Su Kasidesi Açıklaması ve Söz Sanatları ( Sorular - Cevaplar - Örnekler - Konu Anlatımı )

Sponsorlu Bağlantılar

Doğuş Pertez

Doğuş Pertez

Admin
    Konu Sahibi
Su Kasidesi Açıklaması ve Söz Sanatları ( Sorular - Cevaplar - Örnekler - Konu Anlatımı )
1. Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlare su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su

Eşk: Gözyaşı
Denlü: Denli, gibi, kadar
Od: Ateş

(Ey göz! Gönlümdeki içimdeki ateşlere gözyaşımdan su saçma. Çünkü bu kadar çok tutuşan ateşlere su fayda vermez.)

Mübalağa: Şairin gönlündeki ateşlerin su ile söndürülemeyecek derecede çok olması

Mecaz: Od’un aşk ateşi yerine kullanılması.

Tezat: Su-ateş

Buradaki ateş gönüldeki manevi ateştir. Su ise maddiyatı temsil eder. İkinci mısrada ise iki farklı anlam vardır. Birinci anlam “yangının çokluğu”dur. İkinci anlam ise “Böyle mecazi bir yangına bu su çare değildir.” şeklindedir. Yani gönül ateşi üzerine gözyaşının dökülmesi, manevi olan ateşe maddi olan bir suyun serpilmesini anlatır. Ancak yangını söndürmek için suyun bolca dökülmesi gerekir. Yangına su serpilirse yangın daha da çoğalır (Burada aslında gönül bir mumdur. Mumun ortasındaki iplikse can ipliğidir.). Az su yangını söndürmez tam tersine yangını arttırır.
Normal şartlarda gözyaşı, ağlamak insanı rahatlatır; ama şair burada bunu tam tersini istiyor. Gönlünün daha da tutuşmasını, manevi aşkının artmasını istiyor.

2. Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su

Âb: Su
Gûn: Renk, gidiş, tarz
Âb-gûn :Su rengi, Mavi, mavi renkli; suya benzer.
Devvâr: Devredici, devreden, çok dönen.
Günbed-i devvâr rengi: Gökyüzünün rengi.
Muhît: Etrafını çeviren, kuşatan, çevre

(Dönüp duran kubbenin rengi su rengi midir, yoksa gözümden akan su devreden kubbeyi mi kaplamıştır, bilemem.)

Tecahül-i Arif: Gökyüzünün neden mavi olduğunu bilmemezlikten geliyor.
Mübalağa: Gözyaşının gökyüzünü kaplaması.
Hüsn-i Talil: Göğe kendi gözyaşlarının renk verdiğini söylemesi.
Tenasüp: ‘Göz, aşk, su, saç-; od, dutuş-’ kelimeleri arasında anlam ilgileri vardır.
Âb-gûndur Azeri lehçesinin özelliği olan bir soru cümlesidir. “Su rengindedir?” şeklinde çevrilebilir. (Azerbaycan’da gelen kişiye “Geldin?” diye sorulan sorulardan kastedilen “Geldin mi?” sorusudur.) (Tecahülüarif yapılmış) Burada “devvar” sözcüğü önemlidir. Anlamı dönen, dönektir. Şair burada gök kubbenin dönekliğinden bahseder. Gökteki her bir katmanın dünya çevresinde her yöne döndüğünü ve bu katmanların su olduğunu düşünürsek dünya ve çevresindeki bu katman da dönektir. Şair de böyle düşünüyor. İşte bu yüzden felek anıldığında döneklik akla gelir. “***** felek” deyişi de buradan gelir.
Gökyüzünün su renginde olduğu ifadesini açıklamanın iki yolu var. Birincisi gözün çevresinde sürekli suyun bulunması. İkincisi gözyaşının insanı kuşatmasıyla insanın gözyaşından başka bir şeyi görememesi.
Dünya bir su değirmeni gibi düşünürse, değirmeni döndüren sürekli akan sudur. Yani dünya değirmenini döndüren bir sudur. Burada değirmen bir mazmundur.

3. Zevk-i tîgundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırağur rahneler divâra su
Tîg: Kılıç
Zevk-i tîg: Kılıcın zevki
Aceb yoh: Şaşılmaz.
Çâk çâk: Parça parça kılıç şakırtısı.
Mürûr: Geçme, akma, bir yandan öbür yana geçme, sona erme.
Mürûr ilen: Geçmek akmak suretiyle, zamanla.
Rahne: Yarık, yırtık, zarar, ziyan; oyuk
Dîvâr: Duvar.

(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim akarsu da gelip geçerken duvarda yarıklar açar.)

Açık İstiare: Bakışları keskin kılıca benzetilmiş. Kendisine benzetilen kılıç söylenmiş.
Tenasüp (leff ü neşr): tıg-gönül-çak çak
Su-divar-rahne sözcükleri birbiriyle karşılıklı olarak uygundur.
Teşbih: Aşığın parça parça olmuş gönlü yarılmış açılmış duvara benzetilmiş.
Şair sevgilinin kılıcının açtığı yaralarının zevkindedir. Buradaki kılıçtan kastedilen sevgilinin kılıç gibi keskin, şairin kalbinde derin yarıklar açan bakışlarıdır. Ama şair burada acı ve azaptan değil zevkten bahsediyor. O, sevgilinin yan bakışlarının hançeri gelsin, bağrını yarsın istiyor. Çünkü aşk yarası aşık için gıdadır. Aşık için kılıç yarası, istenen özlenen şeydir. Sevgili (Hz. Muhammed) şaire baktığında şairin gönlü parça parça oluyor.
Burada aynı zamanda yaz sıcağında ker*** evlerin kuruması ve o kuraklığın ardında yağmur yağdığında da ker*** evlerin duvarlarında yarık açtığını dile getirmiştir. Bundan çıkan sonuç şudur; Fuzuli kendisinin topraktan yaratıldığını, yağmur yağdığında nasıl ker*** evlerin duvarlarında yarıklar açıyorsa gözden akan su da insanın bağrında çizik çizik yarıklar açtığını söylüyor.
Bu beyitte aynı zamanda “kılıca su verilmesi” de dikkati çeker. Bir kılıca ne kadar iyi su verilirse kılıç o kadar iyi olur (Kılıca su vermek demek demiri kızgın ateşten çıkarıp birkaç damla su verilmesi ve demirin çelikleşip güçlenmesidir.)
Sevgilinin o gamze kılıcı, o bakışının kılıcı geldiğinde aşığın bağrındaki yangına su gelmiş olur. Su serpilmiş olur. “Bağrıma su serpti.” diye bildirilen ferahlık işte budur. Sevgili, gamze kılıcının suyu iyi verilmiştir.
Toprakta ve kılıçta su gizlidir. Beden de topraktandır ve içinde su gizlidir. Ama yangın başlayınca bedenin suyu tükenir. Tekrar suya muhtaç kalır. İşte o suyu özlüyor. Zaten yaşayabilmesi için o suya muhtaçtır.
Özet olarak; “Ey sevgili! Yaşamak için senin o gamze kılıcına su kadar muhtacım, suya olan ihtiyacım kadar muhtacım (Burada sevgilinin iyi su verilmiş kılıç gibi keskin bakışlarıyla suya olan ihtiyacını gidermek istediğini söylüyor.).

4. Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânın sözün
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yâre su

Vehm: Kuruntu; boşuna, yersiz korku
Dil: Gönül
Mecruh: Yaralı
Dil-i Mecruh: Yaralı gönül
Peykan: Temren, okun ucundaki sivri çelik parça.
İhtiyat: Tedbirli olma

(Yaralı gönül senin, ok temrenine benzeyen kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.Elbette yarası olan suyu ihtiyatla, çekine çekine içer.)

Ad aktarması: “Temren” söylenerek okun hepsi kastedilmiştir.
Tenasüp (leff ü neşr): Vehm-ihtiyat; dil-i mecruh-yara; peykan
Teşbih: Yaralı gönül hasta bir insana benzetilmiştir.
Açık istiare: Peykan ile sevgilinin kirpikleri kastedilmiştir.

Şair “peykan” sözcüğünü korkarak söyler. Çünkü peykan “ok” demektir (Burada mecaz-ı mürsel sanatı vardır.), okun ucunda su verilerek çelikleşmiş başlıktır. Sevgilinin kirpiğinin ok gibi olduğunu düşünmeliyiz. Kaş ise yaydır. Kaşlar çatıldığında yay da gerilmiş olur. Böylece oklar fırlatılmaya hazırdır. Yani kirpikler. Hepsinin ucunda da temren, peykan vardır.
Oklar servi fidanından yapılır. Ucuna da peykan takılır. Her peykan serviye (oka) muhtaçtır. Her servi de peykana. Peykanın iyisi kılıç gibi iyi su verilmiş olanıdır. Bu yüzden gözyaşıyla dolu olan kirpik, su verilmiş peykan gibi algılanır. Sağlamdır. Bu mısrada şair aslında o peykanın gelip kalbine sağlanmasını diler. Böylece aşk acısından zevk alır. Sevgilinin bakışları kalbine saplanan ok gibidir. Bu, aşık için bir hediyedir.
Peykan sözcüğünü korkarak söylemesinin bir nedeni de temrenin içindeki sudur. Çelikleşirken verilen su. Su dolu bir peykan yaralı gönle gelirse ona zarar verir. (Eskiden ağır hastalara, yaralılara su verilmezdi. Kuruyan dudaklar su ile ıslatılırdı. Çünkü su verilirse hastanın daha da kötüleşmesinden hatta ölmesinden korkulurdu.)
Şair sevgilisinin kirpiklerini (peykanın) adını anarken korkuyor. Peykanın gelmesini istiyor ama ona yaralı gönlünün dayanamayacağını düşünerek korka korka söylüyor. Yaralı hastalara suyun azar azar verildiğini söyleyerek de durumunu açıklamaya çalışıyor.

5. Suya versün bâğban gülzârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su

Suya vermek: Sele vermek, mahvolmaya bırakmak.
Bağ-bân: Bahçıvan
Gül-zar: Gül bahçesi
Tek: Gibi; yalnız
Min: Bin

(Bahçıvan nafile yorulmasın, gül bahçesini sele versin; çünkü gül bahçesini bin kere sulasa senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)

Teşbih: Sevgilinin yüzü güle benzetilmiş.
Hüsn-i Talil: Bahçıvanın görevi gül yetiştirmektir. Burada görev olarak değildir. Görevi sevgilinin yüzünün renginde veya şeklinde gül yetiştirmektir.
Tevriye: ‘Tek’ kelimesinin hem ‘bir’ anlamı hem de ‘gibi’ anlamı vardır. (Sevgilinin bir tane, benzeri olmayan, eşsiz olması)
Tenasüp: Suya vermek, bağban, gülzar, gül, su

“Suya vermek” bu beyitte kötü anlamdadır. Bahçıvanın bağı suya vermesi o bağın mahvolması demektir. Şair bu beyitte gül mevsimini kastediyor. (Gül mevsimi de Hz. Muhammed’in bulunduğu Asr-ı Saadet’tir.) Hz. Muhammed’in yüzü şeklinin güzelliğiyle güle benzetilmiştir.

Hz. Muhammed öldükten sonra bu dünyanın kıymetinin kalmamasını bahçıvanın gül bahçesini suya vermesiyle eş tutuyor. O gül bahçede olmadığı için bahçenin suya verilmesinin bir önemi olmadığını söylüyor. “Hz. Muhammed’in gül yüzü gibi bir gül daha bu dünyada açmaz.” diyor. 0
Hz. Muhammed bir zincirin halkası olarak, son peygamber olarak bu dünyaya geldi. Böylece halka tamamlandı. “Artık bahçıvan bağı suya verse de bir önemi yok.” diyor. Şair burada o gül açmamış olsaydı dünya nasıl bir dünya olurdu diye düşünmemizi istiyor. “Onun ümmetinin mutluluğu ve onsuz yaşamanın üzüntüsünü kıyasladığında bahçeye su verilsin.” diyor (İlk yaratılan nur Hz. Muhammed’e aittir. Peygamberlerin sonuncusu da odur. Yüzünde her zaman peygamberlik nuru bulunur.)
Bu beyitteki “teg” sözcüğü iki anlam gelir. Birincisi, yüzün gibi; ikincisi, biricik yani senin gibi bir tek gül açılmaz anlamı.


--------------- Ekleme ---------------

6. Ohşayabilmez gubârını muharrir hattuna
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su

Ohşatmak: Benzetmek
Gubâr: Toz,
Gubârî: Toz gibi ince yazı türü.
Muharrîr: Yazan, yazar.
Hâme: Kalem

(Hattatın gözlerine bakmaktan kalem gibi kara su inse de gubârî yazısını senin yüzündeki tüylere benzetemez.)

Tezat: Bakmak ve gözlerine kara su inmek yani kör olmak arasında tezat sanatı vardır.
Benzetme: Gubarî yazısını sevgilinin yüzündeki tüylere benzetiyor. (Gubarî toz anl***** geliyor. Hatt sanatında çok ince bir yazı.)
Kinaye: 1. Kalemin gözlerinden kara su (mürekkep) inmesi- gerçek anlam
2. Kağıda, yazıya devamlı bakan insanın gözlerinin kızardığının, kanlandığının, karardığının, mecazen zayıfladığı ve kör olmaya yüz tuttuğunun vurgulanması.

Tenasüp: “gubâr-hat; muharrir-hâme-kara su (mürekkep)” kelimeleri arasında.

Bu beyitteki “gubâr” iki anlamdadır. Birinci anlamı çok ince bir yazı;
ikinci anlamı, sevgilinin dudak etrafındaki ayva tüyleri.
Yazı için düşünülürse: Yazar, gubarî yazısını senin yanağındaki tüylere benzetemez. Çünkü yanağındaki tüyler çok daha incedir. Yahut ne kadar ince yazarsa yazsın yazar senin ayva tüylerin kadar ince yazamaz (Gubâr denilen ince yazıyı yazarken at kılından ya da verev kesilmiş kalemlerden yararlanılırmış. Gubâr çok ince, toz kadar ince yazılması gereken bir yazı biçimiymiş.).
Resim için düşünülürse: Ressam onun ayva tüylerini resmedemez. Ayva tüylerinin inceliğinden değil. Onu eşsizliğinden. Ressam ne yaparsa yapsın yaptığı resimde senin hatlarına benzetemez. Nakkaş veya şairin gözlerine kara su inmesi buna yeterli olmaz.
Gubârı yazanlar çok ince iş yaptıkları için gözleri çabuk bozulur yani gözlerine kara su inermiş. Şairin veya ressamın gözlerine kara suyun inmesi peygamberimizin yüzündeki parlaklıktır. Çünkü bir insan sürekli beyaza ya da parlak bir şeye bakarsa gözleri giderek bozulur. Fuzûlî’nin gözlerine kara su inmesinin söylemesinin sebebi peygamberimizin yüzündeki parlaklıktır. Ressam veya yazarın gözleri o parlaklığa bakarken bozulur.

Şaire göre yanak parlaklık, ayva tüyleri de buradaki yazıdır. Yazı ise ya “kader” ya da “Kur’an-ı Kerim’dir”

“Sen kainatın efendisi olduğun için Allah Kur’an-ı Kerim’i senin saf yanağına yazdı. Onun için bir yazar onu hiçbir zaman benzetemez.” (Telmih-Burada kafirlerin ayetler gibi söz söyleyebilecekleri söylediklerinde de ayetler yakın ama ayetler kadar güzel olamayan sözler söylemesi ve bunun üzerine bu olaylarla ilgili bir ayetin gelmesi anlatılıyor.)

7. Ârızun yâdıyla nemnâk olsa müjgânım n’ola
Zayi’ olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su

Ârız: Yüzün iki yanı, yanak
Yâd: Hatırlama, anma; hatır, gönül
Nem-nâk: Nemli, ıslak
Müjgân: Kirpikler
Temenna: Dileme, isteme, dilek, istek
Hâr: Diken

(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.)

Teşbih: Yanak güle, diken kirpiğe benzetilmiş.
Kinaye: Kirpiklerim nemlense 1. Kirpiklerin nemli olduğu gerçeği 2.Mecazen ağlamak anlamının belirtilmesi
Leff ü neşr: “ârız-gül, “yâd-temennâ”, “nem-nâk-su”, “müjgân-hâr”
Tenasüp: “Ârız-müjgan; gül-hâr-su vir-; hâr-gül; yâd-temennâ” kelimeleri arasında.

Fuzûlî, sevgilinin kirpiklerini şekli ve batıcılığıyla dikene, yanağın şekli ve rengiyle güle benzetmiş. Şair ağladığında kirpikleri ıslanıyor. Bu suretle sevgilini güzel yanağın gözünün önüne geliyor. Gül yetiştirmek için dikene su vermek nasıl boşuna değilse sevgiliyi görme isteğiyle ağlamak boşa değil. Burada sevgilini yüzü güneş gibi parlaktır. Biz nasıl güneşe baktığımızda gözlerimizden yaşlar akarsa aşığın da sevgilinin parlayan yüzüne baktığında gözleri yaşarıyor.

8. Gam güni etme dil-i bîmârdan tîgin dirîğ
Hayrdur vermek karanu gicede bîmare su

Bîmâr: Hasta, aşık
Dil-i bîmâr: Hasta gönül
Dirîğ etmek: esirgemek
Karanu: karanlık

(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.)

Leff ü neşr: Gam güni-karabu gice, dil-i bimar-tıg-su
Tenasüp: “Gam güni, dil-i bimar, karanu gice, bîmar, hayr, su” kelimelerinin arasındaki anlam ilgisi göz önünde bulundurularak bir araya getirilmiş.
Açık istiare: Sevgilinin keskin, yaralayıcı bakışları kılıca benzetilmiş. Yalnızca kendisine benzetilen söylenmiş.
İrsal-i mesel: “Geceleyin hastaya su vermek sevaptır” sözü
(Karanlık gecede hastaya su vermek sevaptır.)

Bu beyitte “bîmâr” sözcüğünün seçilmesi buradaki acının manevi bir acı olmasıdır. “Tîg” ise yine kılıç yine keskin bakıştır. “Ey sevgili! O gam günü geldiğinde bu hastadan keskin bakışını (kılıcını) esirgeme, ne olursun! O gün bakışının kılıcı bana gelsin, hasta gönlümle gelsin canından bezen gönlüm ölümle can bulsun. Senin bakışınla hayat bulayım. Beni bakışınla ümmetine kabul et.”
Burada gönül aşk hastası olarak kabul edilmiştir. Gönül her zaman aşk hastasıdır.
Bu beyitteki gam günü ölüm anı; su, kelime-i şahadet; gam günü, kıyamet günü; bimâr, şair; tıg, Hz. Muhammed’in şefaatidir.
Şair ölüm anında su istiyor yani kelime-i şahadeti ve tevhidi kastediyor (Zaten ölüm döşeğindeki insanın başında su bulunur.). Şair Hz. Muhammed’in hastasına su vermesiyle kıyamet gününde “Ümmetimdir.” demesini eşdeğer görüyor. Kıyamet gününde Hz. Muhammed “Ümmetim!” diye çağırırken kendisinin de onun gözüne ilişmesini, onu da karanlık gecede mutlu etmesini istiyor.
Beytin ikinci anlamı da şudur: Karanlık gece rüya olabilir. Onu görmeyi özlüyor ve “Karanlık bir gecede rüyama girsen de seni bir görsem. Şu hastana bir bardak su versen.” diyor.

9. İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it
Susuzam bir kez bu sahrada menüm-çün ara su

Peykân: Okun ucundaki sivri demir.
Hecr: Ayrılma, ayrılık.
Şevk: Gönül meyli, arzu, şiddetli arzu, istek, Keyif, neşe, sevinç.

(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve ayrılığında özlemimi yatıştır; susuzum, bu çölde bir defa da benim için su ara.)

Açık istiare: Kirpik yerine peykan sözcüğü kullanılmış. Kirpik oka benzetilmiş. Kendisine benzetilen ok (peykan) söylenmiştir.
Tezat: Sahra-su
Tevriye: kez (defa, kere) kelimesinin “gez” şeklinde “gezip ara” anlamında okunmasıyla.
Teşhis/ Kapalı istiare: “gönül” şaire su arayan birisi gibi düşünüldüğünden kirpik yerine “peykan” kelimesi kullanılarak.

Şair burada sevgilinin peykanını istiyor, böylece gönlü sükûnete erecek, özlem bitecek. Özlemin bitip artmaması için bir tek bakış istiyor. Ancak o zaman hasreti dinecek. Çünkü “Susuzum, bir kez de bu sahrada benim için su ara.” feryadı içinde kıvranıyor.
Ok ile ayrılık arasında bağ vardır. Ok yaydan çıktığında ayrılık başlar. Okun ucundaki peykan ise okla birliktedir. Burada ayrılık derken şu kastedilir: Oku peykandan, serviyi temrenden, servi boyluyu gözyaşıyla su verilmiş aşıktan ayrılmış olur ve bu zulümdür.
Şair peykanın ayrılığını istiyor. Çünkü susuz. Peykan oktan ayrılırsa gönlüne saplanacak. Böylece şairin susuzluğu giderilecek. Peykandaki su şairin gönlüne ferahlık verecek. Şair o kadar susuzdur ki sevgilinin temresinden bulunan suya bile muhtaçtır. Aslında onun merhametine muhtaç. Aşığa suyu verecek sonuçta. Zaten su da rahmet demektir.
Şair aynı zamanda kez yerine “gez” anlamı da vermiştir. Gez atıcılıkta kullanılan bir terimdir. Okun atıldığı yerdir. Burada şair suya ulaşmasının bir gez kadar yakın olduğunu, aslında Hz. Muhammed’e yaklaşmanın zor olmadığını, bunun imanın bir göstergesi olduğunu söylüyor.

10. Men lebün müştâkıyam zühhâd Kevser talibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelür huşyâra su


Leb: Dudak
Müştak: Arzuyla, hararetle, isteyen, özleyen; susamış.
Zühhad: Dünya nimetlerinden el çeken kimse.
Kevser: Çokluk, kalabalık; cenneteki bir ırmak adı.
Hûş: Akıl, can.
Hûş-yâr: Akıllı, canlı, ayık

(Ben dudağını özlüyorum, sofular da Kevser istiyorlar. Nitekim sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş gelir.)

Tezat: Tüm beyte yayılmış. (su-şarap, mest-huş-yar)
Leff ü neşr: Renkleri ve sarhoş ediciliyle leb-mey; helal olmasıyla su, Kevser ilgili sözcüklerdir.

Ben senin dudağını arzuluyorum. Dudağın benim için yaşamdır. Dudağından çıkan birkaç sözle sen insana can veriyorsun. Ben dudağının aşığıyım ama zahitler cennetteki Kevser suyunu istiyorlar. Onlar ibadeti Kevser’e kavuşmak için yapıyorlar. İbadetlerinden beklentileri var. Onlar Kevser’i alsınlar. Ben senin dudağının özlüyorum. Cennet umrumda değil. Dudağın öyle bir şaraptır ki onunla mest olunca zaten cennet kendiliğinden gelir. Dudak şarap gibi kırmızıdır. Su ise beyazdır. Ben şarabı özlüyorum. Sofular ise Kevser’i. Nitekim sarhoşa mey içmek, aklı başında olana da su içmek hoş gelir.
Şarap dinen yasaktır. dini emirlere uyanlar şarap istemez. Ama aşık olanlar… Dudak tasavvufa göre şaraptır, birliktir. Ve tutulanın aklını başından alır. Kevser ise pek çok kişi tarafından içileceği için kesrettir, çokluktur. Şair; “Ben (aşık) birliğin peşindeyim, yaptıklarım menfaat için değil. Kevser’in peşinde değilim; ama sofular ibadetlerini karşılık için yaparlar. Aşık ise karşılıksız yapar.
Burada Yunus Emre’nin şu dizeleri akla gelir:
“Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni.”
Zaten böyle karşılıksız davrandığı için Allah aşığa her şeyi verecektir. Bu yüzden aşık olmak zahit olmaya yeğdir. Çünkü Hz. Muhammed kıyamette “Ümmetim!” diye çağıracaktır. Bunu muhatap olmak her şeye bedeldir.


--------------- Ekleme ---------------

21. Dostu ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâre su

Mâr: Yılan
Zehr-i mâr: yılan zehri
Âb-ı hayat: **ümsüzlük suyu
Hasm: Düşman

(Dostu yılan zehri içse bu zehir onun dostu için âb-ı hayat olur. Fakat, düşmanı su içse o su düşmanına elbette yılan zehrine döner.)

Tezat-Tenasüp: Dost düşman, yılan zehri, âb-ı hayat.
Telmih: Peygamberin mucizesine atıf.
Leff ü neşr: Dost-hasım, zehr-i mâr-su, olur-döner, âb-ı hayat-zehr-i mar” kelimelerinde. 1. mısrada sıralanan kelimelerin tamamlayıcı karşılığı 2.mısrada verilmiştir.

(AB-I HAYAT) Hızır, İlyas ve İskender ab-ı hayatı bulmak için yola çıkarlar. Vardıkları yerde oranın halkı ab-ı hayatın karanlıklar ormanını geçince (veya karanlıklar ormanında) olduğunu söylerler. Yollarına devam ederken yol üçe ayrılır. Onlar da eğer suyu bulurlarsa birbirilerine haber vermek şartıyla üçe ayrılıp suyu aramaya devam ederler. Sonra Hızır ve İlyas bir yerde karşılaşır. Onlar birlikte aramaya devam ederler. İskender de tek başına. Yorulunca bir ırmağın kıyısında oturup balık yerler, ırmaktan bir damla balığın üzerine düşer ve balık canlanıp ırmağa atlar. İlyas ve Hızır böylece bu suyun ab-ı hayat olduğunu anlarlar. Kana kana içip ölümsüzlüğe kavuşurlar. Ama Allah onlara bunu İskender’e söylememelerini emreder. Onlar da söylemez.
Zehir bazen tedavi amaçlı kullanılır. O zaman insanı hayata döndürür. Yılan zehrine alışık olduğunuzda zehri size hayat verir.
Peygamberimiz yılan sokan birine yılanın soktuğu yeri tükürüğüyle mest etmiş ve hayatını kurtarmıştır.
Hz. Ömer’e Mısır’da zehir içirmelerine rağmen zehrin onu etkilememesi.
Zehir Hz. Muhammed’in dostlarını etkilemiyor. Ab-ı hayat oluyor. Diğer bir taraftan;
Tebük’ten dönerken Semud kavmi’nin harabelerinden geçilir. O sırada Müslümanlar oradaki sudan kırbalarını doldurup ekmek yoğurmaya başlamışlar. Hz. Muhammed ise hepsini döktürmüş. Çünkü oradaki suyun pis olduğu Allah tarafından kendisine bildirilmiştir. Suyun pisliği sadece moleküler yapısından değildir. İçeni ahlâken de zarar uğratacak yapıdadır. Hastalık bulaştırmasın diye temiz görünen suyun kullanılmasını engelliyor.
Hicret sırasında Hz. Muhammed, Hz. Ebu Bekir’le bir mağaraya girerler. Hz. Muhammed bir ara başını Hz. Ebu Bekir’in dizine yaslayarak uyur. Bu sırada bir ****kten zehirli bir yılan gelir. Hz. Ebu Bekir yılanın Hz. Muhammed’e zarar vereceğini korkusuyla geldiği ****ği ayağıyla kapatır. Yılan sürekli çıkmak ister, ayağını sokat; ama o inatla çekmez. Bir süre sonra Hz. Muhammed uyanır ve Hz. Ebu Bekir’in acısını anlar. Hz. Ebu Bekir de olanları anlatır. Hz. Muhammed zehri etkisiz hale getirir ve yılana çağırıp neden böyle yaptığını sorar. Yılan da onu güzel yüzünü görmek için yaptığını söyler.

22. Eylemiş her katre den men bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su

Katre: Damla
Rahmet: Acıma, koruma; merhamet, nisan yağmuru
Bahr-ı rahmet: Rahmet denizi
Mevc: Dalga
Mevc-hîz: Dalga kaldıran, dalgalandıran.
Vuzu’: Abdest, abdest alma.
Urgaç: Vurunca, vurduğu zaman.
Ruhsâr: Yanak, yüz.
Gül-i ruhsâr: yanağın gülü, güle benzeyen yanak.

(Abdest almak için el uzatıp gül yanaklarına su vurunca sıçrayan her su damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.)

Benzetme: Peygamberimizin yanağı güle benzetilmiş.
Tezat: Katre- bahr
Tenasüp: Su ile ilgili sözcüklerin hepsi.

Abdest günahları döker. Abdest suyunun değdiği uzuvlarımızdaki günahlarımız bağışlanır. Böylece Allah’ın huzuruna çıkacak hale geliriz. Dolayısıyla Abdest suyunun her bir damlası ayrı bir rahmet denizidir. Abdest alınca insanlar rahmet denizinde yıkanmış gibi oluyor.
(O çiğ tanesi olmasa belki de gül solacak. Çiğ tanesi güle canlılık veriyor.)
Şair; gül yapraklarının üzerindeki çiğ tanelerinin nasıl rahmet olduğunu anlatabilmek için Hz. Muhammed’in gül yanağının üzerinde abdest alırken serpilen suyun parçalanmasını örnek gösteriyor. Burada gerçek gül onun yanağıdır ve yanağa değen her bir damla bir çiğ tanesi misali rahmet denizine doğru yol almaktadır.
Tasavvufta her damla denizi özler. Denize kavuşmak ister. İşte güldeki çiğ tanesi (onun yanağındaki bir damla) rahmet denizine doğru gidiyor.
Hz. Muhammed Tebük’ten dönerken bir kuyu veya kaynak su görüyor. Suyu kesilmek üzere olan kuyunun içine üç tane demir çubuk saplıyor. Kurumaya yüz tutmuş o kaynaktan birdenbire ırmak gibi sular akmaya başlıyor. Şair yukarıdaki ifadesiyle sanki o mucizeye atıfta bulunuyor.
Tasavvufa göre damla çokluğuyla kesret; denizse vahdettir. Damla küçük, denizse büyüktür. Her damla kesret aleminden denize, vahdet alemine düşe kalka, zorluklarla kavuşmak ister. Burada damla derviş, deniz ise Allah’tır.

23. Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taşdan taşa urup gezer âvâre su

Hâk: Toprak
Pây: Ayak
Hâk-i pây: ayak toprağı, ayak tozu, ayağın bastığı yer, ayağın bastığı toprak;
mezar.
Muttasıl: Ulaşan, kavuşan; bitişen; ara vermeden…
Ur: vurmak

(Su, ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)

Kişileştirme: Suyun peygamberimize olan aşkı, ona kavuşamadığı için kendini taşlara vurması.
Hüsn-i Talil: Suyun gezmesinin sebebi olarak. Yine Suyun taşların arasında onlara çarpa çarpa gitmesini şair “üzüntüsünden, pişmanlığından dolayı suyun başını taştan taşa vurduğu”
Kapalı İstiare: Su insana benzetilmiş. Sadece su söylenmiş.
Tezat: Ayak ve baş kelimeleri arasında.

Şair önceki beyitlerde Dicle’nin Medine’ye doğru aktığını söylüyordu. Hz. Muhammed’e ulaşmak, ayağına ulaşmak için ömürlerdir, yüzyıllardır kendini yıpratarak Hz. Muhammed’e doğru akıyor (Hani şair onu kıskanıyor, onu yolunu değiştirmek istiyor, yolunda toprak olmak istiyor, bağrı yanıyordu…).
Burada isyankâr insanlara sesleniyor. Bir ırmak başını taştan taşa vurarak akıyor. Ama bir insanlar bunu yapmıyor. Ömürler boşa gidiyor. Irmak bunu yapıyor. Ayağının değdiği toprağa erişeyim diye yapıyor ama bizler hiçbir çaba göstermiyoruz. Hayat boşa geçiyor ve biz bunu farkında değiliz.
Dicle sürekli Hicaz’a doğru akıyor. Hacılar da her yıl Hicaz’a gidiyor. Su da oraya hacı olmaya gidiyor. İnsanlar da su olmak, rahmet almak, rahmet olmak için gidiyor. Burada suyun taştan taşa vurması çektiği insanların hacca giderken çektiği sıkıntıdır. Eskiden insanlar hacca giderken yolda birçok sıkıntı çekiyorlarmış. Tüm bu taştan taşa vurmalar, çekilen sıkıntılar sevgilinin ayağının toprağını öpmek için.

24. Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su

Der-gâh: Kapı yeri, eşik; padişah kapısı, saray; Allah’ın huzuru, Şeyh kapısı, tekke
Hâk-i der-gâh: Eşiğin toprağı.

(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak ister. Parça parça da olsa o eşikten dönmez.)

Kişileştirme: Suyun aşık insan gibi davranması.
Hüsn-i Talil: Su parça parça olsa bile yine bir araya gelir. Bunu “ölse de yolundan dönmez” şeklinde gösterilmiştir.
Leff ü Neşr: Zerre zerre- pâre pâre, nûr-su.
Teşhis: Su, insan gibi, âşık gibi düşünülmüş.
İster toprak ister toz olsun her zerre ışığını güneşten alır. Bu zerre su ise o zaman ışık kat kat fazla kırılır ve paramparça olup zerrelere ayrılır. Suyun parçalanmasıyla büyük bir güç oluşur. Güçle taşları ve metalleri keser. Demek ki su bir yandan yumuşak huyun bir yandan katı bir keskinliğin örneğidir.
Şelale kenarında yüzümüze su damlaları çarpar ama biz onu göremeyiz. Sebebi su zerrelerine ışığın çarpmaması. Burada Dicle nehrinden bahsediyor. Onu parça parça etseler bile o bildiği yoldan dönmez. Ben de onun gibi paramparça olsam da bu yoldan dönmem. Bağrımda yanan aşk var. Varlığı, ham maddesi ısı ama aşkla birdenbire ışık oluyor.
(Ateş ile suyun moleküler yapısı birbirine benzer. Ateşin moleküler yapısı sudan bir birim azdır. Hz. İbrahim’i ateşin yakmadığı söylenir bu yüzden. Ateş su olmuştur.)

25. Zikr-i na’tun virdini derman bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def’-i humâr içün içer meyhâra su

Zikr: Anma anılma.
Na’t: Övme, Hz. Peygamberi ve dört halifeyi övmek için yazılan şiirler.
Vird: Dile dolanan, sürekli tekrarlanan söz.
Ehl-i hatâ: Hata ehli, günahkar kişiler
Humâr: Şarabın verdiği sersemlik, baş ağrısı, uykudan önceki ve sonraki mahmurluk.
Mey-hâr: içki içen

(Sarhoşlar içkiden sonra gelen baş ağrısını gidermek için nasıl su içerlerse, günahkarlar da senin na’tının zikrini dillerinde tekrarlamayı derman bilirler.)

Benzetme: Benzeyen: Ehl-i hatâ Benzetilen: Meyhâra Benzetme Edat: Eyle ki
Benzetme Yönü: Pişmanlığı ifade için yapılan fiiller( su içmek, bir şeyi su gibi içmek, ezberden okumak.)
Tezat: Humar-derman
Tenasüp: Meyhâra, içer, def’-i humar

İçki içen kimsenin bir süre sonra çektikleri baş ağrısı ve ağırlığıdır. Bu baş ağırlığı ancak küçük bir içki içmeyle giderilir. Su içmek ise humarı arttırır. Zaten içki içmenin adabına uygun değildir.
İlk dizeye dönersek;
Zikir ve vird bir şeyi tekrarlamaktır. Zikir Allah’ın adını tekrarlamaktır. Hastalarda şifa için sürekli Hz. Muhammed’in adını anarlar. İşte burada hata yapanların sürekli Hz. Muhammed’i överek derman aradıklarını söylüyor. Şair burada aynı zamanda iç hesaplaşmasını yapıyor. Eskiden şairler içki içmeseler bile içkiyi öven gazeller yazarlardı. Böylece hata ehli olurlardır. Bu sebeple divanların başına naat (övgü şiirleri), münacat (Allah’a yalvarmak için yazılan şiirler) koyuyorlardır. Şarabı öven şiirleri yazıp yani hata ehli olup daha sonra da naatlarla da af diyorlardı. Burada şarap içenler ağrılarını gidermek için nasıl humar içerlerse bir noktadan sonra senin adını anıp hadislerini söyleyerek bu hatalarından dönerler.
Kâb b. Züheyr, İslâmiyet yayılırken İslâmiyet’in aleyhine bir sürü gazeller söylüyordu. Hz. Muhammed ise “kanı helaldir” diye bir emir dağıtmıştır. Kâb b. Züheyr’in şiirleri o kadar etkileyiciydi ki onu dinleyenler İslâmiyet’i tanımadan İslâmiyet’e düşman oluyorlardı. Kanı helâl kılındıktan sonra Kâb b. Züheyr ortadan kaybolur. Uzun bir süre sonra bir gün Hz. Muhammed meclisine bir şair gelir. Şair bir şiir, bir kaside, bir methiye söylemeye başlar. Herkes onu hayranlıkla dinler. Şiirin öyle bir beytini söyler ki Hz. Muhammed hediye edecek bir şey bulamadığı için kendisine üstündeki hırkayı verir. Şair ise kendisinin Kâb b. Züheyr olduğunu açıklıyor ve Hz. Muhammed onu affediyor.
Kâb b. Züheyr Cahilliye Döneminde içkinin su yerine içildiği bir zamanda yaşamıştır. Hatadan dönünce birdenbire içkinin baş ağrısını, içkinin daha önce biriktirdiği o karalıkları hep su ile yıkamaya başladı. Çünkü su rahmetti ve su Hz. Muhammed’i temsil eder. Hz. Muhammed: “İçki kötülüklerin anasıdır.” der. Çünkü içki içildiğinde başka kötülükleri yapılmasına yol açar.
“Vird” sözcüğü “verd” şeklinde de okunabilir. Verd ise gül yaprağı demektir. Yaprak ise yazı içerir. Yazıyı düşündüğümüzde yaprak kitaba dönüştürülmüş olur. Kitap olunca da naat (övgü) metni oluşur. Naatlarda da şifa olduğuna göre vird kadar verd de şifa olur. Kademe kademe yani. Bu kitaba bakıp naat okuyarak şifa beklenebilir.
Burada şairin söylediği her sözcük birbirine ulaşarak dönüp dolaşıp nata geliyor.


--------------- Ekleme ---------------

26. Yâ Habîba’llâllah yâ Hayre’l-beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su

Habîbullâh: Allah’ın habibi, sevgilisi, Haz. Muhammed.
Hayrü’l-beşer: İnsanların en hayırlısı
Teşne: Susamış, susayan
Leb-teşne: Susuzluktan dudağı kuruyan
Hem-vâr: Daima, her an, sürekli; uygun yer.

(Ey Allah’ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Susamışların sürekli su diledikleri gibi ben de seni özlüyorum.)

Tenasüp: Müştâk-habib; leb-teşne-su-yan” kelimeleriyle.
Benzetme: Susuzluktan dudağı kurumuşların su dilemesi gibi seni özlüyorum.
Tezat: yan-, su kelimeleriyle.

Şair burada özleminin büyüklüğünden bahsediyor. Bu özlem öyle büyük ki… Tabiri caizse çöldeki yolcuların serap görecek kadar susamalarına eş tutuyor. Kendini susuzluktan dudakları çatlamış insanlara benzetiyor. Bu özlem öyle bir özlem ki dudak suya hasrettir. Yanıp yangın içinde sürekli su diler. Şair burada elini açmış dua eder gibi görünüyor. Hz. Muhammed’e İnsanları en hayırlısı, Allah’ın sevgilisi sıfatlarıyla sesleniyor. Ondan şefaat istiyor. Böyle iltifat ederse kendisini boş çevirmeyeceğini düşünüyor. Sonuçta herkes Hz. Muhammed’den şefaat ummaktadır. “Daha Âdem ruh ve ceset arasında iken, yani yaratılmadan ben nebî idim.” diyen bir mübarek varlığın yüzü suyu hürmetine elbette Allah onun müminlerini affedecektir.

27. Sensen ol bahr-ı keramet kim şeb-i Mirâc’da
Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâr su

Kerâmet: İkram, olağanüstü durum.
Bahr-ı keramet: Keramet denizi, Hz. Muhammet
Şeb: Gece.
Şeb-i Mi’râc: Miraç gecesi
Şeb-nem: Çiğ
Seyyar: Gezen, gezici.

(Sen o keramet denizisin ki Miraç gecesinde feyzinin çiğleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmıştır.)

Benzetme: Peygamberimizi keramet denizine benzetmiş.
Tezat: Bahr-şebnem.
Tenasüp: Bahr-şebnem-feyz-su
Telmih: Miraç gecesi

Şaire göre onun feyz ve bereketi, yani şebnemi veya su buharı hem yıldızları hem gezegenleri doldurmuş durumda.
(Eskiden isin denilen bir maddenin dünyayı kapladığı düşünülürdü (Bu şimdiki atmosferdir.) İsin’in içinde akışkan bir madde vardır. Bu maddeyle uzayda ışık dalgaları yayılabilir. Biz bu maddeyle, bu maddelerin sıvı oluşuyla maddelerin görünürlüğü adına yıldızları görüp tanıyabiliyoruz.)
Hicret’ten bir buçuk yıl önce Miraç olayı gerçekleşmiştir. Miraç’ta Hz. Muhammed Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya gitmiş oradan da miraca çıkmıştır. Bir rivayete göre miraca çıkarken bütün gezegenler yoluna çıkıp selamlaşmışlar ve kendisinden şefaat dilemişlerdir. Böyle Hz. Muhammed’in bereketi tüm kâinatı kaplamış oluyor. Sonuçta “Sen olmasan, sen olmasan ya Muhammed! Kâinatı yaratmazdım.” kutsi hadisi sebebiyle gezegenlerin parlaması da Hz. Muhammed’in yaratılışıyla açıklanabilir. İslamiyet’in sonsuza değin yaşayacağını düşüncesini şair çoğaltarak “Gezegenlerde bile, gökte bile onun dini hakim olacaktır.” şekline büründürüyor.
Beyitte geçen keramet sözcüğü iyilik, cömertlik, ihsan anlamındadır. Bahr ise deniz, kaynak anlamındadır. Bahr-ı keramet iyilikler denizi demektir. Deniz suyun kaynağıdır. İncinin çıkarıldığı yerdir. Denizden balık tutar karnımızı doyurur, inci çıkarır zengin oluruz. Sahilde oturup hayal kurarız. Yani denizin birçok yararı vardır. Bu kerametlerin her biri bir inci gibi görülmektedir. Diğer bir değişle deniz bir kaynaktır. Nehirler denizlere akıyor. Denizdeki su buharlaşıyor, yağmurla toprağa karışıyor. Bu suların bazıları tatlı su, bazıları tuzlu su, bazıları da şişelenip soframıza içme suyu oluyor. Bazıları pisleniyor, süzülüp arıtılıyor, damıtılıyor. Tekrar su haline geliyor. Böyle bir döngü Allah’tan kopup evrene düşen insanın tekrar aynı yolla Allah’a erişmesini sembolize ediyor. Böylece bu güzellik çemberi ile dünya dolaşıyor. Sürekli bir döngü var. Sanki her şey suyla şekillenmiş. “Hayatı olan her şeyi sudan yarattık.” ayeti akla geliyor.

28. Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mi’mara su

Çeşme: Pınar, kaynak, göz
Hûrşîd: Güneş
Zülâl: Soğuk, güzel, tatlı su
Merkad: Türbe, mezar
Tecdîd: Yenileme, yenileşme, onarma, tamir etme.

(Senin kabrini onaran mimara su lazım olsa, güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel su iner.)

Teşbih: Güneş çeşmeye, ışıklar zülale benzetilmiş.
Tenasüp: Mimar- tecrid, zülal-çeşme
Tezat: hurşid ve su kelimeleri arasında

Bu beyitte şair toprağının çatısını düzeltecek olan mimara güneşin bile çeşme olup su vereceğini söylüyor. Belki mimara su gerekir diye. Sadece ona. Şair “Yeter ki onaracak biri olsun. Senin uğruna bir tek kıpırdanış, bir hareket güneşin tatlarını yağdırır.” demek istiyor. “Eğer Hz. Muhammed’in mezarına hayır yapılacak olsa ve tamir su lazımsa güneş bile su yağdırır. Güneş, ateş olma özelliğinden çıkar.”

29. Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma
Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su

Bîm: Korku, tehlike.
Dûzah: Cehennem
Bîm-i dûzah: Cehennem korkusu
Nâr: Ateş; cehennem
Nâr-ı gam: Gam ateşi
Sûzân: Yanan, yanık
Dil-i Sûzân: Yanık gönül
Ebr: Bulut
İhsan: Bağış, lütuf, iyilik
Ebr-i İhsan: İhsan bulutu

(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış ama o ateşe senin ihsan bulutunun su serpeceğinden umutluyum.)

Tezat: Cehennem, nar, suzan-ebr, su serpmek bîm ümîd
Tenasüp: Ümîd etmek-su serpmek.
Leff ü neşr: “Bîm-i dûzah-ümid, nâr-ı gam- ebr-i ihsan, salmak-sepmek, suzan-nâr”

Burada cehennem korkusuyla yanan bir kalp var. Bu kalp öyle bir ateşle doludur ki hiçbir su söndürmeye yetmiyor. Sevgilinin ihsan bulutlarının suyu söndürebilir ancak. Bardaktan boşalırcasına olup ateşi söndürecek. İçi yanan bir insanın suya ihtiyacı vardır. Şairin de “Ümidim var.” demesinin sebebi budur. Cehennem korkusunda su ümidi vardır. “Allah’ın rahmetinden ümidinizi esirgemeyin.” ayetini hatırlatıyor. Çünkü bütün kirlerin temizlenmesi rahmet yağmuruyla yani suyla olur. Rahmetten ümidi kesmek zaten küfre girer. Şair rahmetten umudunu kesmediğini söylüyor. Bize duaya başlayacağını bildiriyor. Çevresini ateşlerin aldığını bu yüzden de duaya ihtiyacı olduğunu dile getiriyor. Umudunu belirtiyor.
Şair aynı zamanda Hz. Muhammed’in gölgesinin yere düşmediğini, başının üstündeki buutun sürekli onunla hareket ettiğini ve böylece rahmet bulutunun rahmetini istediğini söylüyor. “
“Sevgili senin ihsan bulutun seni sıcak günlerin ateşinden koruduğu gibi benim günahlarımın neticesi olan ateşi de söndürecek diye bir umudum var ve bu umutla yaşıyorum. Yoksa halim harap.”
(Ateş ile cezalandırmak Allah’a mahsustur. İslamiyet’te canlıları ateşle yakıp öldürmenin yeri yoktur.)
İnci, nisan yağmurundan olur. İstiridye, nisan yağmurları başladığında karaya çıkar. Yağmur damlasıyla beraber içine kum tanesi girer. İçine girdiğinde istiridyeyi rahatsız eder. İstiridye de acısını hafifletmek için sürekli sıvı salgılar, kum tanesinin üstünü kapar. Bir süre sonra o salgının hükmü geçer. Sürekli sıvı salgılanır. Sıvılar katman katman olur ve inci oluşmuş olur. Yani inci istiridyenin isteğiyle oluşmaz. Eğer istiridye yağmur tanesinden bir damla alıp denize dönerse kanaatkâr bir istiridye sayılır. Yusyuvarlak ve herkesin elde etmek istediği bir istiridye olur. Eğer açgözlü davranıp iki damla almamışsa inci eğri büğrü olur. İncilerin çoğu eğri büğrüdür. Yuvarlak olanı çok azdır. O nisan yağmuru istiridyenin içinde inci yapar. Ama nisan yağmuru baharda kış uykusundan uyanan, dersini ısıtmak isteyen yılana da zehir olur. Yani Allah’ın nimetini herkes kendi nasibine göre tasarrufudur. Hani huya göre tasarruf gibi. Yoksa nur hep aynı nur. Birisi ona başka şekil verir, karartır. Diğerini daha da parlatır.

(Tac Beyit)

30. Yümn-i natünden Güher olmış Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lülü-i şehvâra su

Yümn: Uğur, bereket.
Na’t: Överek anlatma, niteleme.
Yümn-i na’t: Na’tın uğuru, bereketi.
Güher: Cevher, inci, mücevher.
Ebr-i Nisan: Nisan bulutu
Lü’lü: İnci.
Şeh-vâr: Şaha, hükümdara yakışır, şahane.
Lü’lü-i Şah-vâr: Şahlara yakışır iri, kıymetli inci.

(Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî’nin sıradan sözleri nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su damlası gibi birer inci olmuştur.)

Benzetme: Sözlerini inciye benzetmiş.
Telmih: İncinin, nisan yağmurundan olduğu inancına.
Hüsn-i Talil: Fuzûlî’nin sözlerinin güzel olması Peygamberi övmenin bereketiyledir.
Tevriye: “Fuzuli’nin sözleri” hem Fuzuli'nin sözleri hem de değersiz boş sözler anl***** gelebileceğinden
Tenasüp: “yümn-ebr-i nisan-su; lü’lü-güher ve na’t-şahvar sözlerinin birlikte kullanılmasıyla.

Şair burada biraz kendini övüyor ve şiirinin güzelliğini farkına varılmasını istiyor. Bunu sebebi açıklarken de “Benim sözlerim cevher olamazdı, inci olmazdı; ama seni övdüğüm için senin adını andığım için her biri inciye döndü.” diyor.
Bir damla yağmur nasıl inciye dönüşürse ben de su gibi bir söz söyledim ama sonra adını andığım için o su damlası inciye dönüştü.

31. Hâb-ı gafletden olan b^dâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretden tökende dîdew-i bîdâra su

32. Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslın vere men teşne-i dîdâre su

Hâb: Uyku.
Hâb-ı Gaflet: Gaflet uykusu.
Bidâr: Uyanık.
Rûz: Gün.
Rûz-ı haşr: Mahşer günü
Eşk: Gözyaşı
Eşk-i Hasret: Özlem gözyaşı, hasret gözyaşı
Tökende: Döktüğünde
Dîde: Göz
Dîde-i bîdâr: Uyanmış göz, uyanık göz
Çeşme: Pınar, su kaynağı.
Vasl: Kavuşma, ulaşma, vasıl olma.
Çeşme-i Vasl: Kavuşma pınarı
Teşne: Susamış, susuz, çok istekli.
Teşne-i Dîdâr: Yüzün susamışı; görmeye, görüşmeye, güzel bir yüz görmeye susamış olan.

(Kıyamet gününde gaflet uykusundan uyanan düşkün göz, hasretten su döktüğü zaman, mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat çeşmesinin su vereceğini, mahrum bırakmayacağını ummaktayım.)

Tezat: Gaflet-bîdâr
Tenasüp: “dide-eşk-su-tök-” kelimeleri arasında.

Fuzûlî, öncelikle bu hayatın gaflet geçtiğini, bunun önünü almak için Hz. Muhammed’in dostluğunu edinmeye çabalamak gerektiğini, bu uğurda gözyaşı dökmenin lüzumunu, hatta bu gözyaşlarının hasret gözyaşları kadar sıcak ve yakıcı olması gerektiğini vurguluyor. Diğer yandan, mahşer gününde gaflet uykusundan uyanık olmanın çaresini de bu dünya da aşk ile uyanık kalmak, seherleri uyanık geçirmek biçiminde bir sisteme oturtuyor ki gerçekten aşık için seher vakti çok önemlidir. Sevenin sevdiğini samimiyetle anmasının en katıksız zamanı seher vaktidir.
Fuzûlî mahşer yerini şiddeti ve herkesin aynı kapıya ilticası göz önünde bulundurarak son beyitte tam bir dua ile kendisinin bağışlanma emelinden bahsediyor. Hz. Muhammed’i sevmiş olmaktan eli boş kalmamayı, tam tersine yüzünü görmekle onun meclisine dahil olmayı ummaktadır. Beyitteki çeşme-i vasl tamlaması bir yandan vuslat (kavuşma) çeşmesi denek olurken diğer yandan vuslat yüzü veya yüzünün vuslatı anlamlarına da alınabilir. Şair şefaat gününde kendisinin de ümmeti arasında sayılması için yalvarmakta, rahmet nazarının dışında kalmamayı dilemektedir. Üstelik o nazar ile çoktandır özlediği sevgilinin (Hz. Muhammed’in) yüzünü görebilmeyi, hani susuzluktan dudakları çatlayan birinin suyu istemesi gibi istemektedir.
Hayır yapmak isteyenlerin su hayrını tercih ettikleri, çeşme ve sebil yaptırdıkları meşhurdur. Şair, su rahmet olduğu ve hayatın da özünü oluşturduğu için. Hz. Muhammed’in şefaatini de sanki bağrı yanıklar içsin diye su dağıtmak, rahmetini paylaşmak olarak algılamış. Bu yüzden kendisini de o hayrın içinde görme umudunu belirtmiş.
 


Üst Alt