Dünyanın Gizemli Bölgeleri - 4

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Odysseus

Odysseus

Üye
    Konu Sahibi
Dünyanın Gizemli Bölgeleri - 4
Ayasofya - Türkiye




Sultanahmet meydanının ortasında pembe elbiseli gelin gibi boy gösterir Ayasofya, Dünya kurulduğundan bu yana böylesi bir mabet daha görülmüş değildi, ta ki Mimar Sinan usta ortalığa çıkıp Selimiye’yi ihya edinceye kadar. İşte o, zaman içinde gurur ile başı dimdik mağrur bakardı hep etrafına. Kendisini İslam’ın kollarına terk etmeye hazır bir gelin gibi hasretle, mahzunca beklerdi kendince. Güzel ve alımlıydı. Aslında kendinden kaynaklanan bir güzelliği de yoktu onun. O, Allahın ilhamı ile şekillenmiş, Allah’ın bildirimi ile planları çizilmiş büyülü bir güzelliğe sahip ilahi bir mekândı. Allahın Hikmeti anlamına gelirdi ismi. Bizans hükümdarı büyük Konstantin ölürken oğluna görkemli bir ibadethane yapması için vasiyette bulunmuştu. Şehrin tam orta yerine tahtadan inşa edilmişti kilise. 12 Mayıs 360 da açılan bu ibadethaneye Bizanslar “Büyük Kilise” adını vermişlerdi. Fazla uzun sürmeyen bu görkem bir yangın geçirip harabeye dönmesi ile yerini hüzne bırakıverir. Tekrar 415 de II. Theodosius tarafından onarılıp ibatede açılması da pek uzun sürmez. Bu sefer “Kutsal Bilgelik” anlamına gelen “Hagia Sophia” ismi verilir ona. Yine kaderinde yok olmak vardır ama o mutlaka ayakta kalabilmek, Osmanlıyı beklemek için direnir. Bir asır sonra Bizans İparatoru Justinyanus tekrar bu yapıyı ihya edip adını ölümsüzleştirmek ister. Bu tapınak için elinden gelenin en iyisini yapmaktır dileği. Ve bir gün İmparator rüyasında Ayasofya’nın bulunduğu yerde aksakallı, nur yüzlü bir ihtiyar görür. Bu nur yüzlü pir elinde gümüşten bir levha tutmaktadır. Tuttuğu bu levhanın üzerinde yapmak istediği Ayasofya’nın şekli nakşolunmuştur. Jutinyanus seyrine doyamadığı bu resmi görür görmez ona sahip olmak için Allah’a yalvarır. Bunun üzerine pir elindeki levhayı ona uzatarak “Al senin olsun” der. Jüstinyenus çok sevinir ve hemen aklından geçen soruyu soruverir.“Peki ismini ne koyayım” dediğinde “Ayasofya olsun” der aksakallı pir. Sabahı zor eder Justinyanus. Hemen sabahın erken saatlerinde baş mimarını huzura çağırıp rüyasını anlatmaya başlar. Mimar hayretten açılmış gözleri ile elinde karaladığı taslağı İmparatora uzatır. Mimarın çizdiği resimle imparatorun rüyasında gördüğü mabet birebir aynıdır. Çünkü o da o gece aynı rüyayı görüp gördüklerini kâğıda karalayıvermiştir. İşte Allah’ın modelini kalplere ilham ettiği mabet İslam’a hizmet ve cihan padişahı Fatih Sultan Mehmet’in ilk fetih namazını kılacağı mübarek mekân olmak için tasarlanmaya hazırdır artık. Ve orada nice Allah dostlarına sohbetler ve hizmetler nasip olacaktır. Evliya çelebi yazdığı hatıralarında hep buranın tılsımından bahseder. Nedir Ayasofya’nın tısımı? Nedir orayı böylesine cazip kılan gizem. Ayasofya geçmiş ve gelecekle boy ölçüşen bir mihenk taşımıdır? Yoksa İslam âlemi ile Hıristiyan âleminin birbiri ile hesaplaşması mıdır? Kutsaldır, kutsal kişiler tarafından ilham edilmiştir, mübarektir, mübarek kişileri sinesinde barındıracaktır. O aslında yıllar öncesinden hazırlanmış bir fetih abidesidir. Asırlar boyunca Truvalı Helen gibi uğrunda nice savaşlar verilecektir. Kilisenin en mükemmel şekilde inşa edilmesi için imparator hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz. Efes’teki Diana tapınağından 8 sütun söktürüp getirtir, Atina, Delphi, Delos ve Mısır’ın tapınaklarından diğer sütunları temin edilir. Dönemin en büyük matematikçisi Trallesli Anthemios baş mimar olarak göreve getirilir. Âdem (A.s) bu yana yapılanların en büyüğü, en görkemlisi olacaktır bu ibadethane. İmparatorluk onunla adeta kudretini, gücünü bütün cihana ispatlayacaktır. 55 metre yüksekliği ve 30.31 m çapı ile bu güne kadar inşa edilmiş hiçbir kubbe olmamıştır. Ve bu kubbeyi hiçbir kubbenin geçemeyeceği konusunda kesin hüküm vardır. 27 Aralık 537 de ibadethanenin açılışı inanılmaz bir görkem ile yapılır. Justinyanus 14 atın koştuğu arabası ile Kral Kapısından içeri girer. Onu kapıda patrik karşılar ve mihraba birlikte giderler. Ellerini açarak“Allah’a hamd ve senalar olsun ki beni böyle bir esere ikrama lâyık gördü”“Ey Süleyman sana galebe ettim” diyerek kudretini dünyaya haykırır. Artık Süleyman tapınağını geride bırakan bir eser yaptığını düşünür imparator. Ne var ki kısa bir zaman sonra büyük bir zelzele ile yapı hasar görür. Kubbeden düşen parçalar mihrabı, mukaddes şarap ve ekmek dolabını, ayin masasını paramparça eder. Yine büyük bir tamir görür ve bu sefer kubbe 20 kadem daha yükseltilir. Büyük Kilisenin önüne geniş bir avlu, avlunun etrafında ise revaklar vardır. Ortada ağzından su akan aslanlı bir çeşme bulunur. Binanın altı sarnıçlarla donatılır, bunların içlerine pilpayeler dikilerek depreme dayanıklılık ve esneklik sağlanır. Kubbe kasnağında 40 pencere vardır. 40 sütün aşağı 67 sütun yukarı olmak üzere 107 sütun binanın bütün yükünü yüklenmiştir İbadethanenin 361kapısı olduğu söylense de bu sayı giderek değişir. Batı kapısında bulunan “Terleyen Direk” ise her ne kadar rutubeti çektiği söylense de bir sürü sırlara sahiptir. Yapının en etkileyici görüntüsü ile iç âlemindeki mekânın genişliği ve kubbenin büyüklüğüdür. İçinde çeşitli süslemeler, altın mozaikten resimler ve kubbede 4 meleğin çizilmiş tasvirleri vardır. Kubbenin tam ortasından ise altın bir top sallandırılmıştır. Zamanın en büyük kubbesine sahip olan Ayasofya defalarca çöker ve yeniden onarılır. Çok büyük olan kubbenin ağırlığı her ne kadar yan duvarlara yüklense de yine bu ağırlığa dayanamaz. Yıl 1453, 29 Mayıs Salı günü Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u alır. Fethettiği şehrin en görkemli ibadethanesinde ilk namazını kılmak üzere Ayasofya’nın önüne gelir. Kapının önünde beyaz atından iner ve arkasındakilerle birlikte kapıdan içeri girer. İşte o anda mekânın hâşiyetinden inanılmaz bir hûşû ya kapılır ve hemen secdeye kapanır. Daha sonraki günde ilk Cuma namazını burada kılar. Çünkü Osmanlı fethettiği şehirlere girdiği zaman şehrin en büyük kilisesinde ilk namazını kılar ve orayı camiye çevirir diğerlerine hiç dokunmazdı. Ayasofya’nın da camiye çevrilip ibadete açılması için ferman buyurur. Fatih Sultan Mehmet ibadethaneye öylesine hayran kalır ki buraya yüklü bir bedel ödeyerek tapusunu üzerine geçirir ve bir vakıf kurarak burayı vakfeder. Ve Ayasofya’nın kıyamete kadar ibadethane olması içinde bir de vasiyet bırakır. Yapıya 4 minare ilave edilerek İslami hüviyete büründürülür. 16 yy Mimar Sinan binaya payandalar ekleyerek yapıyı sağlamlaştırır ve günümüze kadar ayakta kalmasını sağlar. Aslında Bizans eserlerinin aksine battal bir gövdeye sahip olan Ayasofya, iç âlemindeki zarafet ile kendini mahcup bir şekilde iç âlemline sürükler. 100 ustanın emrinde 10.000 işçi çalışarak 6 yılda tamamlanan ibadethaneye daha sonra minare, minber, mihrap eklenerek camiye çevrilir. İçinde Allah, Muhammet, Ebû- Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin levhaları asılmıştır. Kubbesinde ise ünlü Türk hattatı Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin Kurandan sureleri yer alır. Daha sonra Sokullu Mehmet Paşa kubbeye büyük bir âlem kondurarak dış görünüşünü İslami bir hüviyete sokar. IV. Murat han yaptırdığı mermer mahfiler minber ve taş kürsü ise görülesi, seyredilesi bir sanat eseridir. Ayasofya’nın Sırları İmparator Justinianus Ayasofya’nın rüyasında gördüğü kubbesinin aynısını yapmak ister ama bir türlü kubbeyi ayakta tutamazlar. Bir gece yine rüyasına yine nur yüzlü pir girer ve “ Eğer bu kubbeyi ayakta tutmak ister isen son nebinin tükürüğünü zemzem suyu ile karıştırıp bir harç yapılıp, ancak bu harç ile kubbeyi tutturabilirsiniz” diye bir sır verir. İmparator hemen tayin ettiği bir görevliyi Mekke’ye yollar. Ebu-Talip aracılığı ile son Nebi Muhammet (s.a.v) Efendimizin tükürüğünü ve Zemzemi alıp Ayasofya’ya gelirler. Terleyen Direğin dibinde karılan harç ile kubbeyi inşa edilir. Ve kubbenin tam altına da bunu belirtmek için altıntop bir kandil asılır. Daha sonra III. Ahmet bu altıntopun yerine bir top kandil yaptırarak camiye vakfe eder. Ayasofya’nın Kıbleye bakan kapısının kanatları Nuh Peygamberin gemisinin tahtasından yapıldığı rivayet edilir. Bu sebepten sefere çıkacak tüccarlar buraya gelip kapıya ellerini sürüp dua ettikten sonra denize açıldıkları söylenir. Ayasofya’nın içinde bir kuyu vardı ki, nefes darlığı çekenler sabahın erken saatlerinde buraya aç karna gelip bu sudan içerlerse hemen şifa bulup iyileştikleri yolunda rivayetler vardır. Evliya Çelebi “Seyahatname” sinde unutkan olanların bu kubbe altına gelip Altıntopun altında 7 kere namaz kılıp dua ettiklerini ve 7 adet siyah üzüm yiyerek şifa bulduklarından bahseder. Akşemseddin Hazretlerinin ilk ders verdiği yer olan “Serin Pencere” ve bu pencereden soğuk soğuk esen rüzgârın İlahiyat tahsil edecek talebelerde zihin açıklığına sebep olduğu sebebi ile buraya gelip zihin açıklığı için Allah’a dua ettikleri söylenir. Ayasofya’nın Güney Kapısındaki dehlizde bulunan bir oyuk ise Hz İsa’nın beşiğidir diye söylenir. Hasta olan çocuklar buraya yatırılıp iyileşmeleri için Allah’tan şifa dilenirmiş. Aynı zamanda Hz İsa’nın doğduğu zaman yıkandığı taş teknede yine buradaymış. Yeni doğan çocuklar buraya getirilip yıkanırmış. Şark tarafındaki mahfilde ise zeminde yazılı bir taş bulunurmuş. Hanri Donaldo yazan taşın altında 1205 yılında bir Bizanslının zırhı varmış. Bu zırh Fatih Sultan Mehmet’in resmini yapan ünlü İtalyan ressam Bellinli’ye hediye edildiği belgelerde kayıtlıdır. Orta Cümle kapısı üzerinde sarı pirinçten tabuta benzeyen bir sanduka varmış. İçinde Kraliçe Sofya’nın mumyası olduğu rivayet edilen bu sandukaya her kim elini sürmeye kalksa, o anda ibadethanede büyük bir deprem başladığına şahit olunmuş, Böylece Sofya sırrını kimseye göstermek istemezmiş. İstanbul fethedildiği zaman Fatih Sultan Mehmet ilk Cuma namazını kılmaya Ayasofya’ya gider. Tam o sırada Terler Direkten “Ya -Vedûd” diye bir nida işitir. Direğe yaklaştığında ise parlayan bir nur görür. Birde bakar ki yerde kıbleye dönmüş bembeyaz bir beden yatmakta. Göğsünde ise kırmızı yazı ile Ya- Vedûd yazmakta. O sırada Akşemseddin Hz ve 70 evliya birden “İşte efendim İstanbul’un fethini Allahtan dua ile isteyip ruhunu teslim eden bu mübarektir. Sizi bu durumdan haberdar etmiştik.” buyururlar. Cesedi yıkamak için yerden kaldırmak istediklerinde ise yine Terler direkten “Merhum yıkanmıştır, defnedebilirsiniz” diye bir ses duyulur. Buhara erenlerinden olan Şeyh Abdül-Vedûd orada bulunanları Müslüman yapmak için Rabbinden görevlidir. Fethin 50. gününde vefat eder ve onun vefat etmesi ile birlikte İstanbul alınır. Hz Hızır ve Ayasofya: Söylenenlere göre Hz Hızır Ayasofya’da Top kandilin altında namaz kılarmış. Aslında Hz Hızır bütün ibadethanelere ve hazirelere istediği zaman girer istediği her yerde namaz kılabilirmiş. Hatta Ayasofya’nın mihrabında bile namaz kıldığı söylenir. İşte yine bir inanca göre 40 gün orada namaz kılan biri mutlaka onu görmesi muhtemelmiş. Hz Hızır genelde derviş kılığında gezen bir zaman gezginiymiş. Onu görmek için çok istemek ve Allah’a yakarmak gerekirmiş. Onu tanıyan biri hemen eline sarılırsa o anda kişinin dilediği mutlaka gerçekleşirmiş. Bu sebepten orada namaz kılmaya herkes pek talip olurmuş. Yine Hz Hızır’ın Ayasofya’da bulunan “Terleyen Direk” e parmağını sokup kilisenin yönünü kıbleye çevirdiği çok bilinen ve doğrulanan bir gerçektir. Osmanlı hükümdarları özellikle Kandil geceleri önce Topkapı sarayında iftar eder sonrada namazlarını Ayasofya’da ifa ederlermiş. Cuma selamlıklarına da teşrifat eden Enderunlular, saraydan gelerek mahfele kadar meşalelerle etrafı aydınlatırlar, Padişahın önünde 20 tane meşale, arkasında ise kırmızı yeşil büyük fenerlerle haseki ağaları yürürmüş. Culüslar da Ayasofya, Sultanahmet ve Fatih camilerinin minarelerinden salalar verilirmiş. Görevi devralan hükümdarlar ilk Cuma namazlarını da Ayasofya’da kılarlarmış. Tarihiyle Ayasofya 29 Mayıs 1453 de Salı günü Fatih Sultan Mehmet beyaz atından inerek Ayasofya’ya girdi. 3 Haziran 1453 de Cuma: Fatih Sultan Mehmet, ilk Cuma namazını Ayasofya da kıldı. 13 Aralık 1754 de I. Mahmut Cuma selamlığından dönüşünde at üzerinde öldü. 31 Mayıs 1807 de IV. Mustafa ilk Cuma namazını Ayasofya’da kıldı. 29 Temmuz 1808 de II Mahmut ilk Cuma namazını Ayasofya’da kıldı. 2 Haziran 1876 da tahta çıkan V.Murat ilk namazını Ayasofya’da kıldı 13 Mayıs 1923 Salı günü son halife Abdülmecid Kadir gecesi namazını Ayasofya’da kıldı 1 Şubat 1935 de Ayasofya müze olarak ziyarete açıldı. İşte o müthiş cazibesiyle Ayasofya, meydanın ortasında ve hala dimdik yüzyıllardır ayakta kalabilmenin gururunu taşımakta. İnşa edildiği günden bu güne kadar hala bir mihenk taşı. İslam âlemi ve Hıristiyan âleminin boy ölçüşme yarışı. Tabiî ki bu kadar sır, keramet ve daha bilmediğimiz nice gizleri ile gururlanmakta haklı Ayasofya


Büyük Zimbabve - Zimbabve




Büyük Zimbabve, Harare`den 350 km uzaklıktadır.

Zimbabve sözcüğünün Shona dilinde "saygı duyulan evler" anlamına geldiği sanılıyor. Büyük Zimbabve`de, harç kullanılmadan yapılan evlerin kemeri ya da kubbesi de yok. Burası hâlâ gizemini kaybetmiş değil. Tarihi bölgeleri yağmalayan Rhodesian Ancient Ruins Ltd. adlı şirketin alanda, bazı 19. yüzyıl hazine avcıları arkeolojik çalışmaların yapılmasına engel oldu.

Büyük Zimbabve`de üç bina kümesi bulunuyor: Eski bir iç kale ya da tepe kalesi, Tapınak adlı oval bir duvar ve iki bölge arasındaki nehir vadisindeki yıkıntılar. Bu yıkıntılar, halkın gelişimine ve refahına katkıda bulunan, ortalamanın üzerinde yağış alan, bereketli bir toprak üzerinde bulunuyor. Büyük Zimbabve`yi ilk keşfedenler, buranın mimarlarının Afrika yerlileri olmadığı inancını ısrarla savundu. Afrikalılara ait olmayan daha eski bir uygarlık bulma umuduyla bölge çok sayıda değerli malzemeden temizlendi, ancak bugün Büyük Zimbabve`nin tamamen Afrikalılar tarafından yaratılan bir yer olduğu teorisi kabul görüyor. İlk katmanlarda, günümüzdeki Bantu halkının yaptıklarına benzeyen çanak çömlekler bulundu. İç kale bölgesinin M.S.12. ya da 13. yüzyılda geliştiği tahmin ediliyor. Ve belki de servetin ve güvenliğin artmasıyla insanlar bir süre sonra oval duvarı inşa etti.

Büyük Zimbabve`deki taş işçiliğinin kalitesi, özellikle de kuzeydoğusundaki oval Tapınak duvarı dikkat çekiyor. Duvarın yükseldiği bazı yerlerde 9.1 metreyi, kalınlığı ise 4.9 metreyi buluyor. 244 metre çapındaki duvarın dörtte biri karışık zikzak desenlerle süslü. Granitler, hünerli duvar işçileri tarafından süslenerek moloz bir göbeğin etrafına yerleştirilmiş. Bu duvar, içeridekiler gibi düz değil, yuvarlak. İç duvarların ve geçitlerin fonksiyonu bilinmiyor ve yapının hiçbir zaman bir çatısı olmadığı sanılıyor. Yine zikzak desenlerle süslü koni şeklindeki kulenin işlevi de tam anlamıyla bir gizem kaynağı. İç kale, 27 metre yüksekliğinde bir uçurumun kenarında yer alıyor. Buraya, sadece bir kişinin yürüyebildiği iri kayanın içine oyulan basamaklarla çıkılabiliyor. Bu bölge de, tepesinde 4 metre genişliğinde bir yürüme yolu olan duvarla korunuyormuş. Üzerindeki aralıklara tek parça taştan yapılmış abideler yerleştirilmiş. Büyük Zimbabve`nin kaşiflerinden Theodore Bent`e göre iç kale, geçitleri ile dikkat çekiyordu. Bent`in 100 yıl evvel, "Görme şansını elde ettiğim en karmaşık ve gizemli yapı" diye nitelendirdiği Büyük Zimbabve`nin sırrı hala çözülmüş değil.

Paskalya Adası - Şili



Doğu Pasifik`de bulunan Paskalya Adası, bir çok pasifik adasının karakteristik geniş sahiline sahip değildir. Sahili dik olarak denizin 3000 metre derinliğine kadar iner. Kumsal çok ender köşelerde (mesela kuzey sahilindeki palmiye ormanının yakınında), kayda değmez nitelikte bulunur.

Ada bugünkü ismini 1722 yılının Paskalya bayramının arifesinde, ticari amaçlarla gemisiyle buradan geçerken burada karaya çıkan Jakop Roggeveen`den almıştır. Roggeveen ertesi gün Paskalya olduğundan adaya Paasch Eyland (Paskalya Adası) demiştir. Carl Friedrich Behrens`in, katıldığı bir seferden sonra Leipzig`de yayınladığı bir rapor, dikkatleri o zamana kadar çok az tanınan bu adaya yöneltir.

Ada bugünkü ismini 1722 yılının Paskalya bayramının arifesinde, ticari amaçlarla gemisiyle buradan geçerken burada karaya çıkan Jakop Roggeveen`den almıştır. Roggeveen ertesi gün Paskalya olduğundan adaya Paasch Eyland (Paskalya Adası) demiştir. Carl Friedrich Behrens`in, katıldığı bir seferden sonra Leipzig`de yayınladığı bir rapor, dikkatleri o zamana kadar çok az tanınan bu adaya yöneltir.

1882 yılında Almanlar da adaya etnolojik incelemeler yapmak gayesiyle gelmişler, örf, adet, yazı, dil gibi tanımlamaları yapmışlardır. Adadaki Moai adı verilen insan heykellerinin 1886 yılında ilk defa fotoğraflarını çeken kişi ise ABD`ye ait Mohican gemisi ile buraya gelen, gemi doktoru William Thomson`dur.
Taş heykeller; Dünyaca ünlü, her turistik kitapta anlatılan taş heykeller Moai diye adlandırılırlar. Pater Sebastian Englert, bu heykellerden 638 tanesini numaralandırmış ve kategorize etmiştir. Esasında bu heykellerin daha önceden 1000 adedin üstünde olduğu tahmin edilmektedir.

Çok sayıda araştırmaya rağmen bunların ne amaçla yapıldığı bilinmemektedir. Tam ne zaman yapıldığı da bilinmeyen heykellerin, M.S. 1000 ile 1600 yılları arasında inşa edildiği tahmin edilmektedir. Yine tahminlere göre bu taş heykeller yerlilerin ruhlarla iletişim kuran atalarıdır. Boyları 1 ile 20 m arasında değişen Moailerin en büyüğünün ağırlığı 50 tondur. Adanın doğusundaki Rano Raraku yanardağının tüf ve taşlarından yontulmuştur. Ahu adı verilen platformlar üzerinde yerleşmiş heykeller, bakışları yerleşim bölgesini görecek şekilde yerleştirilmişlerdir. Ahular o kadar güzel işlenmişlerdir ki yontma taş plakalarının arasına bıçak sırtı bile sığmaz.


Machu Picchu - Peru



Machu Picchu , bugüne kadar çok iyi korunarak gelmiş olan bir İnka antik şehridir.7 Temmuz 2007 tarihinde,Dünyanın Yeni Yedi Harikası`ndan biri olarak seçilmiştir.
And Dağları `nın bir dağının zirvesinde, 2.360 m yükseklikte, Urubamba Vadisi üzerinde kurulmuş olup. Peru`nun Cusco şehrine 88 km mesafededir. Şehir, İnka`lı bir hükümran olan Pachacutec Yupanqui tarafında 1450 yılları civarında inşa ettirilmiştir. İspanyol istilacılar 1532 yılında buraları işgal ederken sık dağlar arasında kalmış bu şehir, istilacılar tarafından fark edilmemiş ve bu sayede zarar görmemiştir.Machu Picchu 200 den fazla, merdiven sistemiyle birbirne bağlı olan taş yapıdan oluşur.Şehrin 3000 basamağı bugün hala gayet iyi durumdadır.

Kuruluş amacı ve anlamı bugüne kadar gelmiş olan tartışma konusudur. Günümüze gelmeyi başarmış bilimsel kanıt içerikli çok fazla ipucu bulunmamasından, sadece tahminler yapılabilmektedir. Bu yüzden o zamanlardaki adı bilinemeyen şehir, ismini bugün yakınlarda olan bir dağ zirvesinden almıştır. Şehrin tarım alanı olarak kullanılan teraslardan oluşan bölümleri, Eski Zirve (Quechua dilinde: Machu Picchu) denen dağın eteklerindedir. Şehrin sonunda ise Genç Zirve (Quechua dilinde: Wayna Picchu) yükselir.

Şehirde içinde 100 den fazla insan iskeletinin bulunduğu 50 adetin üzerinde mezar keşfedilmiştir (ilk başlarda bunların %80i kadın olduğu sanılmış, ama sonraki incelemelerde eşit dağılım olduğu tespit edilmiş). Bu keşfe istinaden şehrin, İnkalar`ın yetiştirme ve disiplin yeri olduğu teorisi geliştirilmiş. Ancak zamanımızda bu teori geçerliliğini yitirmiş durumdadır. Daha çok bugün kabul gören teori, şehrin 700 den fazla İnka asil ve din adamına ev sahipliği yapmış olduğudur.

Kalıntılar 24. Temmuz 1911 tarihinde Hiram Bingham ldaresindeki Yale Üniversitesi`nin yaptığı bir bilimsel gezi sırasında tesadüfen bulunmuştur. Bingham aslında keşfi sırasında, 1536 yılında ispanyol istilacı Pizarro`dan kaçan İnkalar`ın saklandığı gizemli İnka şehri Vilcabamba`yı aramaktaydı. Bingham Machu Picchu`yu bulduğunda Vilcabamba`yı bulduğunu sandı.Bugün Vilcabamba`nın 70 km daha ileride, ormanların içinde olduğu biliniyor.

1912 ve 1913 yıllarında Bingham şehri ortaya çıkarmaya başladı.1915`de Machu Picchu araştırmalarıyla ile ilgili bir kitap yayınladı. National Geographic Society`nin Nisan 1913 sayısını Machu Picchu şehrine ithaf etmesiyle meşhur oldu.

Şehrin aslında 2 yıl öncesinden keşfedildiği, ama şehrin altınlarının ABD`ye götürülmesi için Bingham`ın zaman kazanmak istediği iddia edilmektedir. Diğer bir yerlilerin iddiası ise, köylülerin çoktan 1901 yılında şehri keşfetmiş olduğu ve Bingham`ın keşfinin tesadüf olmadığıdır.

1983 yılında UNESCO Machu Picchu`yu Dünya Kültür Mirası olarak ilan etmiştir
 
  • Beğen
Tepkiler: calipso_anka


Doğuş Pertez

Doğuş Pertez

Admin
Machu Picchu - Peru çok güzel bir yer.
 

calipso_anka

Üye
dünyanın gizemi bitmezmi ya:) ne güzel yaratılmış
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Benzer Konular

Cevap
1
Görüntüleme
224
phasan
Doğuş Pertez
Cevap
0
Görüntüleme
478
Doğuş Pertez
Türk-X
Cevap
0
Görüntüleme
408
Türk-X


Üst Alt