Türkçe ve Oktay SİNANOĞLU

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
turkemrah

turkemrah

Üye
    Konu Sahibi
Türkçe ve Oktay SİNANOĞLU
Yazımın temelini Türkçe ve Türk Kültürü’nde 1938’den itibaren dış mihrakların ve buna çanak tutan vatandaşlarımızın neden olduğu yozlaşma oluşturacak. Aslen ahlak yoksunluğunun neden olduğunu düşündüğüm bu bozulmanın zararlarını da değinmeye çalışacağım, genel olarak da Oktay Sinanoğlu’nun fikirlerinden ve yazılarından alıntılara yer vereceğim.

Atatürk “Türk Kimliğini” Türkçe ile tanımlamıştır. Onun için de Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki temel dâvâsı Türkçe’yi, dolayısıyla Türk kültür ve kimliğini yabancı boyunduruklardan korumak, bunun için de eğitimi her düzeyde Türkçe ile yapmak, halkın yabancı dille, (yâni yabancı misyoner türü) eğitime özenmesini önleyecek tedbirler almak olmuştur.

Atatürk “Türk demek Türkçe demektir; ne mutlu Türküm diyene.” demiştir. Yani bize “Ne mutlu Türküm diyene” şeklinde öğretilen ve anlamının “Türkiyelilik” olduğu söylenen bu sözünün tamamı göz önüne alındığında aslında daha farklı bir anlam içerdiği anlaşılmaktadır. Kanaatimce bu sözü “Türkiye’de Türkçe konuşan Türkiyeliler” olarak anlamlandırmak daha doğru olacaktır.

Oktay Sinanoğlu diyor ki; “Türkçe bir iki nesil sonra yok olmadan yabancı dille eğitime son verilmeli, onun yerini yabancı dil takviyeli Türkçe Fen liseleri veya Ülken (“süper”) liseler düzeni almalı. Türkçe bilim ve teknik yayınları (telif ve tercüme, dergi ve kitaplar) Devlet ve çeşitli kuruluşlarca teşvik edilmeli. Unutulmamalı ki, Türk Devleti’nin birinci görevi Türk adının, kimliğinin, onun için de Türkçe’nin ilelebet yaşamasını sağlamaktır. Eskişehir’de gördüğü "Dönerchi" ve "Lavash" gibi dükkan isimlerinin seçilmesinin sâdece aşağılık duygusundan, sömürge ruhluluktan, üstüne özenti sıvanmış bir kara câhillikten olduğu sormuş, işin temelinde "millî eğitim"i 1946'dan beri güdümüne almış yabancı danışmanların (ve tabii onların yerli emir kullarının) kademeli oyunlarından biri yattığı sonucuna varmıştır. Sebeplerini de kademe kademe şöyle açıklamıştır;

“1. Önce Türkçe ikiye bölündü (yanlış adlarıyla "Osmanlıca", "Öz Türkçe", geçen iki yazımda belirttiğim daha doğru adlarıyla "Eski Türkçe", "Kök Türkçe" diye). Bilim terimleri, Atatürk'ün yolunda bir süre Kök Türkçe'den türetilip bu terimler ortaöğretime yerleşti. Ancak aynı terimleri evrenkentler pek kullanmadığı için tam bir teknik dili birliği oluşmadı. "Solcu" diye bilinen Öz Türkçeciler 1950-1980 arası ana gayeden uzaklaşıp Eski Türkçe'yi tasfiye yoluna girdiler. "Sağcı" diye bilinen Eski Türkçeciler ise bu tasfiyeciliğe aşırı bir tepki olarak bilim için Kök Türkçe'den türetilen terimlere dahî düşman oldular. Oluşan boşluğa İngilizce bozuntusu ("Tarzanca") lâflar hücum etti.

2. İngilizce ile eğitim, önceleri yalnız fen dersleri olmak üzere ilk kez bir Türk okulunda (hem de Atatürk'ün tam tersi gayeyle kurduğu okulda) 1953'te başladı. Kısa sürede bu, devletin birçok okullarına, sonra özel ve cemaatlerinkine bulaştırıldı. 1960'ta gene dış telkinle ilk kurulan İngilizce dilli Türk evrenkentini zamanla birçok yenileri tâkip etti. Bunlarda yalnız fen değil, tüm dersler İngilizce oldu (tarih, edebiyat dâhil). Kamuoyu toptan aldatıldı.


3. 1990'larda "Tarzanca" ile eğitim ilkokullara, anaokullarına kadar indirildi. (Bir ülkenin dilini yok etmenin temel yöntemi).

4. Bir yandan da Türk yazısını bozmak (sonra yok etmek) faaliyetleri yürütülüyordu. 1980 darbesinde, birden Türk yazısındaki inceltme işaretleri (^) kalktı. Tabii bu, "Eski Türkçe" sözcükleri yazılamaz hâle getiriyor, Türkçe'ye de büyük bir karışıklık darbesi vuruyordu. (Örn. "hala" "hâlâ", "kar" "kâr" ikililerindeki gibi.) İşin garibi, tasfiyeciliğe karşı olanlar dâhil "sağ"lı, "sol"lu basın-yayın bunu uyguladı. Kimin başlattığına gelince, iki taraf ta birbirinin üstüne atıyordu. Demek ki, hiçbirinden değil, olay gene yabancı danışmanlardan (yâni "güdücü"lerden) kaynaklanmıştı.

5. Atatürk'ün yeni Türkçe yazısı tüm dünyanın imrendiği, bütünüyle diline tam uyan, okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan bir yazıdır. Herkes bu yazıyı birkaç haftada öğrenebilir. İlk defâ karşınıza çıkan bir kelimenin nasıl okunacağı, nasıl yazılacağı diye bir sorun yoktur. "Harf harf söyle" diye sorulmaz. Batı dillerinde, özellikle şu imlâsı tam bozuk "Tarzanca"da ise, biri "Adım Smith" dese, öbürü hemen, "spell it" (harfle) der. Ne gülünç; halbuki "Smith", Türkçe'deki "Mehmet" kadar yaygın bir isim. Türkçe'nin ve yazısının bilgisayar ve bilim için en uygun dil ve yazı olduğu hakkında ise Batılılar da artık yazılar yazıyorlar.”


Ayrıca eğitim dilinin İngilizce olmasında duyduğu rahatsızlığı da belirterek “dili İngilizce olan okullarda çocuklara okuma yazma öğretmek çok zordur” diyor Oktay Sinanoğlu ve devam ediyor; “Her sözcüğün okunuşunu yazılışını çocuk ezberleyecek. Kural kaide yok. Nitekim ABD basınına göre orada liseyi bitirenlerin yüzde 60'ı kendi dili İngilizce'yi dosdoğru okuyup yazamıyor. Türkçe'de ise yakın zamana kadar çocuklar heceleme yöntemiyle ve Türkçe'nin güzel kuralları sâyesinde her şeyi hemen okuyabilir, yazabilir konuma ilk yılda gelirlerdi. Derken, Türkçe'yi yok edip yerine 250 kelimelik köle dili İngilizce'yi koymak ana planına uygun olarak, yabancı danışmanların güdümüyle okullarımızda Türkçe okumak yazmak öğretimi yöntemi değiştirilip kelime kelime, her birisinin görüntüsünü ezberleme yöntemi kondu. Sonuçta evrenkentli gençlerin bile imlâsı bozuldu (e-postalarda sık sık görüyoruz). Tabii buradaki dış güdüm gayesi, aslında sâdece İngilizce okumayı öğretmek, Türkçe'yi toptan yok etmek. Ayrıca ilkokulda Türk alfabesi öğretirken "w" ve "q"yu da katıyorlar.” Son olarak da bu bir dizi abuk sabuk, mantıksız gibi görünen olayların, yapılanların arasında nasıl bir temel bağıntı, nasıl bir düşman hedefine doğru adım adım yürüyüş olduğunu belirtiyor.

Türkçe'nin yazısı konusundaki ilkeleri de şöyle sıralıyor:

“a. Türk yazısında inceltme (^) işaretleri herkes tarafından mutlaka kullanılmalıdır (Bilgisayarda onları koymak da çok kolay). Yazarlar, çıkacak yazılarında koydukları inceltme işaretlerinin aynen baskıda da olması için yayınevine, gazete, dergi idâresine (bizim yaptığımız gibi) ısrar etmeli.

b. Okullarda okuma yazma tekrar bizim usul heceleme yöntemiyle öğretilmeli. Türkçe'nin dilbilgisi, ses uyumları, terim türetme kuralları eskiden olduğu gibi çok iyi öğretilmeli.


c. Türk edebiyatı (her dönemdeki) ve târihi dersleri yeniden ihyâ edilip 1980'e kadar olduğu şekle ve miktara rücû etmeli; tarih derslerinde Türk kültür tarihine verilen yer de artırılmalı.
Tabii bütün bunların olabilmesi için her düzeydeki eğitimi düzenleyen devlet kuruluşları artık kesinkes yabancı "danışman"lar hâkimiyet ve güdümünden kurtarılmalı. Türk gençliğinin, dolayısıyla milletinin geleceğini, kaderini gizli, açık düşmanlar değil, Türk milletinin öz vatansever evlâtları belirleyecektir. 19.06.2005

“Fiziki ve Kültürel Soykırım” başlıklı yazısında da şöyle diyor Oktay Sinanoğlu:

“XVI. yüzyılda İspanyollar, arkasından İngilizler geldiğinde Amerika kıtalarının yerli nüfusu 100 milyon imiş; 200 yıl sonra bu 1 milyona düşmüş. Bu, fizikî soykırım. Bir kavim toptan yok edilirse tabii dilleri de yok oluyor. Ancak, bir de "kültürel soykırım" var. Kavim duruyor, ama dili kasıtlı bir şekilde yok ediliyor. O zaman bir köleler kalabalığı oluşuyor.Sömürgecinin istediği.


Kitle iletişimi çağında kullanılan araçlardan biri "ayarlı" basın-yayın; TV bilhassa önemli. Diğer bir dilci Michael Krauss "TV kültürel bir zehirli gaz, sinir gazıdır" demekte.”

Ayıca Batı'nın sömürgecileri, ezdikleri ahalinin dilini yok etmek için Esir tâcirlerinin, Afrika'nın çeşitli bölgelerinden, dilleri değişik kabilelerden esirleri üçer beşer, aynı gemiye koyup Amerika kıtasına götürdüklerini, aynı dilden olanları kasten ayırdıklarını, bunun sebebini de esirler arasında iletişimi engellemek olduğunu söylüyor. – “Orta-öğretimde ulusal dilden eğitim kalmıyorsa, dil hızla yok olmaya başlıyor. Önce dilin kullanım alanı azalıyor. Buna "dilin folklorlaşması" diyorlar. Dil gittikçe zayıflıyor, ölüme mahkûm oluyor. Onun için sömürgeciler, eğitim dilinin tümüyle ulusal dil yerine sömürgecinin dili olması için her yola başvuruyorlar. Ülke resmen işgal altındaysa zorla. Değil de, hâlâ ulusta bağımsızlık duygusu, geleneği varsa, kukla hükümetleri [ve önemli mevkilere yerleştirilen gizli cemiyet üyelerini] kullanarak.” Diye de fikrini destekliyor Oktay Sinanoğlu.

Kenyalı bir yazarın küçükken yaşadığı bir olaya da yer vererek sömürgeci zihniyetin davranış biçimini ortaya koyuyor. Kenyalı yazar olayı şöyle anlatıyor:

“En aşağılayıcı durum, okulun civarında kendi dilini konuşurken yakalanmaktı. Yakalanan üstünde "BEN APTALIM", "BEN EŞEĞİM" yazan madenî bir levha asılıp ortalıkta dolaştırılıyordu. Bazen de, "suçlu"nun ödemekte zorlanacağı para cezaları kesiliyordu. Peki, öğretmenler "suçlu"yu nasıl yakalıyorlardı? Başta, öğrencinin birine bir düğme veriliyordu. O, ulusal dili konuştuğunu gördüğü bir öğrenciye düğmeyi verecek. Günün sonunda düğme kendisinde kalan öğrenci düğmeyi kimden aldığını ifşa edecek ve süreç zincirleme gidip gün boyunca ulusal dilini konuştuğu için düğme üstünden geçen tüm öğrenciler yakalanacaktı. İşte böylece ulusal dilin konuşulması engellendiği gibi, çocuklar cadı avına sürülmüş, muhbirliğe, ötesi, kendi toplumuna ihanet etmeye alıştırılmış oluyorlardı.”


Her aklıselim birey, bir kişi de olsa, Oktay Sinanoğlu’nun dediklerini düşünmeli. Atatürk ve din üstüne yapılan sadece sözde kalan aynı zamanda içi boş yaklaşımlar yerine elini taşın altına koymalı. “Tamam” yerine “ok”, “hoşça kal” yerine “bye”, “denetimlemek yerine “check etmek”, “nüsha” yerine “version”, “görüş ya da geniş görüşlülük” yerine “vision”, “elektronik posta” yerine “e-mail”, “ileti” yerine “mail” kelimelerini kullanmak çoğu insanın algıladığı üzere kültürlü olmak değil, bence, tam aksine sömürge altına girmek ve özbenliğini yitirmekten başka bir şey değildir.

Geçen yıllarda gittiğim bir iş görüşmesinde Türkçe üstüne araştırma yaptığımı söylediğimde “milliyetçi misiniz?” sorusuyla karşılaştım. Bu soru “ırkçı mısınız?” anlamında soruldu bana. Dar zihniyet meselesi bu aslında. Türkçe’yi sevmek ırkçılıkla bir tutuluyor.

Sonuç olarak, Türkçe güzel ve eşsiz bir dildir. Kendimizi, dilimizi, kültürümüzü hor görmeye, aşağılık eğilimine girmeye gerek yoktur. Bizim dilimiz kültürümüz yüzyıllara dayanıyor. Sadece birkaç yüzyıl bile geçmişi bile olmayan İngilizce’ye ve batı kültürüne (Amerikan hayranlığını da unutmamak gerekir) heveslenmek acı ve acınası bir durumdur. Lafa gelince en büyük milliyetçi, Atatürkçü veya dini bütün müslüman olmak yetmez. Fikriyle davranışları bir olmalıdır insanın. Asıl büyük problemimiz olan “ahlak yoksunluğu” akabinde dilde ve kültürde yozlaşma had safhaya ulaşmıştır. Güzel dilimizi kullanarak, güzel dinimiz doğru biçimde halkımıza aktarılmalı. Ne Atatürk’ün ne de Çanakkale’de, Sakarya’da şehit düşmüş atalarımızın kemiklerini sızlatmaya kimsenin hakkı yok. “Ya sev, ya terket” değil ama “ya sev, ya da sevene köstek olma” demek lazım bence.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt