VENÜS (Venus)

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Haydar

Haydar

Emekli Yönetici
    Konu Sahibi
VENÜS (Venus)
Gözlem koşulları: Güneş ve Ay'dan sonra gökyüzündeki en
parlak cisimdir. En parlak olduğu dönemlerde
(Güneşe çok yakın olmadığında) gündüz de
görülebilir. Venüs'ün kavuşum dönemi 584
gündür. Bu sürenin yarısında (10 aydan biraz
kıs bir süre) Güneş'den önce doğar diğer yarısında da Güneş'den sonra batar. Kuzey
yarımkürede en iyi gözlem zamanı sonbahar sabahlarıdır. Çıplak göze Venüs sabit beyaz bir ışıkla parıldayan parlak bir cisim olarak
görülür. Çok parlak olmasının nedenleri
güneşe yakın olması ve Güneşten gelen ışığın
%80'ini yansıtmasıdır (albedo değeri). Güneş’e uzaklık bakımından ikinci gezegen
olan Venüs Merkür’den oldukça farklıdır. Aslında aralarındaki tek ortak nokta ikisinin de
çok sıcak olmasıdır. 12.104 kilometrelik çapıyla
Venüs neredeyse Dünya ile aynı boyuttadır.
Güneş ışığını mükemmel bir şekilde yansıtır.
Rastlantı sonucu yanımızdan geçen
göktaşlarını ve kuyruklu yıldızları saymazsak Ay’dan sonra Dünya’ya en yakın doğal gök
cismi Venüs’tür. Güneş etrafında neredeyse
dairesel bir yörüngede döner. Güneş’ten
ortalama uzaklığı 108.000.000 kilometredir yani bize en yakın olduğu anda topu topu Ay’ın yüz katı kadar uzaktadır. En parlak
olduğu zamanlarda göz alıcı bir görüntüsü
vardır. Venüs de Merkür gibi gökyüzünde Hep
Güneş’le aynı tarafta bulunur; ancak o ve
Güneş arasındaki açısal uzaklığın 47 dereceye
kadar çıktığı olur. Yani bu Venüs’ün günbatımından sonra veya gündoğumundan
önce beş buçuk saat kadar görülebildiği zamanlar olduğu anlamına gelir. Bu durumda
onu karanlık zemin üzerinde muhteşem bir şekilde parıldarken görebiliriz. Eskilerin ona
Güzellik Tanrıçası’nın ismini vermiş olmaları
hiç de şaşırtıcı değil doğrusu. Ama ne yazık ki teleskopla bakıldığında hayal
kırıklığına uğranır çünkü gerçek yüzeyi kalın ve bulutlu atmosferinin arkasında kalır. Venüs
üzerinde Mars’taki gibi sert ve keskin izlerin
olmayışı dikkat çekicidir. Üstelik Dünya’ya en
yakın olduğu zaman yani iç kavuşum
konumundayken karanlık yüzü bize dönüktür.
Bu durumda çok nadir olarak gerçekleşen geçişler dışında onu göremeyiz bile. Dolun
olduğu zamanlarda ise Güneş’in öteki
tarafındadır; Güneş’in arkasındayken onu
görebilmek gibi bir durum söz konusu bile
değildir tabii ki. En parlak olduğu an güneş
ışığı alan yüzünün yüzde otuzunun bize dönük olduğu zamandır. İdeal koşullar altında keskin
gözlü insanlar hilâl aşamasındaki evreyi
görebilirler tabii ki iyi bir dürbünle son derece
kolay görülür. Venüs’ün evreleri uzun bir süredir biliniyordu.
Galelio 1610 evrelerle ilgili kayıtlar tutmuştu. Zaten Venüs’ün hareketleri kesin bir şekilde
biliniyor olduğundan evreler tahmin
edilebilirlerdi. Ama ilk olarak 18. yüzyıl
sonlarında enerjik Alman gözlemci Jnn
Schörter’in kuram gözlem nadiren çakışır.
Schörter dikotomi evresini yani Venüs’ün tam yarım daire olduğu zamanı dikkatle ölçtü.
Sonuçlar son derece şaşırtıcıydı. Venüs
akşamları görüldüğünde yani küçülürken dikotomi hep erken; sabah ortaya çıktığındaysa
yani evre büyürken de hep geç oluyordu.
Üstelik bu zıtlık bir görünüşten diğerine
değişiyordu. Hiç kuşkusuz bunun sorumlusu
Venüs’ün atmosferidir. Amatörlerin bu konuda
yapacakları çalışmalar son derece ilginç olabilir. Venüs’ün atmosferi ilk olarak
1761yılında Rusya’nın ilk ünlü gökbilimcisi
sayılan M.V. Lomonsov tarafından
bulunmuştur. Venüs’ün Güneş’in tam önünden geçtiği o yıl Lomonsov gezegeninin kenar çizgisinin kabarık göründüğünü
farketmişti. Çok iyi ifade ettiği bu durum oldukça kalın bir atmosferin varlığını
gösteriyordu. Venüs’ün geçişleri çıplak gözle bakıldığında
son derece ilginç görünür daha doğrusu görünürmüş çünkü geçişlerin en sonuncusu 1882 yılında gerçekleşti. Geçişler aralarında sekiz yıl olan çiftler şeklinde görülür bir sonraki çifte kadar bir asırdan fazla zaman
geçer. Sözgelimi 1874 ve 1882’de gerçekleşmiş
olan geçişler 2004 ve 2012 yıllarında gerçekleşecek olanlar izleyecektir. İkinci kraliyet gökbilimcisi olan Edmond Halley on yedinci yüzyılda daha önce James Gregory tarafından önerilmiş bir fikri geliştirdi.
Gregory Venüs geçişlerinin gök biriminin yani Dünya ile Güneş arasındaki uzaklığın ölçülmesi amacıyla kullanabileceği
düşünüyordu. Bunun içinde Venüs’ün
Güneş’in önünden geçeceği anın tam olarak
hesaplanması ve ayrıca Dünya üzerindeki
birçok noktadan gözlem yapılması
gerekiyordu. Şu anda bu yöntem tamamen kullanım dışı olduğundan daha ayrıntılı
anlatmanın hiçbir anlamı yok. Ancak siyah
damla olarak adlandırılan bir etki yüzünden
kesin bir sonuç elde edilememiştir. Venüs
Güneş’in önünde ilerlerken arkasında siyah bir şerit bırakır; bu şerit geçiş başladıktan bir
süre sonra yok olur. Bu etkiyi yaratan yine
Venüs’ün atmosferidir ve ortadan kaldırılması
gibi bir şey söz konusu değildir. 1874 ve 1882
yıllarındaki geçişler son derece iyi
gözlemlenmiş ama tatmin edici sonuçlar alınamamıştır. Günümüzde Güneş’le
aramızdaki mesafeyi ölçebileceğimiz çok daha
kullanışlı yollar olduğu için gelecek geçiş çifti eskisi kadar önem taşımıyor. Ama yine de ben
8 Haziran 2004’ü iple çekiyorum! Venüs çok nadir olarak bir yıldızın önünden
geçerek onun görülmesini engeller; böyle
olduğunda yıldız soluklaşır ve birkaç saniye
titreştikten sonra kaybolur. Bu titreşmenin
sebebi tutulmasından hemen önceki ışığın bize Venüs’ün atmosferinden geçerek
gelmesidir. Bu etkiyi 7 Temmuz 1959’da Venüs Leo (Aslan) takımyıldızından Regulus’un önünden geçmiştir. Venüs daha uzunca bir
süre büyük bir yıldızın önünden geçmeyecek. Venüs’e teleskopla baktığınızda güçlü bir
teleskop kullanıyor olsanız bile parlak bir
yuvarlaktan çok daha fazlasını göremezsiniz.
Şanslıysanız birkaç gölgelik keşfedebilirsiniz;
ama izler çok bulanık görünür dış hatları da belirsizdir. Hızlı bir şekilde yer
değiştirdiklerinden onların Venüs’ün yüzey
şekilleri olmadıklarını anlarız; gördüklerimizin
Venüs’ün atmosferinin üs kısımlarındaki
bulutlardır ve sonuçta bize pek bir bilgi
vermezler. Normal fotoğraflar işimize yaramazken morötesi ışınlarla çekilmiş
olanlarda bazı çizgi şekiller görünür. 1962’ye
yani gezegenin yanından bir uzay aracının ilk
kez geçişine kadar Venüs hakkında neredeyse
hiçbir şey bilinmiyordu. O zamana kadar yapabileceğimiz tek şey
atmosferin üst tabakasını spektroskop
kullanarak incelemekti. 1930’larda atmosferin
bizim atmosferimizden oldukça farklı olduğu
ve çoğunluğunu ağır bir gaz olan
karbondioksitin oluşturduğu saptanmıştı. Bu gazın yükselmesi değil alçalması
beklendiğinden mantıksal olarak atmosferin
gezegenin yüzeyine kadar tamamen
karbondioksit-ten oluşması gerekiyordu. Bu da
Venüs’ü gerçekten çok sıcak bir gezegen
yapacak olan sera etkisine yol açardı. Peki bu durumda Venüs’te deniz olabilir miydi? Olduğunu düşünenlerden biri (yaptığı çalışma ona bir Nobel Ödülü kazandıracak kadar
başarılı olan) İsveçli kimyager Svante
Arrhenius Venüs’ün Dünya’nın yaklaşık 200 milyon yıl önce geçirdiği Kömür Ormanları’nın oluştuğu ve en gelişmiş canlı
biçiminin amfibyumlar olduğunu hatta henüz
dinozorların bile uzak bir geleceğe ait olduğu
Karbonifer Dönem’i yaşadığını iddia ediyordu.
Arrhenius’a göre: “Hiç kuşkusuz Venüs
yüzeyinin büyük bir kısmı Dünya’dakilere benzeyen içinde kömür yataklarının oluştuğu ama yaklaşık 30 derece daha sıcak olan
bataklıklarla kaplıdır. Ona belirli bir renk
verecek biçimde toz kalkmaz; dışardan sadece
bulutlardan yansıyan şaşırtıcı beyazlık görülür.
Bu da gezegene dikkat çekici ve göz alıcı parlak beyaz görüntüsünü verir. Atmosferin en
üst tabakasındaki güçlü hava akımları ekvator ve kutuplar arasındaki sıcaklık farkını
neredeyse ortadan kaldırır. Yani Dünya’nın en
sıcak olduğu dönemlerdeki koşullara benzer
şekilde gezegen üzerinde tek tip bir iklim
sürmektedir. Venüs üzerindeki sıcaklık bol ve bereketli bir bitki örtüsünü engelleyecek kadar yüksek
değildir. Her tarafta aynı iklim koşulları hüküm
sürdüğü için değişen çevre koşullarına uyum sağlama gibi bir durum söz konusu değildir.
Sadece çoğu bitkiler alemine ait olan gelişmemiş canlı türleri bulunacaktır. Tüm
gezegen üzerindeki organizmalar da az çok
aynı türden olacaktır. Bitkisel süreç yüksek sıcaklık yüzünden hız kazanacaktır. Dolayısıyla
organizmaların büyük bir olasılıkla
kısalacaktır. Bitkilerin cansız gövdeleri açık havada bulunuyorsa hızla çürüyecek ve boğucu gazlar yayacaktır. Nehirler tarafından
taşınan çamurun içine gömülü olurlarsa hızla küçük kömür parçalarına dönüşeceklerdir.
Bunlar da daha sonra yeni katmanların yaptığı
basınç ve yüksek sıcaklık sonucu grafit taneleri
haline geleceklerdir...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt