kol@j
Üye
Ozan kız istemeye giderse
(Burada anlatılanlar vallahi de billahi de, ekmek nimet çarpsın ki gerçeklerden yola çıkılarak oluşmuş hayal ürünüdür.
Hatta Ozan hariç diğer şahıslarda hayal ürünüdür.)
"Ah Ozan ah..." diye hayıflanıyordu kendi kendine
Askerliğini de yapmıştı...Genç yaşta üstü açık arabaya da binmiş... İzmir/konak civarında yol kenarına park etmiş...
kordon boyuna oturmuş... izmir körfezinin kokusunu içine çeke çeke düşünüyordu...
"Acaba neden hala mutlu değilim?" diye
***
Taa 2005 te sahibi ve webmaster'ı olduğu maxicep sitesinin bu zamanlara gelip de ekmek kapısı olacağını hiç tahmin etmiyordu...
Siteyi kurunca düşündüğü tek şey "Ben üye olsam bu siteden ne beklerim?" hep bu sorunun cevabıyla bu günlere geldi.
memlekette saygın bir konuma geldi... Paraya para demedi...
ama yolda yürürken, eğlencelere giderken, en sevdiği işleri yaparken hep tebessüm ediyordu ama üzüntüsünü içine gömüyordu.
Çok sevdiği arabasını sürüyor... trafikte ilerliyor... bu hoşuna gidiyor ama içinde hala bir boşluk vardı... tanımlayamadığı derin bir karanlık...
arabasını parketmişti... hep tyanıdığı güvenilir midyeci hasan'ı buldu... en güzel midye onda bulunurdu baharatını çok güzel ayarlıyordu...
bir torba aldı. cebinden çıkardığı bir tomar paradan bir miktarını çekti hasan'a uzattı. üstünü bile almadan gitti ve kordon boyuna oturdu...
elindeki para destesiyle dikine tuttuğu midyeleri kırıp açarak afiyetle yiyordu... hepsini bitirdi ama içindeki boşluk hala dolmamıştı...
kalkıp saat kulesine döndü... ama saate çok kızıyordu... zaman hiç bitmek bilmiyor sanki... saat 1:20 gibi hemen ilerideki camiden ezan sesi duyuldu... para destesi hala elinde duruyordu... onu da caminin bağış kumbarasına attı...
"yahu bir de dua edelim bakalım, belki bir kapı açılır bize de..."
caminin kısa duvarlı şadırvanına geçti...
besmeleyle abdest almaya başladı ama sanki ıstırap... ıstırap abdest değil sadece kafasını her kaldırmasında İzmir'in bütün şeytanları sanki adamın etrafında toplanmış dans ediyor... Baldır bacak ne varsa... "Şşşt yakışıklı diye seslendi birisi"
ama oralı bile olmadan işine devam etti...
namazdan sonra üzerinden bir ağır bir yük kalkmıştı sanki...
camiden uzaklaşıp arabasına bindi...
Ama kendisi için dua etmediği aklına geldi...
"ALLAH'ım bana yardım et, derdime bir çare göster" diye içinden geçirdi...
"Ozan" diye bir nida işitti... etrafına baktı kimse yok...
"Ozan" buradayım diye seslendi bir bayan... otobüs durağından yaklaştı...
Liseden arkadaşı Lütfiye' idi...
"Aa Lütfiye, Merhaba, nereye gidiyorsun?"
"Eve gidecektim."
"Gel bırakayım."
"Zahmet olmasın!"
"Ne demek, buyur gel."
Lütfiye arabaya bindi...
Sahil yolunda ilerlediler...
Lütfiye öğretmen olmuş... Sabahçıların dersine giriyormuş... Öğlen olduğu için evinin yolunu tutmuş... otobüs beklerken
Ozan'ı görmüş... İlk önce acaba o mu değil mi diye düşünürken o civan gibi delikanlı olduğuna karar vermiş ve öylelikle seslenmiş...
Sohbet ederekten yolda ilerliyorlardı eski günleri yaad etiler beraber...
Birbirlerini sanki yeniden tanıyorlar gibiydiler.
Ozan torpido'dan, Apple fabrikasının prototip üretimi i-phone 6'yı çıkartı Lütfiye'ye numarasını yazdırdı.
Kendide çağrı bıraktırıp Lütfiye'ye kaydettirdi...
Zaten kendi evinden de fazla uzak olmayan evine bıraktı Lütfiye'yi....
Evine gidiyordu ama ne gitme...
içinde sanki bir gitar var ömründe duymadığı nağmeler melodiler çalıyordu...
hatta sanki bir yedinci tel var kimsenin duymadığı notaları veriyordu...
Ertesi gün....
Gene aynı yerde anı saate bekliyordu arabasında...
Lütfiye gene göründü... ve yine içindeki o melodi çalmaya başladı Ozan'ın...
Artık söze gerek yok... Lütfiye çağırdı arabasına... gene evine bıraktı...
Bir kaç gün böyle devam etti...
Kızın annesi "Kızım neler oluyor?" diye sıkıştırıyordu... ama ne bir şey var diye biliyordu ne yok diyebiliyordu..
Annesine olan biteni anlattı... "Bir gün gelsin balkalım..."
Ozan'a söyledi... Hemen ertesi gün Ozan da annesini alıp, Lütfiye'yi aldığı durağa götürdü. Hep beraber Lütiyelere gittiler.
Maksat tanışmak olsun...
İki hanım yanyana gelince işte sohbet muhabbet alı başını gitti...
Biri oğlunu öve öve bitiremiyor biri de kızını...
Anneler de tanışınca artık... Olaylar öyle gelişti ki... Gönüller artık bir oldu...
Babaların da haberi oldu... Evlenmeye karar verdiler...
Sorup soruşturdular babalar ve bu işi olura koymaya karar kıldılar...
Ancak Lüfiye'nin babasının kafası hala karışıktı...
Neyse... vakit geldi ...
ALLAH'ın emri denecekti...
Ozan heyecandan geberecek... Askerliğini bile komanda olarak yapmış adamın en zayıf anıydı bu...
Hele Lütfiye tir tir titriyordu kahveler neredeyse dökülecek...
Ozan'ın babası, söz kelam döndü...
"Ee üstadım... Bizim oğlanla sizin kız birbirlerini sevmişler. bize de ALLAH'ın emri Peygamberin kavliyle, kızınız Lütfiye'yi oğlumuz Ozan'a istemek vacip oldu."
Adam derince bir düşündü ve iç çekti... Ozan'a döndü... öyle bir baktı ki... Ozan'ın dizlerinin bağı çözüldü...
"Oğlum, sen ne iş yapıyordun?"
"Hı!?"
"Oğlum ne iş yapıyordun sen?"
"Webmastır'ım."
"Ney bastır?"diye şaşkın şakın sordu
"Webmaster, webmaster."
"O ne yapıyo'?"
"Bilgisayar kullanıyor."
"Sadece bilgisayar mı kullanıyor?"
"Zaten işi o"
"Şu bilgisayarala dolu dükkanlardaki zibidiler gibi mi?"
"Yok öyle değil, web site kuruyom."
"Siten mi var yani? Müteahhit desene şuna"
"Yok yok, Websitesi...." Lütfiye araya girer
"Babacığım, Ozan bilgisayarcı. Bilgisayraların daha iyi çalışması için programlıyor onları"
"Haa. tamam o zaman ama bir öyle diyonuz bir böyle... Bu kadar zengin bilgisayarcı görmedim ki.."
"Bakın bey efendi" der Ozan'ın babası
"Zaten hanımlar da tanışmış, uzun süredir soruşturdunuz da oğlanı...artık 'He' demek düşmez mi?"
"Vereceğim kızı vereceğim amma düğün gününe kadar bu oğlan ne iş yapıyor bana iyice anlatacak yoksa evlendirmem haaa"
Nasıl anlatacak bakalım?
Cevap yazarak yardımcı olun lütfen...de Ozan evlensin...
(Bir çok yerini uzun olmasın diye özet geçtim)
Hatta Ozan hariç diğer şahıslarda hayal ürünüdür.)
"Ah Ozan ah..." diye hayıflanıyordu kendi kendine
Askerliğini de yapmıştı...Genç yaşta üstü açık arabaya da binmiş... İzmir/konak civarında yol kenarına park etmiş...
kordon boyuna oturmuş... izmir körfezinin kokusunu içine çeke çeke düşünüyordu...
"Acaba neden hala mutlu değilim?" diye
***
Taa 2005 te sahibi ve webmaster'ı olduğu maxicep sitesinin bu zamanlara gelip de ekmek kapısı olacağını hiç tahmin etmiyordu...
Siteyi kurunca düşündüğü tek şey "Ben üye olsam bu siteden ne beklerim?" hep bu sorunun cevabıyla bu günlere geldi.
memlekette saygın bir konuma geldi... Paraya para demedi...
ama yolda yürürken, eğlencelere giderken, en sevdiği işleri yaparken hep tebessüm ediyordu ama üzüntüsünü içine gömüyordu.
Çok sevdiği arabasını sürüyor... trafikte ilerliyor... bu hoşuna gidiyor ama içinde hala bir boşluk vardı... tanımlayamadığı derin bir karanlık...
arabasını parketmişti... hep tyanıdığı güvenilir midyeci hasan'ı buldu... en güzel midye onda bulunurdu baharatını çok güzel ayarlıyordu...
bir torba aldı. cebinden çıkardığı bir tomar paradan bir miktarını çekti hasan'a uzattı. üstünü bile almadan gitti ve kordon boyuna oturdu...
elindeki para destesiyle dikine tuttuğu midyeleri kırıp açarak afiyetle yiyordu... hepsini bitirdi ama içindeki boşluk hala dolmamıştı...
kalkıp saat kulesine döndü... ama saate çok kızıyordu... zaman hiç bitmek bilmiyor sanki... saat 1:20 gibi hemen ilerideki camiden ezan sesi duyuldu... para destesi hala elinde duruyordu... onu da caminin bağış kumbarasına attı...
"yahu bir de dua edelim bakalım, belki bir kapı açılır bize de..."
caminin kısa duvarlı şadırvanına geçti...
besmeleyle abdest almaya başladı ama sanki ıstırap... ıstırap abdest değil sadece kafasını her kaldırmasında İzmir'in bütün şeytanları sanki adamın etrafında toplanmış dans ediyor... Baldır bacak ne varsa... "Şşşt yakışıklı diye seslendi birisi"
ama oralı bile olmadan işine devam etti...
namazdan sonra üzerinden bir ağır bir yük kalkmıştı sanki...
camiden uzaklaşıp arabasına bindi...
Ama kendisi için dua etmediği aklına geldi...
"ALLAH'ım bana yardım et, derdime bir çare göster" diye içinden geçirdi...
"Ozan" diye bir nida işitti... etrafına baktı kimse yok...
"Ozan" buradayım diye seslendi bir bayan... otobüs durağından yaklaştı...
Liseden arkadaşı Lütfiye' idi...
"Aa Lütfiye, Merhaba, nereye gidiyorsun?"
"Eve gidecektim."
"Gel bırakayım."
"Zahmet olmasın!"
"Ne demek, buyur gel."
Lütfiye arabaya bindi...
Sahil yolunda ilerlediler...
Lütfiye öğretmen olmuş... Sabahçıların dersine giriyormuş... Öğlen olduğu için evinin yolunu tutmuş... otobüs beklerken
Ozan'ı görmüş... İlk önce acaba o mu değil mi diye düşünürken o civan gibi delikanlı olduğuna karar vermiş ve öylelikle seslenmiş...
Sohbet ederekten yolda ilerliyorlardı eski günleri yaad etiler beraber...
Birbirlerini sanki yeniden tanıyorlar gibiydiler.
Ozan torpido'dan, Apple fabrikasının prototip üretimi i-phone 6'yı çıkartı Lütfiye'ye numarasını yazdırdı.
Kendide çağrı bıraktırıp Lütfiye'ye kaydettirdi...
Zaten kendi evinden de fazla uzak olmayan evine bıraktı Lütfiye'yi....
Evine gidiyordu ama ne gitme...
içinde sanki bir gitar var ömründe duymadığı nağmeler melodiler çalıyordu...
hatta sanki bir yedinci tel var kimsenin duymadığı notaları veriyordu...
Ertesi gün....
Gene aynı yerde anı saate bekliyordu arabasında...
Lütfiye gene göründü... ve yine içindeki o melodi çalmaya başladı Ozan'ın...
Artık söze gerek yok... Lütfiye çağırdı arabasına... gene evine bıraktı...
Bir kaç gün böyle devam etti...
Kızın annesi "Kızım neler oluyor?" diye sıkıştırıyordu... ama ne bir şey var diye biliyordu ne yok diyebiliyordu..
Annesine olan biteni anlattı... "Bir gün gelsin balkalım..."
Ozan'a söyledi... Hemen ertesi gün Ozan da annesini alıp, Lütfiye'yi aldığı durağa götürdü. Hep beraber Lütiyelere gittiler.
Maksat tanışmak olsun...
İki hanım yanyana gelince işte sohbet muhabbet alı başını gitti...
Biri oğlunu öve öve bitiremiyor biri de kızını...
Anneler de tanışınca artık... Olaylar öyle gelişti ki... Gönüller artık bir oldu...
Babaların da haberi oldu... Evlenmeye karar verdiler...
Sorup soruşturdular babalar ve bu işi olura koymaya karar kıldılar...
Ancak Lüfiye'nin babasının kafası hala karışıktı...
Neyse... vakit geldi ...
ALLAH'ın emri denecekti...
Ozan heyecandan geberecek... Askerliğini bile komanda olarak yapmış adamın en zayıf anıydı bu...
Hele Lütfiye tir tir titriyordu kahveler neredeyse dökülecek...
Ozan'ın babası, söz kelam döndü...
"Ee üstadım... Bizim oğlanla sizin kız birbirlerini sevmişler. bize de ALLAH'ın emri Peygamberin kavliyle, kızınız Lütfiye'yi oğlumuz Ozan'a istemek vacip oldu."
Adam derince bir düşündü ve iç çekti... Ozan'a döndü... öyle bir baktı ki... Ozan'ın dizlerinin bağı çözüldü...
"Oğlum, sen ne iş yapıyordun?"
"Hı!?"
"Oğlum ne iş yapıyordun sen?"
"Webmastır'ım."
"Ney bastır?"diye şaşkın şakın sordu
"Webmaster, webmaster."
"O ne yapıyo'?"
"Bilgisayar kullanıyor."
"Sadece bilgisayar mı kullanıyor?"
"Zaten işi o"
"Şu bilgisayarala dolu dükkanlardaki zibidiler gibi mi?"
"Yok öyle değil, web site kuruyom."
"Siten mi var yani? Müteahhit desene şuna"
"Yok yok, Websitesi...." Lütfiye araya girer
"Babacığım, Ozan bilgisayarcı. Bilgisayraların daha iyi çalışması için programlıyor onları"
"Haa. tamam o zaman ama bir öyle diyonuz bir böyle... Bu kadar zengin bilgisayarcı görmedim ki.."
"Bakın bey efendi" der Ozan'ın babası
"Zaten hanımlar da tanışmış, uzun süredir soruşturdunuz da oğlanı...artık 'He' demek düşmez mi?"
"Vereceğim kızı vereceğim amma düğün gününe kadar bu oğlan ne iş yapıyor bana iyice anlatacak yoksa evlendirmem haaa"
Nasıl anlatacak bakalım?
Cevap yazarak yardımcı olun lütfen...de Ozan evlensin...
(Bir çok yerini uzun olmasın diye özet geçtim)