G.Saray Derwall'i andı

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
esrarengizadam

esrarengizadam

Üye
    Konu Sahibi
G.Saray Derwall'i andı

DERWALL’İ SAYGIYLA ANIYORUZ...


Gökkuşağı misali futbol dünyamızın ufkundan bir Derwall gelip geçti. 1984-1988 yılları arasındaki dört yıla, etkileri ve sonuçları sonraki yıllarda çok daha iyi anlaşılacak olan icraatlarıyla damgasını vurdu. Galatasaray’ın Kopenhag’da zirveye ulaşan Avrupa yürüyüşünün başlangıç komutunu veren adam oldu. Sıfırdan başlamanın ve zirveye çıkmanın nasıl başarılacağını uygulamalı olarak herkese gösterdi. Yokluktan ve imkansızlıktan hiç mi hiç şikayetçi de olmadı. İş yapmanın ve başarılı olmanın mazeret üretmekten daha önemli olduğunu yaptığı kalıcı işlerle hepimize ispat etti. İnsan olarak da mütevazı kişiliği kadar herkesle kaynaşabilen duruşuyla da önemli mesajlar verdi.
İşte bu yüzdendir ki, onu çok sevdik. Sadece teknik direktörümüz olduğu için değil, hep bizden biriymiş gibi davrandığı için de sevdik. Yabancı biri diye de bakamadık ona bu yüzden. İçimizden biri gibi gördük onu her zaman. Öldüğünü duyunca da eski bir teknik direktörü kaybetmenin ötesinde bir yakınımızı yitirmişçesine üzüldük.
26 Haziran 2007 günü aramızdan ayrılan Derwall’i ölümünün 1. yılında özlemle ve saygıyla anıyoruz...


BİR BÜYÜK ADAMIN ÖYKÜSÜ YA DA JUPP DERWALL
1984 Avrupa Futbol Şampiyonası o sene Fransa’da düzenlenmekteydi. Platini’li, Tigana’lı, Six’li kadrosuyla turnuvanın favorisi ev sahibi Fransa olarak gösterilse de, herkes bir turnuva takımı olan Batı Almanya’nın ne yapıp edip finale çıkacağı kanaatindeydi. Başka türlüsünü düşünmek o günlerin koşullarında adeta mümkün değildi.
Batı Almanya, hem o günlerdeki kadrosunun özellikleri hem de uluslararası alandaki tecrübesiyle bu iddiayı doğrular nitelikte bir görüntü vermekteydi. Üstelik Batı Almanya milli takımının başında da ünlü bir teknik adam yer almaktaydı. Jupp Derwall.
Derwall, milli takımda uzun yıllar Helmut Schön’ün yanında oturarak deyim yerinde ise pişmişti. Daha sonra başına geçtiği milli takımla 1980 yılında Avrupa şampiyonu olmuş, 1982 yılında da dünya ikinciliği unvanını yakalamıştı. 1984 yılındaki turnuvada bu yüzden de Almanların en azından final oynamasında yadırganacak bir durum görünmüyordu. Ta ki, 20 Haziran 1984 gecesine değin.

O gece Paris’te Batı Almanya ile İspanya yarı finale çıkabilmek için mücadele etmekteydiler. Maçın favorisi tahmin edileceği üzere Batı Almanya’ydı. Ancak maç başladığında işin hiç de öyle olmadığı görülecekti. İspanya sanılandan daha etkili bir oyunla Almanya’nın karşısına dikilmişti. Ancak bulduğu pozisyonları gole çevirememişti. Herkeste beliren kanaat, oyunun son bölümlerinde ya da uzatma da atacağı bir golle Almanya’nın yarı finale çıkan taraf olacağıydı.
Ne var ki evdeki hesap çarşıya uymayacaktı. Maçın artık golsüz berabere bittiği ve uzatmalara kaldığı sanılırken, sahneye İspanya milli takımının defans oyuncusu Maceda çıkacaktı. Tüm Alman defans oyuncularının İspanyol golcüleri durdurmak için uğraştığı bir sırada ceza alanı içine dalan Maceda, sağdan gelen sert ortaya uçarak kafasını koyacak ve turnuvanın sürprizini yapacaktı. İspanya:1 Batı Almanya:0.
Bunun bir diğer anlamı da İspanya yarı finale çıkarken, Batı Almanya’nın çok erken bir biçimde eve dönmek zorunda kalmasıydı. Aynı zamanda bütün bunlar Derwall’in Batı Almanya Milli Takımının teknik direktörlüğünü bırakması anlamına da geliyordu.

Derwall kimdir?
10 Mart 1927 tarihinde Almanya’nın Würselen kentinde dünyaya geldi. 1938 yılında Rhenaia Würselen genç takımında futbola başladı. Sonraki yıllarda Alemenia Aachen ve Fortuna Düsseldorf da top koşturdu. 1954 yılında iki kez milli olduysa da o yıl düzenlenen dünya kupasında forma giyemedi.
Futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlüğe başladı. Ve sırasıyla İsviçre’nin FC Biel, FC Scahaffhausen takımlarıyla Almanya’nın Fortuna Düsseldorf takımlarını çalıştırdı. 1970 yılında Udo Lattek’in yerine Helmut Schön’ün yardımcısı olarak Alman milli takımındaki görevine başladı. 1978 yılına gelindiğindeyse Derwall Alman milli takımının teknik patronu olmuştu. Bu görevi esnasında 1980 yılında Avrupa Şampiyonu, 1982 yılında ise İtalya’ya 3-1 yenildiği finalde Dünya ikincisi olan Derwall, 1984 yılında Almanya’nın İspanya’ya elenmesiyle birlikte milli takım defterini kapatacaktı.

