Mutareke Donemi Izmir Basini

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Doğuş Pertez

Doğuş Pertez

Admin
    Konu Sahibi
Mutareke Donemi Izmir Basini
MÜTAREKE VE İŞGAL DÖNEMİ İZMİR BASINI
İzmir, XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra Türkçe basının en önemli merkezlerinden biri olmuştur5. Birinci Dünya Savaşı’nın olumsuz koşulları içinde bile İzmir’deki birkaç Türkçe gazete yayınını sürdürmeyi başardı. Mondros silâh bırakışması imzalandığı zaman öteden beri yayınlanmakta olan Ahenk, Anadolu, Duygu ve Köylü gazeteleri İzmir’deki Türkçe basının belli başlı temsilcileri olarak ayakta duruyordu. Ahenk, 1895’ten beri yayınlanıyordu. Yayınlarında genellikle orta bir yol izlemiştir. Anadolu gazetesi, eski İttihad gazetesinin yerini almıştı. Haydar Rüştü’nün çıkardığı Anadolu gazetesi, İttihat ve Terakki Partisi’nin en önemli yayın organlarından biri olarak görülmektedir. Bir akşam gazetesi olan Duygu da yine Haydar Rüştü tarafından çıkarılıyordu. Her iki gazete de İzmir’e yönelik tehlikeyi bilinçli olarak kavrayan ve Ege’de Türk çıkarlarını savunan yayın organlarının başında geliyordu. Haydar Rüştü ve onun her iki gazetesi sık sık Rumca basının ve özellikle İzmir’deki İtilâfçı gazetelerin boy hedefi olmaktan kurtulamadılar. Anadolu gazetesi aleyhinde sürekli olarak dava açıldı ve kapatıldı. Nitekim işgalden dört gün önce de hem Anadolu hem de Duygu gazeteleri “tahrikâmiz neşriyatta” bulundukları gerekçesiyle son kez kapatıldılar6.
Köylü gazetesi de Anadolu ve Duygu gazeteleri gibi sık sık kapatılmıştır, izmir’in basın ve kültür hayatında önemli bir yer tutan Köylü, “Her gün sabahlan çıkar, her şeyden yazar, esnaf, köylü, işçi kardaşların iyiliğine çalışır, ahali dostu Türk gazetesidir” alt başlığını taşıyordu. Bu gazete, İttihat ve Terakki’nin organı değildi. Ancak Yunan isteklerine karşı ağır bir savaş veriyor, yurt ve ülke çıkarlarını büyük bir cesaretle savunuyordu. Köylü de tıpkı Anadolu ve Duygu gazeteleri gibi hem Rumca basının hem de İtilâfçı gazetelerin saldırısına uğramaktan kurtulamadı. Köylü’nün sahip ve sorumlu müdürü Mehmet Refet, Mondros’u izleyen karışık günlerde ülke çıkarlarını daha geniş ölçüde savunmak ve Avrupa’ya kendimizi tanıtmak amacıyla gazetesini Journal Keuylu başlığı altında İngilizce ve Fransızca olarak da yayınlamaya karar verdi. Fakat Köylü gazetesi, işgalden sonra tutumunu değiştirmeye başladı. İzmir’de on bir yıldan beri çıkan. Türk işçi, köylü ve esnafının haklarını savunan, dilimizin sadeleşmesi ve özleşmesi yolunda büyük adımlar atan, mütareke süresince Rum yaygaralarına karşı koyan Köylü’nün sahibi Mehmet Refet, Yunanlılar tarafından satın alındı. Köylü, bütün işgal boyunca Ege’de Yunan çıkarlarının savunucusu oldu. Kurtuluştan sonra yüz ellilikler listesine alınan Refet, daha sonra İzmir’e dönerek burada öldü.
İzmir’in bu eski gazeteleri yanında mütareke ile birlikte yenilerinin de yayına girdiği görülmektedir. Bunlar arasında Hasan Tahsin Recep7 tarafından çıkarılan Hukukubeşer dikkati çekmektedir8. Bir ara bunun yerine Sulh ve Selâmet gazetesi çıkmıştır. Hasan Tahsin, Anadolu ve Duygu gazetelerine karşı cephe almış olmakla birlikte Hürriyet ve İtilâfçı basına da yanaşmamıştır. Nail Morali9, bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Selanikli Hasan Tahsin, bize yakın olmakla beraber gazetesinde millî hisleri ile diğer bozguncu meslektaşlarından uzak, tehlikeyi gören, savunan yazılarıyla yalnız başına, serazat çalışmayı tercih ediyordu, kanaatındayım”.
Burada kısaca İtilâfçı gazetelerden de söz etmek gerekiyor. Bunlardan biri Müsavat idi. Bunun 1918 Kasımında yayına girdiği anlaşılmaktadır. Gazetenin imtiyaz sahibi ve sorumlu müdürü Mehmet Sadık idi. Köylü’nün deyimiyle Hürriyet ve İtilâfın kıymetli müttefiki olan Müsavat, diğer İtilâfçı yayın organları gibi bütün çalışmalarını İttihatçı düşmanlığı üzerine oturtmuştur. Bir başka İtilâfçı gazete olan Islahat, 10 Kasım 1918 günü yayına girmiştir10. Gazetenin imtiyaz sahibi ve başyazarı avukat Sa-bitzade Emin Süreyya, yazı işleri müdürü ise Mahmut Tahirülmevlevi idi. Gazetenin sahibi Emin Süreyya, Hürriyet ve İtilâf Fırkasının İzmir İdare Heyeti içinde bulunuyordu. Islahat, aşırı bir İttihat ve Terakki düşmanlığı göstermekle kalmadı. Aynı zamanda Yunan çıkarlarının da sürekli bir savunucusu oldu. Bu tutumu, işgalden sonra açığa çıktı. Emin Süreyya, İttihatçı düşmanlığını, Hürriyet ve İtilâf taraftarlığını ihanete kadar götürmekten çekinmedi. Kurtuluştan hemen sonra, yani 9 Eylül 1922’de cezasını Konak meydanında asılarak ödedi.
Mütareke döneminde çıktığı anlaşılan Saday-ı Hak ve Şark gazetelerinin ancak 1922 yılına ait kolleksiyonları bulunmaktadır.
Rumca gazetelere gelince: Mütareke ve işgal döneminde birçok Rumca gazete yayınlanmıştır. Bunların başlıcaları Kozmos, Elefteros Tipos, Amaltia, Taros, Patris, Estiya vb. idi. İzmir’de çıkan Türkçe gazetelerin Rumca basından sürekli ve düzenli olarak yaptıkları çeviriler bize Rumca gazetelerin niteliği ve tutumu hakkında önemli ölçüde bilgi vermektedir. Söylemeye gerek yoktur ki bu Rumca gazeteler, mütarekeden hemen sonra Türklere karşı büyük bir saldırıya geçmişler, Yunan çıkarlarının savunucusu durumuna gelmişler ve Batı Anadolu’nun Yunanistan’a verilmesi için yoğun bir propaganda etkinliğine girmişlerdir.
İşgalden sonra Yunanlılar İzmir’de bir Matbuat Kalemi kurarak Türkçe basını denetim altında tutmaya çalıştılar. Sansür kurulu da çalışmalarını sürdürüyordu. Nitekim işgal boyunca çıkan gazetelerde yer alan birçok haber ve başyazıların sansürce çıkarıldığı görülmektedir. Yunanlıların Matbuat Kalemi aracılığıyla Türkçe gazetelere gönderdikleri resmî bildiriler olduğu gibi yayınlanıyordu. Askerî raporlar, Yunanlıların şu ya da buradaki sözde başarılarını ifade eden duyurular, İstanbul’da ya da Ankara’da çıkan gazetelerde yer alan Yunan zulüm ve baskısını anlatan haberleri yalanlamaya yönelik tekzibler, İzmir’deki Türkçe basında hemen hemen her gün yer alıyordu. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Yunan yönetimi kendi sansürünü kurmakta da gecikmedi. 9 Mayıs 1921 tarihini taşıyan bir askerî beyanname ile ‘2 Anadolu’da Yunan işgali altında bulunan yerlerde yayınlanan bütün gazetelere sansür konuldu. Gazeteciler, yayınlanacak gazetelerin müsveddelerini İzmir’deki Matbuat Kalemine vermek zorunda idiler. Anadolu’nun Yunan işgali altındaki yerleriyle Yunanistan’da çıkan Türkçe gazeteler dışındaki Türkçe yayınların, sansür dairesinin izni alınmaksızın buralara sokulması kesinlikle yasaklanıyordu. Bu durumda işgal altındaki yerlere girmesine izin verilecek yayınlar, özel bir mühürle damgalanacaklardı. Buna uymayanlar İzmir’deki Divanıharp tarafından beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılacaklardı.
İşte işgal döneminde İzmir’de çıkan Türkçe gazeteler böyle bir ortam içinde yayınlarını sürdürdüler.
Mondros mütarekesi ve İzmir basını
Daha Mondros mütarekesi imzalanmadan önce İzzet Paşa kabinesinin ilk uygulamalarından biri, Aydın Valisi Rahmi Beyi görevden almak oldu 13. Köylü, Rahmi Reyi ve onun hizmetlerini öven uzun bir yazı yayınladı14. Gazeteler mütarekenin imzalanmasının bir an işi olduğunu yazıyorlardı. Hattâ Köylü, 27 Ekim 1918 tarihli sayısında mütarekenin Sakız’da imzalandığını dahi duyurdu. Fakat bu doğru değildi. Nitekim aynı gazete, 1 Kasımda mütarekenin resmen imza edildiğini duyurmuş ve koşulları da özet olarak vermiştir.
Savaşın bitmiş olması olumlu bir hava yaratmıştı. Fakat yenilgimiz açıkça kabul ediliyordu. Barışın daha uygun koşullarda gerçekleşeceği umut ediliyor, Hükümetin sağlayacağı huzur ve güvenlik içinde işimizin ancak “ziraat, sanayi, ticaret hars, ulum ve fünun ile uğraşmak” olması gerektiği üzerinde duruluyordu14a.
Mütarekenin başlangıcında görülen olumlu hava yerini giderek umutsuzluğa ve kaygıya bırakmakta gecikmedi. İzmir’de Rum vatandaşlarımızın başlattıkları taşkınlıklar Aydın vilâyetinin geleceği hakkında ortaya çıkan çeşitli söylentiler, basında başlayan İttihatçı- İtilâfçı kavgası ve mütarekenin uygulanmasında görülen haksızlıklar, artık ülkenin nasıl bir uçuruma doğru gittiğini açıkça gösteriyordu.
İzmir’de daha mütareke imza edilmeden önce Rumların ve Rumca basının kıpırdanmaya başladığı görülüyordu. Köylü, “Rum vatandaşlardan yedi asırlık ihtimama karşı teşekkür beklemediğimizi” yazıyor fakat bunların ulusal onurumuzla, ulusal duygularımızla oynamamaları gerektiğini ihtar ediyordu15. Rumların ilk büyük gövde gösterisi, İngiliz Monitor Komutanı Dikson’un İzmir Limanına ayak bastığı gün yani 6 Kasım 1918 günü başladı. O gün İzmir’de yer yerinden oynadı. Ellerinde, göğüslerinde, kollarında mavi- beyaz bandıralar olan Rumlar, sürekli olarak bağırdılar, çağırdılar, saatlerce gemiyi “tavaf ettiler. İzmir’in bütün Rum ve Frenk mahalleleri Yunan bayraklarıyla donatıldı. Yunan emelleri açıkça dile getirildi. Anadolu, bu taşkınlıkları A. Vasıf (Çınar)’ın kalemiyle şöyle eleştiriyordu: “... Türk ve İslâm saltanatının enkaz-ı mağlûbiyeti üzerinde mavi-be-yaz renklerle ilân-ı şadümani etmek isteyen gafillere ispat etmeliyiz ki pek kutsi bir vediay-ı ecdad olan İzmir’in ufuklarında albayrağın temiz nurları ebediyen sönmeyecektir”16.
Köylü, Rum hemşehrilerin yaptıkları bu çılgınlıkları “namerdlik” olarak niteledi17. Rumların, eski yönetimin kötülüklerinden ötürü Türklerden öç almaya kalkışmamalarını salık verdi. Yunan ukalâsının bütün Rumları Yunanistan’a bağlamak gibi “sapık” bir fikrin arkasından koştuklarını vurguladı ve bu fikrin anlamsızlığını açıkladı. Hattâ Rumların çılgınlıklarından Dikson bile rahatsız oldu. Fakat bu taşkınlıklar akıl almayacak boyutlara ulaştı. Anadolu Bankasına Yunan bayrağı çekilirken Türk bayrağı yırtıldı. Ayafotini’de Türk egemenliğini tahkir eden nutuklar verildi18. Anadolu ve Duygu gazeteleri, Rumların taşkınlıklarının yasal olup olmadığı sorusunu gündeme getirdi. Savcılık soruşturma açtı. Fakat anlaşıldığına göre hiçbir sonuç alınmadı.
Rum gazeteleri açıktan açığa İzmir’in Yunanistan’a bağlanması gerektiğini savunuyorlardı. Türkçe basına karşı büyük bir saldırıya geçmişlerdi. Köylü’nün Fransızca nüshasında (Journal Keuylu) yayınladığı Aydın vilâyetinin Türklüğünü kanıtlayan istatistikleri, Kozmos tarafından kızıl istatistik olarak nitelendirildi19. Hattâ bu gazeteler, “hissiyat-ı Yunaniyelerini izhar ve ilândan hiçbir zaman geri kalmayacaklarını” bağıra bağıra söylemekten çekinmiyorlardı20. Rum gençliği “vazife başına” çağrılıyordu. Rum gençlerinin göreve çağrılmaları çok geçmeden meyvelerini (?) vermeye başladı. Halkapınar’da bir fabrika basılarak soyuldu. Köylü, bunun basit bir eşkiyalık olayı olmadığı üzerinde durdu21. Amaç, İzmir’de güvenliğin olmadığını kanıtlamaya çalışmak ve bir yabancı müdahalesini sağlamaktı. Öte yandan Rumlar, haksız yere Türkler silâhlanıyor yaygarasını da çıkarmaktan geri kalmadılar. İzmir’in güvenliği gittikçe bozuldu. İşbaşına gelen valiler, hiçbir soruna köklü bir çözüm getiremediler. Polis memurlarının dahi can güvenliği kalmamıştı. Çayırlıbahçe’de eğlenip olay çıkaran Rumların. Polis Memuru Hamza Efendiyi şehit etmeleri derin bir üzüntü yarattı (23 Şubat 1919). Müsavat şunları yazıyordu: “Milletimiz iyice anlamıştır ki namus, mukaddesat ayaklar altına alındığı zaman bu mübarek toprakların altı üstünden bin kat hayırlı olacaktır”22. Hamza Efendinin cenazesi büyük bir törenle kaldırıldı. Hattâ bu tören, birbirlerine ateş püsküren ve en ağır sözlerle saldıran bütün İttihatçı ve İtilâfçıları, her iki tarafın basın temsilcilerini bir araya getirdi.
İzmir’in Yunanistan’a verileceği söylentileri ve basın
Mütarekeden sonra İzmir’in Yunanistan’a verileceği konusunda bir takım söylentiler çıktı. Hasan Tahsin, “Cihan bize düşman iken biz ne İngiltere’den ne Fransa’dan ve ne saireden kendimize ufak bir muavenet ve muhabbet beklemeyelim” diyordu23. İzmir’in Yunanistan’a verileceği söylentilerine karşı İzmir’deki İtilâfçı ve İttihatçı gazeteler, ortak bir tavır takınmışlardı. Ancak bu konuda aralarında tam bir görüş birliği olduğu söylenemez. Kişisel ya da parti çekişmelerinden ötürü birçok noktada uzlaşamıyorlardı. Kimisi tehlikenin azaldığını iddia ederken kimisi de tehlikenin kapıyı çaldığını ileri sürüyordu.
Venizelos’un isteklerinin konferansta kabul edildiği söylentilerinin yayılması, Rumca gazetelerin İzmir’e çantada keklik gözüyle bakmaları Türkçe basında sert eleştirilere yol açıyordu. Müsavat, İzmir’in Yunanistan’a verilmesinin Wilson prensiplerinin hangi maddesine bağlı olduğunu soruyordu24. Bunun, Türklerle Rumlar arasında sonsuza kadar devam edecek bir düşmanlığın nedeni olacağını ileri sürüyordu.
Hasan Tahsin, Avrupa’nın bize karşı tutumunun cinayet derecesinde olduğunu vurguluyor, egemenliğimizden fedakârlık edilmemesi üzerinde duruyor, bizden alınıp başkalarına verilmek istenen toprakların Wilson’un hangi ilkelerine bağlı olduğunu soruyordu25. Hattâ Hasan Tahsin, Yunan egemenliği altında yaşayacak hiçbir Türkün bulunmadığını da belirtiyordu. Ahenk, Venizelos’un çocukça sevinçleri için 1.250.000 Türk ve Müslüman halkın Yunanlılara boyun eğemeyeceğini ve bunun bir savaşa yol açacağını vurguluyordu. İtilâfçı gazeteler dahi, “Biz Türkler İzmir meselesini namus ve şeref meselesi olmak üzere kaydediyoruz” diye yazıyorlardı26.
Basının bu kararlı tutumuna karşı söylentilerin ardı arkası kesilmiyordu. Aydın vilâyetinin Denizli’ye kadar uzanan kısmının Yunanistan’a düştüğüne ilişkin yazılar yayınlanıyordu. Yunan Hükümetinin Ayvalık’a asker çıkardığı söylentileri basının sabır ve kararını taşırıyordu. Müsavat’ın deyimiyle acı şayialar’ın ardı arkası kesilmiyordu27.
Hukukubeşer; Kozmos, Amaltia, Estiya, Patris aracılığıyla bütün Rum basınına şöyle sesleniyordu: “İnsafla düşünelim ki sizin Yunanistan’ın İzmir hakkındaki metalibatı da (istekleri) bu yolda bir iddiay-ı batıl değil midir? Şu memleketin birkaç kilometre sahillerinden başka sizinle yani Yunanlılığın mevcudiyetiyle alâkadar ne gösterebilirsiniz28.
Öte yandan Sıhhiye Teşkilâtı adı altında Yunanlılar, İzmir’deki Rum hastanelerine el koyuyorlar, bunlara Yunan bayrağı çekiyorlar, bu ad altında her türlü silâh ve cephaneyi Anadolu’nun içlerine kadar götürüyorlardı. Bu durum, büyük tepkiler doğuruyor fakat önüne geçilemiyordu. Islahat, Anadolu halkının Sıhhiye Teşkilâtı perdesi arkasında bir Yunan bayrağı görmek istemediğini yazıyordu29. Yunan Kızılhaçı Heyetinin Ayvalık’a gelmesi üzerine yerli Rumlar büyük taşkınlıklar yapmışlardı. Mal’ Müdürü Muavini Neşet, kama ile yaralanarak şehit oldu. Ayvalık’taki bütün Türk evleri yağma ve talan edildi30.
Bütün bu olumsuz gelişmelere karşın devletin üst düzeyinde iyimser bir hava esiyordu. Padişah Vahdettin, huzuruna kabul ettiği İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti temsilcilerine, “İzmir’in vatandan ayrılmasının” kesinlikle hatıra gelmediğine ilişkin güvence veriyordu. Bu güvence, başta Köylü gazetesi olmak üzere İzmir basınında sevinçle karşılandı31. Fakat Rumlar boş durmuyor, tramvaylara varıncaya kadar her yere Türkleri yeren, Yunanlıları öven sloganlar yazıyorlardı. Kordon’daki bütün gazinolarda her akşam Yunan ulusunu öven şarkılar, marşlar söyleniyordu32. Köylü, Turtan emperyalistlerinin hareketine karşı İzmirlilerin büyük bir “celâdet ve himmetle” çalıştıklarını ve esarete karşı gelen İzmir’in bütün Türklüğü kurtardığını ifade ediyordu33.
Bu sıralarda büyük bir çaresizlik içinde bulunan Osmanlı Hükümeti bazı şehzadeler başkanlığında taşraya heyet-i nasihalar (Köylü’nün deyimiyle öğütleyici dernekler) göndermeye karar vermişti. Bu heyetin amacı, durumu yerinde inceleyerek Osmanlı uyrukları arasında bozulmuş olan uyumu yeniden kurmaktı. Şehzade Abdürrahim Efendinin başkanlığında üç paşa,iki müftü, bir Ermeni ve bir de Rumun katılmasıyla oluşan heyet, Bursa-Balıkesir-Manisa üzerinden İzmir’e geldi (26-30 Nisan). Bu heyet, İzmir’de büyük törenlerle karşılandı. Basında Türkiye ile Yunanistan’ın barış içinde ve bir arada yaşamaları gerektiği yolunda yazılar bile çıktı. Köylü gazetesi: “Türkiye ile Yunanistan, ikisi de en iyi ve en sevgili bir komşu gibi yaşaması lâzım gelen iki devlettir. Türkiye ile Yunanistan bir çok alâka ve menfaatlarla yekdiğerine bağlıdırlar. Dahildeki unsurlar meselesi bu iki hükümetin karşılıklı sevgi ve bağlantısı zarureti arasına artık girmemelidir. Öyle zannediyoruz ki siyasiyatta yani siyasî emel ve dileklerde hissiyata ve heyecana kapılan milletler daima zarar görürler” diye yazıyordu34. Fakat bütün bu çabalar boşuna idi. Yunanistan İzmir’e çıkmak için gerekli diplomatik ve askerî hazırlıklarını tamamlamak üzere idi. Nitekim Paris sulh konferansından gelen haberler, artık “vaziyetin orada da ahenkdar” olmadığını ortaya koyuyordu35.
İşgalin ilk günlerinde basın
Bundan önce belirttiğimiz gibi, Nisanın son günlerinde heyet-i nasihanın İzmir’e gelmesi, Vahdettin’in daha önce İzmir’in kesinlikle işgal edilmeyeceği konusunda güvence vermesi, İzmir basınında belirli ölçüde iyimser bir havanın esmesine ortam hazırlamıştı. Kaldı ki, Anadolu ve Duygu gazeteleri kapatılmış, işgal için gerekli koşullar oluşmuştu.
İzmir’de yayınlanmakta olan Rumca gazeteler de son derece ketum davranarak işgal haberini gizlemeyi başarmışlardır. Kaldı ki işgal kararı büyük bir gizlilik içinde yürürlüğe konmuştu. 15 Mayıs sabahı erkenden çıkan Köylü gazetesinde Vali İzzet Beyin şu duyurusu yayınlanıyordu: “Bazı bedhahlar İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceği tarzında şayialar çıkarmışlardır, yalandır tekzip edilir”.
İşgal haberinin duyulması şehirde büyük bir heyecan ve kaygı yarattı. “Halk âdeta bir ölüm havası seziyormuş gibi heyecanlı idi”36, 14 Mayıs gecesi Maşatlık’ta toplanan gençler işgali portesto etmek için Anadolu Matbaasında bastırılan Redd-i İlhak Heyet-i Müliyesi imzalı bildiriyi İzmir’in mahallelerine dağıttılar37.
15 Mayıs sabahı saat 7.30’da ilk birlikler karaya çıktı. İşgal fiilen başladı. İzmir metropoliti Hrisostomos yanındaki din adamlarıyla karaya çıkanları takdis etti. Gürültüler, sevinç gösterileri arasında Rumların yaptıkları çılgınlık Hasan Tahsin’in tabancasından çıkan kurşunla kesildi38. Hasan Tahsin ilk kurbanlardan biri oldu. Bundan sonra başlayan Yunan vahşeti ve mezalimi bütün Kordonboyunu ve gümrük alanını Türk şehitleriyle doldurdu.
15 Mayıs günü Yunanlıların Kordon’da yüzlerce Türkü boğazlaması, Türklüğün onurunu kıran davranışları İtilâfçı gazeteler tarafından İttihatçıların başımıza getirdikleri bir felaket olarak yorumlanıyordu. Kaldıki 15 Mayıs akşamı çıkan ıslahat bu olayları “mevaki-i müstahkemeye ait pek ehemmiyetsiz bir işgal” olarak nitelendiriyordu. 16 Mayıs sabahı hâlâ Konak meydanı, gümrük çevresi, Pasaport ve Kordonboyunda Türk ölüleri yerlerde yatmakta iken, Millet Hastanesinin morgu ve Celâl Paşa konağının bodrumu ağzına kadar cesetlerle dolu iken Islahat gazetesinde iri başlıklarla şu yazı yer alıyordu ve yazının altında da gazetenin sahibi Sabitza-de Emin Süreyya’nın adı okunuyordu: El cezai min cinsü’l amel. Bu Arapça bir atasözüydü. “Ne ekersen onu biçersin” anlamına geliyordu.Yapılan işlerin kötülüğüne göre cezasını çekiyoruz demek istiyordu, İtilâfçı Süreyya... Türklüğün, İzmir’in bu en karanlık, en acı en onur kırıcı gününde bile Emin Süreyya particilik yapıyor, işgal sırasında olup bitenlerin daha önce İttihat ve Terakkinin yaptıklarının bir sonucu, bir cezası olarak başımiza geldiğini ileri sürüyordu. Bu yazı Türkler arasında büyük bir nefret doğurdu ve işgal süresince etkisi belleklerden silinmedi. Emin Süreyya bu yazısının bir takım tepkiler doğurduğunu görünce yine kaleme sarıldı ve yine başımıza gelen son felaketlerin İttihat ve Terakki’nin geçmişteki kötü yönetimine bağlı olduğunu savunmaktan geri kalmadı. Bu yazının başlığı da Lanet müsebbiblere idi. Bu yazıda şu satırları okuyoruz: “Yine tekrar ediyorum, şu felaketlerin, şu belâların başımıza gelmesine sebep bizim ameli-mizdir. Üç beş erazilin yedi sekiz seneden beri yapmış oldukları denaet ve cinayetlere, rica ederim sükût etmemiş olsa idik onlar bu fezahat ve cinayetlerinde bu kadar ileri gidebilirler miydi? Şu halde bizim sükûtumuz bir amel değil mi idi; ve gelen felaketle o sükûtun derin cezasını çekmiyor muyuz?” Yazı şöyle bitiyordu: “Çocuklarımıza bile telkin edelim ki koca imparatorluğun sebeb-i nikbet ve felâketi onlar olmuştur. Lanet o alçaklara lanet.”39

Emin Süreyya, özellikle son olaylardan ötürü Vali İzzet Bey’in İstanbul basını tarafından beceriksizlikle (adem-i ehliyet) suçlanmasına da karşı çıkıyor, onun yerinde bir başkasının olmasının sonucu değiştirmeyeceğini kanıtlamaya çalışıyordu. Hattâ onun göreve devam etmesini bir vatanperverlik olarak yorumluyordu. Asıl suçlu ise, Islahat’ın avukatına göre, “İttihatçıların davulunu çalmakla geçinen zavallılar”dı40.

Artık İzmir basınından işgale karşı bir tepki beklemek boşunadır. Kaldı ki bu gazeteler, işgale karşı ülkede duyulan tepkiyi de dile getirmekten yoksundular. Yunanlılar, gazetelere sıkıyönetim kurallarını uyguluyor, yazılar sansür ediliyor, zaman zaman gazetenin bütün bir sayfası bile boş çıkabiliyordu. İzmir İşgal Kuvvetleri Komutanı Zafiriyu’nun İzmir gazetelerinde yayınlanan duyurularına göre izinsiz toplanma,konferans, yolculuk yapmak yasaklanmıştı41. İşgal Kuvvetleri Komutanlığının “emr-i yevmi”lerine hemen hemen bütün Türkçe gazetelerde rastlanıyordu. Bunun yanında Türkçe basın, “Türk, Rum, Ermeni ve Musevî fakat aynı zamanda bir vatanın öz evlâdı olan insanların yekdiğerini kardeş gibi sevmeleri her şeyden evvel kendilerinin yegâne necat ve saadet vasıtası” olduğu üzerinde duruyordu42.
Mustafa Kemal Paşa ve Millî Mücadeleye ilişkin ilk haberler
Yunan işgali İzmir’le sınırlı kalmadı ve gün geçtikçe Batı Anadolu’da genişlemeye başladı. Bütün kasaba ve şehirler Yunanlıların eline geçiyordu. Batı Anadolu’da örgütlenmeye başlayan kuva-yı milliye ile ilgili haberler, çok sınırlı bir şekilde İzmir basınında yer alıyordu. Ancak elde edilen bilgiler sansür nedeniyle Türk gazetelerinde ya hiç yazılmıyor ya da Rumca gazetelerde yayınlandığı gibi alınıyordu. Bu nedenle İzmir’deki Türkçe gazeteler başlangıçta kuva-yı milliye ile ilgili olayları bir çetecilik ve haydutluk olayı olarak veriyorlardı43.
Öte yandan mütareke döneminde İzmir gazetelerinde, benim bulabildiğime göre, bir kez Mustafa Kemal Paşa’dan söz edilmektedir. Islahat gazetesinin 26 Mart 1919 tarihli sayısında İstanbul’da yayınlanan Hukukubeşer gazetesinin Mustafa Kemal Paşa aleyhinde yazılar yazdığı bu yüzden gazetenin, bu yazıları reddeden Mustafa Kemal Paşa tarafından mahkemeye verildiği haberi yer almaktadır. Bu kısa haberin ayrıntısı şu idi: Birinci Dünya Savaşı yenilgiyle bittiği için ordu önemli ölçüde saygınlığını yitirmeye başlamıştı. Bu sırada kurulan Nigehban Cemiyeti44, kurmay subaylar hakkında hakaret dolu yayınlar yapmaya başlamıştı.Bu ortamda Hukukubeşer 24 Mart 1335 (1919) tarihli sayısında ordu kumandanlarını “âli sefiller... haydut basıları” diye niteleyebiliyordu. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nezaretine yazdığı ve Alemdar’da yayınlanan sert bir dilekçeyle “bu namussuzca iftirayı red” ve sahibini kınadıktan sonra hakkında kovuşturma yapılmasını istemişti45.
İşgalden sonra Mustafa Kemal Paşa ile ilgili ilk haber onun askerlikten istifasıyla ilgili idi. Ahenk, 15 Temmuz 1919 tarihli sayısında İstanbul özel muhabirinden aldığı şu habere yer veriyordu: “Şark Orduları Müfettiş-i Umumisi Mirliva Mustafa Kemal Paşa’nın istifası üzerine Şark Orduları Müfettiş-i Umumiliğine Esat Paşa tayin edilmiştir”. Öte yandan Ahenk, 13 Temmuzda Erzurum şehrinde bütün Anadolu murahhaslarının katılmasıyla bir kongre toplanacağını duyurmakta, kongrenin sonunda “Sivas şehrinde fevkalâde mühim bir içtima vuku bulacağı” nı belirtmekteydi.
Öte yandan Erzurum Kongresiyle ilgili olarak İzmir basınında yer alan haberlerin çoğu kez çelişkili olduğu gözden kaçmamaktadır. Bu “millî kongreye karşı yabancıların kayıtsız kaldığı duyurulmakta, Konya’da da bir Selçukî Hükümetinin kuruluşunun siyasî çevrelerin dikkatini çekmeye başladığı yazılmaktadır46. Müsavat’a göre: “Merkezi Erzurum şehri olmak üzere bir Türk Cumhuriyeti ilân edilmiştir. Programı henüz ilân edilmemiştir. Erzurum millî kongresi Konya ve Ankara (= Sivas) kongrelerinin mukadderatına intizaren şimdilik hiçbir beyanatta bulunmayacaktır. Konya’dan gelen haberlere göre mezkûr vilayette de (Selçukiler Cumhuriyeti) unvanı altında bir cumhuriyetin ilânı millî kongrece tasavvur edilmekte imiş. Bununla beraber işbu haber nabemevsim addolunmaktadır”47.
Çok geçmeden Erzurum Kongresiyle ilgili yayınlara sansür kondu. Mustafa Kemal Bey’in Ankara’dan (— Erzurum) çağrıldığı, “Anadolu ahvalinin yakında hal-i tabiisine rücu edeceği” haberleri yayınlandı. Ahenk, Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a çağrılmasıyla ilgili şu haberi yayınlamıştır: “Erzurum şehrinde içtima ile kongre akd ve bazı mühim teşkilât icra eden sabık Şark Orduları Müfettiş-i Umumisi Mustafa Kemal Paşa ve Bahriye Nazır-ı esbakı Rauf Bey ile Nazilli civarında teşkilât-ı milliye kumandanı bulunan Hacı Şükrü ve Demirci Efe’nin hemen derdestleriyle İstanbul’a gönderilmeleri ve badema hilâf-ı kanun içtima ile kongre akd edilmesine kat’iyen mümanaat edilmesi Dahiliye Nezaretinden vilâyete yazılmıştır”48. Burada kuva-yı milliyeden artık çete, haydut gibi sıfatlarla söz edilmeyip teşkilât-ı milliye teriminin kullanılmış olması dikkatimizi çekmektedir. Öte yandan Anadolu’da “teşkilât-ı milliye icra eden Mustafa Kemal Bey’in” ordudan ihracına ilişkin irade-i seniyenin sudur ettiği de 15 Ağustos tarihli Ahenk’te yer almıştır49.
Mustafa Kemal Paşa Hareketinin “Mahiyeti”
Ordudan “tard” edilmekle birlikte Mustafa Kemal adı İzmir gazetelerinde daha sık duyulmaya başlamıştı. Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın Le Temps gazetesi muhabirine verdiği uzun bir demeç hiç değiştirilmeden ve hiçbir “mütalâa” eklenmeden olduğu gibi Ahenk’te yayınlandı50. Bu demeçte, Sadrazam, “Mustafa Kemal Paşa hareketinin mahiyeti nedir?” sorusuna şu karşılığı veriyordu “Bu hareketin hiçbir esas-ı askerisi olmayıp, milletin müzaheretine de istinat etmemektedir. Bunlar harp esnasında zabitlik derecesine irtika etmiş gençlerden ibaret olup birer sanat ifa etmek üzere dağıldıkları Anadolu’da bu hareketi meydana getirmek için uğraşıyorlar. Bu çabucak parlayıp geçen ehemmiyetsiz bir yangındır. Mamafih hakikat budur ki bu hareketi tevsi etmek maksadıyla Anadolu’da azim mebaliğ sarf olunmaktadır. Bunda da harp esnasında büyük servetler iddi-har ettiği malûmumuz olan İttihat ve Terakki komitesinin meşum parmağı mevcuttur...”
İşte Osmanlı Sadrazamının, Mustafa Kemal hareketinin niteliği konusunda bir yabancı basın muhabirine verdiği demeçte yer alan görüşleri.. Şüphesiz burada yer alan görüşler yani hareketi bir İttihatçı eylemi olarak göstermek düşüncesi, İstanbul Hükümetinin işine geliyordu. Millî Mücadeleye sonuna kadar karşı olan zihniyet, ona her yerde “İttihatçı” damgasını vurmaktan çekinmemiştir.
Dikkati çeken bir gelişme de şuydu. Bir süre sonra İzmir basını hareketin “mahiyeti”ni doğrudan doğruya Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı bir açıklamayla öğrenmiş bulunuyordu. Nitekim Ahenk gazetesi 30 Ekim 1919 tarihli sayısında Mustafa Kemal Pasa ve Vaziyet-i Dahiliyemiz başlığını taşıyan uzun bir yazı yayınlandı. Bu yazı, Le Temps gazetesinin İstanbul muhabirinin Mustafa Kemal Paşa’ya telgrafla sorduğu soruları ve bunların yanıtlarını kapsamaktadır. Oldukça uzun olan bu yazının en can alıcı noktalarını belirtmekle yetineceğiz. Mustafa Kemal Paşa, teşkilât-ı milliyetin iç ve dış politikası konusunda sorulan soruya şu karşılığı vermiştir: “Teşkilât-ı milliye bir fırka-i siyasiye olmadığından siyaset-i dahiliye ve hariciyede teferruatlı bir programı yoktur. Teşkilât-ı milliyenin her husustaki
nukat-ı nazarını Sivas Kongresinde tespit olunup eylül 1335 tarihinde neşrolunan beyanname tamamen ihtiva etmektedir”. Mustafa Kemal Paşa; Erzurum, Van, Bitlis vilâyetlerinden çok az bir toprak parçasının Ermenilere terki konusunda da bağımsız bir Ermenistan’ın sınırlarımız dışında olması gerektiğini söylemiştir. Seçimlerden sonra teşkilât-ı milliyenin dağılıp dağılmayacağı sorusunu da şöyle yanıtlamaktadır: “Teşkilât-ı milliyenin irade-i milliyeyi hakim kılmakta gayesi millet meclisinin toplanarak hukuk-ı teşriiye ve vazife-i murakabesine tam bir emniyet ve serbesti ile bilfiil sahip olmasıyla tahakkuk edecektir. Binaenaleyh meclis-i millî her türlü tecavüz ve müdahaleden masun bir surette kemal-i ciddiyetle ve ve-zaif-i ciddiyesini ifaya mübaşeret eyledikten ve bu da fiilen teeyyüd ettikten sonra bugünkü tarz-ı faaliyetle idare-i mevcudiyete sebep kalmamış olacağından teşkilat-ı milliye, nizamname-i dahilisi mucibince mesaisine nihayet verecektir”.
Mustafa Kemal Paşa, Türkiye’nin yabancı bir devletin desteği olmaksızın “ihyasının mümkün” olup olmayacağı ve bu yardımı ne şekilde anladığı gibi sorulara karşılık da şunları söylemiştir: “Bu babta içtihat ve nok-ta-i nazarımızı izah eden kongre beyannamesinin yedinci maddesini aynen zikretmekle iktifa ederiz”. Burada Sivas Kongresi beyannamesinin yedinci maddesi olduğu gibi verilmiştir. Son olarak Mustafa Kemal Paşa, Boğazların geliş gidişe açık olmasının “payitahtımızın” güvenliğini tehdit etmemesi gerektiğini açıkça dile getirmektedir.
Bu ayrıntılı demecin İzmir gazetelerinde yayınlanmış olmasını oldukça anlamlı ve önemli buluyoruz. Mustafa Kemal Paşa hareketinin niteliği şimdi onun ağzından açıklanmış bulunuyordu. Misak-ı Millînin esasları sanki ilk kez derli toplu bir şekilde izmir’de kamuoyuna sunulmuş bulunuyordu. Öte yandan ayan üyesi Ahmet Rıza Beyin Roma’da Matın gazetesine verdiği bir demecin Rumca gazeteler aracılığıyla Türkçe basma aktarılması da dikkatimizi çekmektedir. Ahmet Rıza, Mustafa Kemal Paşa harekâtının Türklerin ekseriyeti tarafından desteklendiğini açıklıyordu. Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerde Türk egemenliğinin korunması gerektiğini de ifade eden Ahmet Rıza, “Mustafa Kemal Paşa ile katiyen temasta bulunmadığını” da eklemek gereğini duyuyordu31. Ahenk, birgün sonra bu haberi daha ayrıntılı olarak şöyle veriyordu: “Ayan reis-i sabıkı Ahmet Rıza Bey Matin gazetesi muhabirine vaki olan beyanatında Mustafa Kemal Paşa’nın ekseriyeti Türk olan yerlerde hakimiyet-i Osmaniyenin teminine çalışmaktan başka bir maksadı olmadığını, Arapların kendi kendilerini idare etmek hakkına haiz oldukları Türk milletinin ekseriyeti tarafından tasdik edilmekte bulunduğunu söylemiştir”52.
1920-21 olaylarına kısa bakış
Son Osmanlı Mebuslar Meclisi için yapılan seçimler, kuva-yı milliye hareketinin genişlemesi gibi konularla ilgili olarak dağınık da olsa İzmir gazetelerinde bilgi bulabiliyoruz. Sivas’ta bulunan Kuvay-ı Milliye Heyet-i Temsiliyesinin Ankara’ya geldiği yolunda haberler de gazetelerde yer almıştır. Hattâ Mustafa Kemal hareketinin gelişmesiyle ilgili dış basında çıkan yayınlardan bol bol çeviriler yapıldığına da tanık oluyoruz. Bu yayınlar, kuva-yı milliyenin dağıtılmasının çok güç olduğu görüşlerine de yer veriyorlardı.
Son Osmanlı Mebuslar Meclisinin toplanmasıyla ilgili haberlere yer verilirken Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis Başkanlığına çektiği telgrafın tam metni de verilmişti53. Bu telgrafta yer alan “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtı altında kuvvetlerini, emellerini ve ruhlarını birleştirmiş olan millet” sözleri, kuva-yı milliyenin ne olduğunu işgal altındaki yurttaşlarımıza pek iyi anlatmış olmalıdır. Bu telgrafın hiçbir satırının sansüre uğramamış olması şaşırtıcıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk günleriyle ilgili haberler İzmir basınında yer almıştır. Ancak Meclisin çalışmalarıyla ilgili haberler çok geç olarak İzmir basınına yansıyordu. Sık sık Mustafa Kemal Paşa’nın konuşmalarından örnekler verildiğini de görmekteyiz. Büyük Millet Meclisinin San Remo kararlarını şiddetli tartışmalardan sonra reddettiği de İzmir gazetelerinde yazılmıştır54.
Dikkati çeken bir konu Atatürk’ten sürekli olarak Büyük Millet Meclisi Reisi ve Kuvay-ı Milliye Kumandanı olarak söz edilmesidir. Onun Meclis Başkanlığı yanında hemen Kuva-yı Milliye Umum Kumandanı olduğu eklenmektedir. Hattâ kendisine “Serdar-ı Ekrem” unvanının dahi verildiği ifade edilmektedir. Bu haber 1920 yılına aittir. Bu bakımdan şaşırtıcıdır.
Öte yandan Mustafa Kemal Paşa’nın Enver Paşa ve Bolşeviklerle ilişkileri konusunda bir takım “efsanevi” haberlerin yayınlandığını görüyoruz. Özellikle Enver Paşayla ilgili haberlerin bir hayal ürünü olduğuna şüphe yoktur. Bu arada Mustafa Kemal’in Bolşeviklerden yardım ve destek gördüğü yolunda da yazılara yer veriliyordu. Üstü kapalı olarak Ankara’nın Bolşevik olduğu (?) izlenimi yaratılmak istenmektedir. Nitekim 1920 yılı Temmuz, Ağustos aylarında Ankara Hükümetinden sürekli olarak Ankara Sovyet Hükümeti şeklinde söz edilmesi, Moskova’ya gönderilen Türk delegelerine Sovyet murahhasları denilmesi dikkati çekmektedir.
Türk kuvvetleri 1921 yılı başında Birinci ve İkinci İnönü savaşlarıyla Yunanlıları yenilgiye uğrattı. Bu zaferlerin uluslararası ilişkilerde hemen etkisi görülmüş ve hattâ Ankara lehine bir akımın doğmasına ortam hazırlamıştı. Buna bağlı olarak toplanan Londra konferansı Türk-Yunan çatışmasına son verecek bir çözüm getiremedi. Sadayı Hak bu konuda İngiliz ve Fransız gazetelerinin söylediklerini yineleyerek, savaşın yalnız bir Türk-Yunan problemi olmadığını belirtiyor, Londra’daki diplomatların tartışmalarla vakit yitirdiği bir sırada Anadolu’nun yine yakın bir zamanda kanlı bir “cidale” sahne olacağını dile getiriyordu55.
Londra konferansı sırasında Bekir Sami Beyle Fransızlar arasında bir anlaşma sağlanması Rum gazetelerinin küplere binmesine yol açtı. Fransızların “Ankara’nın asisine” Sevr’i değiştirmeyi vaad ettikleri üzerinde duruluyor ve bu tutum şiddetle kınanıyordu. Vima gazetesi, Yunanistan’ın Anadolu’nun sulh ve sükûnu için büyük bir savaşım verdiğini iddia etmekte, bununla birlikte müttefiklerinin Yunanistan’ı yalnız bıraktıklarından yakınmaktadır. Öyle ki Mustafa Kemal’in “mahvı”nın Yunanistan kadar müttefiklerin de çıkarlarına yarayacağını ileri sürüyordu56.
1922 yazının en önemil olayı Küçükasyaalık hareketinin gelişmesi ve hattâ bu yolda Yunan Hükümetinin bir denemeye dahi girişmesidir. Türkiye’nin Yunanistan karşısında ne kadar güçlü bir duruma geldiği Sakarya Savaşıyla anlaşılmış, son bir darbenin Yunanlıları Batı Anadolu’dan silip süpüreceği artık sezilmeye başlamıştı. Yunanistan’ın Ege’yi ilhak edemeyeceği kesinlik kazanmıştı. Batı Anadolu’da yeniden Türk yönetiminin kurulması ise yerli Rum halkını ve Yunanlılarla işbirliği yapmış Türkleri tedirgin ediyordu. Bu bakımdan yerli Rumlar ve hattâ bir kısım Türkler, Yunan işgalinin sağladığı kolaylıklardan yararlanarak bağımsız bir devlet kurmak için harekete geçtiler. Yunanistan başlangıçta buna karşı çıkmışsa da sonradan bağımsız bir İyonya devletinin kurulmasına karar vermiştir. Buna bir başlangıç olmak üzere Küçük Asya’nın batısında kurulması düşünülen devletin yönetimiyle ilgili esaslar belirlendi. Bu kararı uygulama görevi İzmir’deki Yunan Fevkalâde Komiseri İstiridis (steryadis)’e verildi. Yunan Hükûmeti’nin bu konuda 17 Temmuz 1922’de aldığı kararlarla İzmir’de Fevkalade Komiserinin beyannamesi 31 Temmuz 1338 (1922) tarihli Şark gazetesinde yayınlandı60. Bu beyannamede Yunan Hükümeti kararlarının, içinde bulunulan koşullardan ötürü hemen uygulanamayacağı açıklanıyor, bunların “tedricen” yürürlüğe konulacağı ve Batı Anadolu’daki unsurlara en yararlı olacak ilkelere öncelik tanınacağı belirtiliyordu. Yunan Hükümeti kararlarında “Memleketi tekrar girdab-ı esarete sürüklemek maksadına matuf olan Mustafa Kemal’in hareket-i ihtilaliyesine karşı azim fedakârlıklarla”başarıyla karşı konulduğu iddia ediliyor ve Küçük Asya’nın bir daha Türk yönetimi altına giremeyeceği belirtiliyordu.
Bu kararlar açıklandığı zaman İzmir’de bir tören yapıldı. Bu törene İzmir Belediye Başkanı Hacı Hasan Paşa ve Karşıyaka Belediye Başkanı Ahmet Şükrü ve Hoca Hulusi Efendi katıldı. Hacı Hasan Paşa, Müslüman halk adına Steryadis’e şükranlarını bildirdi61.
Bu beyanname ve kararların yayınlanması, yeni yönetime ilişkin Rum gazetelerinde yoğun bir tartışmaya ortam hazırladı. Bu gazeteler (Patris, Armonya, Kozmos, Telegrafos, Taros) sayfalarını bu bildiri ve kararlarla ve bunlara ilişkin yorumlarla doldurdular. Hattâ Batı Anadolu’daki bazı kasabaların belediye başkanlıkları da “Müslümanlara pederane ve müşfikâne lütuf ve inayetlerini ibzal buyuran” Steryadis hazretlerine “derin teşekkürlerini arz etmekten geri kalmadılar. Bu tür ihanet belgelerine Türkçe gazetelerin iç sayfalarında bol bol rastlanmaktadır. Bununla birlikte Yunan Hükümetinin aldığı kararların ancak 24 Ağustosta uygulanması yolunda bir takım adımlar atıldı62. Fakat Büyük Taarruzun başlamasıyla bu tasarı suya düştü.

Bu sırada diğer kayda değer bir olay da Lloyd George’un İzmir’in Yunanistan’da kalabileceğine ilişkin söylevinin Rumlar tarafından büyük bir sevinçle karşılanması ve büyük törenler düzenlenmesidir. Yunanlılar İzmir’in bütün Müslüman ve Hıristiyan, Musevî halkını bu törenlere katılmaya zorlamışlardır63. Yalnız Şark gazetesi, Lloyd George’un bir Türk düşmanı olduğunu açıkça yazmak cesaretini göstermiştir64.

Belirtmeye gerek yoktur ki Büyük Taarruzun başladığına ilişkin İzmir gazetelerinde en ufak bir bilgi bulunmamaktadır. 29 Ağustos tarihli Şark gazetesinde Ankara’nın İstanbul temsilcisi Hamit Beyin bir demeci yayınlanmıştı. Bu demeçte “Ankara Hükümetinin isteklerinden kesinlikle vazgeçmeyeceği” belirtiliyordu. Ancak Eylülün ilk günlerine ait gazetelerden Türk-Yunan savaşının devam ettiği anlaşılmaktadır. İzmir’deki konsoloslar toplanarak son durumla ilgili görüş alış verişinde bölünüyorlardı65. Rum halkı, güvenliğinin sağlanması için İngiliz konsolosluğuna başvuruyordu66. Yunanistan’ın resmen İngiltere’nin “müdahalesini” istediğine ilişkin söylentiler yayılıyordu57. General Hacı Anesti, İzmir halkının telaş etmemesini, zira geri çekilen Yunan ordusunun Rum ahaliyi de birlikte aldığını söylüyordu. Bu sırada İzmir limanı Fransız ve ingiliz savaş gemileriyle dolmuştu. Bütün Yunan donanması da İzmir’e gelmek için emir almıştı. Şehirde büyük bir bunalım başlamış, ekonomik yaşam felce uğramış, ticaret “vekayi-i ahire dolayısiyle” durmuştu.

7 Eylül tarihli gazeteler Yunan ordusunun ric ‘at etmekte olduğunu açıkça yazıyorlardı. Yunan askerlerinin birkaç gün daha direnmesi için İzmir ve Kuşadası Metropolidlerinin cepheye gitmeleri uygun görülmüş fakat bu girişim başarıya ulaşamamıştır. Kozmos, “muhhtariyet”in bir an önce uygulanmasını, Amaltiya ise “doğup büyüdüğümüz memleketimizin müdafaası için İslâm ve Hıristiyan bütün ahali”yi işbirliğine çağırıyordu72.

Öte yandan yukarıda belirttiğimiz gibi Hahambaşı, İzmir Metropoli-di, Ermeni Murahhası, İzmir Müftüsü, Katolik Murahhası, Protestan Rei-s-i Ruhanisi tarafından hazırlanan bir beyanname 8 Eylül tarihli Islahat ve Şark gazetelerinin ilk sayfasında yayınlandı. Bu bildiri, “Ahval-i malûmenin taht-ı tesirinde efkâr-ı umumiyenin ne kadar müstaid-i galeyan olduğu herkesçe malûmdur” diye başlıyor ve “Biz İzmir rüesay-ı ruhanisi, milel-i muhtelife eşraf ve mütehayyizanı da hazır oldukları halde bugün bir meclis akt ettik ve şu nazik ve tarihî anda herkesin durendişane bir meslek takibi ile memlekette teessürle karşılanacak haller ikamdan fevkalâde ihtiraz ve bu gibi endişelerin kat’iyen zail olacağı zamana akılane bir sükûn ile intizar etmelerini saf bir hiss-i insanî ve vatanperveri ile umuma tavsiyeye karar verdik” diye devam ediyordu. Bildiri sonuç olarak herkese fena hareketlerden çekinmelerini özellikle salık veriyordu. Bu belgenin tarihi 6 Eylül 1338 (1922) idi.

Türk ordusunun İzmir’e ayak bastığı 9 Eylül 1922 tarihinde gazetelerin çıkıp çıkmadığı ise tespit edilememiştir.
DİZİN - KAYNAKÇA
1 Nurdoğan Taçalan, Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken, İstanbul, 1970.
2 Ö. Sami Coşar, Millî Mücadele Basını, İstanbul, tarihsiz.
3 Bilge Umar, İzmir’de Yunanlıların Son Günleri, Ankara, 1974.
4 İzzet Öztoprak, Kurtuluş Savaşında Türk Basım, Ankara, 1981.
5 İzmir basın tarihi konusunda toplu kaynakça için bk. Zeki Arıkan, “Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemlerinde İzmir Basını”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, I, s. 103-111.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt