Nebiler Sultanı, insanlığa yön gösteren bir kutup yıldızıydı

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

FurkanBilge

Üye
    Konu Sahibi
Nebiler Sultanı, insanlığa yön gösteren bir kutup yıldızıydı
Nebiler Sultanı, insanlığa yön gösteren bir kutup yıldızıydı ALİ DEMİREL
Bu günlerde her yerde İnsanlığın İftihar Tablosu konuşuluyor. O’nun kokusu sanki her yanımızı sarmış gibi. Gazetelerde O.. dergilerde O.. televizyonlarda O.. konferanslarda O.. evlerimizde O.. gönüllerimizde O.
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir güneş gibi insanlık semasında doğmuş, bütün dünyaya ışıklarını saçmış ve kıyamete kadar da saçmaya devam edecektir. O, çok kısa denebilecek bir zaman dilimi içinde bütün çağları aydınlatacak ve insanların problemlerine çareler sunacak bir hayat yaşamıştır. Hazreti Muhammed (aleyhissalatü vesselâm)’ın, bütünüyle beşerin hayatına lâzım gelen şeylerle zuhuru öylesine harikuladedir ki, insanlık tarihinde eşini göstermeye imkân yoktur. Beşer tarihinde çeşitli icraatçılar, ıslahatçılar vardır. Kâinatın Efendisi, reformcu değildir. O, Hazreti Adem’le başlayan Allah’ın yegane dini İslam’ın üzerine konan tozu toprağı silmiş, bundan on dört asır evvel onu kendine has saflığıyla yeniden ortaya çıkarmış ve beşere takdim etmiştir.
Hazreti Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm) reformcular gibi hayatın sadece bir yönüne ait meseleleri ıslah etme, deforme olmuş şeyleri reforma tabi tutma meselesiyle meşgul olmamıştır. O, bir insanın yatıp kalkmasından uyumasına, hangi tarafı üzerine yatacağına, nasıl yiyeceğine, ibadetlerini nasıl yapacağına, inandıklarına nasıl inanması gerektiğine, ahlaka.. hasılı hayatın her yönüne dair düzenlemeler getirmiştir. Bu düzenlemeler neticesinde de bütün insanlığa örnek bir toplum yetiştirmiştir. Efendimiz’in mektebinde yetişen Sahabe-i Kiram, öyle bir hayat yaşamışlardır ki, onların hayatlarını okuduğumuz zaman şaşkınlıktan kendimizi alamıyoruz.

Eğer siz onları görseydiniz…

Sahabenin yaşadığı başdöndürücü hayatı, Medine’de dünyaya gelen, başta Hz. Ömer olmak üzere pek çok sahabinin duasını almış ve yetmişi Bedir gazisi olmak üzere yaklaşık yüzyirmi kadar sahabiyle de bizzat görüşme imkanı olmuş bir sahabi aşığı olan Hasan Basri Hazretleri (ö. 110/642) şöyle dile getiriyor: “Eğer siz sahabeyi görseydiniz, onlara ‘deli!’ derdiniz; onlar sizi görselerdi, ‘bunlar mümin değil’ derlerdi.”
Hasan Basri Hazretleri’nin sahabeye karşı çok engin bir sevgi, saygı ve hürmeti vardır. Bir gün kendisine Ömer bin Abdülaziz ile Vahşi’nin derece ve mertebeleri sorulunca, “Ömer Bin Abdülaziz ancak Vahşi’nin atının burnunda bir toz olabilir” demiştir. İşte Hasan Basri Hazretleri’nin sahabe düşüncesi buydu. Aynı zamanda o, sahabenin yaşamış olduğu hayata da derin bir özlem duyuyor ve etrafında bulunan insanların yaşayışları ile sahabenin yaşayışını kıyaslayıp üzülüyordu.

Hz. Ebu Bekir, izzet ve haysiyetini ayaklar altına alıyordu

Ashab-ı kiram efendilerimizin hayatlarına bakıldığında “Eğer siz sahabeyi görseydiniz, onlara “deli!” derdiniz” sözünü doğrulayacak pek çok tablo görmek mümkündür. Mesela Hz. Ebû Bekir, Kureyş’in hürmet ettiği, sevip saydığı bir insan olmasına rağmen, Allah Rasulü’ne iman etmesiyle müşriklerin düşmanı haline gelir. Kureyş’in ileri gelenleri bir gün Hacer-i Esved’in yanında oturup Efendimiz’in aleyhinde konuşurken, Allah Rasulü oraya gelir. Onlar Efendimiz’i aralarına alıp yakasından çekerek sataşırlar. Biri bu hadiseyi hemen Hz. Ebu Bekir’e haber verir. O, koşa koşa Kâbe’ye gelerek, “Yazıklar olsun size! Siz Rabb’im Allah’tır diyen birisini öldürmek mi istiyorsunuz? Halbuki O, size Rabb’inden apaçık delillerle gelmiştir.” der.
Müşrikler Hz. Ebu Bekir’in bu çıkışı üzerine Efendimiz’i bırakıp ona yönelir ve onu tartaklarlar.

Eziyetler onları yıldırmadı

Müşriklerin bu tür eziyet ve işkencelerinin artması sonucu Hz. Ebu Bekir sıcak yuvasını, kendisini çok seven babasını, evlatlarını ve hanımını bırakıp Habeşistan’a hicret etmek için Nebiler Sultanı’ndan izin alır. Amacı Mekke’den ayrılıp Kızıldeniz yoluyla Habeşistan’a ulaşmaktır. Yolda İbn Dağinne’ye rastlar ve onun himayesine girerek Mekke’de kalır. Müşrikler, Hz. Ebu Bekir (ra), kaldığı evin önünde yaptırdığı bir cumbada Kur’an okuyup etraftaki insanlara tesir ediyor diye ona mani olmak isterler. Bunun üzerine İbn Dağinne, himayesinin devamı için Hz. Ebu Bekir’den Kur’an okumaktan vazgeçmesini söyler. Hz. Ebu Bekir ise hayatını ortaya atarak, her şeye rağmen Kur’an okumaktan vazgeçmeyeceğini söyler. Hz. Ebu Bekir, herkesin sevdiği bir insandır. Mekke’de “Ebu Bekir gibi birisine eza ve cefa edilmez. O, Mekke’den uzaklaştırılamaz.” duygu ve düşüncesi hakimdir. Fakat o, her şeye rağmen, izzetini ve haysiyetini ayaklar altına alıp Efendimiz’e teslim olmuştur.
Hz. Ali’ye gelince o, Efendimiz’in hicretinde tamamlayıcı bir rol üstlenmiştir. Daru’n-Nedve’de bir araya gelen müşrikler şöyle bir karar almışlardı: Her kabileden güçlü ve cesaretli adamlar bir araya gelecek ve hep birlikte Allah Rasulü’nü öldüreceklerdi. Onlar bu karar ile Abdümenaf Oğulları’nın bütün kabilelere kan davası güderek savaş açma cesaretini gösteremeyeceklerini düşünüyor ve sorumluluğu dağıtıyorlardı. Bu gelişmeden haberdar olan Efendimiz, yatağına Hz. Ali’yi bırakmış, müşriklerle çevrili evden Yâsin Sûresi’ni okuyarak ve bir avuç toprağı onların üzerine serperek çıkıp gitmiştir.
Hz. Ali o zaman 23 yaşlarındadır. Yani bir insanın dünya ile en çok senli benli olduğu bir devre. Ama onun düşünce ve inancına göre peygambersiz hayat bir hiçti ve o, bu uğurda ölümü göze alarak Allah Rasulü’nün yatağına seve seve yatmıştı. Neden sonra içeriye giren müşrikler örtüyü kaldırdıklarında karşılarında Hz. Ali’yi görünce şaşırmışlar ve onu öylece bırakarak Efendimiz’in peşine düşmüşlerdir.

Müslümanlığı dünyaya nasıl tanıtırız?

Hz. Halid (ra), iki imparatorluğu yerle bir etmişti; ama kendisine ait hiç mal-mülk edinmemişti. Bu, mal-mülk olmamalı demek değildir.. gönlünü dünyaya kaptırmama, mala mülke, makama mansıba bağlanmama.. bağlanılması lazım gelene bağlanma demektir.
Onlar, Allah ve Rasülü’nü anlatmaktan başka hiçbir şey düşünmüyorlardı. İstiyorlardı ki; herkes Allah’ı (celle celâluhû) tanısın. İnsanlar, Hz. Muhammed’le (sas) tanışsın. Gece gündüz “Bu kocaman dünyaya nasıl Müslümanlığı anlatırız?” diyorlardı. Bir gün dünyanın büyüklüğüne bakıyor, anlatılanları dinliyor ve “Demek ki, bu dünyaya Müslümanlığı anlatmak bir insanın ömrüne sığmayacak kadar zormuş.” diyorlardı. Sadece şu söze bile baksanız, maksat ve gayelerinin ne olduğunu, ne ile dertlendiklerini görürsünüz.
Allah Rasûlü (sas) “Benim adım güneşin doğup battığı her yere ulaşacaktır.” buyurmuştu. Onlar, bunu bir vazife olarak anlamışlar ve hep bu vazifeyi eda etme gayretiyle yaşamışlardı. Aziz milletimizin mazisi bu kutlu vazifeyi yapmanın izzetiyle doludur.

Hz. Mus’ab, Uhud sonrası yüzünü saklıyordu
Hz. Mus’ab’ın hayatı hep dini tebliğ etmekle geçti. Bir dönem geldi ki, dini tamamıyla ortadan kaldırmak isteyen insanlar bir ordu toplayıp Müslümanların üzerlerine yürümüşlerdi. Burada da Mus’ab’a düşen dinini korumaktı. İşte Uhud’da sahabi bu mükellefiyeti yerine getirmek için bir araya geldi. Aralarında Mus’ab da vardı. O gün elinde kılıç akşama kadar savaştı. Öyle savaştı ki, melekler dahi onu gıpta ile seyrediyorlardı. Bir ara Mus’ab yediği son kılıç darbesiyle yüzüstü yere düştü. Hemen bir melek onun suretine girdi ve Mus’ab’ın kavgasını o devam ettirdi. Akşam üzeri Allah Rasulü ona hitaben “Mus’ab!” diye seslenince melek, “Ben Mus’ab değilim Ya Rasulallah!” dedi. Mesele anlaşılmıştı. Mus’ab çoktan şehit düşmüştü. Biraz sonra Allah Rasulü ve bir grup sahabi, Mus’ab’ın naaşının yanındadır. Her iki kolu da omuzdan kopmuştur. Mus’ab’ın başını gövdeye bağlayan sadece deridir. Ve o sanki yüzünü bir yerden saklar gibidir. Meselenin bundan sonrasını bir başka rivayet bize şöyle anlatır: Mus’ab’ın yüzünü niçin sakladığını ancak Allah Rasulü anlayabilmişti. Gözyaşları içinde sahabiye bu durumu şöyle anlatmıştı: “Biliyor musunuz Mus’ab niçin yüzünü sakladı? Birinci sebep şuydu: Kolu kanadı koptu. Artık Rasulullah’ı koruyamayacaktı. Ya bu esnada biri Allah Rasulü’ne saldırır da ben O’nun yardımına koşamazsam, diye düşündü ve yüzünü onun için sakladı. İkinci sebep ise, ben şu anda Rabb’imin huzuruna gidiyorum. Halbuki şu anda Rasulullah’ı korumam lazım. Ya Allah Rasulü’ne bir şey yaparlarsa ben Rabb’imin huzuruna hangi yüzle varırım, diye düşünüyor ve yüzünü Rabb’inden saklamaya çalışıyordu...” İşte Rasul-ü Ekrem bunu söylerken, hakikat karşısında fedai ve alabildiğine hasbi bir ruhun düşüncelerine tercüman oluyordu. Sayı:175Bölüm:Hayatı
 
danger03

danger03

Üye
paylaşım güzel olmuş kardeş sağolasın
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt