Ömer Seyfettin Üç Nasihat Kısa Özeti

Sponsorlu Bağlantılar

Doğuş Pertez

Doğuş Pertez

Admin
    Konu Sahibi
Ömer Seyfettin Üç Nasihat Kısa Özeti
Ömer Seyfettin Üç Nasihat Kısa Özeti

Ömer Seyfettin Üç Nasihat Kitabı Kısa Özeti

Durmuşun bir anasından başka kimsesi yoktu. Fakirdi. Ama gençti kuvvetliydi. Öküzünün biri ölünce tarlasını süremedi. Para kazanmak,tekrar çiftini düzebilmek için gurbete gitmeye karar verdi. Gurbet,İstanbul demektir. Köyde kim çaresiz kalırsa,kimin işi bozulursa,İstanbul yolunu tutar. Durmuş da torbasını omuzladı. Çarıklarını sıktı,eline bir değnek aldı,gurbetçilerin arkasına katıldı. Dere tepe aştı. Nihayet İstanbul’a geldi. İki gün hemşehrilerinin kahvesinde pinekledi. Ne iş tutacağını bilmiyordu. Bir sanatı yoktu. Bari uşak olayım,dedi. Kapı aramaya başladı. Bir hafta geçti. Münasip bir yer bulamadı. Bir gün kahvede Müstakim Efendi isminde birini salık verdiler;evi Edirnekapı’sında idi. Durmuş gitti. Bu efendiyi buldu. Ak sakallı,nur yüzlü bir ihtiyar… Eteğini öptü… Uşak arıyormuşsunuz,beni alın efendim,dedi. Müstakim efendi,onu tepeden tırnağa süzdü. Nereli olduğunu sordu. Durmuş:Kastanbolluyum,dedi. Evli misin? Hayır. Anan,baban var mı? Yalnız anam var. Babam sizlere ömür… Ne vakit İstanbul’a geldin ? On gün evvel…On gün boş mu gezdin? İş aradım.Bulamadın mı? Bulamadım.
Kazanacağı parayı ne yapacağını,borcu olup olmadığını sordu. Durmuşun verdiği cevaplardan memnun oldu. Peki oğlum dedi. Ben seni yanıma alayım ama… Çok para veremem…Durmuş:Ben çok para istemem efendim,dedi. Ama ben pek az para veririm. Ne kadar verirsiniz? Bir kuruş. Günde bir kuruş mu? Hayır. Haftada bir kuruş mu? Hayır. Durmuş biraz şaşaladı. Tekrar sordu: Ayda bir kuruş mu efendim? Hayır ! Senede bir kuruş…durmuş bu ihtiyar efendiyi kendisiyle eğleniyor sandı. Güldü. Önüne baktı. Utandı. Fakat Müstakim efendi yine: Senede bir kuruş…dedi. yalnız bu kadar değil. Bir de nasihat vereciğim. Durmuş gözlerini yerden kaldırdı: Ben nasihatı ne yapayım? Bana para lazım efendim. Para sarf olunur biter,yahut kaybolur,oğlum. Ama insanın aldığı nasihat hiç bitmez. Ölünceye kadar işine yarar.
Durmuş,mahzun mahzun yine önüne baktı. Kuru lafın işe yarayacağına hiç aklı ermedi. Tekrar Müstakim efendinin eteğini öptü. Çıkıp gidecekti. İhtiyar:Dur oğlum dedi. Şöyle duvarlara bak… Görüyorsun ya… Hep kitap dolu..Burada beş bin kitap var. Ben bunların hepsini okudum. Ömrüm ilim ile geçti. Saçım,sakalım kitap üzerinde ağardı. Aklın paradan daha kıymetli,paradan daha işe yarar bir şey olduğuna kanaat getirdim. Nasihat,hazır bir akıl demektir. Yoksa ben sana senede beş on lira verebilirim. Fakat paradan daha kıymetli olan nasihatı veriyorum. Aklın varsa kal. Bana hizmet et. Durmuş:Hayır efendim,bana para lazım,nasihat lazım değil…dedi. dışarı çıktı. Sokakta yalnız kalınca düşündü. Acaba bu paradan kıymetli olan nasihat neydi? Kahveye geldi. O gece merakından hiç uyuyamadı. Acaba tek kuruşa katık olarak vereciği nasihat ne idi? Sabah olunca Edirnekapı’sının yolunu tuttu. Müstakim efendiye gitti. Eteğini öptü: Vereceğiniz nasihatı merak ettim,dedi,bir sene hizmet edeceğim. Pekala oğlum,sene nihayeti kuruşunla nasihatını alırsın… Durmuş tam bir sene kitap odasını süpürdü. Bahçeyi belledi. Su taşıdı. Merdivenleri yıkadı. Camları sildi. Müstakim efendinin her hizmetini yaptı. Nihayet bir sabah efendisi onu çağırdı: İşte oğlum,yanıma gireli tam bir sene oldu. Kulaklarını iyi aç. Nasihatını vereyim: “Yolunu ,izini bilmediğin yere gitme!” Al şu kuruşunu da… Durmuş ,efendisinin uzattığı kuruşu aldı. Birden bire canı sıkıldı. Büyük bir nasihat alacağını sanıyordu. Halbuki bu kuru bir laftı. Ben bu nasihatı zaten biliyordum efendim ,dedi. Müstakim efendi güldü: Biliyorsan iyi..Şimdi o bildiğini hatırladın,bu daha iyi…Durmuş alık alık bakakaldı. Demek ki bir sene hep bu iki çift laf için çalışmıştı ha…Efendisinin eteğini öptü. İzin aldı. Çıkıp gidecekti. İhtiyar dedi ki:İstersen bir sene daha kal. Yine bir nasihatla bir kuruş veririm. Hayır istemem efendim,diyerek Durmuş çıktı. Hemşehrilerinin kahvesine gitti. Gece yine merakından uyuyamadı. Acaba bu vereceği nasihat ne idi? Bir sene sabretmiş,birinci nasihat için çalışmıştı. Şimdi meraktan çatlayacaktı. Acaba ikincisi ne idi? Dayanamadı. Kalktı,Müstakim efendinin evine geldi. Müstakim efendi onu çağırdı. Bu sefer kuruşu peşin verdi. Sonra: Al nasihatını:”Emanete hıyanetlik etme.”dedi. Durmuşun yine canı sıkıldı. Efendim ben bu nasihatı biliyordum. İyi ya işte…Biliyorsan şimdide hatırladın. Bildigini hatırlamak ,yeniden bir şey öğrenmek kadar faydalıdır. Durmuş giderken tıpkı geçen seneki gibi : Oğlum eğer bir sene daha kalırsan ,sana bir kuruşum,ama son bir nasihatım daha var…dedi. durmuş kabul etmedi. Çıktı. Hemşehrilerinin kahvesine gitti. Bir gece ,iki gece, üç gece…Rahat uyuyamadı. Acaba efendisinin son nasihatı ne idi? Belki bildiği bir şeydi. Ama ne idi? Hep bunu düşünüyordu. Sersem sersem iş aradı. Bulamadı:”Madem ki iki senelik emeğim havaya gitti,bir sene daha uğraşır,şu son nasihatıanlar,merakta kalmam”dedi.tekrar geldi. Eski kapsına girdi. Tam bir sene daha Müstakim efendiye hizmet etti. Sene nihayetinde efendisi onu çağırdı. Kuruşunu eline verdi: Al nasihatını da dedi.”Karını kendinin gitmediği yere gece yatısına gönderme !” Durmuş bu nasihata da omzunu kaldırdı. İçinden “Dipsiz bir laf işte…”dedi. izin aldı. Çıkacağı zaman efendisi nereye gideceğini sordu. Artık memlekete efendim. Başka bir yere girmeyecek mi sin? Hayır. Niçin ? üç sene oldu gurbetteyim. Anam ihtiyar gideyim bakayım, ne oldu? Pekala oğlum;yalnız yola çıkacağın zaman buraya uğra,sana bir hediye vereceğim. Anana benden götür olur mu? Olur efendim dedi. Hemşehrilerinin kahvesine gitti. Bu sene memlekete giddecek gurbetçilere başına geleni anlattı. Hepsi güldüler. Ulan sen deli misin dediler. Artık İstanbulda durmak istemedi. Ama memlekete nasıl gidecekti ? cebinde üç kuruşundan başka on para yoktu. Gurbete yayan gelinirdi ama,gurbetten yayan dönülmezdi. Para lazımdı. Herkes kirayla sürücü atları tutardı. Ayakla bu sıvacı kervanına karışmak mümkün değildi. Hemşehrileri haline acıdılar. Aralarında ona bir beygir toplayacak para topladılar. Tam Üsküdara geçecekleri akşam,Durmuş,efendisinin evine gitti. İşte gidiyorum efendim dedi. İhtiyar kalktı:Yolun açık olsun . al şu hediyelerimi anana götür, diye ona iki büyük somun uzattı. Durmuş içinden:haya münasebetsiz herif? Şu gönderdiği hediyelere bak diye kızdı. Ama belli etmedi. Somunları aldı.kahveye geldi. Heybesine koydu. Salıcılarla beraber Üsküdar’a geçti. Handa bekleyen beygirlere bindiler. Geceleyin ay aydınlığında yola düzüldüler.dere tepe düz gittiler. Dağlar aştılar. Bir gün bir ormanın kenarında taşkınca bir suya geldiler. Geçecek yeri bulamıyorlardı. Durmuş bu kadar bir su karşısında hemşehrilerinin ürkekliğine güldü. Atını suya sürecekti. Tam bu sırada efendisinin verdiği nasihat aklına geldi. Yolunu izini bilmediğin yere gitme! Dizgini topladı. Atının ön ayakları suyun içinde idi. Yanındaki arkadaşı durmadı. Atını sürdü. İki adım atıncaya birden suyu içinde kayboldu. Çıksın diye beklediler. Çıkmadı. O vakit civarda bir çoban buldular. Suyun geçilecek yerini öğrendiler. Meğerse orası bir girdapmış. Durmuş efendisinin nasihatını hatırlayarak,atını o zavallıdan evvel sürmediğine şükretti. Bir senelik hakkını helal etti. Yolda hemşehrileri ona yiyecek de veriyorlardı. Bir gün karnı çok acıktı. Efendisinni hediye gönderdiği şu somunlardan birisini koparıp yesem dedi. Elini heybesine atarken,tam bir senelik emek sarfederek işittiği nasihat aklına geldi:emanete hıyanetlik etme.! Elini çekti. Şeytana uymayayım dedi. Birkaç gün,birkaç gece daha yürüdüler. Nihayet bir gün karanlık bir ormanın kenarından geçiyorlardı. Ağaçların arasından: Teslim olun diye bir ses işitti. Durdu. Onunla beraber bütün kervan durdu. Eşkiyalar her tarafı çevirmişti. Efe meydana . canını kurtarmak isteyen üzerinde,başında nesi var,nesiyok buraya bıraksın. Selametle yoluna gitsi diye haykırdı. Kimse dayanamadı. Kimse kaçamadı. Eşkiyalar yolun gerisini de tutmuşlardı. Can maldan tatlı. Heskes nesi var nesi yok efenin önüne döktü. Senelerce emeklerle kazanılan lira kemerleri altın keseleri gümüş elmas hediyeler daha bir çok şeyler. Durmuşa sıra gelince:Benim bir şeyim yok dedi. Efe inanmadı. Nedemek sen gurbetten gelmiyor mu sun? Gurbetten geliyorum. Çalışmadın mı? Çalıştım. Para kazanmadın mı? Kazanmadım. Yalan. Vallayi kazanmadım. Hemşehrilerime sor istersen. Efe hemşehrilerine sordu. Hepsi Durmuşun para kazanmadığını, senede bir kuruşa hizmet ettiğini anlattılar. Efe Durmuşun aptallığına hem güldü ,hem kızdı. Adamlarına:Şu budalaya bir sopa çekinde bir daha ,bir daha para kazanmadan gurbette para kazan mayı gurbette kalmayı öğrensin! Dedi. Durmuşu yere yatırdılar. Canı çıkıncaya kadar dövdüler. Sılacıların hepsi Durmuş gibi hepsi evlerine on parasız döndüler. Durmuşun anası daha ziyade ihtiyarlamıştı. Zavallı kadın üç senedir çektiği sefaleti anlattı. Niye para kazanmadın a oğlum?diye darılacak oldu. Durmuş:Hemşehrilerim gibi kazansaydım ,yine eşkiyalara kaptırarak, elim boş dönecekti… dedi. Heybeden bir somun çıkardılar. Kırınca şıngır ,şıngır etrafa altınlar yayıldı. Şaşırdılar. Öbür somunu da kırdılar. Onunda içi altın dolu imiş. Sevinerek hepsini topladılar. Durmuş iki senelik emeğini efendisine emanet etti. Eğer bir sene bir sene hizmet ederek aldığı,yolunu izini bilmediğin yere gitme! Nasihatını aklına getirmeseydi girdapta boğulacaktı. İkinci sene aldığı,emanete hıyanetlik etme! Nasihatını hatırından çıkarsaydı, yolda somunları kıracak,altınlar meydana çıkacak,sonra hemşehrileri gibi soyulacaktı. Yavaş yavaş düşündükçe,efendisinin ne kadar büyük ne kadar akıllı bir adam olduğunu anlamaya başladı. Ona İstanbulda iken aylık verseydi,ihtimal ötede beride yiyecek,biriktiremeyecekti. Yahut sılaya dönerken paraları meydanda getireceği için bir kazaya uğrayacaktı. Durmuş daha ziyade düşündükçe akıl-olmazsa-para-hiçbir işe yaramazdı. İşte arkadaşlarının hali! Dağ başlarından ,eşkıya içinden ,dolu kemerlerle geçmenin cezasını gördüler. Durmuş zengin olunca tarla aldı. Bağ aldı. Koca bir çiftlik kurdu. Köyünün ağası oldu. Ama bir türlü evlenemiyor,yaşı otuzu geçtiği halde bir kız bulup alamıyordu. Evlenmesini teklif eden köy ağalarına : Bende isterim ama bir şartla!..derdi. nasıl şart ağa? Karıyı kendim bulunmadığım yere misafir göndermem. Akrabalarının yanına göndermez misin. Göndermem. Anasının,babasının yanına da mı göndermezsin? Kendim bulunmadığım hiçbir yere göndermem. Niçin? Bilmem. Durmuş efendisinin üçüncü nasihatini bir türlü aklından çıkaramadı. İlk iki nasihati de evvela anlayamamıştı. Ama sonra…Onların ne kadar faydasını gördü. Kendi köyünden ,komşu köylerde bu şartlarla kimse kız vermiyordu. Herkes:Biz evladımızı esir yapmayız diyordu. Nihayet iki saat uzak bir köyde öksüz bir kız bulundu. Durmuş onu aldı. Şanına layık düğün yaptı. Mesut oldu. Bir erkek çocuğu dünya ya geldi. Aradan dört sene geçti. Karısını hiçbir yere göndermedi. Anca beraber kanca beraber derdi. Bir gün karısının akrabaları geldi. Köylerinde düğün varmış. Durmuştan bir gece izin istediler. Hayır olmaz !dedi. niçin? Bilmem. Efendisinin nasihatı aklından çıkmıyordu. Yalvardılar yakardılar. O razı olmadı. Kendi köylüsü de karısının karısı nın köylüsüne karıştı: Zavallı kadın verem olacak diye..laf atmaya başladılar. Hep birden onun üzerine düştüler. And verdiler. Durmuş artık herkesin ısrarına dayanamadı. Bir gece kalmak için karısını köye yolladı. O akşam pişmanlığından yemek yiyemedi. Niçin efendimin nasihatını dinlemedim. Diye sıkılmaya başladı.dinlediği iki nasihat tan büyük faydalar görmüştü. Şimdi son nasihat ı dinlemediği için kim bilir ne büyük bir zarar görecekti? Duramadı. Uşaklarına atını hazırlattı. Geceleyin iki saat ötedeki köye yetişti. Düğün evinin önüne gitti. Deli kanlılar çitlere dayanmışlar,avluda,meşaleler altında oynayan kızlara,kadınlara bakıyorlardı. O da yaklaştı. Karısının çocuğu ile beraber bir köşede oturmuş büzüldüğünü gördü. Acaba bu gece hangi akrabasının yanında yatacaktı. İçine bir kurt girdi. Döndü. Arkasına baktı. Bir koca karı geçiyordu. Ondan bunu anlamak istedi. Bana bak nine,sana bir şey soracağım. Sor oğlum. Şu köşede çocuğu ile bir taze oturuyor,görüyor mu sun? Koca karı dikkatle baktı: Görüyorum dedi. Kimin nesidir o? Ah evladım sorma,onu bir zalim herif aldı. Zavallı tazeye dünyayı zindan etti. Dört senedir işte,köyüne yeni geliyor. Acayip… Evet bütün köylü zorladı da ,bu sefer izin alabildi. Kocası fena öyle zalim bir adam ki… Durmuşun yüreği atmaya başladı. Karısının nerede yatacağını sordu. Koca karı: bilmem diye cevap verdi. Durmuş düşündü, taşındı, birden bire dedi ki: Beni bu gece bu kadınla yatıra bilirsen sana beş altın veririm. Yiğidim ondan kolay ne var? Demek beni,beni onla yatıra bileceksin? Elbet. Nasıl? Onun akrabaları benim kapı bir komşum dur. Benim her sözümü dinlerler. Avlularının nihayetinde bir tek oda vardır. Gider onları kandırır,bu kadını oraya yatırırım. El ayak kesildikten sonra seni götürür gizlice bu odaya sokarım. Doğru söyle. Sen hemen altınları ver yiğidim. Durmuş kesesinden beş altın çıkardı. Kocakarıya verdi. Atını onun avlusuna bağladı. Hiddetinden tir tir titriyordu. Gece yarısı geçti. Koca karı geldi. Onu aldı. Küçük bir bahçe kapısından geçirdi. Bir avlunun nihayetindeki tek odaya soktu. Durmuş yüzünü şalıyla sarmıştı. Karısı onu tanımadı. Hemen bağırmaya başladı. Durmuş sesini çıkarmadı. Kapıyı kilitledi. Üzerine yürüdü. Zavallı kadın köşeye büzülmüş,hem bağırıyor,hem tekme atıyordu. Durmuşu yanına hiç yaklaştırmadı. Akşamdan uyuyan oğlu yatağın üzerindeydi. Annesinin haykırmasına uyanmadı. Mışıl mışıl uyudu. Durmuş karısını daha ziyade bağırtmamak için kapının yanına oturdu. Hiç sesini çıkarmadı. Bütün gece ağlayan kadıncağız sabaha karşı korkudan yorgunluktan sızar gibi olmuştu. Avluda horozlar öttü. Durmuş yavaşça yatakta uyuyan çocuğunu aldı. Sessizce dışarı çıktı. Avluyu geçti. Atına bindi. Dört nala köyüne döndü. Karısının akrabaları gece çocuğun çalındığını duyunca ne yapacaklarını şaşırdılar. Ağaya ne cevap vereceğiz?diye düşünmeye başladılar. Kocakarı buna da bir kulp buldu: Bu oda zaten eski.. Yakınız. Gece yangın oldu çocuğu kurtaramadık, dersiniz. Onu dinlediler. Hemen odayı yaktılar. Ağlayarak sızlayarak Durmuşun karısını evine getirdiler. Hepsinin alnında çatkı vardı. Döğünüp duruyorlardı. Durmuş:Çocuk nerede ?diye sordu. Ah olan oldu ! Gece odamız yandı. Çocuğu kurtaramadık dediler. Durmuş güldü.Neye ağlıyorsun canım,dedi .Başımız sağ olsun .Elhamdülillah genciz .Allah başkasını verir.Karasının akrabaları Durmuşun bu soğuk kanlılığından biraz ferahlar gibi oldular. Tam bu sırada kapı açıldı. Durmuşun çocuğuiçeri girdi. Annesinin kucağına atıldı. Çocuğun yandığını yandığını söyleyenler şaşırdılar. O vakit Durmuş: Gördünüz ya,yalancı alçaklar,niçin karımı kendimin bulunmadığı yere göndermiyorum…diye bağırdı. Hepsini teme tokat kovdu. Karısına döndü:Eğer gece bana orada el sürseydin hemen seni öldürecektim. İşte ibret al da,sakın bir daha kocandan ayrı bir yere gitmek isteme…dedi. ihtiyar efendisine üç senelik emeğinin hakkını da helal etti.
 

Benzer Konular

Cevap
20
Görüntüleme
597
DarkredBlue61
Cevap
1
Görüntüleme
813
Cevap
0
Görüntüleme
708
Cevap
0
Görüntüleme
509


Üst Alt