Antonio Gramsci Kimdir Hayatı Biyografisi Yaşamı

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Doğuş Pertez

Doğuş Pertez

Admin
    Konu Sahibi
Antonio Gramsci Kimdir Hayatı Biyografisi Yaşamı
Antonio Gramsci Kimdir Hayatı Biyografisi Yaşamı

Antonio Gramsci, 1891'de Sardunya'da doğdu, 1937'de Roma'da öldü.İtalyan düşünür, siyasetçi ve Marksist teorisyen.
Adı: Antonio Gramsci. Doğumu: 1891 (Ales, Sardunya) Ölümü: 1937 (Roma, İtalya) Okul/gelenek: Marksizm. Temel ilgileri: Politika, İdeoloji, Kültür. Önemli fikileri: Egemenlik, Hegemonya. Etkilendikleri: Karl Marx, Benedetto Croce. Etkiledikleri: Louis Althusser, Edward Said, Judith Butler.

Antonio Gramsci (1891 –1937) İtalyan yazarı, siyasetcisi ve siyaset kuramcısıdır. İtalya Komunist Partisi kurucu üyesi ve bir süre lideridir, Mussolini’nin Faşist rejimince hapsedilmiştir. Yazılari ağırlıklı olarak kültür ve liderlik temalariyla ilgilidir ve Marksist gelenekte üst derecede özgün bir düşünür olarak dikkat çeker. Maddeci eytişime “pratik felsefesi” ile muhalefet etmiştir ve kapitalist üretim tarzi devlet aracı olarak "kültürel egemenlik" kavramıyla tanınır.

Erken Dönem
Gramsci Ales, İtalya’da, Sardunya adasında doğdu. Düşük düzey bir memur olan Francesco Gramsci’nin yedi oğlundan biriydi. Babasının ailesi Arbëreshë idi ve olasılıkla aile adı bir Arnavut kasabası Gramsh ile ilişkiliydi. Francesco’nun mali zorlukları ve polisle sorunları aileyi Sardunya’da birkaç kasaba değiştirmeye zorladı, sonunda Ghilarza’ya yerleştiler. 1898’de Francesco zimmete para geçirmekten tutuklandı ve hapsedildi, ailesini yoksulluğa ve genç Antonio’yu okulu terke ve 1904’te babasının serbest bırakılışına dek çeşitli işlerde çalışmaya zorladı. Çocuk sağlık sorunları çekti: bir çocukluk kazası yüzünden omurilik bozuk oluşumu onu kambur ve azgelişmiş bıraktı, aynı zamanda yaşamı boyunca çeşitli iç sorunlar yaşadı. Gramsci orta okulu Cagliari’de tamamladı,orada anakaradaki görevi sırasında militan bir sosyalist olan eski bir asker, büyük ağabeyi Gennaro ile birlikte kaldı. Bununla birlikte, o zamanlar Gramsci sosyalizme sempati duymuyordu, daha çok yoksullaşan, bunun nedenini de hızla sanayileşen Kuzeyin önceliği almasıyla ihmal edilişlerine bağlayan Sardunyalı köylü ve madencilerin acıları ileydi ve tepkiyle Sardunya milliyetçiliği eğilimleri vardı.

Torino
Parlak öğrenci olan Gramsci, 1911’de Torino Üniversitesi'nde çalışmaya imkan tanıyan bir burs kazandı, sınava gelecekte savaşım arkadaşı olacak Palmiro Togliatti ile birlikte girmişti. Torino’da edebiyat okudu ve sonra dilbilime çok ilgi duydu. Gramsci şehri o zaman sanayileşme sürecinden geçerken, Fiat ve Lancia fabrikalarının fakir bölgelerden işçi alırken gördü. Sendikalar kuruldu ve ilk sanayi sosyal çatışmaları ortaya çıkmaya başladı. Gramsci bu gelişmelerle sıkı bir bağ içindeydi, sosyalist çevrelerle ve Sardunyalı göçmenlerle içiçeydi, bu onun yerel kültürünü sürdürmesini getirdi. Dünya görüşü hem Sardunya’daki daha önceki deneyimleri hem de anakaradaki çevresiyle şekillendi, Gramsci 1913 sonlarında İtalya Sosyalist Partisi’ne katıldı. Çalışmalarında yetenekli olmasına rağmen, Gramsci mali sorunlar, zayıf sağlığı ve artan siyasi bağlantıları nedeniyle 1915 başlarında eğitimini bıraktı. O zamana dek gemiş tarih ve felsefe bilgisi edinmişti. Üniversitede Antonio Labriola, Rodolfo Mondolfo, Giovanni Gentile’nin ve en önemlisi, zamanının en saygı duyulan aydını olan Benedetto Croce’nin fikirleriyle tanışmıştı. Bu gibi düşünürler bir tür Hegelci Marksizmi benimsemişlerdi, buna Labriola "pratik felsefesi" ("philosophy of praxis") diyordu. Gramsci bu terimi daha sonra hapishanede sansürcülerinden kaçınmak için kullanmasına rağmen, onun bu düşünce akımına karşı ilişkileri kariyeri boyunca belirsiz olacaktı.

1914’den sonra Gramsci’nin Il Grido del Popolo gibi sosyalist gazetelerdeki yazıları dikkate değer bir gazeteci olarak ün kazandırdı ve 1916’da Sosyalist Parti resmi yayın organı Avanti!’nin Piedmont baskısının eş-editörü oldu. Açıklıkla yazan verimli bir siyaset kuramı yazarı olarak Gramsci, Torino sosyal ve siyasi yaşamını tüm yönleriyle yazan görkemli bir yorumcu olduğunu kanıtladı.

Gramsci o sırada Torino işçilerinin eğitimi ve örgütlenmesiyle ilgileniyordu: 1916’da ilk kez topluluk karşısında konuşmalar yaptı ve Romain Rolland, Fransız Devrimi, Paris Komünü ve kadınların kurtuluşu gibi konulara değindi. 1917 Ağustos devrimci ayaklanmalarının ardından Sosyalist Parti liderlerinin tutuklanmasıyla Gramsci hem parti Geçici Komitesine seçilip hem de Il Grido del Popolo editörü yapılarak Torino önder sosyalistlerinden biri haline geldi. Nisan 1919'da Togliatti, Angelo Tasca ve Umberto Terracini ile birlikte, Gramsci haftalık gazete L'Ordine Nuovo’yu çıkardılar. Aynı yıl Ekim ayında, birçok hasım hiziplere bölünmüş olmasına rağmen Sosyalist Parti büyük çoğunlukla 3. Enternasyonal’e katıldı. L’Ordine Nuovo gurubu Lenin tarafından Bolşeviklere en yakın yönde olarak görülüyordu ve aşırı sol Amadeo Bordiga’nın anti-parlamenter programına karşı onun desteğini almıştı. Parti içi geçerli pek çok taktik arasında, Gramsci gurubu temelde işçi konseyleri savunusuyla öne çıkıyordu, bu konseyler Torino 1919 ve 1920 büyük grevleri sırasında kendiliğinden ortaya çıkmışlardı. Gramsci için bu konseyler üretimi örgütleme görevinin yönetimini sağlayabilecek uygun araçlardı. Lenin’in "Bütün İktidar Sovyetlere" siyasetiyle aynı konumda olduğuna inanmasına rağmen, onun bu tutumuna Bordiga tarafından Georges Sorel ve Daniel DeLeon fikirleriyle etkilenmiş sendikalist bir eğilim olarak saldırıldı. Torino işçilerinin 1920 ilkbaharında yenilgisiyle, Gramsci konseylerin savunusunda hemen hemen tek başıma kalmıştı.

İKP’nin Kuruluşu
İşçi konseylerinin ulusal bir harekete dönüşmede yenilmesi Gramsci’yi Leninist anlamda bir Komunist Parti gerekliliğine inandırdı. L’Ordino Nuovo etrafındaki gurup aralıksız İSP merkezci önderliği aleyhinde söylemlerde bulundu ve bütün olarak Bordiga’nın çok daha geniş "çekimser " hizbiyle ittifak yaptı. 21 Ocak 1921’de Livorno kentinde İtalya Komunist Partisi kuruldu. Gramsci başlangıçtan itibaren partinin önderi olacaktı ancak Bordiga’nın yardımcısı oldu, Bordiga’nın disiplin vurgusu, merkeziyetçilik ve saflık ilkeleri parti programında 1924’de liderliği yitirene dek egemen oldu.

1922’de Gramsci yeni partinin bir temsilcisi olarak Rusya’ya gitti. Orada iki çocuk yapacakları karısı, genç bir viyolonselist Giulia Schucht ile tanıştı. Rusya görevi İtalya’da Faşizm gelişine rastladı ve Gramsci, İKP önderliğinin istekleri aksine, faşizme karşı sol partiler birleşik cephesi güçlendirme talimatlarıyla geri döndü. Böyle bir cephenin ideal olarak merkezinde İKP olacak ve bu vasıtayla Moskova bütün sol güçleri kontrol edecekti, ancak digerleri bu olası üstünlüğe karşı çıktılar: sosyalistlerin İtalyada belli bir geleneği de vardı, halbuki komunist partisi görece genç ve çok radikal görünüyordu. Pek çokları komunistlerce yönlendirilen bir koalisyonun siyasi tartışmalara çok uzak kalan bir işlev göreceği ve böylelikle yalıtlanma tehlikesi taşıyacağına inanıyordu.

1924’de Gramsci şimdi artık İKP başkanıydı ve Venedik seçimlerinde vekillik kazandı. Partinin resmi gazetesi L’Unita (Birlik)’i örgütlemeye başladı ve kendi Roma’da yaşarken ailesi Moskova’da kalıyordu. Ocak 1926 Lyons Kongresinde Gramsci’nin İtalya’da demokrasiyi yeniden inşa için birleşik cephe çağrısı tezleri İKP tarafından kabul edildi.

1926’da Bolşevik parti içinde Stalin’in manevraları Gramsci’yi Comintern’e bir mektup yazmaya yöneltti, bu mektupta Trotsky önderliğindeki muhalefeti eleştiriyor, fakat ayrıca liderin bazı olası yanlışlıklarının da altını çiziyordu. Togliatti parti temsilcisi olarak Moskovadaydı ve mektubu aldı, açtı, okudu ve göndermemeye karar verdi. Bu Gramsci ile Togliatti arasında hiçbir zaman çözülemeyen zorlu bir çatışmaya neden oldu.

Hapsediliş
9 Kasım 1926!da Faşist hükümet Mussolini’nin yaşamına kasdeden bir saldiri gerekçe bahanesiyle yeni acil durum yasaları başlattı. Faşist polis Gramsci’yi milletvekili dokunulmazlığı oluşuna rağmen tutukladı ve ünlü Romalı hapishanesi Regina Coeli’ye götürdü. Davasında Gramsci’nin savcısı ünlü "Yirmi yıl bu beynin işlemesini durdurmalıyız" ifadesini kullandı. Derhal 5 yıllık (uzak Ustica adasında) alıkonulma cezası aldı; ertesi yıl 20 yıl hapis cezasına (Bari yakınlarında, Turi’de) çarptırıldı. Onun durumu sağlığının sürekli bozulmasını çekmesine neden oldu, tek kişilik hücreye kondu ve hiç desteksiz kaldı. 1932’de İtalya ile Sovyetler Birliği arasında (Gramsci dahil) siyasi mahkumların değişimi girişimi sonuçsuz kaldı. 1934’de sağlığı ağır şekilde kötüleşti ve Civitavecchia, Formia ve Roma bazı hastanelerine gittikten sonra şartlı özgürlüğüne kavuştu. Romada hapisten salıverildikten kısa bir süre sonra 46 yaşında öldü; orada sözde Protestan Mezarlığında gömüldü.

Düşüncesi
Gramsci hapiste olduğu sürede 30’dan fazla defter ve 3000 sayfa tarih ve inceleme yazdı. Bu yazılar Hapishane Defterleri olarak bilinir, Gramsci’nin İtalya tarihini ve milliyetçiliğini izleyişini olduğu kadar, Marksist kuram, eleştirel kuram (critical theory) ve kendi adıyla anılan eğitim kuramıyla ilgili bazı düşüncelerini içerir. Şöyle ki:

* Kapitalist devleti inşa aracı olarak Kültürel egemenlik ( hegemonya )
* İşçi sınıfı entellektüellerinin gelişmesini özendirici herkes için işçi eğitimi gereksinimi
* Doğrudan ve zorla egemenlik kuran siyasi toplum (polis, ordu, yasal sistem, vBulletin.) ile önderliğin ideoloji ya da ikna yoluyla gerçekleştiği sivil toplum (aile, eğitim sistemi, sendikalar, vBulletin) arasında fark gözetilmesi
* 'Tam bir tarihçilik'.
* Ekonomik determinizm'in eleştirilmesi.
* Felsefi maddecilik'in eleştirilmesi.

Egemenlik (Hegemonya)
Egemenlik daha önceden Lenin gibi Marksistlece kullanılan demokratik bir devrimde işçi sınıfının önderliğini belirten bir kavramdı, fakat Gramsci tarafından Ortodoks Marksizm'in öngördüğü 'kaçınılmaz' sosyalist devrimin 20’inci yüzyıl başlarında niçin olmadığını açıklayan keskin bir analiz ile geliştirildi.

Kapitalizm, öyle görünüyordu ki, her zaman olduğundan bile güçlü durumdaydı. Kapitalizm Gramsci’ye göre salt şiddet, siyasi ve ekonomik zor yoluyla değil aynı zamanda ideolojik olarak burjuva değerlerinin herkesin 'ortak düşüncesi' haline geldiği egemen kültür yoluyla da idare ediyordu. Böylece bir uzlaşma kültürü gelişiyor ve işçi sınıfındaki kişiler kendi iyiliklerini burjuvazinin iyiliğiyle özdeşleştiriyor, karşı çıkmak bir yana statüko-mevcut durumun devamına yardımcı oluyorlardı.

İşçi sınıfının kendi öz kültürünü geliştirmeye gereksinimi vardı, bu burjuva değerlerinin toplum için 'doğal' ya da 'normal' değerleri temsil ettiği kanısını yıkacak ve ezilen ve aydın sınıfların proleterya davasına cezbedecekti. Lenin’e göre kültür siyasi amaçlara 'yardımcı' idi, ancak Gramsci için iktidara gelmekte temeldi ve ilk olarak kültürel egemenlik elde edilmeliydi. Gramsci’nin görüşüne göre, modern koşullarda galebe çalmak isteyen sınıf, entellektüel ve ahlaki önderliği ele almak, değişik güçlerle ittifak ve uzlaşmalar gerçekleştirmek için kendi dar ‘ekonomik-toplu’ çıkarlarının ötesinde davranmalıdır. O bu sosyal güçlerin birliğine Georges Sorel’den aldığı bir terimle ‘ tarihi blok ’ der. Bu blok belli bir sosyal düzen için uyuşma temelini oluşturur, bu baskın sınıfın kurumlar, sosyal ilişkiler ve düşünceler bağı yoluyla egemenliğini (hegemonyasını) yeniden ve yeniden üretir.

Gramsci Batıda burjuva kültürel değerlerinin Hıristiyanlıkla bağı olduğunu belirtti, bu nedenle egemen kültüre karşı polemiklerinin çoğu dini norm ve değerlere ilişkindi. İnsanların bilinçlerindeki Roma Katolikliği gücü ve Kilisenin eğitilmişlerin dini ile daha az eğitilmişlerin arasında gittikçe büyüyen aşırı uçurumun giderilmesi için çabası onu etkilemişti. Rönesans hümanizmindeki dinin saf entellektüel eleştirisini Reformasyonun kitlelere yansıyan elementleriyle birleştirmenin Marksizmin görevi olduğuna inanıyordu. Gramsci’ye göre, Marksizm ancak halkın ruhani ihtiyaçlarını karşılarsa dinin yerini alabilecekti ve bunu başarmak için onların yaşadığı deneyimin ifadesi olarak dini tanımak zorundaydı.

Aydınlar ve Eğitim
Gramsci aydınların toplumdaki rolü sorununa düşüncesinde çok ağırlık verdi. Bütün insanlar aydındır, herkes entellektüel ve akılcı yeteneklere sahiptir, ancak herkes aydınların sosyal işlevini yapamaz, deyişi ünlüdür. Modern aydınların sadece konuşmacılar olmadıklarını, fakat eğitim ve medya gibi ideolojik aygıtlarla toplum inşasına ve egemenlik üretilmesine yardımcı olan yöneticiler ve düzenleyiciler olduğunu iddia etti. Daha da öte, (yanlış olarak) kendini toplumdan ayrı bir sınıf gibi gören ‘ geleneksel ’ aydınlar ile her sınıfın kendi safları arasından ‘ organik ’ olarak ürettiği düşünce gurupları arasında ayrım yaptı. Böyle ‘organik’ aydınlar sadece sosyal hayatı bilimsel kurallara uygun tanımlamazlar, daha çok, kitlelerin kendilerinin ifade edemediği duygular ve deneyimleri kültür dili yoluyla seslendirirler. İşçi sınıfı kültürü yaratma ihtiyacı Gramsci’nin işçi sınıfı aydınları geliştirecek bir tür eğitim çağrısıyla ilişkilidir. Bu aydınlar sadece Marksist ideolojiyi proleteryasız tanıtmakla kalmayacaklar, fakat daha çok kitleler içinde zaten var olan düşünsel etkinliğin mevcut durumu eleştirisini yaparak yenileyecekler de. Gramsci’nin bu amaçlarla eğitim sistemi ile ilgili düşünceleri, sonraki onyıllarda Brezilya'lı Paulo Freire’nin kuramlaştırdığı ve çalıştığı eleştirel pedagoji (critical pedagogy) ve halk eğitimi (popular education) tasarımı ile örtüşmektedir. Bu nedenle, yetişkin ve halk eğitiminin partizanları Gramsci’yi günümüzde de önemli bir ses olarak görürler.

Devlet ve Sivil Toplum
Gramsci’nin egemenlik (hegemonya düşüncesi) onun kapitalist devlet kavramıyla bağıntılıdır, onun zorlama artı ikna ile hükmettiğini öne sürer. Devlet dar hükümet anlamıyla anlaşılmamalıdır; bunun yerine, siyasi kurumlar ve yasal anayasal denetim arenası olan ’siyasi toplum’ ile genelde ’özel’ ya da ’devlet-dışında’ bir alan olarak görülen ’sivil toplum’ arasında bölümlendirir. İlki zorlama alemidir ve sonuncusu ise razı olma (ikna). Bununla birlikte, bölünmenin sadece kavramsal olduğunu ve ikisinin gerçekte çoğu zaman çakıştığını vurgular.

Gramsci modern kapitalizm altında, burjuvazi ekonomik denetimini, sivil toplum içindeki sendikaların ve kitlesel siyasi partilerin siyasi alanda belli taleplerinin karşılanmasına izin vererek sağlar. Böylelikle, burjuvazi, yakın ekonomik çıkarlarının ötesine geçerek ve egemenlik biçimlerinin değişimine olanak vererek, ‘ pasif devrim ’ işine girer. Gramsci bu hareketleri reformizm ve faşizm olarak konumlandırır, Frederic Taylor ve Henry Ford’un ‘bilimsel yönetim’ ve ‘montaj bandı’ gibi yöntemleri de bunun örnekleridir.

Machiavelli’den alıntılayarak, ‘ Modern Prens ’-devrimci parti-nin işçi sınıfının organik aydınları yetiştirmeyi ve sivil toplum içinde alternatif egemenlik (hegemonya) sağlayacağı kuvveti olduğunu ileri sürer. Modern sivil toplumun karmaşık yapısı burjuva egemenliğini altedecek ve sosyalizme götürecek yegane taktiğin ‘durum savaşı’ (siper savaşına benzer) olduğu anlamına gelir; Bolşeviklerce yürütülen ‘eylem savaşı’ (ya da cepheden saldırı) Çar Rusyasında bulunan ‘başlangıç’ sivil toplumuna özgü daha doğru bir stratejiydi.



Bu ikisi arasındaki çizgilerin bulanık olabileceği iddiasını taşımasına rağmen Gramsci, Jakobenler ve Faşistler tarafından yapıldığı gibi, siyasi toplumu sivil toplumla özdeşleştirme sonucu ortaya çıkan devlet-tapınmasına karşı uyarmaktadır. Proleteryanın tarihi görevinin bir ‘düzenlenmiş toplum’ yaratmak olduğuna inanır ve ‘devletin yok oluşu’nu, sivil toplumun kendini düzenleme yeteneğinin tümüyle gelişimi olarak tanımlar.

Tarihsellik
Gramsci, erken dönem Marks’ı gibi, tarihçiliğin kuvvetli bir taraftarıydı. Onun görüşüne göre, bütün anlam, insanın pratik etkinliği (‘ praxis ’) ile bir parçası olduğu “nesnel” tarihi ve sosyal süreçler arası ilişkiden kaynaklanıyordu. Düşünceler toplumsal ve tarihi içerikleri dışında, işlev ve kökenlerinden ayrı anlaşılamazlar. Dünya ile ilgili bilgilerimizi düzenlediğimiz kavramlar temelde bizim şeylerle olan ilişkilerimizle şekillenmez, aksine bu kavramları kullananların toplumsal ilişkileriyle şekillenir. Sonuçta, “insan doğası” gibi değişmeyen bir şey yoktur, oysa tarihsel olarak değişiklik gösteren böyle bir düşünce vardır. Daha da öte, felsefe ve bilim insandan gağımsız bir gerçekliği “yansıtmazlar”, yalnızca aslında verili bir tarihi durumun gerçek gelişme eğilimini ifade ettikleri kadar “doğru” olurlar.

Marksistlerin büyük çoğunluğu ortak olarak şuna inanırlar: doğru ne zaman ve nerede bilinirse bilinsin doğrudur ve bilimsel bilgi (Marksizm buna dahil) doğrunun güncel anlamda ilerlemesiyle tarihsel olarak çoğalır ve bu nedenle üst yapının aldatıcı alemine ait değildirler. Buna karşın Gramsci’ye göre, Marksizm toplumsal pragmatik anlamda “doğru”dur, yani proleteryanın sınıf bilincini seslendirmekle, kendi zamanlarının “doğru”sunu diğer kuramlardan çok daha iyi ifade etmiştir. Bu anti-bilimsel ve anti-pozitivist duruş, Benedetto Croce’nin etkisi nedeniyleydi. Bununla birlikte, Gramsci bir “tümden tarihçilik” yandaşıydı; bu Hegelci ve Croce’nin idealist tınılı düşünce ve tarihi “kader”e metafizik sentez yapma eğiliminden ayrılıyordu. Gramsci doğrunun tarihi yorumunun, relativizmin bir biçimi olduğu suçlamalarını reddetmiştir.

“Ekonomizm” Eleştirisi
“Kapital’e karşı devrim” (The Revolution against Das Kapital) adlı hapis öncesi ünlü makalesinde Gramsci, Rusya Ekim Devrimi’nin, sosyalist devrimin kapitalist güçler üretiminin tam gelişimini beklemek zorunda olduğu düşüncesini geçersiz kıldığını ileri sürdü. Bu onun, Marksizmin deterministik bir felsefe olmadığı görüşünü yansıtıyordu. Üretim ilişkilerinde nedensel “öncelik” (primacy) ilkesinin, Marksizmdeki bir yanlış anlaşılma olduğuna inanıyordu. Hem ekonomik hem de kültürel değişimler “temel tarihi süreçlerin” ifadesidirler ve hangi alanın diğerinden öncelik taşıdığı yanıtlanması zordur. İşçi hareketinin ilk yıllarında yaygın olan kaderci anlayış, yani “tarih yasaları”na göre kaçınılmaz olarak zafere ulaşılacağı, Gramsci’nin görüşüyle, savunma eylemlerine zorlanmış baskı altındaki bir sınıfın tarihsel koşullarının bir ürünüydü ve işçi sınıfı insiyatifi ele almaya hazır hale gelir gelmez bir engel olduğundan bırakılmalıydı. Marksizm “pratik felsefesi” olduğundan, toplumsal değişim nesnesi olarak görünmez “tarihi yasalar”a yaslanılamazdı. Tarih insan pratiğine yapılır ve o nedenle insan isteği içerir. Herhangi bir verili durumda, bununla birlikte, istek-gücüyle tek başına istenilen hiçbir şey elde edilemez: işçi sınıfı bilinci eylem için gerekli gelişme aşamasına ulaştığında, isteğe bağlı değiştirilemeyecek tarihi koşullarla yüz yüze gelecektir. Bunlarla birlikte, sonuçta birçok olası gelişmeden hangisinin gerçekleşeceği tarihi kaçınılmazlıkla önceden belirli değildir.

Maddecilik Eleştirisi
İnsan tarihi ve ortak pratik (praxis)’in herhangi bir felsefi sorunun anlamlı olup olmadığını belirlediği inanışıyla, Gramsci görüşleri, kendisi bunu açıkca ifade etmese de, metafizik maddecilik ve Engels ve Lenin’ce geliştirilen kavrama (perception) ‘kopya’ kuramına zıttı. Ona göre Marksizm kendi içinde ve kendisi için olan, insanlıktan bağımsız bir gerçeklikle uğraşmaz. İnsan tarihi ve insan pratiği dışında bir nesnel evren kavramı, ona göre, Tanrı inanışına benzerdi: hiçbir nesnellik olamazdı, ancak yalnızca gelecek komunist toplumunda kurulabilecek evrensel bir ortaköznellik (intersubjectivity) olabilirdi. Doğal tarih böylece sadece insan tarihiyle bağıntılı olarak anlamlıydı. Onun görüşüne göre, felsefi maddecilik, aynı ilkel ortak anlayış gibi, eleştirel düşünce yokluğunun sonucuydu, ve Lenin’in iddia ettiği gibi, dini boşinanların karşısındadır denilemezdi. Bunun aksine, Gramsci Marksizmin bu tartışmalı ham kaba biçimini sorun etti: proleteryanın bağımsız bir sınıf olarak durumu kendi felsefesi olan Marksizmi, çoğu kez halk boşinanları ve ortak inançları şeklinde ifade edilebilmektedir anlamına gelir. Bununla birlikte, eğitimli sınıfların ideolojilerine etkili şekilde karşı çıkılmalı, böylece Marksistler felsefelerini daha karmaşık bir tarzda sunmalı ve karşıtlarının görüşlerini gerçekten anlamaya çalışmalıdır.

Etkisi
Gramsci düşüncesi örgütlü soldan çıkmakla birlikte çağdaş akademik tartışmalarda, kültürel araştırmalar ve eleştirel kuram (critical theory) ile ilgili önemli bir kişilik haline gelmiştir. Merkez ve sağdan siyasi kuramcılar da onun görüşlerinden yararlanmışlardır; onun egemenlik (hegemonya) düşüncesi, örneğin, yaygınlıkla atıf yapılır olmuştur. Etkisi özellikle çağdaş siyasi bilim içinde güçlüdür, yeni-liberal düşünceli siyasi seçkinler arasında öndegelmesi, Yeni-gramscicilik biçimindedir. Çalışmaları aynı zamanda aydınların popüler kültür tartışmalarını ve bilimsel popüler kültür etüdlerini çok ağırlıklı etkilemiştir.

Onunla ilgili eleştiriler onu, siyasi doğruluk (political correctness) gibi en son akademik tartışmalarda yansıyan düşünceler yoluyla iktidar mücadelesi tasarımını beslediği ile suçlarlar. Bu düşüncelere Gramscici yaklaşımın, bu tartışmalara yansıdığı şekliyle, Batı kültürünün klasiklerinden temellenen liberal araştırmalarda açık-uçlu olmak çelişkisi içinde olmasıdır. Çağdaş akademik siyaset çalışmalar nedeniyle Gramsci’nin övülmesi ya da yerilmesi tarihin tuhaf bir tecellisidir, çünkü Gramsci kendisi hiçbir zaman akademik bir kişi olmamıştı ve aslında İtalyan kültürü, tarihi ve çağının liberal düşüncesi ile derinden entellektüel olarak içiçeydi.

Bir komunist olarak, Gramsci’nin yeri tartışmalıdır. 2.Dünya Savaşı'ndan sonra İKP’yi yöneten ve tedrici yaklaşımıyla ilerideki Avrokomunizmin öncüllerinden olan Togliatti, bu süreçte İKP’nin etkinliklerinin Gramsci düşüncesiyle uyuştuğu idiiasındaydı. Diğerleri, buna karşın, Gramsci’nin bir Sol Komunist (Left Communist) olduğunu ve eğer hapis onu Stalin önderliği sırasında Moskova ile düzenli ilişkiden alıkoymasa, Partiden ihraç edilmiş olacağını ileri sürerler.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Benzer Konular

Doğuş Pertez
Cevap
0
Görüntüleme
1K
Doğuş Pertez
Doğuş Pertez
Cevap
0
Görüntüleme
1K
Doğuş Pertez
HeiLmasTer®
Cevap
0
Görüntüleme
579
HeiLmasTer®
Doğuş Pertez
Cevap
0
Görüntüleme
1K
Doğuş Pertez


Üst Alt