Dünyanın Gizemli Bölgeleri - 3

Sponsorlu Bağlantılar

Odysseus

Odysseus

Üye
    Konu Sahibi
Dünyanın Gizemli Bölgeleri - 3
Qin Shihuang Mezarlığı -Çin





Dünyanın en ilgi çekici imparator mezarı olarak kabul edilen, yaklaşık 2 bin yıl önce Çin tarihinin en önemli kişiliklerinden biri olan İmparator Qin Shihuang tarafından inşa ettirilmiş olan ve dünyanın 8. Harikası olarak tanımlanan müzenin diğer adı imparatorun ismini taşıyan Qin Shihuang Mezarlığıdır. Mezarı yaptıran Qin (M.Ö 259-M.Ö 210), Çin feodal toplumunun ilk imparatoruydu. Çin’i birleştiren ilk hükümdar olan Shihuang döneminde Çin siyasal güçlenme aşamasına başlamıştır.O zamanlar imparatorlar kendileri için lüks mezarlar hazırladıklarından, Qing Shi huang da daha 13 yaşındayken, tahta çıkar çıkmaz hemen mezarını hazırlamaya başladı. Başlangıçta yüksekliği 120 metre, genişliği de 500 metre olan bu mezarın günümüzdeki yüksekliği 76 metre genişliği de 100 metreye kadar indi. Tarihi kayıtlara göre, yaklaşık 20 milyon nüfuslu Qing İmparatorluğu’nda 700 bin kişi bu mezarın inşasında çalıştı.

Mezar hem dev bir imparator sarayı gibi, hem de bir savunma kenti gibi görünmektedir. Qing Shihuang, hayatı boyunca kullandığı her şeyi bu yeraltı mezarına taşımıştır. Çocuk doğurmayan cariyeler ve mezarı inşa eden ustalar bile onunla birlikte toprağa gömülmüştür. Bunun amacı cariyelerin başkalarıyla evlenmesini ve mezarın bilgilerinin dışa sızmasını önlemekti.

Qing Shihuang, önceleri 4000 çocukla birlikte toprağa gömülmek istiyordu ve vezirine böyle emir verdi. Vezir de halkın isyan etmesi önlemek için Qing Shihuang’a gerçek gibi görünen asker ve at heykelleri yaptırılmasını önerdi. Qing Shihuang, bu öneriyi beğendi ve yeniden emir verdi.

Terra Cotta askerleri ve atları 20.yüzyılda ortaya çıkarılan en önemli ve en görkemli arkeolojik kazıdır. Çalışmalara hala devam edilmektedir. Şu ana kadar 500 asker heykeli, tahtadan yapılmış savaş 18 arabası, 100’den fazla at heykeli çıkarılmıştır.

Müzede sergilenen asker ve at heykelleri toplam 3 dev çukurda bulunmaktadır. Tahminlere göre, bu 3 çukurdan 8000′den fazla heykel çıkarılacaktır. Heykellerin hiç biri birbirine benzememektedir ve canlı gibi görünmektedir. Heykellerin hepsi, Çin’in ilk imparatoru Qing Shihuang’ın koruma birliğindeki askerlere göre yapıldı. Asker heykellerine dikkatli bakılınca, nereli oldukları da anlaşılmaktadır. Çünkü Çin’in doğu ve batısında yaşayanların görünüşleri farklıdır.

Heykellerden en ağır olanı 300 kilo, en hafif olanı ise 100 kilo kadardır. Bu heykel askerlerin ortalama boyu, 1 metre 80 santimetre civarındadır. Qin Shihuang Mezarı’nın büyük tarihi değer taşımasından dolayı, Qin Shihuang Mezarı ve Yeraltı Heykel Ordusu, 1987 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları Listesi’ne alınmıştır.

İbas Yasak Türk Piramitleri - Çin



Çin Halk Cumhuriyeti`nin sınırları içerisinde yer Alan ve tarihi "İpek yolu"nun başlangıç şehri olan Xi`an şehrine 100 km uzaklıkta "Qin Ling Shan" dağlarında "Büyük Uygur Türk İmparatorluğu" döneminden kaldığı düşünülen irili ufaklı 100 kadar piramit ve bunların içerisinde "Beyaz Piramit" adı verilen ve 300 metre yüksekliğinde Keops piramidinden daha büyük ve yüksek bir piramit bulunuyor.

Bu bölge Uygur-Türk Bölgesidir ve piramitlerin tahmini yaşı uyarınca (Piramitlerin incelenmesine izin verilmediği için sadece tahminlerde bulunulabiliyor) Türkler tarafından yapıldığı düşünülmektedir. Yine bu Piramitlerin içerisinde Proto-Türk yazılarının olduğu tahmin edilmektedir. Çinlilerin kendi atalarına ait olmayan bu eserleri dünyadan gizlemeye çalışmalarını da onların bakış açılarına göre anlayabiliyoruz. Sonuçta insanlık tarihinin yeniden yazılması gerekebilir. Bu durumda birçok gerçek değişecektir ve haliyle yerleşik otoriteler bu değişikliği istememektedir. Çinli yetkililer "Turfan"da bulunan mumyalar üzerine bazı açıklamalar yapmakla yetinmişlerdir. Bu açıklamalarda ise şu bilgiler veriliyor: "Turfan mumyaları eski Mısır mumyalarından çok farklı ve teknik olarak Mısır mumyalarından daha mükemmeldir." Daha sonra Mısır mumyaları ile karşılaştırmalar yapılmış ve Turfan mumyalarının üstünlüğü bilimsel olarak ta ispat edilmiştir. Eldeki birçok veriye dayanarak bugün rahatlıkla söyleyebiliriz ki "Mumya kültürü Türkler tarafından ilk olarak kullanılmış ve geliştirilmiştir. Mısır uygarlığını geri planda bu kültür açısından besleyen bir alt yapının olmadığı bilinmektedir. Mumyalama kültürünü ve tekniğini bulan ve geliştiren Türklerin bu kültürü Mısır halkına öğretmiş olması muhtemeldir. Aynı şekilde Piramit bilgileri de Mısırlılara Türkler tarafından öğretilmiş olabilir.

Urumçi mumyaları ise başlı başına birer şaheserdir. Öyle ki urumçi de bulunan ve "Lolan" adı verilen M.Ö. 2000 yılına ait olduğu hesap edilen bir bayan mumyası çok dikkat çekmektedir. Bu mumya 4000 yaşındadır ve iç organları bile çıkartılmamıştır ve Mısır mumyalarından çok daha iyi durumdadır. Bazı mumyaların üzerinde ise ameliyat izleri bulunmaktadır. At kılı ile dikiş atılmıştır. Bu bilinen en eski tıbbi operasyondur.

Ön-Türk araştırmacısı olan Kazım Mirşan`ın araştırmalarına göre Ön-Türkler tarafından OT-OG olarak isimlendirilen Mısır`a M.Ö. 3000 yıllarında Anadolu`dan Isub-Ög yazısının gittiğini tespit etmiştir. Araştırmacı Bilim Adamı Kazım Mirşan`ın diğer çalışmaları ise şöyledir: Anlamı çözülemeyen 184 mısır hiyeroglif yazısını Ön-Türkçe olarak okumuş ve çözümlemiştir. Bu ilginç bir tespittir. Hiyerogliflerle Ön-Türk dili iç içedir. Kazım Mirşan yaptığı araştırmalar sonucunda şunları ileri sürmektedir:

Yazı, Türkler tarafından M.Ö. 16.000 yılında icat edildi. Anadolu`da da Ön Türkçe yazıtlar bulunmaktadır. Latin, Yunan, Fenike ve Kiril alfabeleri Ön Türkçe`den oluşmuştur. Roma`nın küllerinden kurulduğu medeniyet olan Etrüskler Türk`tür. (Etrüskçe yazıtlar ilk defa 2004 senesinde Kazım Mirşan tarafından çözümlenmiştir.) Romalılardan önce İtalya Yarımadası`nda yaşayan Etrüsklerin konuştuğu dil olan Etrüskçe, Türkçe kökenlidir. İskandinavya dahil, tüm Avrupa`da 5000`den fazla Türkçe yazıt bulunmaktadır. Mısır`daki eşteşlerinden 2000 yıl daha eski ve iki kat daha büyük olan ve şu anda yasaklanmış bölgede bulunan piramitler Türkler tarafından yapılmıştır. Kazım Mirşan ve Haluk Tarcan tarafından ortaya çıkarılan yeni bir tez, Türk Tarihi`nin M.Ö. 16.000`li yıllara dayandığını söylemektedir. Bu teze göre yazıyı Türkler bulmuştur. Tüm dünya alfabelerinin kökeni Türk alfabesidir. Ayrıca bilinen ilk Türk devleti olan Hun İmparatorluğu`nun ilk Türk devleti olmadığı, ilk Türk devletinin Bir Oy Bil olduğu görüşündedirler. Ardından At Oy Bil, Türükbil- (karşılığı: Göktürk) gelir. Türk tarihinin çok eskilere dayanması gerektiğini gösteren en büyük delil ise; Orhun Yazıtlarıdır. Çünkü Orhun Yazıtları`nda kullanılan dil ve noktalama işaretleri bu dilin en gelişmiş hali olduğu sonucuna götürmektedir. Böyle bir dilin oluşabilmesi için en az 3000 yıl geriye gidilmesi gerekir. Bugün Çin sınırları içerisinde 300 metre boyunda piramitler bulunduğu ve bu piramitlerin Mısır`dan çok önce inşa edildiği tespit edilmiştir. Mısır`ın dip kültüründe de Türkler olduğu iddia edilmektedir. Norveç, İsveç, Portekiz ve Fransa`daki mağaralardaki yazıların Türk damgaları (harfleri) ile okunduğunda anlamlaştığı ileri sürülmektedir. İskitlerin yani Sakalar`ın Türk kökenli oldukları ileri sürülmektedir. Etrüskler, Truvalılar, Sümerler, Hititler ve Friglerin dip kültüründe Türk uygarlığı olduğu görüşü de ileri sürülmektedir. Bu kavimler Türk olmasa bile dip kültüründe Türk etkisi vardır. Japon ve Çin medeniyetinin de dip kültüründe M.Ö. 4000 yıllarında Orta Asya`dan Çin`e ve Japonya`ya göçen Türklerin olduğu kabul edilmiştir. Türkler Anadolu`ya 1071`de değil, M.Ö. 7000`li yıllarda gelmişlerdir. Çevresi denizle çevrili Anadolu`yu sürekli besleyen Türk göçleri buraya sıkışmışlar ve Türk varlığını tesis etmişlerdir. Oğuzlar Anadolu`ya geldiklerinde karşılarında aynı dili konuşan pek çok Türk grubu ile karşılaşmışlardır.

M.Ö. 10.000 yıllarında ılıman iklim ve büyük göllerin olduğu anlaşılan Orta Asya`nın kuruması ve çölleşmesiyle Türk gruplarının çevre ülkelere yayıldığı ve diğer kültürlere etki yaptıkları ileri sürülmektedir. Bering Boğazı`ndan geçerek Kızılderili ve Güney Amerika kültürlerinin diplerinde de Türk etkileşimi olduğu ileri sürülmektedir.

Kapadokya-Türkiye



Kapadokya, (Pers dilinde Katpatuk; “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelir). Bölge 60 milyon yıl önce; Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkmıştır.

İnsan yerleşimi Paleolitik döneme kadar uzanmaktadır. Hititler`in yaşadığı topraklar daha sonraki dönemlerde Hrıstiyanlığın en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Kayalara oyulan evler ve kiliseler bölgeyi putperestlerin zulmünden kaçan Hıristiyanlar için devasa bir sığınak haline getirmiştir.

Kapadokya`daki taş formasyonlarının Türkçe`de niçin "Peri bacaları" diye adlandırılmış olduklarını gösteren bir manzara.Kapadokya bölgesi, doğa ve tarihin bütünleştiği bir yerdir. Coğrafi olaylar Peribacaları`nı oluştururken, tarihi süreçte, insanlar da bu peribacalarının içlerine ev, kilise oymuş, bunları fresklerle süsleyerek, binlerce yıllık medeniyetlerin izlerini günümüze taşımıştır. İnsan yerleşimlerinin Paleolitik döneme kadar uzandığı Kapadokya`nın yazılı tarihi Hititlerle başlar. Tarih boyunca ticaret kolonilerini barındıran ve ülkeler arasında ticari ve sosyal bir köprü kuran Kapadokya, İpek Yolu`nun da önemli kavşaklarından biridir.
M.Ö. XII. yüzyılda Hitit İmparatorluğu`nun çöküşüyle bölgede karanlık bir dönem başlar. Bu dönemde Asur ve Frigya etkileri taşıyan geç Hitit Kralları bölgeye egemen olur. Bu Krallıklar M.Ö. VI. yüzyıldaki Pers işgaline kadar sürer. Bugün kullanılan Kapadokya adı, Pers dilinde "Güzel Atlar Ülkesi" anlamına geliyor. M.Ö. 332 yılında Büyük İskender Persleri yenilgiye uğratır, ama Kapadokya`da büyük bir dirençle karşılaşır. Bu dönemde Kapadokya Krallığı kurulur. M.Ö. III. yy. sonlarına doğru Romalıların gücü bölgede hissedilmeye başlar. M.Ö. I. yy ortalarında Kapadokya Kralları, Romalı generallerin gücüyle atanmakta ve tahttan indirilmektedir. M.S. 17 yılında son Kapadokya kralı ölünce bölge Roma`nın bir eyaleti olur.

(Uçhisar kalesi, Türkiye)MS III. yy`da Kapadokya`ya Hıristiyanlar gelir ve bölge onlar için bir eğitim ve düşünce merkezi olur. 303-308 yılları arasında Hıristiyanlara uygulanan baskılar iyice artar. Fakat Kapadokya baskılardan korunmak ve Hıristiyan öğretiyi yaymak için ideal bir yerdir. Derin vadiler ve volkanik yumuşak kayalardan oydukları sığınaklar Romalı askerlere karşı güvenli bir alan oluşturur.

IV. yy, daha sonra "Kapadokya`nın Babaları" olarak adlandırılan insanların, dönemi olur. Fakat bölgenin önemi, III. Leon`un ikonları yasaklamasıyla doruk noktasına ulaşır. Bu durum karşısında, ikon yanlısı bazı kişiler bölgeye sığınmaya başlar. İkonoklasm hareketi yüz yıldan fazla sürer (726-843). Bu dönemde birkaç Kapadokya kilisesi İkonoklasm etkisinde kaldıysa da, ikondan yana olanlar burada rahatlıkla ibadetlerini sürdürdüler. Kapadokya manastırları bu devirde oldukça gelişir.

Yine bu dönemlerde, Anadolu`nun Ermenistan`dan Kapadokya`ya kadar olan Hıristiyan bölgelerine Arap akınları başlar. Bu akınlardan kaçarak bölgeye gelen insanlar bölgedeki kiliselerin tarzlarının değişmesine sebep olur. XI. ve XII. yüzyıllarda Kapadokya Selçukluların eline geçer. Bu ve bunu takip eden Osmanlı zamanlarında bölge sorunsuz bir dönem geçirir. Bölgedeki son Hıristiyanlar 1924-26 yıllarında yapılan mübadeleyle, arkalarında güzel mimari örnekler bırakarak Kapadokya`yı terkettiler.

Jeolojik oluşumu

Tatlarini-Nevşehir

Avcılar Vadisi; ileride görünen yerleşim birimi Göreme`dir.60 milyon yıl önce 3. Jeolojik devirde Toroslar yükseldi. Kuzeydeki Anadolu Platosu`nun sıkışmasıyla yanardağlar faaliyete geçti. Erciyes, Hasandağı ve ikisinin arasında kalan Göllüdağ, bölgeye lavlar püskürttü. Platoda biriken küller yumuşak bir tüf tabakası oluşturdu. Tüf tabakasının üzeri yer yer sert bazalttan oluşan ince bir lav tabakasıyla örtüldü. Bazalt çatlayıp parçalara ayrıldı. Yağmurlar çatlaklardan sızıp yumuşak tüfü aşındırmaya başladı. Isınan ve soğuyan hava ile rüzgârlar da oluşuma katıldı. Böylece sert bazalt kayasından şapkaları bulunan koniler oluştu. Bu değişik ve ilginç biçimli kayalara halk bir ad yakıştırdı: "Peri bacası".

Bazalt örtüsü olmayan tüf tabakları ise erozyonla vadilere dönüştü. İlginç şekilli oluştu. Daha sonraları insan eli, emeği ve duygusu işe koyuldu. Dokuz-on bin yıl öncesine ait yerleşimlerden ilk Hıristiyanların kayalara oydukları kiliselere, büyük ve güvenli yer altı kentlerine kadar uzun bir dönemde büyük bir uygarlık yaratıldı.

Bölge günümüzde turizm açısından büyük bir öneme sahiptir. Avanos, Ürgüp, Göreme, Akvadi, Uçhisar ve Ortahisar Kaleleri, El Nazar Kilisesi, Aynalı Kilise, Güvercinlik Vadisi, Derinkuyu, Kaymaklı, Özkonak Yeraltı Şehirleri, Ihlara Vadisi, Selime Köyü, Çavuşin, Güllüdere Vadisi, Paşabağ- Zelve belli başlı görülmesi gereken yerlerdir.Kayalara oyulmuş geleneksel Kapadokya evleri ve güvercinlikler yörenin özgünlüğünü dile getirirler. Bu evler ondokuzuncu yüzyılda yamaçlara ya kayaların ya da kesme taştan inşa edilmişlerdir. Bölgenin tek mimarı malzemesi olan taş yörenin volkanik yapısından dolayı ocaktan çıktıktan sonra yumuşak olduğundan çok rahat işlenebilmekte ancak hava ile temas ettikten sonra sertleşerek çok dayanaklı bir yapı malzemesine dönüşmektedir. Kullanılan malzemenin bol olması ve kolay işlenebilmesinden dolayı yöreye has olan taş işçiliği gelişerek mimari bir gelenek halini almıştır. Gerek avlu gerekse ev kapılarının malzemesi ahşaptır. Kemerli olarak yapılmış kapıların üst kısmı stilize sarmaşık veya rozet motifleriyle süslenmiştir. Yöredeki güvercinlikler 19. yüzyılın sonları, 18. yüzyılda yapılmış küçük yapılardır. İslam resim sanatını göstermek açısından önemli olan güvercinliklerin bir kısmı manastır veya kilise olarak inşa edilmişlerdir. Güvercinliklerin yüzeyi yöresel sanatçılar tarafından zengin bezemeler, kitabeler ile süslenmişlerdir. Bölge şarapçılık ve üzüm yetiştiriciliği ile de ünlüdür. Kapadokya`yı eskiden ev olarak kullanıyorlardı.Bu yüzden şimdi kalıntılar çıkartılıyor. Bunlar tarihi eser olarak koruma altına alınıyor

Dünya`nın Gözü - Moritanya



Orijinal adı "Guelb er Richat". Bilim dünyasında adı "Richat Structure" ya da "Richat Yapısı". NASA`ya göre "astronotların feneri". Çünkü uzay istasyonundan görünüyor. Uzay mekiklerinin Dünya`ya dönüşü sırasında astronotlar bu "yapıdan", aynen gemilerin deniz fenerlerinden yararlandıkları gibi yararlanıyor.

Afrika kıtasında, Moritanya`da bulunan bu yapı, ilk uzay uçuşları sırasında astronotların dikkatini çekti. 1970`li yıllarının ortalarında bilim adamları yapıyı incelenmeye başlandı. Moritanya çölünde 50 kilometrelik çapında bir çukur.

Yuvarlak şeklinden yola çıkılarak, önceleri bir göktaşının Dünya`ya çarpması sonucu oluştuğu ileri sürüldü. Ancak bunu kanıtlayacak yeterli belge bulunamadı.
Ardından erozyon sonucu oluştuğu söylendi. Ancak bu tezi de destekleyecek yeterli veri bulunamadı.

Volkanik bir yapı olduğu da savunuldu. Ancak çukurun etrafında hiç volkanik kalıntı bulunamadı.

Mavi rengi ise, çukurun duvarlarını oluşturan, Paleozoik döneminden kalma kuvartz kristallerinden geliyor. Dev mavi çukur uzaktan bir göz gibi göründüğünden, bilim adamları tarafından "Dünya`nın gözü" olarak da anılıyor...

Nasıl oluştuğu ise şimdilik bir muamma olarak duruyor

Ağrı Dağı-Türkiye



Nuh`un Gemisi, Tevrat`ın Tekvin (Yaratılış) bölümünde anlatılan Tanrı`nın insan ve diğer canlıların ırkının devam etmesi için büyük tufandan önce Nuh`a yapmasını emrettiği büyük gemidir. Gemi Nuh`un ailesi ve dünyada bulunan diğer çekirdek hayvanların korumaya alınması amacıyla hazırlanmıştır. Bu hikâye Tevrat`ın Tekvin bölümü ve Kuran-ı Kerim`de de anlatılmaktadır.

Tanrı, insanoğlunun sapkınlığına bir ceza vermek adına, yeryüzündeki tüm canlıları yok edeceğini söyler.

Rab baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte. İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. "Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım" dedi, "Çünkü onları yarattığıma pişman oldum." Ama Nuh Rab`bin gözünde lütuf buldu. Yaradılış 6:5-8

Ancak Nuh Peygamber, O`na inanmış biridir ve Tanrı`nın ona bir şans vermesine sebep olur. Tanrı, Nuh`a bir gemi yapmasını, yaşayan bütün hayvanlardan birer (ve bazılarından yedişer) çift almasını emreder.

Kendine gofer ağacından bir gemi yap. İçini dışını ziftle, içeriye kamaralar yap. Gemiyi şöyle yapacaksın: Uzunluğu üç yüz, genişliği elli, yüksekliği otuz arşın olacak. Pencere de yap, boyu yukarıya doğru bir arşını bulsun. Kapıyı geminin yan tarafına koy. Alt, orta ve üst güverteler yap. Yeryüzüne tufan göndereceğim. Göklerin altında soluk alan bütün canlıları yok edeceğim. Yeryüzündeki her canlı ölecek. Ama seninle bir antlaşma yapacağım. Oğulların, karın, gelinlerinle birlikte gemiye bin. Sağ kalabilmeleri için her canlı türünden bir erkek, bir dişi olmak üzere birer çifti gemiye al. Çeşit çeşit kuşlar, hayvanlar, sürüngenler sağ kalmak için çifter çifter sana gelecekler.Yanına hem kendin, hem onlar için yenebilecek ne varsa al, ilerde yemek üzere depola." Yaradılış 6:14-21

Yeryüzünde soyları tükenmesin diye, yanına temiz sayılan hayvanlardan erkek ve dişi olmak üzere yedişer çift, kirli sayılan hayvanlardan birer çift, kuşlardan yedişer çift al. Yaradılış 7:2
Nuh altı yüz yaşındayken, o yılın ikinci ayının on yedinci günü enginlerin bütün kaynakları fışkırdı, göklerin kapakları açıldı. Yeryüzüne kırk gün kırk gece yağmur yağdı. Bu da Tanrının Nuh`a bir lütfudur. Yaradılış 7:11-12

Büyük Tufan`dan sonra, geminin Ağrı Dağı`na oturduğuna dair Tevrat`ta geçen bölüm şudur:
Gemi yedinci ayın on yedinci günü Ararat dağlarına oturdu. Yaradılış 8:4

Ağrı Dağı`nın eteklerinde kuşbakışı gerçekten gemi iskeletine benzediği için Nuh`un Gemisi olarak adlandırılmış bir yapı vardır. Doğu Bayazıt`tan Gürbulak istikametinde ilerlerken sağdan ayrılan bir yol ile gidilebilen Nuh`un Gemisi, aslında sadece bir jeolojik oluşumdur, bu pek çok jeoloji mühendisinin araştırması ile netleşmiş bir sonuçtur

Harran Piramitleri - Türkiye



Her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen tarihi Harran Kenti, kendi adıyla anılan Harran Ovası merkezinde kurulmuştur.

Tevrat`ta Hârân olarak geçen yerin burası olduğu söylenilir. İslam tarihçileri kentin kuruluşunu Nuh Peygamberin torunlarından Kaynana veya İbrahim Peygamberin kardeşi Aran`a (Haran) bağlarlar. 13.yüzyıl tarihçilerinden İbn Şeddad, Hz. İbrahim`in Filistin`e gitmeden önce bu şehirde oturduğunu yazmaktadır. Bu nedenle Harran`a Hz. İbrahim`in kenti de denildiğini, Harran`da İbrahim Peygamberin evinin, adını taşıyan bir mescidin, onun otururken yaslandığı bir taşın varolduğunu söylemektedir.

Harran tarihiyle ilgili en doğru bilgiler arkeolojik kazılardan elde edilen buluntulara dayanmaktadır. Harran adına ilk defa, Kültepe ve Mari`de bulunan M.Ö. II. bin başlarına ait çivi yazılı tabletlerde "Har-ra-na" veya "Ha-ra-na" şeklinde rastlanılmaktadır. Kuzey Suriye`de bulunan Ebla tabletlerinde ise Harran`dan "Ha-ra-na" olarak bahsedilmektedir. M.Ö. II. binin ortalarına ait Hitit Tabletlerinde, Hitit`lerle Mitanni`ler arasında yapılan bir anlaşmaya Harran`daki Ay Tanrısının (Sin) ve Güneş Tanrısının şahit tutulduğu belirtilmektedir.
Harran, Kuzey Mezopotamya`dan gelerek batı ve kuzeybatıya bağlanan önemli ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunmaktadır. Bu özelliğinden dolayı Harran, Anadolu ile sıkı ticaret ilişkileri bulunan Asurlu tüccarların da önemli uğrak yerlerinden biri idi. Anadolu`dan Mezopotamya`ya Mezopotamya`dan da Anadolu`ya olan ticaret binlerce yıl Harran üzerinden yapılmıştır. Bu da burada zengin ve köklü bir kültür birikiminin oluşmasına neden olmuştur.
Harran; Ay, Güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı eski Mezopotamya putperestliğinin (Sabiizm) önemli merkezi olması yönüyle ünlü idi. Bu nedenledir ki Harran`da Astronomi ilmi çok ilerlemiştir.

Urfa`nın Hıristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri haline gelmesine karşılık, Asur, Babil ve Hitit devirlerinden beri Harran`da süre gelen Sabiizm varlığını M.S. 11. yüzyıla kadar sürdürebilmiştir. Dünyadaki üç büyük felsefe ekolünden birisi "Harran ekolü"dür.
Bugün Cüllab ve Deysan ırmakları kurumuş olduğundan, Harran sudan ve yeşilden mahrum bir ovanın ortasında 5000 yıllık tarihi ile ayakta durmaktadır. Tipik evleri, höyüğü, kalesi, şehir surları ve çeşitli mimari kalıntıları, geceleyin gök yüzünde pırıl pırıl yıldızları ile turistlerin büyük ilgisini çekmektedir. Atatürk Barajı ve Urfa Tünelleri vasıtasıyla Harran Ovasına akıtılacak olan Fırat Nehri, Harran`ı tarihteki yeşil ve verimli günlerine kavuşturacaktır.

Ley Hatları - Dünya Geneli



Sadece Ezoterizm’de dile getirilen bu enerji merkezleri ile artık bilimsel çevreler de yakından ilgilenmeye başladı. Batı dünyasında Ley Hatları’na ilişkin gündeme gelen en son konu, kutsal coğrafik merkezlerle (kozmik tesirlerin biriktiği ve yansıtıldığı yerler) ilgili bilinmeyenlere ışık tuttu.

Batı dünyasının Ley Hatları adını verdiği akışkan özellikli enerji kanallarıyla yeryüzünün örülmüş olduğu artık kesin olarak biliniyor. “Dünya enerjisi”, “Telürik Enerji” veya “Küresel Biyoenerji” gibi isimler de alan bu hatlar, yerkürenin manyetik gücünden farklı olarak, dünyayı yerküre üzerindeki belirli doğrusal çizgilerle dolaştığı varsayılan bir enerji türüdür. Bu terim ilk kez 1925 yılında bu hatları “yeniden” keşfeden İngiliz araştırmacı Alfred Watkins tarafından kullanıldı.

Bu enerjinin canlı ve cansız maddeler üzerinde fiziksel etkiler meydana getirdiği istatistiksel verilerden elde edilebilmiştir. İnsan zihni üzerindeki etkileri çok yoğun olan bu enerjinin özellikle psişik enerjiyle etkileşim içinde olduğu, hatta psişik çalışmalarda başarıyı artırıcı bir fonksiyonu meydana getirdiği ileri sürülüyor. Mitolojilerde geçen kutsal ırmaklar, aslında bu ley hatlarını yani yerküre “çakraları”nın haritasını ifade ediyor. Bu haritayı çok iyi bilen ve bu enerjiden psişik ve fiziksel faaliyetlerde yararlanabilen Mu ve Atlantis halkları da, kıtalarından göç etmek zorunda kaldıklarında rastgele yerlere değil, bu enerjinin yoğun olduğu bölgelere göç ettiler. Bu bölgeler şunlardı;

1.Orta Asya. Özellikle Tibet, Gobi ve Doğu Türkistan arasında kalan bölge
2.Mısır
3.Yucatan
4.Arjantin’in kuzey bölgesi
5.Anadolu

Mısır ve Tibet gibi eski uygarlıklar bu ley hatlarını biliyor ve bu yerlerde, özellikle de kesişme noktalarında mabetlerini inşa ediyorlardı.

Eski Hint Ezoterizm’ine göre dünyamızda da insan bedenindeki gibi 7 enerji giriş ve dağılış noktaları mevcut. Bunlar ley hatlarının kesişme noktaları. Bunların tamamı henüz tam kapasite ile çalışmıyor bu bilgilere göre. İşte tam kapasite ile çalışma gerçekleştiğinde
beklenen uyanış meydana gelecek ve “Altın Çağ” başlayacak. Bu mitolojilerde ve toplum geleneklerinde de sembolik olarak dile getirilmiştir.

Bir zamanlar Spiritüel Coğrafya’nın en uygun olduğu bölge Mısır’da idi. Bu enerji sırasıyla Delfe, İsa Peygamber’in doğacağı yer olan Kudüs ve Kabe’nin bulunduğu Mekke’ye kaymıştır. Son üç dinin gelişinden sonra bu merkez, tekrar yer değiştirdi ve bunun haricinde
irili ufaklı merkezler ortaya çıktı. Hint’te Meru Dağı, Tibet’te Himalayalar’ın güney eteklerindeki noktalar, Delf’te Onfolos Dağı, Musa Peygamber’in Sina Dağı, Muhammed Peygamber’in Hira Dağı, İsa Peygamber’in Zeytinlik Dağı, Çanakkale’deki Troya kentinin bulunduğu tepe, Bursa’da Uludağ, yedi tepeli İstanbul`un belirli bölgesi bu kutsal coğrafyanın noktalarına denk gelen merkezlerdi. Hangisinin hala işler olduğu hakkında kesin bir bilgi mevcut değil
 
  • Beğen
Tepkiler: calipso_anka


Doğuş Pertez

Doğuş Pertez

Admin
Kapadokya-Türkiye tabikide Türkiye'nin farkı ortaya çıkıyor.
 

calipso_anka

Üye
:)tşkler
 


Üst Alt