Garip Akımı ( Birinci Yeni Hareketin Türk Şiirindeki Yeri)

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Doğuş Pertez

Doğuş Pertez

Admin
    Konu Sahibi
Garip Akımı ( Birinci Yeni Hareketin Türk Şiirindeki Yeri)
Garip Akımı ( Birinci Yeni Hareketin Türk Şiirindeki Yeri)

GARİP AKIMI
Garip Akımı, kendinden önceki edebi hareketlere tepki olarak doğan, kendisinden önceki tepki karakterli akımlardan daha farklı bir vaziyet arz eden bir harekettir.
Garip akımı asırlar içinde süzülüp gelen şiirimize karşıdır. Şiirimizin vezin, kafiye, şekil gibi karizmatik özelliklerine karşıdır. Bu yönüyle en aşırı tepki hareketidir. Daha sonra gelecek olan ikinci Yeni Hareketi de Garip akımına tepki olarak doğacaktır.
Eski şiirimizde mazmunlar şiirimizin kültürünü verir. Divan şiiri hiçbir zaman anlam ve ahengi ikinci derecede ele almamıştır. Şiirin ses tabakası anlamın taşınması için bir araçtır. Divan edebiyatında önemli olan anlamdır. Yahya Kemal'de de bu hususiyet görülür. Ahmet Haşim ilk defa anlamı gölgeleyen bir şiir (Bir Günün Sonunda Arzu) yazar.
"Kitabe-i Seng-i Mezar" 1938 yılında İnsan dergisinde yayımlanır. Sıradan bir şey olan "nasır" şiire sokulur Bizde sıradan insan ve unsurların şiire girmesi yenidir. Sıradan insanı nesrimize sokan Sait Faik, şiirimize sokan Orhan Veli'dir. Orhan Veli'nin bu şiiri yayımlanınca edebiyat aleminden kendisine tepkiler gelir. Şiirin kabul edilmeyen yönü sıradan unsurların şiire sokulmuş olmasıdır.
Orhan Veli, Varlık Dergisi'nde Aralık 1939- Ocak 1940 sayılarında Garip Beyannamesini dört makale halinde yayımlar. 1941 'de çıkan ve üç kişinin (Orhan Veli-25 şiir, Melih Cevdet-16 şiir, Oktay Rıfat-21 şiir) şiirleriyle şekillenen Garip kitabında söz konusu makale yayımlanır. Kitabın logosu olan "Bu kitap sizi alışılmış şeylerden şüphe etmeye davet edecektir." Şeklindedir.
Cumhuriyet döneminde derli toplu, programlı ve disiplinli ilk poetika Necip Fazıl'ın şiir kitaplarına koyduğu ve "Poetika" adını verdiği uzun yazısıdır. Bu poetikadan birkaç yıl evvel Orhan Veli 'nin Garip Önsöz'ü ortaya çıkmıştır ki, şiir hakkında bir çok meseleleri su üzerine çıkarmıştır. . .
Orhan Veli'nin Garip adlı kitaba yazdığı ön söz bir reaksiyon poetikasıdır. Kendi şiir anlayışını açıklamanın yanı sıra, şiirlerine bilhassa Kitabe-i Seng-i Mezar'a yapılan itirazlara bir cevap gibidir.
Garip bir bütün olarak değerlendirildiğinde 9 bölümden oluşmaktadır. Bundan sonra Prof. Dr. ORHAN OKAY Hoca'nın Garip Değerlendirmesiyle devam edelim:

Birinci Bölüm: "Şiir, yani söz söyleme sanatı geçmiş asırlar içinde birçok değişikliklere uğramış ve sonunda bugünkü noktaya gelmiştir. Garip telakkisi, öğrendiklerini tabii kabul edişinden gelmektedir. Ona buradaki izafttiği göstermelidir ki öğrendiklerinden şüphe edebilsin."
Orhan OKA Y (O. O.) Görüldüğü gibi Garip mukaddimesi şiirle ilgili çeşitli bahisleri ihtiva eden 9 bölüm halindedir. Orhan Veli poetikasının I. Bahsinde bizi Dekart gibi birtakım peşin fikirlerden sıyrılmaya ve şiir hakkında bugüne kadar iddia ve tekrar edilen kaideler üzerinde yeniden düşünerek ve muhakeme ederek, tabii bir şiir anlayışına davet ediyor.
Ama Orhan Veli her şairin yaptığı gibi söze şiirin tarifiyle başlıyor."Şiir söz söyleme sanatıdır" der. Söz anlamlı ifade demek olduğuna göre "şiir anlamlı söz söyleme sanatı" demektir. O. Veli'ye göre şiirin malzemesi sözdür. Ancak bunu]1 bir sanat haline getirilmesi gerekmektedir. Ayrıca O. Veli kendi şiir anlayışının tabiileşme esasına dayandığını ilere sürmektedir.
17.YY'da Avrupa'da Dekartçı anlayışla insanda şüpheci yaklaşımın tohumu atmaya başlanır. Batı düşünce hayatında Dekart bir dönemecin başlangıcıdır. O. Veli bir bakıma; Dekartçı bir yaklaşımla işe başlar, okuyuculardan okuduklarının üzerinde düşünmelerini ve şüphelenmelerini ister.
İkinci Bölüm: "Anane, şiiri bir çerçeve içinde (nazm denen bir çerçeve) muhafaza etmiştir. Nazmın belli başlı unsurları vezinle kafiyedir. Kafiyeyi ilk insanlar ikinci satırın kolay hatırlanmasını temin için yani sadece ,hafızaya yardımcı olmak maksadıyla kullanmışlardır... Bugünkü insan öyle zan ve temenni ediyorum ki vezinle kafiyenin kullanılışında kendini hayrete düşüren bir güçlük, yahut da büyük heyecanlar temin eden bir güzellik bulamayacaktır. Nitekim bu rahatsız edici gerçeği görmüş olanlar vezinle kafiyeye "ahenk" denilen yeni bir şiir unsurunun ebeveyn i nazarıyla bakmışlar ve bu yeni nimete dört elle sarılmışlardır. Bir şiirde eğer takdir edilmesi lazım gelen bir ahenk mevcut ise onu temin eden vezin veya kafiye değildir. O ahenk vezinle kafiyenin haricinde ve vezinle kafiyenin rağmına mevcuttur..."
O. O.: 2. Bahis şiirin nazım zannedilmesine karşıdır. Vezinle kafiyeden ibaret olan nazım şiir demek değildir. O. Veli kafiyeyi hatırlama unsuru olarak görür. Onun bu yönüyle haklı olduğunu söyleyemeyiz. O. Veli isim vermeden "ahenk" unsuruyla Yahya Kemal_ Ahmet Hamdi Tanpınar, Tevfik Fikret, Necip Fazıl gibi şairleri tenkit eder. O. Veli'ye göre ahenk "ezin ve kafiye olmadan da, mevcut olabilir. Mesela "Anlatamıyorum" şiiri bunun en güzel bir örneğidir. O. Veli'ye göre vezin ve kafiye basit düşmüştür. Ancak Orhan Veli vezin ve kafiyeye karşı olan görüşlerini iddia etmeden önce vezinli, kafiyeli şiir dünyasından beslenmiş ve yetişmiştir.
Ancak Garip mukaddimesinde mutlak olarak vezin ve kafiyeye karşı çıkan O. Veli'nin daha sonraki tavırlarında 'Garip'ten sonraki şiir devresinde) yumuşama olduğu görülmektedir. O. Veli vezin ve kafiyeyi zaruret sayanlara karşı çıkar. .
O. Veli'nin Garip mukaddimesinde böyle kesin yargılara varması; şiirde yapmak istediği ihtilalin başarılı olması için bir metottur. Her şeyden önce kendisine kadar gelmiş bütün şiir akım ve geleneklerini yıkmak; ortaya atılan her edebi ve fikri akımın gerçekleştirmek istediği bir amaçtır. O. Veli Garip'ten sonraki dönemde kafiyeye bol bol yer verecektir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "Vezinle kafiye birer kayıttır. Bunlar şairin düşünce ve hassasiyetine hükmettikleri gibi lisanın şeklinde de değişiklikler meydana getirirler. Nazım dilindeki acayiplikleri vezin ve kafiye zaruretinden doğmuştur..."
O. O.: 2. Bölümle 3. Bölüm birbirinin devamı hükmündedir. 3. Bölüm eski şiire hakim olan cümle yapısının şiirde değişmesi meselesine ayrılmıştır. Vezin ve kafiye şairin söylemek istediklerini sınırlar.- Bu sınırlama aruz için eskiden beri söylenen bir husustur. Ayrıca hece vemi için de bazı mahzurları vardır. O. Veli'ye göre vezin. ve kafiye dilin sentaksını değiştirmiş, hatta böylece şiirin kendine mahsus bir dili var zannedilmiştir. Şiirde vezin, kafiye ve sentaks hususiyeti, mutlak ve değişmez değildir. Bir şiirde bunlar bulunmadığı halde veya bunlar varken bunların. dışında bir şiir değeri varsa gerçek şiir odur. Onun da kendine mahsus vezni, kafiyesi ve sentaksı vardır. Ancak bunlar her şiirdeki ortak veya benzer şekiller değildir. Aksine, belki her şiirin kendine mahsus bir şekli vardır. Tanpınar'm dediği gibi, ne olursa olsun şiir bir form meselesidir. Bu form Yahya Kemal, Valery, Racinne ve Baki'de olduğu gibi kaidelerle veya Cahit Sıtkı ve Orhan Veli'de olduğu gibi tamamen şahsi tecrübelerle elde edilebilir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "Lafız ve mana sanatları çok kere zekanın tabiat üzerindeki değiştirici ve tahrip edici hassalarından istifade eder..."
O. O.: Edebi sanatlara ayrılmış olan 4. Bölümde O. Veli edebi sanatların, insan zekasının, tabiatı olduğundan farklı gösterme gayretinden doğduğunu ifade eder. O. Veli edebi sanatlara bir noktaya kadar karşı çıkar.
BEŞİNCİ BÖLÜM: "Edebiyat tarihinde pek çok değişiklikler olmuş. Yeni şekil her defasında küçük garipsemelerden sonra kolayca kabul edilmiştir. Güç kabul edilecek değişiklik zevke ait olanıdır. Bu suretle meydana çıkan edebiyatlarda da her şeye rağmen değişmeyen, devam eden ve hepsinde müşterek olan bir taraf vardır. Bugüne kadar burjuvazinin malı olmaktan, yüksek sanayi devrinin başlamasından evvel de dinin feodal zümrenin köleliğini yapmaktan başka hiçbir işe yaramamış olan şiirde bu değişmeyen taraf; -müreffeh sınıfların zevkine hitap etmiş olmak- şeklinde tecelli ediyor.
Yeni bir zevke ancak yeni yollarla ve yeni vasıtalarla varılır.
Birtakım ideolojilerin söylediklerini bilinen kalıplar içine sıkıştırmakta hiçbir yeni ve sanatkarane hamle yoktur. Geçmiş edebiyatların sıkıcı ve bunaltıcı tesirinden kurtulabilmek için, o edebiyatların bize öğretmiş olduğu her şeyi atmak mecburiyetindeyiz. Mümkün olsa da...yaratıcı faaliyetimizi tahdit eden lisanı bile atabilsek... "
O. O.: Şiirin başlı başına bir bölümü olan muhteva ile ilgili bölümdür. Beyannamenin ağırlık noktasını taşıyan bölümdür. Bugüne kadar gelen pek çok değişmelere rağmen değişmeyen ortak bir taraf olmuştur.: Şiirin hitap ettiği sosyal sınıf. O. Veli'ye göre şiir, büyük sanayi devriminden önce dinin ve feodal zümrenin köleliğini yapmaktan başka hiçbir işe yaramamıştır. Şimdi de burjuvazinin malıdır. 1940'lı yıllarda Marksist ve Toplumcu şiir hakimdir. Nazım Hikmet o dönemde bayrağı dalgalanan şairdir. Aslında şair tabiatlı ve hassas bir insan olan O. Veli Garip'in bu bahsinde adeta kendini zorlayarak şiir anlayışını Marksist bir mecraya sokar.
Karl Marks'ın Batı toplumları için ileri sürdüğü kilise ve aristokrasi hakimiyeti daha sonra büyük sanayi devrimi ile burjuva cemiyetlerinin teşekkülü bizim toplumumuz için tatbik olmayan bir faraziyeden ibarettir,. Türk cemiyet yapısında feodal bir rejim hiçbir zaman olmadığı için bu sınıf hakkında yazılmış şiir de bahis konusu olamaz. Şiirimize dinin tesiri, bir hayat felsefesinin, bir dünya görüşünün günlük hayata, sanata aksedişi demektir ki, kölelik kavramıyla açıklanması mümkün değildir.
Bu hatalı görüş ve sakat teşhisin üzerine bugünkü şiirin artık müreffeh sınıfların değil, çalışan insanların hakkı olduğunu ileri süren O. Veli, şiirde bir sınıfın ihtiyaçlarının müdafaasını yapmadığını belirtirken tezada düşüyor. Onun, şiiri bir sınıfın tahakkümünden kurtarıp, başka bir sınıfın hükmü altına alması, onun için bir tezattır.
O. Veli'nin Marksist görüşleri, birkaç şiir haricinde şiirine yansımaz. Bu şiirler Kuyruklu Şiir, Cevap, Ahmetler, Ben Orhan Veli gibi yarı mizahi, siyasi ve Marksist tavırlı şiirlerdir. Oysa O. Veli Garip'ten önce sosyal muhtevalı şiirler yazmamış ve şöhretini bunlarla yapmamıştır: Anlatamıyorum, Vazgeçemediğim, Yolculuk, İstanbul Türküsü, Değil, Yenisi, Kapalıçarşı, Karşı, Gün Olur, İstanbul'u Dinliyorum, Birdenbire gibi şiirlerinde daha çok ferdiyetçidir.

ALTINCI BÖLÜM: "Tarihin beğenerek aldığı insanlar daima dönüm noktalarında bulunanlardır. Onlar bir ananeyi yıkıp yeni bir anane kurarlar. Sanatkar kitapların öğrettiğinden daha fazlasını arayan, sanata yeni kayıtlar sokmaya çalışan adamdır... Bir şeyin ya lüzumunu ya da lüzumsuzluğunu hissetmeli, fakat her halde hissetmelidir. Lüzumu hissedenler kurucu, lüzumsuzluğu hissedenler yıkıcılardır. Her ikisi de cemiyetlerin fikir hayatı için devam ettirici insanlardan daha faydalıdırlar. Bu çeşit insanlar belki her zaman muvaffak olamazlar... Bir insan kurduğunu mükemmelleştirmeyebilir. Fakat kendisini takip edecek olana kıymetli bir temel tevdi eder..."
O. O. : Bu bahiste her devirde çığır açan büyük sanatkarların, başlangıçta anlaşılamayacaklarını, fakat zamanla onların yeni bir mektebin kurucusu olarak değerlendirileceklerini anlatır. Burada O. Veli daima sanatın, yenileşme yolunda olması gerektiğini ileri sürmektedir.

YEDİNCİ BÖLÜM: Ben sanatlarda tedahüle taraftar değilim. Şiiri şiir, resmi resim, müziği müzik olarak kabul etmelidir. Her sanatın kendine ait hususiyetleri ve ifade vasıtaları vardır... Şiirde müzik, müzikte resim ve resimde edebiyat sanatta hakiki kıymetleri bulmada ceht ve emek güçlüğünü yenemeyen insanların müracaat ettikleri bir hileden başka bir şey değildir... Şiir bütün hususiyetleri kendi edasında olan bir söz sanatıdır. Yani tamamen manadan ibarettir. Mana insanın beş duyusuna değil ruhiyatına hitap eder..."
O. O.: Bu bölüm sanatların tedahülüne yani birbiri içine girmesi meselesine aittir. O. Veli bu konuda tedahülün tamamen karşısında olduğunu söyler. Bilhassa şiirde resme veya musikiye yer vermeyi, onlardan faydalanmayı asıl şiir değerini ortadan kaldıran bir hile olarak kabul eder. Bu, bölümde Sembolistlere ve Türk edebiyatında şiirde tedahülü gerçekleştiren şairlere (Recaizade Mahmut Ekrem, Tevfik Fikret, Cenab Şahabettin, Ahmet Haşim gibi şairler) karşı çıkar. O. Veli aliterasyonlarla da sağlanan ahenge karşıdır.

SEKİZİNCİ BÖLÜM: "Edebiyat tarihide her yeni cereyan şiire yeni bir hudut getirmiştir. Bu hududu azami derecede genişletmek daha doğrusu şiiri huduttan kurtarmak bize nasip oldu..."
O. O. : Bu bahiste edebiyatta sınırlayıcı bir mektep fikrine karşı çıkar. O. Veli'ye göre her sistemi yıkan başka bir sistem olacaktır. Öyle ise en kestirme yol mektepsizlik yani kaidesizliktir. Bu görüş de yanlıştır Çünkü O. Veli eski şiirin kaidelerine karşı itiraz etmekle, onların yerine yeni birtakım kaideler getirmektedir. Vezin olmaması, edebi sanatların bulunmaması, kafiye olmaması, mananın ve edanın bulunması gibi kaideler...
Bu bölümde O. Veli şuuraltı alemini keşfetmiş bir durumdadır. Çok komplike bir düşünce sistemi olan tecritten sıyrılarak şuur altında bulabildikleri şey, iptidailik, basitlik bunun tabii neticesi olarak da çocukluk oluyor. Şahsiyet olarak Garipçiler iki dünya savaşı arasındaki sıkıntıları yaşayan bir nesle mensupturlar. Bunlar basit, sathi ve idealsiz bir hayat özlerler... Bu düşüncede olan bir neslin şuuraltında bulabileceği şey çocukluk duyguları olur... Ayrıca yine bu bahiste O. Veli "sanatın senelerce çilesini çekmiş ve namütenahi merhalelerden geçmiş bir şairi bir gün acemi bir eda ile görürseniz..." diyerek gerçekte kendi şairlik macerasını anlatır. O. Veli gerçekten de kendisinden önce gelen bütün şiir anlayışlarına vakıf ve bu şiir anlayışlarına uygun güzel eserler verebilecek düzeyde kültüre sahip olan bir sanatçıdır. Hem Klasik şiir anlayışını hem de hececi şiir anlayışını bilen ve gerçekleştirebilecek bir sanatçıdır.

DOKUZUNCU BÖLÜM:"Şiirde hücum edilmesi lazım geldiğine inandığım zihniyetlerden biri de mısracı zihniyettir..."
O. O.: Bu bölümde şiirin mısra düzenine göre yazılmasında ısrar edenlere karşı çıkar. Şiirde anlamı mısralarla sınırlayan şiir bütünlüğüne değil de mısra bütünlüğüne önem verenleri eleştirir.
Garip hareketinin en önemli yanı, şiiri adeta günlük tartışmalar arasına getirmesidir. Bir süre toplumda, şiir herkesin konuştuğu ortak bir konu olur. Ancak böyle sığ bir şiir anlayışının sürekli olması ve birkaç istisna ile ölümsüz eserler vermesi mümkün değildi.
Edebiyat tenkitçilerinin değişik yorumlarına uğrayan Garip akımını Nurullah Ataç ve Sabahattin Eyüboğlu'nun desteklemesine karşı, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Behcet Necatigil bu hareketi şiirden uzaklaşmak olarak görür. Attila İlhan ise, baştan itibaren bu akıma karşı çıkmıştır.
Çok kısa bir süre sonra, ikinci kitaplarını yayımlarken bu üç arkadaş, Garip hareketinden uzaklaşmışlardır. Ona en çok bağlı kalan Orhan Veli'nin sonraki eserleri, onun vaktiyle tenkit ettiği halk geleneğine dönüşünü gösterir: Vazgeçemediğim, Karşı. 1950 yılında Orhan Veli'nin ölümünden sonra, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet'te de önceden başlayan Garip'ten uzaklaşma artar. Bundan sonra Garip akımı taklitçilerinin elinde kalır ve yozlaşır. .
Orhan Veli'nin şiirlerinde duyularla yaşanan hayat, bin bir ayrıntısıyla, bir bütün olarak okuyucuya aktarılır. Hayat güzel ve yaşanmaya değer olarak gösterilir.. Bu şiirlerle hayat arasında çok kuvvetli bir bağ kurulmuştur. Fark etmediğimiz veya hiç dile getirmediğimiz ufacık bir ayrıntı, birdenbire saadetimizin bütünü olur.
O. Veli, sahteliklerin üstündeki örtüyü de şairanelikten sıyırarak atar. Kuvvetli ironisi (istihza) sosyal hayatın kalıp haline getirdiği birçok şeyi yıkar.
Garip'in ikinci baskısında yalnız O. Veli'nin şiirleri yer alır. Kendisi de daha sonra halk şiiri geleneğine kapılacaktır. Faruk Nafiz'in "Han Duvarları" şiirini izleyen "Yol Türküleri’ni yazacaktır.
Garip akımı şiiri günlük hayatın gündemine getirmiş, her yerde geniş olarak tartışılmasını sağlamış ve görevini yaparak dağılmıştır. Akım halinde kalışı yalnız O. Veli'nin taklitleriyle sınırlı kalmıştır.
Garip akımı, şiirin sadece kalıplara bağlı bir şekilden ve belirli bir kelime kadrosundan ibaret olmadığını, belirli kalıp düşüncelerin şekillerinin ve ifade tarzının dışında şiirin bulunabileceğini ve fantezi dünyasının mutlaka imajlara dayanmadan en saf şekilde dile getirilerek kurulabileceğini göstermiştir. Bu özelliği ile İKİNCİ YENİ HAREKETİ'ne yol açmıştır.

Garip hareketinin ikinci şahsı olan Oktay Rıfat Horozcu (1914-1989) 1950'den sonra İkinci Yeni hareketinde yer alır. Şiire önce hece vezniyle başlar. Garip hareketinden sonra halk edebiyatı kaynaklarına döner ve sosyalizme kayar. Şiirlerinde kelimecilik diye vasıflandırılacak bir oyuna da düşer. Şuuraltı akımıyla gerçekçiliği birleştirme temayülü onu sürekli bir arayışa iter. çoğu zaman kelimeler arası kurduğu münasebette masala yaklaşır. Serbest şekilleri denedikten sonra klasik şekillere döner.
Şiir kitaplarından bazıları; Perçemli Sokak, Yaşayıp Ölmek, Aşk ve Avarelik, Karga ile Tilki, Elleri Var Özgürlüğün, Yeni Şiirler, Çobanıl Şiirler, Bir Cigara İçimi, Aşık Merdiveni, Aşağı Yukarı...
Grubun üçüncü bir şahsiyeti olan Melih Cevdet (1915), Garip hareketinden sonra son derece zihni bir gelişme göstermiştir. Yunan mitolojisinden geniş alıntılarla, çağdaş ilimlerin formülleriyle şiirini duygudan alabildiğine uzaklaştırmıştır. Bu zihnilik son şiirlerinde onu vecize söylemeye veya nüktelerden ibaret çarpıcı kısa şiirler yazmaya itmiştir.

--------------- Ekleme ---------------

Edebiyatta Garip Akımı, Garip Akımı Şairleri


Türk Edebiyatında 1940'lara gelindiğinde, biçim açısından serbest şiirin tutkusu tamdır. Heceyi, hemen hemen yalnızca Behçet Kemal Çağlar sürdürmekte; Ahmet Kutsi Tecer, Ülkü dergisi çevresinde halk şiiri geleneğinin yaygınlaşmasına
çalışmaktadır. Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Külebi gibi değişik çizgilerdeki ozanlar da serbest şiirler yazmaktadırlar. Sonradan "Birinci Yeni" olarak adlandırılacak Garip akımı bu ortamda doğar.

Eski şiire tepki olan Garip akımı üç ozanın adına bağlanır: Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday. Üç arkadaş Varlık dergisinde ölçüsüz, uyaksız, şairanelikten uzak yeni bir şiir akımı başlatır (1936), Bu yoldaki şiirlerini Garip adlı bir kitapta toplarlar (1911). Garipçiler adıyla anılmalarının nedeni de budur. Yeni akımı özellikle Nurullah Ataç destekler. Garip akımı birçok genç izleyici bulduğu gibi, dönemin ünlü ozanlarını da etkiler. Orhan Veli'nin yazdığı "Garip" önsözü bir bakıma bu yeni şiir deviniminin bildirisidir. Ama üç ozanın birlikteliği uzun sürmez. Kitabın ikinci basımı yalnız Orhan Veli'nin şiirleriyle yayımlanır (1945). Ayrıca Orhan Veli, kitabına "Garip İçin" başlıklı ikinci bir önsöz eklemek gereğini duyar. Nitekim Garip devinimi sonraları, gerek bu nedenle, ama asıl Melih Cevdet ve Oktay Rifat'ı şiiri ayrı bir çizgide sürdürmeleri sonucu Orhan Veli'nin adına bağlanmıştır.


Garip Akımı

1-Vezin ve kafiyeye karşı çıkmışlardır.
2-Günlük konuşma dilini şiire uygulamaya çalışmışlardır.
3-Mecaza,süse ve suniliğe karşı çıkıp;yalnızlığa önem verdiler.
4-Halk şiirinin anlatım ve deneyimlerinden faydalandılar.
5-O güne kadar şiirimizde kullanılmayan bir takım sözcükleri kullandılar.
6-Sıradan insanlar şiire konu olmuştur.
7-Yaşama sevinçlerini fazlasıyla şiire yansıtmışlardır.
8-Kaynağını batı şiirinden alan Garip akımı eskiye ait olan her şeyin karşısında
olup özellikle şairane söyleyişin karşısında olmuşlardır.
9-Şiirde söz ve anlam oyunları bırakılmıştır.

Ama Orhan Veli'nin kendisi de kitabının ikinci basımında sanat anlayışını gözden geçirmek gereğini duyacaktır. Özellikle şiirsel gelenek, biçim konularında daha esnek bir tutuma girmiştir. Nitekim ikinci kitabı Vazgeçemediğim'den (1945) başlayarak şiirini değiştirdiği görülür. "Kimi şiirlerde akıl çizgisinden duygu çizgisine kayılır, mizah ve şaşırtma bırakılır, yer yer uyağa ve sıfata başvurulur, sözcük tekrarlarından, müzikten yararlanılır. Hepsinden önemlisi, halk şiirinin dil ve deyişine özenilir" (Asım Bezirci). En ilginç gelişme ise özdedir: Toplumcu şiire yaklaşır Orhan Veli de.

Garip akımı, gerek ilk yıllarında, gerekse sonraları, değişik sanat anlayışlarına bağlı olanlarca değişik biçimlerde değerlendirilmiştir. Geleneğe bağlı olanlar, Orhan Veli ve arkadaşlarını şiiri ayağa düşürmekle suçlarken; toplumcular, Garipçileri, toplumcu şiiri engelleyen, yozlaştırmayı amaçlayan ve küçük burjuva duyarlığını geliştirmeye çalışan bir devinimin başlatıcısı olarak gördüler. Yazın tarihçileri ise, Garip akımını genellikle yeni şiirin başlangıcı saydılar.

Bugün de bu tutumların pek değiştiği söylenemez. Ama nesnel bir değerlendirmeyle, Garip deviniminin Türk şiirinin gelişim sürecinde önemlice bir yeri olduğunu söylemek gerekmektedir. Orhan Veli ve arkadaşlarının "serbest nazım" anlayışıyla şiirler yazmaları, bu alanda en çok Nurullah Ataç'tan destek görmeleri sanatın siyasal dışı tutulması eğiliminin iktidarca da desteklenmesi sonucudur. Türk şiiri yeni biçim ve söyleyiş olanaklarıyla zenginleştirilmiş, sokaktaki insanın duyarlılığına açılmıştır.


1940-1950 arasında şiir dünyamızı yaygın bir moda halinde hükmü altına alan Garip şiiri, 1950'den sonraki örneklerinde yavaş yavaş kendini tekrarlamaya ve yozlaşmaya başlar. Bu şiire karşı 1950'de Hisar şairleri, 1954'te Attilâ İlhan tarafından yöneltilen eleştiriler ve daha çok da İlhan'ın imaja yeniden dönen şiirleri sonucunda Türk şiirinde yeni bir hareket doğar. 1954'te başlayarak 1960'lı yılların ortalarına kadar devam eden, daha doğrusu on yıllık bir süreci kapsayan bu hareket, Garip şiirinden sonra gelen ikinci önemli yenilik gibi düşünüldüğü için esasında yanlış bir şekilde II. Yeni Şiiri olarak adlandırılmış, bu ad sonradan yaygın bir şekilde kullanılır olmuştur.

Bu harekette şiir hem kendi içinde önemli bir değişmeye uğrar hem de alanını genişletir ve dışa açılır. II. Dünya Savaşının sona ermesinden sonra Türkiye'nin batıya, özellikle de Amerika'ya yaklaşması ve 1950'den sonra gerçek anlamda çok partili hayata geçiş ve Demokrat Parti iktidarını deviren askerî hareket sonucunda kabul edilen 1960 anayasasının getirdiği geniş özgürlük ortamı II. Yeni Şiirinin genişleme ve dünyaya açılmasında önemli rol oynayan siyasî ve toplumsal etkenler arasındadır.

Yeni tarzdaki şiir, 1954'ten itibaren Yedi Tepe, Pazar Postası, Salkım, Kimsecik ve Köprü gibi dergilerde, 1960'tan sonra da Yeni Dergi ve Papirüs'te kendini göstermiştir. Bu dergilerde herhangi bir bildiri veya ortak hareketle kendilerini takdim etmeksizin Cemal Süreya, İlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Sezai Karakoç, Ece Ayhan ve Ülkü Tamer'in benzer doğrultuda şiirleri yayımlanır. 1956'da yayımladığı Perçemli Sokak kitabıyla harekete katılan Oktay Rifat, kitabına II. Yeni Şiirinin teorik temellerini ortaya koymayı amaçlayan bir ön söz koyar. Diğer şairler de şiirlerini daha sonraki yıllarda kitaplaştırırlar. Böylece 1957'de Edip Cansever'in Yerçekimli Karanfil, 1958'de Cemal Süreya'nın Üvercinka ve İlhan Berk'in Galile Denizi, 1959'da da Turgut Uyar'ın Dünyanın En Güzel Arabistanı, Sezai Karakoç'un Körfez, Ece Ayhan'ın Kınar Hanım'ın Denizleri ve Ülkü Tamer'in Soğuk Otların Altında adlı kitapları ard arda şiir okurunun karşısına çıkmış olur.

Garip şiirine bir tepki olarak doğan, 1960'lı yılların ortalarına kadar güçlü bir şekilde devam eden, hatta bazı çizgileri günümüz şairlerinde de yaşayan II. Yeni Şiiri, Garip şiirinden daha çok tartışılmış, lehinde ve aleyhinde çok şey söylenmiştir. Esasen serbest çağrışıma dayanan ve bir bakıma Tanzimat'la başlayan romantik çizgiyi değişik bir biçimde yeniden canlandıran bu harekette şiir, bir anlam sanatı olmaktan çıkar ve bir görüntü sanatı haline gelerek imajist bir karakter kazanır. Kelime ve kelimenin diğer kelimelerle ilişkisinden doğan karmaşık çağrışımlar alışılmadık görüntüler yaratır. Şairlerin kelimelerle çok oynaması, cümle yapısındaki bozmalar, mantık dışı söyleyişler ve soyutlamalar bazan aşırıya giderek ortaya "anlamsız şiir" denebilecek örnekler çıkar. Bununla beraber II. Yeninin önde gelen şairleri kapalılığı daima önemsemekle birlikte, anlamsız şiire hiçbir zaman prim vermemişler ve bu şiirin aslında değişen toplumsal ve kültürel şartların ortaya çıkardığı karmaşık insanı, onun karmaşık ruh halini ve başta kadın ve cinsellik olmak üzere çeşitli sorunlarını anlatabilmek için böyle bir anlatıma yöneldiğini haklı olarak belirtmişlerdir.

Gerçekten de II. Yeni Şiiri, Garip Şiiri'nden daha ileri bir yeniliği gerçekleştirerek dilin anlatım imkânlarını olabildiğince genişletmiş, şiir cümlesinde büyük yenilikler yapmış ve sıradan gerçekliğin, görünen gerçekliğin ifadesi olmanın ötesine geçerek şiiri yeniden sanat kutbuna döndürmüştür. Bu şiirin var oluşunda Gerçeküstücülüğün, Freud'un bilinçaltıyla ilgili görüşlerinin ve Marksizmin Garip Şiiri'ne kıyasla daha güçlü etkileri bulunduğunu belirtelim.

II. Yeninin önde gelen şairlerinden Cemal Süreya (1931-1989), zarif ve parıltılı şiirinin yanı sıra yazıları ve değerlendirmeleriyle de bu şiirin niteliğini en iyi ortaya koyan isimdir. Şiire daha önce başlamış olmakla birlikte bir öncü olarak bu hareketi başlatan İlhan Berk (d. 1918) anlamsız şiire yaklaşan şiirleriyle bir farklılık gösterir. Edip Cansever'in (1928-1986) ve Ece Ayhan'ın (1931-2002) şiirleri de kapalılıkta İlhan Berk'in şiirine yakındır. Son şiirlerinde Behçet Necatigil gibi Divan şiiri geleneklerinden de yararlanan Turgut Uyar (1927-1985) ise bu dönem şiirlerinde daha çok toplum ve törelerle çatışarak yenilgiye uğrayan insanın acılarını nisbeten açık bir dille anlatır.

Siyasal Bilgiler Fakültesinde okurken Cemal Süreya ile birlikte şiire başlayan Sezai Karakoç (d. 1933) da II. Yeninin güçlü ve etkili şairleri arasındadır. Dünya görüşü bakımından diğer şairlerden farklı olan Karakoç, İslâmî düşünceyi gerçeküstücülükle kaynaştıran, çarpıcı benzetme ve imajlarla yüklü kapalı bir şiir oluşturmuş ve din duygusunu taze bir ilhamla yeniden dirilterek birçok genç şairi etkilemiştir. Bu etki, şiirimizde Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt ve Alaattin Özdenören gibi şairlerin elinde 1960'lı ve 1970'li yıllarda İslâmcı şiir denilebilecek bir şiir çizgisine yol açmıştır.

1950'li yılların sonlarında Hilmi Yavuz (d. 1936) ve Özdemir İnce (d. 1936), 1960'lı yıllarda da Ataol Behramoğlu (d. 1942), İsmet Özel (d. 1944), Süreyya Berfe (d. 1943) ve Refik Durbaş (d. 1944) gibi şairler genel olarak II. Yeninin etkisinde veya izinde kendilerine özgü bir şiiri geliştirirler. Bu isimler 1980'li ve 1990'lı yılların da önde gelen şairleri arasındadır.

Şiirlerini esasen 1965'ten sonra yayımlayan Can Yücel (1926-1999) ve Osman Türkay (1927-2001) da devrin II. Yeni dışında ün kazanmış şairleri arasındadır. Bu iki şairden Can Yücel, siyasî şiirleri ve zaman zaman küfre kaçan ironik üslûbuyla, Osman Türkay ise Kıbrıs üzerine yazdığı şiirlerle dikkati çeker.

Yaratımsız dönem ve İkinci Yeni

1950'lerde toplumsal yapıda kimi değişimlerin belirginleştiği görülür. II. Dünya Savaşı, tek parti yönetiminin baskısı, toplumsal gelişimindeki dengesizlik sınıfsal çatışmayı körüklemiş, çok partili döneme geçiş iktidar değişimiyle sonuçlanmıştır. Oysa görünürde halkın oyuyla değişen iktidar, aslında savaş sırasında güçlenen ticaret kesimindeki kentsoylular sınıfıyla büyük toprak sahiplerini temsil edenlerin eline geçmiştir. Nitekim 1950'den başlayarak ekonomik alanda devletin geriye çekildiği, özel girişime destek olduğu görülür. Ayrıca dış krediye dayalı bir kalkınma biçimi gerçekleştirilmek istenir. Bu, bir yandan kısa sürede, özellikle tarımsal üretimin ve ulusal gelirin artmasına yol açarken, bir yandan da anamalcı (kapitalist) ilişkilerin gelişmesine, dış borçların birikmesine neden olur. Dış bağlaşmaların ve sağlıksız toplumsal gelişimin, iktidarı, siyasal, düşünsel, kültürel alanlarda özgürlüklerin kısılmasına, baskıya götürmesi ise doğaldır. Demokrasi yanlısı güçlerin, aydınların desteğiyle iktidar olan Demokrat Parti de, daha iktidarının ilk yıllarında yalnız toplumculara değil, bütün ilerici güçlere karşı bir tutum takınır. Köy Enstitülerini kapatır. Ardından, Kore Savaşı'nın yarattığı ortamdan yararlanarak toplumcuları ezer. CHP'de kurtulamaz bu sindirme eyleminden. Gidiş, "dikensiz gül bahçesi"nedir.

Dönemin şiir ortamını ise Mehmet Doğan şöyle betimler:
"1954-55 yılları sanat dergileri araştırıcı bir gözle tarandığında şiirin belirli bir şekilde zayıfladığı görülecektir. Orhan Veli'nin daha 1949'da genç şairlerin ilgisini çektiği tehlike elle tutulur bir gerçeğe dönüşmüş; şiir deyince yalnız küçük olayların, yalnız alelade bir dille anlatılması akla gelir olmuş, basitlik, aleladelik şiirin ölçüsü olmuştur. Dergi sayfalarını Garip akımının sıradan kopyaları doldurmuştur. Coşkusuz, cansız, renksiz, bütün gücü üç beş dize içine sıkıştırdığı bir espride olan fıkramsı şiirler. Korkunç şekilde birbirlerine benzerler hepsi de. Şair kişilikleri nerdeyse silinmiştir ortalıktan. İmzalar olmasa hangi şiir kimindir tanınamaz. Bazan hiç şiirsiz çıktığı görülür bir derginin."

İşte Muzaffer Erdost'un "İkinci Yeni" akımı adını taktığı şiir akımı bu ortamda, Garip'e tepki olarak belirir. İlk ürünler Yeditepe dergisinde (1954-1955), Pazar Postası'nda (1956) yayımlanır. Cemal Süreya, İlhan Berk, Edip Cansever, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Ece Ayhan, Tevfik Akdağ, Ülkü Tamer akımın bellibaşlı adlarıdır. Oktay Rifat da Perçemli Sokak'ı (1956) çıkararak yeni arayışlara katılır. Aynı yıllarda, özellikle Pazar Postası'nda yeni şiir anlayışını savunan yazılar görülür. Ozanlar dışında, Muzaffer Erdost akımın kuramcısı görünümündedir.

Kısaca özetlemek gerekirse, İkinci Yeni, Garip'in tam tersi bir noktadan yola çıkar. Söyleyişteki rahatlığın yerine şiir dilini zorlamayı, anlaşılırlık yerine anlamca kapalılığı, somuta karşılık soyutlamayı getirir. Halk şiirine sırt çevrilir. Öteyandan dize anlayışına, sözcüklerle oynamaya yönelinerek eski şiirle zayıf da olsa bağlantı kurulur. İkinci Yeniciler için önce biçim gelir. Cemal Süreya bunu şöyle belirtir: Biz şiir salt biçimdir, demiyoruz, belki en çok biçimdir diyoruz. Bunu belirtebilmek için de soyut bir metodla diğer her şey aynı kaldığı takdirde biçimin beklenebilir değişmelerini arıyoruz. Biçimi önemsiyoruz. Bunu da gerekli buluyoruz." (Pazar Postası, s. 41, 1958).

İkinci Yeni'nin çıkışında gerçeküstücülüğün etkin olduğu biliniyor. Andre Breton'un gerçeküstücülük tanımını anımsayalım: "Sürrealizm: Sözle, yazıyla, ya da başka bir biçimle düşüncenin gerçek işleyişini ortaya koymak için yararlanılan katkısız bir ruhsal otomatizm. Aklın ve her türlü ahlaksal ve estetik kaygının denetimi dışında, düşüncenin belirlenmesi... Sürrealizm, düşüncenin çıkar gözetmez oyununa, rüyanın sınırsız gücüne ve bugüne değin önemsenmemiş bulunan belli çağrışım biçimlerinin üstün bir gerçekliği olduğuna inanır."

Usu boşlayan, daha doğrusu usun mantıksal işleyişine sırt çeviren bu anlayış İkinci Yeni'nin belirgin özelliklerindendir. Başlangıçta Garipçilerin çıkışı da gerçeküstücülüğün izlerini taşır; ama İkinci Yeniciler gerçeküstücülüğü daha bilinçli benimserler. Gerçeküstücülerin bilinç dışına yönelişlerini, çağrışımlarla zenginleşen imgeciliklerini, düş, fantezi ve alay öğelerinden yararlanışlarını ustaca değerlendirirler. Harfçiliğin (lettrisme) etkisini taşıyan örnekleri ise biçimsel arayışların ürünü saymak gerekir.

İkinci Yeni bir kaçış şiiri midir? Siyasal ortam düşünüldüğünde, evet. Ama yaşanılan toplumsal durum göz önüne alındığında, bireyin toplumla çatışmasının, yabancılaşmanın; yerleşik değerlerin bireyi bunaltmasının ve dış dünyayla, insanlarla kurulan ilişkilerin yozlaşmasının İkinci Yeni'yi beslediği söylenemez mi? Çağdaş düşünce akımlarıyla (varoluşçuluk gibi) beslenen İkinci Yeni deviniminin siyasal eylemi dışlaması, gerici bir sanat akımı olarak damgalanması için yeterli midir? Kaldı ki, her akımın çıkışında ve gelişim sürecinde rastlanan aşırı örnekler, öykünmecilerin, yenilik için yenilik ardında koşanların yoz ürünleri de o akımı olumsuzlaşmanın nedeni olmaz.

Nitekim 1960'tan sonra İkinci Yeni akımı da, kendi içinde biçimsel aşırılıklardan arınarak, yeni imgelere, dize işçiliğine dayanan ve şiirsel bir yapı kurmayı amaçlayan arayışlarla gelişimini sürdürdü. İkinci Yenicilerin uzak çağrışımlar yaratmaya yönelik, şiire özgü bir dil oluşturma çabaları genelde Türk şiirini de etkiledi. Anlamsızlık değil, yeni anlamlar yakalamaktı artık amaç.

1965'lere gelinirken, Yön dergisinde Nazım Hikmet'in şiirlerinin çıkması, 1936'dan beri basılmaları yasaklanmış kitaplarının birbiri ardına yayımlanmaya başlaması. İkinci Yeni akımının sonu oldu. Akımın bellibaşlı adları toplumsal özlere açılarak yeni bileşimler ardındaydılar zaten. Yeniden gündeme gelen toplumcu şiir, geçirilen bütün deneyleri özümseyerek, kaldığı yerden değil, gelinen yerden yeni bir gelişim sürecine girdi.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Benzer Konular

Doğuş Pertez
Cevap
0
Görüntüleme
628
Doğuş Pertez
Doğuş Pertez
Cevap
0
Görüntüleme
817
Doğuş Pertez
doctorrr
Cevap
0
Görüntüleme
399
doctorrr
x-scarface
Cevap
0
Görüntüleme
386
x-scarface


Üst Alt