Toplumsal Cİnsİyet [sosyolojİ]

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
kum kзđiśi

kum kзđiśi

Üye
Toplumsal Cİnsİyet [sosyolojİ]
Toplumsal Cİnsİyet [sosyolojİ]
CİNSİYET:BİR KAVRAMIN ANLAM YELPAZESİ

Toplumsal cinsiyet; yaşanılan zamana, mekana ve kültüre göre değişiklikler gösteren, farklı cinsiyetlerdeki insanlardan beklenilen norm ve değer yargılarıyla bağlantılı olarak sosyal rol ve davranışların yanında fiziksel görünüşle bütünleşen bir kavramdır. Bunlara, içinde bulunduğumuz kültürde aileyle birlikte başlayan uzun bir sürecin sonunda modeller gözleyerek ve öğrenerek sahip oluruz.

Butler’e göre toplumsal cinsiyet etkisi belirli bedensel eylem; jest ve hareketlerin stilize edilmiş tekrarı aracılığıyla ve bir “Toplumsal Zamansallık” olarak yaratılır. Ona göre belirli şekillerde davranmamızın sebebi toplumsal cinsiyetimiz değildir. Toplumsal cinsiyet denilen kimliğe, onun normlarını kurup sürdüren bir davranışsal kalıplar aracılığıyla kavuşuruz Tekerrür süreci zaten toplumsal olarak kurulmuş olan bir anlamlar dizisinin bir anda yeniden yaşanması ve tecrübe edilmesidir. Onların dünyasal ve ritüelleşmiş meşruyet biçimidir (Foucault;1993:57).

Bir başka toplumsal cinsiyet tanımı; insanların Eril ve Dişil olarak üremeye dayalı bölünmesi kapsamında veya bu bölünmeyle bağlantılı olarak örgütlenmiş pratik anlamına gelmektedir. Toplumsal cinsiyet bu görüşe göre bir nesne olmaktan çok bir süreçtir. Eril ve Dişil kategorileri, toplumsal yaşamın ve cinsel politikaların kategorileridir. (Oğuz;2004;57 )

1970’lerde ilk defa toplumsal cinsiyet kavramı kullanılmaya başlandığında asıl amaç kadın ve erkek rollerinin doğal olmadığı görüşünü benimsetmekti. Bu kavram ilk defa feministlerin bu rollerin sonradan kazanıldığını söylemeleri ile gündeme gelmiştir. Batılı ülkelerdeki kadınların yaşadığı en büyük sorun bu ayrımların doğal olduğu ve değiştirilemeyeceğiydi, ancak feministler antropolojik çalışmaların da yardımıyla farklı kültürlerde ve farklı yerleşim merkezlerinde kadınlık ve erkekliğin farklı biçimde yapılandırıldığını, yani birer toplumsal kurgu olduğunu belirtmişlerdir. Fakat “Toplumsal Cinsiyet” kavramının “Cinsiyet” kavramı yerine geçmesi insanların kadın ve erkek olarak ikiye ayrılması bu kategorilerin toplumsal olarak kurgulanmakla birlikte biyolojik temelli olduğu düşüncesi, toplumsal cinsiyetin cinsiyet kavramı yerine kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Yani kadın ya da erkek olmamız doğuştan ve doğaldır. Kadınlık ve Erkekliği nasıl yaşacağımız ise kültür tarafından belirlenir anlayışı hakimiyet kazanmıştır.

Böylelikle kadın ve erkek rolleri, biyolojinin kadınlık ve erkeklik rolleri de kültürün alanına girmektedir. Bu noktadan bakıldığında Ruh / Beden ikileminin yerini feminizmde sex / gender veya biyolojik cinsiyet / toplumsal cinsiyet alır. Bu bakımdan beden farklı kültürel kurguların işlenebileceği boş bir alan olarak ele alınmıştır. Biyolojik yapı bütün kültürlerde aynı ise, yani derin biyolojik hakikatler varsa, bunlar bir tür alt yapı olarak işlev görebilir. Kadınların doğurgan olmaları bu hakikatlerdendir ve cinsiyet eşitsizliğinin evrenselliğini açıklamakta kullanılmıştır. Anatomik öğelerin, biyolojik işlevlerin dürtü ve zevklerin aynı başlık altında toplanması cinsiyetin cinsellikle iç içe kurgusal bir kategori haline gelişini fark etmek, bunu politik bir mesele olarak kavramak ancak “derin biyolojik hakikatler” fikrinden kopmakla gerçekleşir. Toplumsal cinsiyet kadınlık ya da erkekliği değil, kadınlarla erkeklerin birbirleriyle ve kendi aralarında cinsiyet ilişkilerine işaret etmekle birlikte; kim, neyi, nasıl yapacak, sınırlarını nereden çizecek, kime hangi, özellik ve değerler atfedilecek konularıyla ilgilenir...

Kadın ve erkek arasındaki biyolojik ayrımdan farklı olarak “kadınlık” ve “erkeklik” kategorilerinin toplumsal oluşumu toplumsal cinsiyet kavramını tartışmaların merkezine taşımıştır. Benzer biçimde toplumsal cinsiyet bilinciyle kimlik arasındaki ilişki, politik bir birliğin ve alternatif görüşün temsili arasındaki gerilimin insanın seçim ve olasılıklarının toplumsal cinsiyet reçetesinin yapı çözümünde olduğu savunulmuştur. ????:




Sosyal gerçekliğin incelenmesi insanın doğası gereği karmaşık bir süreçtir. Bu da soyutlamalar yapmayı gerektirir ve bu süreçte kategoriler oluşturulur. Kategoriler, sosyal olgu ve gerçekliklerin özünü yakalamaya yönelik çabalardır. Kategorileşme sürecinde kimlikler bir özellik ve nitelik olarak farklılıkları ifade eder. Belirli bir toplumsal yapıda hazır varlılar, veriler olarak farklı kimliklere ait olmak, bağlı olmak, bir bireyin / bireylerin o toplumsal yapıdaki konumunu belirler (Ergun;2000:12). Bu süreçte bireyin bedensel görümünün, giysiler, roller ve cinsellik edimleri de önemlidir. Öğrenme süreci, aile başta olmak üzere egemen kuramsal rol ve pratiklerle karmaşık bir süreçte sosyalleştirilerek pekiştirilir. Toplumsal cinsiyet bilinci ile kimlik arasındaki ilişkide benliğin oluşum sürecinde sunulan, kabul gören alternatif görüşlerin temsili arasındaki gerilimde bireyin seçim ve olasılıkları da kültürel ve tarihsel olarak inşa edilmektedir (Bordo;1994,Flax ;1990). Bu bağlamda erkek kimliği ya da erkek kimlikleri toplumsal yapıdaki iktidar ve egemenliğin ataerkil kurumsallaşma biçimleriyle incelendiğinde daha iyi anlaşılabilir. Kadınlık ve erkeklik toplumsal kimlikleri farklı düzlemde eşitsiz bir biçimde de olsa egemen kategoriler olarak kabul görmektedir. Bu aslında cinsellikle bağlantılı kimlik alanının sorunsallığından kaynaklanmaktadır.

Günlük yaşantıda erkekliğin inşası, ekonomik ve kurumsal yapıların önemi, toplumsal cinsiyetin dinamik ve çelişkili karakteri, farklılığı ortaya koymaktadır. Connell’e göre erkeklik, erkekliğin kadınlığa karşı tanımlandığı toplumsal cinsiyet ilişkilerini sürdüren gerçek sosyal ilişkilerde ortaya çıkar ancak cinsellik ediminde tercihler ve yönelimlerin karmaşıklığı ve iktidar ilişkileri beraberinde kişilik gelişiminin farklı örüntüleriyle birleştiğinde toplumsal cinsiyet kimliklerini (erkeklik ve kadınlık) ortaya çıkmakta ve geçiş kimlikleri de sürece dahil olmaktadır. Özellikle biyolojik cins konumundan vazgeçme, toplumsal cinsiyet konumundan vazgeçme; toplumsal cinsiyet konumunu kaybetme riskini beraberinde getirir.

Bireylere atfedilen özelliklerden cinsiyet ilişkilerine doğru yöneldiğimizde, politik hareket alanımızda önemli bir açılım sağlanır. Feminist kuramın en çok tartıştığı konulardan biri olan kadınlar arasındaki farklılıklar meselesi, cinsiyetin toplumsal olarak kavramsallaştırılmasıyla bağlantılıdır. Bu kavramsallaştırmayla kadın ve erkekleri ayrı kategorilere ayırmakla başlayıp sonra bu kategorilerin içinde yeni kategoriler yapma eğilimine gittiğimiz gözlenmiştir. Üçüncü dünyalı kadınlar, işçi kadınlar veya yoksul kadınlar... bu kadar farklı ayrımlar yapabilirsek hangi ortak zeminde birleşebiliriz? Üstelik cinsiyetin, biyolojik temelli bir toplumsal kimlik olarak kavranması, farklılığın yalnızca norm dışı olarak algılanmasına neden olmaktadır. Yoksul kadınlar arasında sınıfsal ayırım çok önemliyken, orta sınıfın kadınları arasında sınıfsal ayırımın çok da önemi yoktur. Normalliğin farklılıklardan geçerek kurulduğunu görebilmemiz için, bu farklı etmenlere sahip kişilerin ilişkilerine yönelmemiz gerekmektedir. Namuslu ve saf bir orta sınıf kadını olabilmek için kirli işlerini yapacak kadınlar, saygınlığını koruyabilmek için hafif meşrep kadınlar gerekmektedir. Cinsiyet ilişkilerindeki bu konumun verdiği güç orta sınıf kadınını, tertemiz ve saf hapishanesine kapatmaktadır.

Toplumsal cinsiyet rejimi, basitçe kadınlık ve erkeklikleri üretmekle kalmamakta, farklı kadınlık ve erkeklikler arasındaki hiyerarşileri de kurmaktadır. Hegomonik erkeklik ve kadınlık inşa etmiş; her inşa süreci gibi bu yeniden yapılanma sürecinde de tarafları sabit ve tamamlanmış bir süreç olmamıştır. Yeniden yapılanma sürecinde olan kategoriler de cinsiyet rejimlerinin güçsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. Bu cinsiyet rejimleri kendini yeniden üretme gücünün bir göstergesidir. Kurumsallaşmış ve belli istikrar kazanmış olan bu sistem, tanımlamış olduğu erkek ve kadın kategorilerinin dışındaki erkeklik ve kadınlıkları bastırmaya yönelmiş, bastıramadıklarını ise kendi ölçütlerinde değerlendirebilmiş ya da zararsız hale getirebilmiştir (Bora;2004:117-120).

Sosyo-biyologlar kadınlar ve erkeklerin davranışların nedeninin doğuştan olduğunu öne sürmüşlerdir. Sosyo – biyologlar erkeklerin, kadınlarda olmayan biyolojik saldırganlık eğilimleri olduğu inancındadır. Ancak sosyo – biyologlara karşı görüşler bu kanıtları pek geçerli görmezler onlara göre erkeklerin saldırganlıkları kültürden kültüre değişmektedir. Kimi kültürlerde erkekler daha az saldırgan ve daha edilgen olabilirler.Bu araştırmacılar evrensel olan tüm özelliklerin biyolojik olmadıklarını da belirtip evrensel nitelikleri yaratan genel, kültürel etkenler buluna bilineceğini de eklemişlerdir. Bir çok kültürde kadınların görevleri birbirlerine benzemektedir. Ev işleri ve çocuk bakımı kadınların asli görevleridir. Bu görüşe göre kadın ve erkeklerin davranışları arasındaki farklar dişilik ya da erilliğin toplumsal olarak öğrenilmesiyle oluşmaktadır. Erkekler ve kadınların biyolojik farklılıkları hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalarla desteklenmiştir. Erkeklerde bulunan testesteron hormonunun saldırganlık davranışına yol açtığı düşünülmüş bu nedenle de doğar doğmaz hadım edilen hayvanların üzerinde incelemeler yapılmıştır. Doğar doğmaz hadım edilen deneklerin daha az saldırgan oldukları tespit edilmiştir. Ancak dişi hayvanlara testesteron hormonu verildiğinde deneklerin saldırganlık oranında artış olmuştur. Bu durumda testesteron hormonunun saldırganlık davranışının sebebi mi yoksa saldırganlık davranışının hormon salgılanmasına mı neden olduğu sorusu gündeme gelmektedir. Yine hayvanların saldırganlıkları türlere göre değişme gösterirken aynı tür içinde farklı cinsteki hayvanların saldırganlıkları da duruma göre değişebilmektedir. Örneğin yavrusu tehdit edilen dişi bir hayvan erkeğine göre daha saldırgan olabilir. Bu durumda saldırganlık davranışının ya da testesteron hormonunun tek başına kadın ya da erkek davranışının yaratıcısı ya da şekillendirici unsuru olduğunu söylememiz yanlış olmaktadır. ????:




İnsanlarda yapılan araştırmalarda sadece kültürün ve toplumun, bireyin davranışlarına ilişkin baskısının bireyin cinsiyetini belirlemeyeceği incelenmiştir. Araştırma erkek tek yumurta ikizlerinden birinin küçükken olduğu sünnet sırasında cinsel organının yanlışlıkla hasar görmesi sonucu cinsel organının kadın olarak yeniden yapılandırılmasına karar verilmiştir. Çocuk geçmişinden habersiz olarak kız gibi yetiştirilmeye başlanmıştır. Küçük bir kızken bebeklerle oynayıp, ev işlerine yardım etmeyi ve büyüdüğünde evlenmeyi isterken diğer kardeş erkeklerle oynamayı, itfaiyeci olmayı ve arabalarla oynamayı tercih etmiştir.

Tek yumurta ikizlerinin farklı cinsel kimliklerle yetiştirilmesine dayanan bu örnek toplumsal baskının, kültürün ve ailenin çocuğa vermiş olduğu kimliğin önemini vurgulamaktadır. Ancak küçük kız ergenliğe geldiğinde bir görüşme yapılmıştır. Bu konuşma sırasında kızın toplumsal cinsiyet kimliğiyle ilgili problemleri olduğu hatta kendisini bir erkek gibi hissettiği ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak bu örnekte olduğu gibi cinsel kimlikler oluşurken bunları biyolojik etmenlerden bağımsız düşünemeyiz. Bu bağlamda Lewontin’in cinsiyetle ilgili yapmış olduğu tanım herkesin kabulleneceği türdendir (Giddens;2000:99):

“Bir kişinin kendi kimliğini birincil olarak erkek ya da kadın diye belirlemesi bu belirlemeye eşlik eden tutum, düşünce ve istekler toplamıyla birlikte, bu kişiye çocukken hangi kimliğin yüklendiğine bağlıdır. Olayların olağan seyrinde, bu kimlikler, uyumlu kromozom hormon ve morfoloji farklılıklarına karşılık gelir. Dolayısıyla,biyolojik farklılıklar, toplumsal roller arasındaki farklılaşmanın bir nedeni olmak yerine bir habercisi haline gelir” (Lewontin;1982).

Biyolojik etmenlerin toplumsal cinsiyet farklılıklarını daha kolay anlamımıza sebep olsa da, cinsiyet rollerinin aile ve medya gibi toplumsal kurumlar yoluyla öğrenildiğini yani cinsiyetin toplumsal bir olgu haline dönüştüğünü belirtebiliriz.

Cinsiyet rollerimizi ailede ebeveynlerin bize karşı davranışlarıyla öğreniriz. Yapılan araştırmalarda aileler kız ve erkek çocuklarına karşı farklı davranmadıklarına inansalar da farklı davranışlarda bulundukları ispatlanmıştır. Kendilerini bir bebeğin kişiliğinde olmaları istenilerek yapılan bu araştırmada denekler bebeğin kız ya da erkek olmasına yönelik yanıtlar vermişlerdir. Bebeklerin toplumsal cinsiyeti öğrenmeleri ise bilinçsizdir. Kadınların kullandıkları kozmetik ürünlerinin de etkisiyle bebeklerin eşlediği kokular arasında farklılık yaratır. Ayrıca bir bebeğin giyim tarzı ve kullandığı (toka, çorap, giysi) aksesuarlar farlılık gösterir bu nedenle de iki yaş civarında bir bebek kendisinin ve başkasının cinsiyetini sınıflandırabilecek bilişsel seviyeye ulaşır.

Buna istinaden çocuklar ancak altı yaş civarında cinsiyetin değişmeyeceğini; kızlar ve erkekler arasındaki farklılıkların anatomik temelli olduğunu kavrayabilirler. Küçük çocukların gördüğü resimli kitaplar televizyon programları ya da oyuncaklar toplumsal cinsiyetin öğretilmesinde araç görevi üstlenirler. Öğretilen bu ayrım o kadar taraflıdır ki tarafsız görülen oyuncaklar bile aslında böyle değildir. Kedi, tavşan gibi sevimli peluş oyuncaklar kızlara verilirken, erkeklere aslan ve kaplan gibi yırtıcı ya da vahşi oyuncaklar uygun görülür.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt