati bir zarurettir.
İslâm’ın ilk dönemlerinde Kur’an hâricinde yazılı bir metin yoktu, ama bir yüzyıl sonra Müslümanlar dinî, fennî bütün ilimlere yöneldiler ve muazzam bir bilgi birikimi meydana getirdiler. Onlar tefsir, hadis, fıkıh gibi dinî ilimler yanında, batıyı yüzyıllarca tesirinde bırakacak astronomi, tıp, matematik gibi alanlarda da çalışmalar yaptılar. İslâm âlimleri içerisinde 1000 adet, 600 adet kitap yazanlar, bir kitabı 100 cilt tutan âlimler vardı. Onların büyük gayretleriyle Orta

Asya’dan,
Endülüs’e kadar uzanan büyük bir coğrafyada muazzam bir kültür ve medeniyet vücuda getirildi.

İslâm’ın dünya üzerinde büyük bir güç olduğu dönemlerde (Emevi, Abbasi Selçuklu, Osmanlı) Müslümanlar diğer milletlerden daha bilgili idiler ve güçlü bir kültür oluşturmuşlardı. İslâm’ın gücü siyasi otorite ve ekonomik güçten ziyade bu bilgiye istinat ediyordu.

Orta Asya’daki kültür ve medeniyeti Moğollar, Endülüs’teki kültür ve medeniyeti ise Avrupalı Hıristiyanlar yok ettiler. Endülüs’ü işgal eden Hıristiyanlar sadece Kurtuba’da bir milyondan fazla (Gırnata’da bir o kadar) kitap yakmışlardı. (Hz. Peygamberin Yönetimi. C.3.S.245. Kettani. İz yy.) Bir şehirde bir milyon kitap varsa, bütün şehirlerde ne kadar muazzam bir bilgi birikimi olacağı tahmin edilebilir. Mısırlı bir tarihçi “Müslümanların yazdığı kitaplardan Haçlılar, Moğollar ve İspanyollar’ın yaktıklarından geriye kalanı, denizden ancak bir noktadır” der. (age, c.3, s.246)

İslâm tarihi övünebileceğimiz pek çok parlak sayfalarla süslüdür. Fakat tarih bizim yalnızca övünç ve teselli kaynağımız değildir. Mâzi bize teselli, cesaret vermenin yanında, geleceğimize de ışık tutar. Biz maziden alacağımız güçle yeni bir kültür oluşturabildiğimiz takdirde, bu günkü perişan hâlimizden kurtulup,
İslâm’ı –bizden önceki Müslümanların ulaştığı coğrafyadan- daha geniş coğrafyalara ulaştırmamız zor olmayacaktır.
Bütün dünyaya hitap eden bir kültür oluşturmak kolay bir iş değildir, zordur. Fakat imkânsız da değildir. Bizler 400 çadırdan 20 milyon kilometrekarelik bir cihan devleti çıkarmış ecdadın torunlarıyız. Ecdadımız pek çok zorluğun üstesinden gelmiş, yüzyıllarca dünya milletlerini yönlendirmişlerdi. Bu gün onların torunları olarak yeni bir kültür oluşturarak insanlık alemine öncülük yapabiliriz. Böyle bir kültürü oluşturabilmek için elimizde geçmişte olmayan büyük imkanlar var. Eksik olan yalnızca üç şey: ümit, niyet ve gayrettir.

Halka öncülük yapacak, bu aydın kadro, İslâm tarih ve kültürüne vâkıf olduğu kadar, batının tarih ve kültürüne de vâkıf olmalıdır. (Dünyaya hitap etmek için başta dünyayı tanımak, anlamak mecburiyetindeyiz.) En mühimi bu aydınlar sosyal meselelere çözümler üretmeli, yeni orijinal tesbitlerde bulunmalı, batının eserlerinden daha mükemmel eserler ortaya koymalıdırlar.

Yeni bir kültür oluşturma konusunda en büyük avantajımız Risâle-i Nûr gibi bir eserin elimizde olmasıdır. 80 yıldır hiçbir davası cerh edilememiş olan Risâle-i Nûr böyle bir kültür için bize büyük bir nokta-i istinat teşkil etmektedir. Un, yağ ve şeker var. Geriye bizlere helva yapmak zahmeti kalıyor.

İSLÂM KÜLTÜRÜNÜN OLUŞMASINDA ÂLİMLERİN İLİM AHLÂKI

“İki açgözlü doymaz. İlme düşkün olan, mala düşkün olan.” (Hadis-i Şerif)

Bizden önceki Müslümanlar, büyük bir bilgi birikimi -kültür- oluşturmuşlardı. Bu birikimin, kültürün temelinde, ilme büyük bir değer veren, bütün himmetlerini, gayretlerini ilmi çalışmalara teksif eden âlimlerin büyük emeği vardır. Onların fevkalade, takdire şayan çalışmalarından bir kısmını ibret olması için zikredeceğiz.

1. İLİM İÇİN SEYAHAT

Peygamberimiz (asm): “İlim Çin’de de olsa tahsil ediniz”, “Kim ilim öğrenmek için bir yola koyulursa, Allah ona cennet yolunu kolaylaştırır.” buyurmuştur. İslâm âlimleri sahâbelerden itibaren ilim tahsili için pek çok mesafeleri kat ederek, ilim tahsil etme cihetine gitmişlerdir.

Sahâbelerden Cabir (ra) bir tek hadisi öğrenmek için Medine’den Mısır’a kadar gitmiştir. Daha başka sahâbelerin de hadis öğrenmek için çeşitli şehirlere seyahat yaptıkları rivayet edilir. Sahâbelerin başlattığı bu ilim için seyahat, daha sonraları adeta ilim tahsili için mecburi bir faaliyet olmuştur. Bilhassa hadis âlimlerinin İslâm âleminin her tarafını dolaşarak peygamberimizin hadislerini toplayıp, muhafaza yoluna gittiklerini görürüz. Bu yolculukların çoğu zaman yaya olduğunu –günümüzdeki gibi kolay olmadığını– da hatırlatâlım.

Tabiinden Mekhul, “İlim için arzı tavaf ettim” der. Başka bir âlim de, “Şark ve garbı 4 defa tavaf ettim” der. Ebu Hatim Er-Razi “Hadis tahsili için bin fersah yürüdüm, daha sonra saymayı bıraktım.” der. Abdullah b. Mübarek hadis toplamak için Yemen’e, Mısır’a, Şam’a, Basra’ya, Kufe’ye gitmişti. Vefatından sonra bir âlim onu rüyada gördü ve, “Allah sana nasıl muamele etti?” diye sordu. O da, “Hadis öğrenmek için yaptığım seyahatlerden dolayı Allah beni mağfiret etti.” dedi. Âlimlerin hayatları gözden geçirildiğinde her ehl-i ilmin ilim tahsili için pek çok yolculuk meşakkatine katlandığını, ilmi kolay bir şekilde elde etmediklerini görürüz.

2. HIFZ VE HAFIZA

Hıfz ve hafıza İslâmi ilimlerde, bilhassa hadis ilminde en mühim özelliklerindendir.
Kur’ân-ı Kerîm’i sekiz günde ezberlemiş olan İmam Zühri: “Kalbime tevdi ettiğim ilimlerden hiç birini unutmadım. Hiçbir sözü, bir âlimin ağzından dinledikten sonra, bir daha tekrarlatmış değilim. Ezberlediğim hadislerden yalnız birisinde şüphe edecek oldum, onu da, ravisine sordum, ezberlediğim nasıl ise öyle çıktı.” demiştir.

Emevi halifelerinden Hişam, oğullarından birisi için, Zühri’ye ezberinden 400 hadis yazdırdı. Bir ay kadar sonra Hişam: “O yazılar zayi oldu, onları yeniden yazdır.” dedi; Zühri de yazdırdı. Her iki nüsha karşılaştırıldığında hiçbir fazla veya noksan olmadığı görüldü.

Ahmed b. Hanbel bir milyon hadisi ezberlemişti. Bu rakam olağanüstü bir rakamdır. Fikir vermesi için şöyle bir misal verelim: Bu gün en geniş hadis koleksiyonu Kenzül Ummal’dir ve bu kitap 16 cilt olup içinde 46 bin hadis vardır. 1 milyon hadis bu ölçüye göre 320 cildin üzerinde bir rakamdır. Ortalama bu kadar kitap üst üste konulduğunda 10 metre yüksekliği bulur.

İmam Buhari 17 yaşındayken 70 bin hadis biliyordu. Daha sonraları 500 bin civarında hadis ezberlemiştir.
Firuzabadi’nin hafızası da fevkalade idi. Her gece 200 satır ezberlerdi.
Kur’an sayfalarıyla bu 15 sayfadan fazla olur. İmam Müslim’in sahihini bir haftada ezberlemişti.
İmam Fahreddin Razi kelâm ilmine dair 12 bin varak [24 bin sayfa] ezberlediğini ifade etmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri de bir sayfayı bir kere okumakla ezber edebiliyordu. Kur’ân’ı 15 günde ezberledi. Ayrıca 90 cilt kitabı üç ayda ezberlemişti.

3. KİTAP MÜTALA’ASI

Peygamberimiz (asm): “Cennet bahçelerine uğradığınızda, istifade ediniz.” buyurunca, sahâbeler: “Cennet bahçeleri nereleridir?” dediler. Peygamberimiz “İlim meclisleridir.” buyurdu.

İlmin lezzetini alanlar, âdeta cennetteki lezzetleri almışlar gibidir. Bazı insanların yemeklerin, meyvelerin çeşitleri ve lezzetlileri peşinde koştukları gibi, İslâm âlimleri de kitapların peşine düşmüşler, kitaplardaki lezzeti hiçbir şeye değişmemişlerdir. Hatta Fahreddin Razi “Vakit çok aziz, zaman pek değerlidir. Bu yüzden yemek yediğim için ilimden uzak ve ayrı kaldığım zamanlara vallahi üzülüyorum.” demiştir.

Âlimlerden İbn Cevzi: “Kitapları mütalaaya doyamadım. Daha önce görmediğim bir kitaba rastlasam bir hazine bulmuş gibi oluyorum. Okuduğum kitapların sayısı 20 bin cildi geçmiştir. Halen de okumaya devam ediyorum.” der.

İmam Şa’rani “Mizânü’l-Kübrâ” adlı eserinde ezberlediği ve okuduğu kitapların 5 sayfa tafsilatlı listesini verir. İmam Şarani, Celaleyn tefsirini 30 defa, İmam Nevevinin Sahihi Müslim şerhini 5 defa, Hazin tefsirini 5, Bagavi tefsirini 3, Beyzavi tefsiri 3, İbni Hazmın 30 ciltlik Muhallasını, İbni Nakib El-Makdisinin 100 ciltlik tefsir kitabını bir defa okuduğunu, usulü fıkıh ve kelamla ilgili 70 kadar kitabı mütalaa ettiğini söylemektedir.

Âlimler içinde binlerce kitaba sahip olarak, hususi kütüphane kuranlar da mevcuttur. Mesela; Osmanlı Devleti’nin ilk şeyhülislâmı Molla Fenari’nin 10 bin kitabı, hadis âlimlerinden Vakıdi’nin 400 sandık kitabı vardı.

4. GECELERİ İLMİ MÜZAKERE

Şair, “Yüce makamları arzu eden, gecelerini uyanık geçirir.” der. İslâm âlimleri ekseriyetle gecelerini ilmi mütalaa ve müzakerelerle geçirmişler ve yüce makamları elde etmişlerdir. Bazı âlimler gece teheccüd namazı kılmaktansa ilmi çalışmalar yapmanın daha faziletli olduğunu söylerler. İmam Zühri yatsıdan sonra abdestli olarak oturur, sabaha kadar hadislerle meşgul olurdu. İmam-ı A’zam’la, İmam Mâlik Mescidi Nebevî’de sabahlara kadar ilmi tartışmalar yaparlardı. Fakat bu tartışmalarda birbirini ayıplamaz, birbirine sert davranmaz ve birbirlerine gücenmezlerdi. Hadis âlimlerinden Abdullah b. Mübarek ve bir arkadaşı çok soğuk bir gece, yatsı namazını kıldıktan sonra mescitten çıktılar, arkadaşı bir hadis sordu, o cevapladı, derken aralarında uzun bir konuşma başladı. Onlar konuşurken müezzin sabah ezanını okumak için geldi.

5. İLME DEĞER VERME

Yahya b. Main’e babasından bir milyon dirhem miras kalmıştı. O bunların hepsini hadis tahsili için harcadı. İmam Mâlik peygamberimizin hadislerini rivayet edeceği zaman gusleder, kokulanır, güzel elbiselerini giyer öyle ders yapardı. İmam Buhari gusul abdesti almadan
Sahih’ine 2 hadis yazmamıştır.

6. ÂLİME SAYGI, TALEBEYE ŞEFKAT

Peygamberimiz (asm): “Kendisinden ilim öğrendiğiniz kişiye karşı mütevazi olunuz.” buyurmuştur. Müslüman âlimler bu tavsiyeye azami derecede riayet etmişlerdir.

İmam Ebu Yusuf: “Ben büyüklerden işittim ki, hocalarının kadrini bilmeyen ilimde başarılı olamaz.” demiştir. İmam Buhari, Yahya b. Main hakkında: “Onun hadis âlimlerine gösterdiği saygıyı başka birinde görmedim.” der. İmam-ı A’zam hocası Hammad için: “Vefatından beri her namazda annem ve babamla birlikte onun için de dua ederim.” demiştir.

İmam-ı A’zam talebelerine mali yardımda bulunur, geçim sıkıntılarını giderirdi. Evlenme çağına gelenlerin masrafını karşılardı. Talebelerine çok kıymet verir, onları kendisinin dostları olarak görür ve şöyle derdi: “Sizler benim kalbimin sevinci ve hüznümün tesellisisiniz.”

İmam Şafii’nin İmam Muhammed’e talebelik yaptığı yıllarda, bir gün İmam Muhammed halife tarafından çağrılmış, o da atına binmişti. Karşıdan İmam Şafii’nin geldiğini görünce hemen atından indi ve halifenin adamına: “Sen git özür dile, ben gelemeyeceğim.” dedi. İmam Şafii’yle ilmi müzakereyi, halifeyle sohbete tercih etti.

7. KİTAP TELİFİ

Peygamberimiz (asm): “Âlimlerin mürekkebi şehidlerin kanıyla tartılır, mürekkepler daha ağır gelir.” buyurmuştur. İslâm tarihinde ömrünü kitap yazmaya, ilim neşretmeye vakfetmiş yüzlerce âlim vardır. Bazılarını zikredelim…

İmam Taberi, 40 sene her gün 40 varak [80 sahife] yazmak suretiyle muazzam eserler meydana getirmiştir. Bir defasında dostlarına bir dünya tarihi yazacağını söyledi, dostları: “Kaç sayfa olacak?” dediler. O da: “30 bin yaprak” dedi. “Bunu bitirmeden ömürler tükenir.” dediler. O da 3 bin yaprakla sınırlandırdı. Yine tefsir yazacağını ve onun da 30 bin yaprak olacağını söyledi. Aynı şeyi söylediler, o da: “İnsanların himmeti ölmüş.” diyerek, tefsirini de kısalttı. Onun tarihi de, tefsiri de bu gün en meşhur kitaplardandır.

Zahiri mezhebinden İbn-i Hazm’ın
oğlu Ebu Rafi er-Razi şöyle söylemiştir: “Babamın el yazısıyla kaleme aldığı kitaplarından dört yüz kadarını toparladım. Yaklaşık olarak bunlar seksen bin varak [160 bin sahife] tutmaktadır.”

Meşhur hadis âlimi İbn-i Cevzi: “Ben bu parmaklarımla 2 bin cilt kitap yazdım.” demiştir. Bunların 300 kadarı kendi telif ettiği kitaplardı. Vaktini hiç boş geçirmezdi. Günde 4 cüz miktarı yazmak âdetiydi. Hadis yazarken yonttuğu kalem kırıntılarını biriktirdi ve cenaze suyunu bu kırıntılarla ısıtmalarını istedi. Derler ki, o kırıntılar gasil suyunu ısıttı ve arttı.

İmam Gazali’nin bin adet, İmam-ı A’zam’ın talebesi imam Muhammed’in 999 kitap yazdığı kaynaklarda belirtilir. İmam Beyhaki için “Onun tasnifleri (yazdığı kitapları) bin cüz idi.” denilmiştir.

İmam Suyuti’nin günde 3 defter dolusu yazı yazdığı anlatılır. Yazdığı kitapların sayısı 600’dür. Bu kitaplar içerisinde 8-9 cilt kitaplarla beraber, 10-20 sayfalık risalelerde vardır. İslâm aleminde büyük bir şöhrete sahip olan Muhyiddin Arabi’nin telif ettiği kitaplarında 600 civarında olduğu kaynaklarda zikredilir.

İmam Mâlik şer’i hükümlere dair 150 cilt kitap imla ettirmişti. Fahreddin Razi’nin kitapları 200, İbn Hacer El-Askalani’nin eserleri 150 civarında idi.

Daha başka âlimlerin hayatı gözden geçirildiğinde bu verdiğimiz rakamlara benzer bilgilerle karşılaşırız. Yazılan bir kitabın bazen 10, 20 cilt teşkil ettiği de unutulmamalıdır. Bu rakamlar matbaanın olmadığı yıllarda fevkalade olarak kabul edilmelidir.

8. HASTALIK, MEŞAKKAT, İŞKENCE VE İLİM

Hadis âlimlerinden Fesevî kör olduğu zaman: “İlmi çalışmalardan mahrum kalacağım.” diye ağlaya, ağlaya uyuya kaldı. Rüyasında peygamberimizi gördü. Peygamberimiz ona: “Ey Yakup! Niçin ağlıyorsun?” dedi. O da: “Ya Resûlallah! Gözlerimi kaybettim. Artık ilimle meşgul olamayacağım, ona ağlıyorum.” dedi. Peygamberimiz bir şeyler okuyarak, gözlerini mesh etti. Uyandığında gözlerine tekrar kavuştuğunu gördü. Dikkat edilirse o gözlerinin kör olmasından değil, ilimle meşgul olamamaktan dolayı üzülmektedir. O bunu daha büyük bir musibet olarak görüyordu.

Hanefi âlimlerinin büyüklerinden İmam Serahsî hükümdara nasihat ettiği için 10 yıl hapiste kalmıştır. Hapiste iken de ders vermeyi, kitap yazmayı terk etmedi. Talebeleri hapsedildiği yerin penceresine gelirler, o da onlara oradan ders okuturdu. Mebsut adlı kıymetli eserini hapiste iken hiçbir kaynağa müracaat etmeden, yazdırdı. Hanefi mezhebinin kaynak kitaplarından olan Mebsut, 30 cüzdür ve 10, 15 cilt olarak bastırılmıştır.

Ahmed b. Hanbel Kur’an mahluktur demediği için 14 yıl hapiste kaldı ve işkence gördü. Onun kırbaçla dövüldüğü zaman aralıklarında, kendisiyle beraber işkence gören âlimlerle ilmi müzakerelerde bulunduğu anlatılır.

9. ÖLÜM VE İLİM

İmam Ebû Yusuf ölüm döşeğinde iken onu bir âlim ziyaret etti. Ebu Yusuf ona ilmi bir mesele sorunca, o âlim şaşırdı: “Bu haldeyken de mi böyle şey soruyorsun?” deyince, Ebû Yusuf: “Buna niçin şaşıyorsun? Burada seninle halledeceğimiz, ilmi bir mesele bir müslümanın ihtiyacını görür.” dedi. O konuyu konuştular ve âlim zat izin isteyip ayağa kalktı, fakat kapının önünde iken ağlama seslerinden, onun vefat ettiğini anladı.

İmam Muhammed ölümünden sonra rüyada görüldü, ona: “Ölüm acısını nasıl hissettin?” denildiğinde: “Bilmiyorum. Ben ilmi bir mevzuyu düşünürken, ruhum bedenimden çıkmış.” demiştir.

Âlimlerden birini ölümünden sonra rüyada duvarları kitaplardan olan bir şehirde görmüşler ve: “Nedir bu?” diye sormuşlar. O da demiş ki: “Allah’tan istedim ki, hayatımda ilimle meşgul olduğum gibi, ölümümde de beni ilimle meşgul etsin. İşte kabrimde de ilimle meşgulüm.”



İSLÂM İLİMLERİ
Dinlemek ya da Mp3 olarak indirmek için
TEFSİR İLMİ

Tefsir ilmi; “Beşerin takatı derecesinde, Allah’ın
muradına delâleti yönünden, Kur’ân-ı Kerîm’den bahseden ilimdir” diye tarif edilir. Ayrıca “Kur’ân’ı Kerîm’in mânâlarını keşif ve onda olan müşkil ve garip lafızlardan, kastedilen şeyi beyandır.” diye de tarif edilmiştir.

Kur’ânı ilk tefsir eden Peygamberimiz (asm)’dır. O Allah’tan aldığını tebliğ etmekle mükellef olduğu gibi kitabı “beyan” (açıklama) ile de mükellefti. Peygamberimizden sonra başta “Tercümanü’l-Kur’ân” lakabıyla meşhur olan İbni Abbas ve diğer sahabelerin tefsirleri gelir. Onlardan sonra da tabiinin tefsiri gelir. Sonraki dönemlerde de pek çok âlim tefsir ilmiyle meşgul olmuş ve çeşitli tefsir kitapları telif edilmiştir. Oldukça muhtasar –Celaleyn tefsiri gibi- tefsirler olduğu gibi, 100 cilt civarında –İbni Nakib El-Makdisi’nin tefsiri gibi- hacimli tefsirlerde vardır.

Tefsir Çeşitleri:

Tefsir; rivâyet, dirâyet ve işarî olmak üzere 3 kısımdır.

a. Rivâyet Tefsiri: Kur’ân’ın âyetlerini peygamberimizden, sahâbe ve tabiinden nakledilen rivâyetlerle yapılan tefsirdir.

b. Dirâyet tefsiri
: Arapça dil bilgisine ve gramerine, Arap edebiyatına (belagatına), usul-i fıkıh kurallarına dayanarak âyetlerin ibarelerini şerh etme tarzındaki tefsirdir. Bu tefsir de rivâyetlere mutlaka istinat eder, ama naklin olmadığı yerde dil bilgisi ve usulü fıkıh kurallarına dayanarak içtihat devreye girer.

c. İşarî Tefsir
: İşari tefsir “İlk anda akla gelmeyen fakat tefekkürle âyetin işaretinden kalbe doğan mânâ” diye tarif edilmiştir. (İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, c.2.s.9.)

İşarî tefsirler, Kur’ân’ın zahir mânâsından başka bir mânâ taşımadığını iddia eden Zahiriler haricindeki İslâm âlimlerinin ekseriyeti kabul etmiştir. (Bkz.age, c.2, s.11.)

Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Kur’ân
daki her âyetin bir zâhiri, birde bâtını vardır. Her harfin bir haddi, her haddin de bir matlaı vardır.” (İbn Hibban,

Taberani, Ebu Yala, Bezzar, Beyhaki. Hadis İbn Mes’ud (ra)’dan sahih ve hasen isnatla rivâyet edilmiştir)
İşarî tefsir sahibi [âyete] kendi verdiği mânânın dışında zahir bir mânâ olmadığını iddia etmez, nasların zahirleri üzerine yüklenmiş bulunduğunu, fakat bir iç ve öz mânânın da âyette mündemiç olduğunu söyler. Onlara göre Kur’ân dış mânâsından başka bir çok mânâlar taşır. (age, s.10)

HADİS İLMİ

Hadis ilmi, “Kendisiyle, Peygamber Efendimiz (asm)’ın
söz, fiil ve hallerinin bilindiği ilimdir.” diye tarif edilmiştir. Hadis ilmi, rivâyet ve usul olmak üzere iki kısma ayrılır.
a. Hadis Usulü: Hadisi rivâyet edenlerin durumları (hadisin senedi) ve hadisin metni üzerinde durarak hadisin mütevâtir, sahih, hasen, zayıf ve mevzu olmasını araştıran ilimdir.

Hadis usulü ile ilgili yüzlerce eser kaleme alınmıştır. En meşhurları İbn-üs Salah’ın “Ulûm-u’l-Hadis” (Mukaddimetü İbnüs Salah), İbn Hacer El-Askalani’nin “Nühbetül Fiker”, İmam Suyûtî’nin “Tedribür-Râvi” adlı kitaplarıdır.

b. Hadis Rivâyeti: Peygamberimizin (asm) hadislerini ravilerden, bizzat duyarak öğrenmek, yazmak ve ezberlemek, daha sonrada onu başka insanlara ulaştırmakla ilgili ilimdir.

Bu alanda en meşhur eserler bilindiği gibi Kütüb-ü Sitte’dir. Yani Buharî, Müslim, Tirmizî, Ebû Davud, Neseî ve İbni Mâce’nin yazdıkları hadis kitaplarıdır. Bu 6 kitaba daha sonra İmam Mâlik’in Muvatta, Ahmed b. Hanbel’in “Müsned”, Darimî’nin “Sünen” kitabı da eklenerek sayı dokuza çıkarılmıştır.

KELÂM İLMİ

Başta imanın 6 esası olmak üzere imani mevzular üzerinde duran Kelâm ilmi, konusu ve gayesi itibarıyle iki şekilde tarif edilmiştir:

Konusuna göre kelâm ilminin tarifi: İlm-i kelâm Allah u Teâlâ’nın zâtından ve sıfatlarından, nübüvvet ve risâlete dair meselelerden, mebde’ ve me’ad (yani başlangıç ve son) itibarıyla yaratılmışların hallerinden İslâm kanunu üzere bahseden bir ilimdir.

Gayesine göre kelâm ilminin tarifi: İlm-i kelâm kesin, kat’i deliller kullanmak ve vâki olacak şüpheleri izâle etmek suretiyle dini akideleri, inançları isbata, kudret kazandıran bir ilimdir.

(Kelâm ilmi “Usul-i’d- Din” (dinin asılları), Akaid, fıkhı Ekber isimleriyle de anılır.)

Kelâm (diğer ismiyle akaid) hakkında bazen çok muhtasar (İmam-ı A’zamın Fıkhı Ekberi, İmam-ı Nesefi’nin Akaidi gibi 7, 8 sahife) risaleler yazıldığı gibi, oldukça hacimli kitaplar da telif edilmiştir (Allame Taftazani’nin 5 ciltlik “Şerhül Makasıd” adlı kitabı ve Seyyid Şerif Cürcani’nin Şerhül Mevakıf” kitabı gibi)

Kelâmi konuları işleyen Ömer Nasuhi Bilmen’in “İlmi Kelâm” kitabıyla, Taftazani’nin “Şerhü’l- Akaid” kitabı da güzel kitaplardandır. (“Şerhü’l- Akaid” İmam Nesefi’nin “Akaid” adlı küçük risalesinin Taftazani tarafından yapılmış şerhidir. Bu eser Osmanlı medreselerinde yüzyıllarca okutulmuş en meşhur kitaplardandır.)

Burada Risale-i Nur’un imani konuları bütün yönleriyle işleyen kelâmi bir eser olduğunu da zikretmeliyiz.

FIKIH İLMİ VE USULÜ

Usul-i Fıkıh: Usul-i Fıkıh Kur’ân ve sünnetten hüküm çıkarmanın kurallarını anlatan ilimdir. (Bugün İslâm Hukuku metodolojisi denilmektedir.)

Usul-i fıkıh ilminde, Kur’ân, Sünnet, İcma, Kıyas, İstihsan, örf, mesalih-i mürsele gibi mevzular üzerinde durarak, “ef’ali mükellefin” denilen farz, vâcib, sünnet, müstehab gibi hükümler ortaya konulur. Ayrıca müçtehitleri taklit, ictihat ve içtihadın şartları, müçtehitte olması gereken özellikler ve müçtehitlerin tabakaları üzerinde durulur.

Usul-i fıkıh ilmini ilk defa “Er-Risâle” kitabıyla ortaya koyan şahıs İmam Şafii’dir. İmam Şafii’den önceki müçtehit imamlarında kendilerine has mutlaka bir metodu vardı, fakat onlar bu metodu kitap telif ederek ortaya koymamışlardı. İmam Şafii’den sonra her mezhep kendi usullerini ortaya koyan çalışmalar yapmışlardır.

Fıkıh
Fıkıh ilmini İmam-ı A’zam “Kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir.” diye tarif etmiştir. Daha sonraki âlimler imamın bu tarifini “amel yönüyle” diyerek kayıtlamışlardır.

Osmanlı Devletinin sonlarında yaşamış ve Mevlana Hâlid’in talebelerinden olan İbni Abidin, fıkhın “ibâdât, muamelat ve ukubat” olmak üzere üç konusu olduğunu söyler. Bunlar da kısaca:

a. İbadet: Namaz, Zekat, Oruç, Hac, Cihattır.
b. Muamelat: Muavazatı maliye, nikah, talak, muhasamat, emanat, terikattır.
c. Ukubat: Kısas, hırsızlık, zina, iftira cezalarıyla ilgilidir.



İdris FERİD
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt