"İslâm, Emperyalist Sistemler Gibi, 'Fetih' Adı Altında Değişik Yerleri İşgal ve İsti

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

FurkanBilge

Üye
    Konu Sahibi
"İslâm, Emperyalist Sistemler Gibi, 'Fetih' Adı Altında Değişik Yerleri İşgal ve İsti
"İslâm, Emperyalist Sistemler Gibi, 'Fetih' Adı Altında Değişik Yerleri İşgal ve İstilâ Etmiş, Sonra da Sömürmüştür.” Diyorlar. İzah Eder misiniz?
Fethullah Gülen 09.07.2007 Bu iddianın da, benzeri isnatlar gibi İslâm düşmanları tarafından maksatlı olarak ortaya atılmış diğer isnatlardan farkı yoktur. Her meselede olduğu gibi, bunda da İslâm'ı bilmeyen Müslümanlar yanıltılmak ve idlâl edilmek istenmektedir.
Bir kere, Arap Yarımadası'nda, Mekke ve Medine'deki insan, kimi sömürecek ve neyi istismar edecektir? Bir insanın kendi kavim ve kabilesini işgal ve istilâsı, sonra da sömürmesi nerede görülmüş? Hele, sömürüldüğü iddia edilen, o günkü Hicaz insanı ve Hicaz toprakları gibi fakir halk ve verimsiz arazi olursa!
Kaldı ki, İslâm'ın mesajını dünyanın dört bir yanına ulaştırmak için yığın yığın tehlikeyi göğüsleyen ve inandığı dava uğrunda şehit olmayı en büyük pâye sayan ve ömürlerini dört bir bucakta, kendilerinden on beş-yirmi kat daha fazla güçlerle yaka-paça olarak geçiren o yüksek ruhlu ideal insanlara müstemlekeciliği, emperyalizmi, sömürüyü yakıştırmak gülünçtür ve imkânsızdır. Acaba, bu insanlar bunca sıkıntı, bunca mahrumiyet ve bunca fedakârlık karşılığı neyi elde etmiş, neyi istismar etmiş ve nelerden faydalanmışlardır?
Aslında senelerce, yurdundan, yuvasından, çoluk-çocuğundan uzak yerlerde Rabbisini anlatmaktan başka bir şey düşünmeyen, ölümü ve şehadeti en tatlı ideal hâline getiren ve her muharebe neticesinde ölüp dostlarına kavuşamamanın üzüntüsünü yaşayan bu insanlara sömürü isnadında bulunmayı, bu iddiayı ortaya atanlar da kabul etmezler ya!..
Yeryüzünde işgal ve istilâyı, en iğrenç yanlarıyla emperyalizmi, İskender'den Napolyon'a, Romalılar'dan Cermenler'e, Moğollar'dan günümüzde onları takip eden bazı devletlere kadar "sömürü" sistemleri yaptılar. Girdikleri yerleri harap ettiler. Ahlâkı bozup milleti birbirine düşürdüler; sonra da arkalarında harap eller, yıkılmış hânümanlar, kimsesiz çöller, emek mahrumu günler, fikr-i ferdâ bilmez akşamlar ve kandan, irinden seylâplar bırakıp öyle gittiler.
Bugün ise, yavuz hırsız hesabı, kalkmış kendi iğrenç işlerini, utandırıcı muamelelerini örtmek için İslâm'ı ve onun şanlı Peygamberi'ni (sallallâhu aleyhi ve sellem), Peygamber'in mümtaz Halifelerini ve şanlı Osmanlı Devletini, devlet idarecilerini, müstemlekecilik ve sömürü ile karalamak istiyorlar.
Müslümanlar, tarihin hiçbir devrinde ve dünyanın hiçbir yerinde ne devlet ve millet olarak ne de fert olarak kimseyi sömürmedikleri, kimseyi istismar etmedikleri gibi, hâkim oldukları yerlerde sömürü ve istismara da izin vermediler.
Evet, cihanın dört bir yanında, fetihlerin fetihleri takip ettiği bir dönemde, İslâm devletinin başındaki halife: "Bana Müslüman fertlerin, en fakirinin hayat seviyesinde yaşamak yaraşır." diyerek günlük birkaç zeytinle hayatını geçirirken[1] neyi sömürdüğünü ve kimi istismar ettiğini iddia edeceğiz?..
Bir muharebe esnasında öldürdüğü şahsın eşyası kendisine verilmek istendiğinde, elini gırtlağına götürerek: "Ben gırtlağından bir ok yiyip şehit olmak için bu muharebeye iştirak ettim; ganimet için değil!" diyen gözü ötelere uyanmış birisi neyi sömürüyordu?
Bir başka karşılaşmada, Müslümanlara ciddî zarar veren kâfirlerin ileri gelenlerinden birisini öldürüp yoluna devam eden bir Müslüman, maktûlün ganimeti başında İslâm ordusu komutanının Allah adına and verdirerek çağırmasına karşılık, komutanın yanına gelmeye mecbur olur ve yüzü peçeli muhariple komutan arasında şu konuşma cereyan eder:
Allah için bunu sen mi öldürdün?
Evet.
Öyleyse al şu bin dinarı.
Ben bu işi Allah için yapmıştım.
Senin ismin ne?
Ne yapacaksın ismimi? Yoksa âleme duyurup da sevabımı zayi etmek mi istiyorsun?..
Rica ederim, bu insanların insanlığı sömürmesine ve yeryüzünde müstemlekeler kurmasına imkân var mıdır? Doğrusu, kin ve adavet belli bir seviyeye ulaşınca insanın ne gözü görüyor, ne kulağı işitiyor ne de mâkul ve mantıkî olabiliyor...
Şimdi gelelim asıl meseleye: Sömürü ve emperyalizm nedir ve onu kim yapmıştır?
Emperyalizm veya diğer bir ifadesiyle müstemlekecilik, bir toplumun başka bir toplum veya bir devletin başka bir devlet üzerinde hâkimiyet kurması, onu sömürmesi ve ondan faydalanması şeklinde tarif edilebilir. Ancak, işgal, hâkimiyet ve sömürme her zaman aynı olmayabilir. Bunu günümüzdeki şekilleriyle şöyle sıralayabiliriz:
1) Mutlak işgal ve hâkimiyet: Bir ülkenin asıl sahiplerini bertaraf ederek gelip o ülkeye yerleşmeye denir ki, şimdiye dek en batısından en doğusuna kadar dünyanın değişik bölgelerinde yerli halkın mezarları üzerine binalar kuran ve onları kendi topraklarından kovan bir sürü millet görülmüştür.
2) Askerî işgal: Bir ülke üzerinde askerî hâkimiyet kurup o ülke insanının her meselesine müdahale etmeye denir ki, meselâ, bazı ülkeler Hindistan'ı işgal ettikten sonra orayı uzun süre terk etmemiş, o işgal devletlerinin askerleri senelerce yerli halka böyle davranmışlardı.
3) Müdahalecilik: Bir ülkenin hâriciye, emniyet, müdafaa ve iktisadî işlerine açık-kapalı müdahale şeklinde olur ki, günümüzde Doğu ve Batının, fakir, güçsüz ve geri kalmış ülkelere karşı tavrı hep bu türlü müdahalecilik şekliyle olmuştur.
4) Entelektüel transfer etme sistemi ki, günümüzde emperyalizmin en yaygın ve en tehlikeli olanıdır. Bu sisteme göre sömürülmek üzere plâna alınan ülkenin, kabiliyetli, atılgan, müteşebbis evlâtları seçilerek, yurt içinde, yurt dışında hususî eğitimden geçirilip, hususî localara kaydettirilip ülkenin kaderine hâkim hâle getirilirler. Daha sonra ise, bu yerli-yabancı entelektüel, sistemli olarak ülkenin idaresinde en hayatî noktalara yerleştirilerek kale içten fethedilmiş olur.
Son asırlarda, Batılı müstemlekecilerin kullandıkları bu sistem çok geçerli olmuş ve bu yolla karşı tarafa boy hedefi olmadan, onlarda nefret uyandırmadan yumuşakça hedefe varılmıştır ki, günümüzün İslâm dünyasını, büyük ölçüde bu kabîl bir istismar ve sömürü çıkmazı içinde sayabiliriz.
Hangi şekliyle olursa olsun, emperyalizmin işgaline uğrayan ülkelerde:
1) Asimilasyonlarla yerli halk özünden uzaklaştırılmış, geçmişi ve tarihi unutturulmaya çalışılmış ve bir kimlik bunalımına çekilmiştir.
2) Millî himmet öldürülmüş, arazi verimsizleştirilmiş, sanayi emperyalist ülkeye bağlı hâle getirilmiş, ilim kısırlaştırılmış ve araştırmacılığın yerine şablonculuk ikame edilmiştir.
3) Öldürmeme-kaldırmama politikasıyla, yerli halk, cankeş edilerek hep başkalarına muhtaç hâle getirilmiş ve bütün bir hayat boyu, ilericilik, Batıcılık, uygarlık, çağdaşlık gibi ne ifade ettikleri belli olmayan kelimelerle avutulmuş ve uyutulmuşlardır.
4) Dış destek ve dış yardımlar itibarıyla ülke ablukaya alınmış, ithalat ve ihracata açık-kapalı hacir konmuş, kalkınma ve büyüme inhisara alınarak bütün bütün zorlaştırılmıştır.
5) Bir taraftan ülke insanının fakir bırakılması için lâzım gelen her şey yapılmış, diğer yandan da, yığınlar lükse, israfa çekilmiş ve millet içine sürekli tatminsizlik hissi saçılarak kavgaya varan hoşnutsuzluklar meydana getirilmiştir.
6) İlim-teknik-teknoloji açısından araştırma ruhu öldürülmüş, maarif yuvaları kopyacılığa, fabrikalar montajcılığa alıştırılmış, kışlalar da emperyalist güçlerin döküntü harp malzemelerinin meşherleri hâline getirilmiştir.
Şimdi acaba, İslâm'ı ve İslâm fütuhatını, bu kadar kötülüğü de beraberinde getiren emperyalist sistemlere ve sömürü düzenlerine benzetmek ne derece mâkuldür?..
Bir kere İslâm, kimseyi yurdundan, yuvasından etmediği gibi, kimsenin eline, ayağına zincir vurarak çalışmasını da engellememiştir. O, fethettiği ülkelerin insanlarını dinleriyle, duygularıyla, düşünceleriyle serbest bırakmış ve onları her hususta kendi dindaşları, vatandaşları gibi himaye etmiştir. Müslüman fatihler, girdikleri hemen her ülkeye huzur ve emniyet getirmiş ve yerli halk arasında kabul edilen, sevilen, sayılan insanlar olmuşlardır. Böyle olmasaydı, Suriye Hıristiyanları, ülkelerinin Roma imparatoru tarafından istirdat edileceği endişesi karşısında kiliselere dolup Müslümanların zaferi için dua ederler miydi?[2] Ve böyle olmasaydı, bir ucundan diğer ucuna altı ayda varılamayan alabildiğine geniş bir ülkede asırlar boyu emniyet ve asayişi devam ettirmek nasıl mümkün olabilirdi?.. Bugünkü komünikasyon imkânları, son model askerî araç ve gereçlere rağmen, avuç kadar bir yerde bunca mekanize güçlerimizle emniyet ve asayişin temin edilemediğini gördükçe onların bu mevzuda başvurdukları dinamiklere hayran kalmamak mümkün mü? Zannediyorum, günümüzün pek çok münevveri de bu hakikati anlamış olacak ki, dünya hâkimiyeti dönemimize ait varlık ve bekâmıza esas teşkil eden dinamiklerin yeniden gözden geçirilmesi lüzumunu izhar etmeye başladılar.
Müslüman fatihler, fethettikleri ülkelerin kapılarıyla beraber, gönül kapılarının da kendilerine açılmasını başarabildi ve fethettikleri ülke insanlarının saygı, itimat ve güvenine mazhar oldular.
Girdikleri ülkelerdeki ilim ve sanat birikimini değerlendirip, ilim ve sanat adamlarına çalışma zemini hazırladılar. Hangi dinden olursa olsun, âlimlere ve fikir adamlarına ayrı birer değer atfederek onları İslâmî toplum içinde aziz ve mükerrem tuttular.
Müslüman fatihler hiçbir zaman, müstemlekeci devletlerin istila ve işgal ettikleri ülkelerin halkına yaptıkları zulmü yapmadılar. Yapmak şöyle dursun, fethettikleri ülke halkına kendi dindaşları, kendi soydaşları gibi davrandı ve onlara, aynı vatandaşları gibi muamelede bulundular.
Halife Hazreti Ömer, Mekkeli bir soyludan tokat yiyen bir kıptîye: "Dön; sen de ona bir tokat vur." diyor; Amr İbn Âs'ın Mısır yerlilerinden birisini rencide ettiğini duyunca da:
"İnsanlar analarından hür olarak doğdular. Ne zamandan beri onları kul-köle olarak kullanıyorsunuz?" diyerek itapta bulunuyordu. Mescid-i Aksa'nın anahtarlarını almak için Filistin'de bulunduğu sırada, namaz vakitlerinden birisini içinde bulunduğu bir kilisede idrak ettiğinde papazın ısrarla kilisede namaz kılmasını istemesine rağmen: "Hayır! Halife Ömer burada namaz kıldı diye yarın sizi iz'âc edebilirler."[3] diyerek dışarıda toprak üzerinde namaz kılmayı tercih ediyor ve mağluplara karşı İslâm'ın fevkalâde insanî, alabildiğine yumuşak ve henüz günümüzde ulaşılamamış seviyedeki tavrını gösteriyordu.
Rica ederim, bu insanların başkalarını istismar etmeleri mümkün mü? Bunların başkalarını sömürmesi düşünülebilir mi? Ve bu yüksek ruhların temsil ettikleri Kur'ân sistemine emperyalist düzen denir mi?
Cankeş etmek: Can çekişir hâle getirmek.
Hânuman: Ev, bark, ocak.
İz'âc: Rahatsız etme, bunaltma.
[1] Bkz.: es-Suyûtî, Târîhu'l-hulefâ, s. 132.
[2] Bkz.: Şiblî Nu'manî, Bütün Yönleriyle Hz Ömer ve Devlet İdaresi, 1/212-214.
[3] T.W., Arnold, İntişar-ı İslâm Tarihi, s. 99-100.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt