Hizmet i Hizmet i _Birinci bölüm

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
    Konu Sahibi
Hizmet i Hizmet i _Birinci bölüm
Ferhatlar'dan doğan güneş:
Süleyman Hilmî Efendi
......................................................................................................................

......................................................................................................................

Silistre'deki Satırlı Medresesi'nde eğitim aldı.

"Cemiyet-i Müderrisîn"de yer aldı.

"Cemiyet-i Müderrisîn" nasıl bir cemiyetti?

"Cemiyet-i Müderrisîn" Cemiyetini kimler kurdu?

......................................................................................................................

Süleyman Hoca, ilim şehri Silistre'nin Ferhadlar köyünde doğdu. Silistre'deki
Satırlı Medresesi'ne yerleştirilen Süleyman Efendi daha sonra İstanbul'a
gönderilecekti.

Osmanlı Devletinin son yıllarında çok büyük facialar yaşandı. Bu faciaları ve
felaketleri, medrese odalarından gören Süleyman Hilmî Efendi, Balkanlar'daki "Türk
şehirleri" gibi, bir ilim ve serhad şehri olan Silistre'nin Razgrad kasabasının
Ferhadlar köyünde, ulemadan/müderris Osman Efendi'nin oğlu olarak miladî 1888 (Rumî
1304) tarihinde dünyaya gelmiştir! Eskilerin tabiri ile "Mebadi-i Ulumu", İslam
yolunda hizmet etmesi inancıyla Silistre'deki Satırlı Medresesi'ne
yerleştirilmiş, daha sonra da İstanbul'a gönderilmiştir.

Süleyman Hilmî Efendi, İkinci Meşrutiyet'in ilanı ile ortaya çıkan yayın ve
kültür faaliyetlerine hassasiyetle yaklaşıp, dönemindeki "ehl-i sünnet" inancı
üzere çıkan dergi ve kitapları hassasiyetle takip ettiği gibi, zuhur eden "modernist/oryantalist
akımlara" da gereken cevabı verip, "Sünnî İslam" için gereken maddî ve manevî
ilimleri tedrise azamî hassasiyet gösteriyordu.

Nitekim, 19 Şubat 1335/1919'da kurulan "Cemiyet-i Müderrisîn"in üyeleri arasında
yer almıştır.


CEMİYETTEN ÇOK ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR
Cemiyet, içinde bulunulan buhran ve sıkıntıların aşılması için, açıkladığı "beyanname"de,
şu hayatî esaslara parmak basıyordu ki bugün için de, dikkat edilmesi gereken
hususları içermektedir:

"Bir milletin varlık ve siyasî bekası, kendini teşkil eden bir veya sayısız
milletlerin içerdiği sınıflar tarafından insanlığın fıtratında kurulu bulunan
bütün ihtiyaç ve istidatların kitlece düzenlenme ve gelişmesine bağlıdır. Bir
milletin yalnız cengaverliği yahut yalnız ziraî veya ticarî kabiliyeti,
varlığını temine kafi değildir. İlim ve fende, kültür ve sanayide, ziraatte,
adalette, siyasette, diyanette, askerlikte ve sair medenî unsurlarda
gösterilecek varlıklardır ki millî varlık sürüp gitmiş olsun!"

"Bir milletin ilerlemesi, onu sağlayan insanların gösterecekleri varlık
özelliğinin gelişkesine bağlıdır. Her sınıf üzerine aldığı vazifeyi, ne kadar
yüksek ölçüde ifa ederse millet o ölçüde ilerler ve gelişir. Aksine, her sınıf
ne kadar aşağı derekede vazifesine bağlı kalırsa millet de o nisbette geriler."

"Milletler tarihinde şurası da dikkat edilmesi gereken bir husustur ki, bir
milletin ilerlemesi, bütün sınıflarının ilerlemesine, bir milletin daha önce
ulaştığı uygarlık düzeyinden geri kalması da denilebilir ki, bütün sınıflarının
gerilemesi ile ortaya çıkar. Milletin içerdiği sınıflardan birkaçı gelişsin de
diğerleri geri kalsın, yahut birkaçı gerilesin de diğerleri etmesin, bu olmuyor."
(sh: 3-4, Evkaf-ı İslamiye Matbaası, 1337) (3)

Bu yorumlar bile, bizim geri kalışımızın ana sebebini sadece, "ilmiye sınıfı"nın
geri kalmasına bağlamanın mümkün olmadığını, ilmiye sınıfının da, diğer sınıflar
gibi, bu sorunda, aynı derecede sorumlu olduklarını gösterir.


CEMİYETİ KİMLER KURDU?
Bu cemiyetin, kurucuları şu kişilerdi:

- Fatih dersiamlarından Abdülfettah Efendi

- Fatih dersiamlarından Geyveli İbrahim Hakkı

- Fatih dersiamlarından İskilipli Atıf Efendi

- Bayezit dersiamlarından Ermenekli Safvet Efendi

Cemiyetin birinci reisi Mustafa Sabri, ikinci reisi Atıf Efendi, genel sekreteri
Safvet Efendi ve yönetim de, yedi kişiden oluşuyordu ki, o döneme göre, bu
cemiyetin kuruluşu çok büyük gelişmenin ürünü olarak, ilmiyenin bir aynası
olarak algılanabilir.


BEDİUZZAMAN'DAN DESTEK
Zira, bu cemiyette "müderrislerin hakları"nı korumak yönünde çalışmalar
yapılırken, birlikte hareket eden ulemanın içinde bir Zahidü'l-Kevserî ve bir de
Bediuzzaman Said Efendi de vardı!

Yıllarca, bu ilim ehli ve varis-i Enbiya, en olmadık hakaretlere uğradığı gibi,
"cahil ve mürteci" olarak lanse edilip, gözden düşürülmeye çalışıldı. Ve biz de
yıllarca, bu kişilerin, dosyalarının ve sicillerinin Diyanet'ten ilamını isteyip,
araştırdık!

Hiçbir zaman olmadı! Ta ki, 12 Eylül olana kadar!


İSMİM SÜLEYMAN HİLMİ
O zaman da, Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde "aleyhte de dil" olur mülahazasıyla,
merhum Süleyman Hilmî Efendi'nin, Maliye Nezareti Evrak-ı Nakdiyye ve Levazim
Müdürlüğü'ne verdiği tercem-i hal varakası, 6137 numaralı dosyadan çıkartılıp,
gönderilmiştir.

İşte o hal tercemesinde, kendisinin "Dersiam"lık maaşına nail olup, "özgeçmişi"ni
yazıp gönderdiği belge:

" - (İsmim) Süleyman Hilmî. Mezheb-i Celile-i Hanefiyedenim.

- Bederimin ismi Osman Fevzi Efendi olup Silistre'de Hacı Ahmet Paşa Medresesi
müderrisi.

- 1204'de Silistre'de tevellüd ettim.

- 1318 (1902) senesi Silistre Mekteb-i Rüştiyesi'nden ahz etmiş olduğum
şehadetname ile Sıtırlı Medresesi'nde mebadi-i Arabiye'yi tahsil ettiğimi müş'ir
tasdiknamemi mütesahiben 1323 (1907) de Dersaadet'te Hafız Ahmetpaşa Medresesi'ne
gelip teşkilat ibtidasına kadar mutad olan usul-i kadime üzere üstadım Bafralı
Ahmet Hamdî Efendi'den ikmal-i nuseh ettim. Teşkilât-ı mezkürede Kısm-ı Ali
üçüncü sınıftan itibaren aliyyu'l-a'lâ terfi-i sınıf ederek Medrese-i
Süleymaniye'yi ikmal ile 1337 senesi Saferu'l-Hayr'ın 14 tarihinde irade-i
seniyye-i Hazret-i Padişahî ile uhde-i acizaneme İstanbul müderrisliği ruus-i
hümayunu tevcih buyurulmuştur.

Balada arz edilen şehadetname ve tasdiknamelerin Fatih harîk-i kebîrinde (büyük
yangınında) medresemiz bulunan Hafız Paşa Medresesi'nde kitablarım derununda
muşterik olmuştur.

- Evvelce Devlet-i Aliyye'de hizmette bulunmadım.

- 1334 (1918) tarihinde ba-irade-i seniyye Ruus-i Hümayun uhde-i acizaneme
tevcih buyurulup 1336 (1 Haziran 1334/1918) tarihinden itibaren 400 kuruş
dersiam maaşı tahsis kılınmıştır.

- Bu ana kadar hiçbir cunha ve cinayet ile mahkum olmadım."

1 Şabanu'l-Muazzam 1339/23 Nisan 1337 (1921)

Medrese-i Süleymaniye mezunlarından

Silistreli (Mühür) Süleyman Hilmî"

Bu hal tercemesini (özgeçmişini) verdikten sonra, İbtidaî hariç medresesinde
müderrisliğe başlamış ve 29 Mart 1339 (1923) da Sarf-ı Arabî, 1 Teşrinisanî 1339
(1923)de de Türkçe müderrisliğine geçmiştir ki bu son görevi ile maaşı 800
kuruştan 1000 kuruşa çıkmıştır. 3 Mart 1340 (1924)'tan itibaren de medreseler
lâğvedildiğinden açıkta kalıp, müderrisliğine son verilmiştir.

29 Temmuz 1928'de sadece dersiamlık maaşı ile yetinmek üzere, aylık 800 kuruş
tahsis edilmişti.


TEK PARTİ SULTASI ALTINDA ÇİLELİ BİR HAYAT
İşte bundan sonra "tek parti sultası" altında, çileli hayatı başlamış oluyordu!

Zira, Atıf Efendi asılmıştı. Mustafa Sabrî Efendi ile Zahid el-Kevserî ülkeden
göçmüştü. Bediuzzaman da sürgünde idi!

Diğer dershane arkadaşları da göz hapsinde, bir köşede sürünüp gidiyordu!

Birinci büyük savaşta, derslerini terkle, imtihan haklarından feragat eden "medrese
öğrencileri" ile hocalarının sarıkları, cüppe ve tesbihleri birer "irtica
alameti" olarak, gazete sayfalarında, yazılar ile karikatürlere malzeme olarak
kullanılıyordu!


 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Benzer Konular

x-scarface
Cevap
0
Görüntüleme
338
x-scarface
Doğuş Pertez
Cevap
0
Görüntüleme
558
Doğuş Pertez
pro.engineer
Cevap
0
Görüntüleme
1K
pro.engineer


Üst Alt