Derwall Türkiye yolunda
Sezon açılmak üzereyken bir önceki sezon takımım çalıştırmış olan Yugoslav teknik direktör Tomislav İviç’in, İtalya’dan teklif aldığını söyleyerek Türkiye’ye dönmeyeceğini söylemesi Galatasaray’da kelimenin tam anlamıyla bir şoka neden olur. Galatasaray’ın artık acilen bir teknik direktör bulması gerekmektedir. Hem de iyi bir teknik direktör.
İşte bu koşullar altında yapılan ilk nabız yoklamaların ardından olumlu sinyaller gelen Derwall ile görüşmek için Alp Yalman ve Faruk Süren devreye girerler. O günlerde tatile çıkmış olan Derwall ile görüşebilmek için aracılığı gazeteci Atilla Karsan yapar. Sonucun ne olacağı belirsizdir ama yine de Derwall’den gelin görüşelim cevabı alınmıştır. Bunun üzerine Alp Yalman ve Faruk Süren Almanya’ya giderler. Derwall ile İsviçre sınırı yakınlarındaki Baden-Baden’de bir araya gelirler. Atilla Karsan’ın da bulunduğu yemekli toplantı da Galatasaraylı yöneticiler iyi bir teknik direktör aradıklarını ve amaçlarının kısa vadeli başarılardan ziyade uzun vadeli kalıcı bir dönüşümü gerçekleştirmek olduğunu söyleyerek, Derwall’e teknik direktörlük teklifinde bulunurlar. Derwall’de mevcut koşulların ne olduğunu hiç bilmemesine rağmen en azından görüşmek için İstanbul’a geleceğini söyler. Artık Derwall Galatasaray yolundadır.

Derwall Galatasaray’ın teknik direktörü oluyor
Nasıl bir ortamda çalışacağını görmek bir teknik direktörün en doğal hakkıdır şüphesiz ki. Bu yüzden Derwall de ilk olarak o yıllarda henüz çok yeni olan Florya tesislerine gider. Ancak tesislere adımını atan Derwall daha ilk etapta gördüğü eksiklikleri sıralayarak ve bu eksikliklerin bir an önce giderilmesini talep ederek işe başlar. Bu eksikliklerin başında da toprak haldeki antrenman sahası ve bir kondisyon merkezinin olmayışı gelmektedir. Bunlar Derwall’in Galatasaray’da çalışmak için olmazsa olmaz koşullarıydı. Çünkü kendi ifadesiyle, çim sahada çalışmayan ve dolayısıyla da maçlarını toprak çim karışımı berbat sahalarda oynayan Türk futbolcular, modern futbolun birçok fundamental özelliğini bilmiyor ya da bilseler de uygulayamıyorlardı. Örneğin çim sahada çalışıp, oynayamadıklarından ötürü kayarak ayağa müdahale yapmayı bilmiyorlardı. Üstelik yurt dışında oynadıkları maçlarda bu tarz müdahaleler ile karşılaşınca da hem şaşırıyor, hem de sinirleniyorlardı.
Bütün bunları aşmak gerekiyordu. Yönetim Derwall’in çim antrenman sahası konusundaki ısrarını görünce, anlaşmayı sağlayabilmek için evet diyecekti. Bu evet belki ilk anda küçük bir çim saha için onay anlamına gelse de, ileriki yıllarda sonuçları görüldüğünde yapılan bu işin sanıldığından da büyük bir etkiye sahip olduğu görülecekti. Yapılan görüşmeler sonunda iki tarafta karşılıklı olarak birbirlerinin koşullarını kabul edeceklerdi. Derwall, aylık bir milyon lira maaş, araba ve Ayaspaşa semtinde bir ev karşılığında Galatasaray’a imzayı atacaktı. Kendisine anlaşma gereği ayrıca şampiyon olması halinde prim de verilecektir.

Derwall Florya’da
Jupp Derwall, nasıl bir takımla ve hangi oyuncularla çalışacağını sorduğunda kendisine bir kaç yıl öncesinde Alman milli takımıyla maç yapan Türk milli takımı hatırlatılmış ve yenilmesine rağmen iyi mücadele eden o kadronun önemli bir kısmının kendisine verileceği söylenmişti. Bu en azından fena bir haber sayılmazdı. Bu arada yardımcılığına da eski futbolcu Mustafa Denizli getirilmişti. Derwall, onu 1979 yılında Almanya’nın Türkiye ile oynadığı Avrupa Uluslar Kupası maçlarından tanıyordu. Yetenekli bir futbolcuydu. Ama teknik adam olarak işe yeni başlamıştı ve onunla ne yapabileceğini de doğrusu pek bilmiyordu.
Galatasaray, o sezonun başlangıcından maddi hiç bir fedakrlıktan kaçınmamış ve o günlerin kalburüstü tüm iyi futbolcularını transfer etmişti. Gençlerbirliği’nden İsmail Demiriz, Kocaelispor’dan Yusuf Altıntaş, Bursaspor’dan Semih Yuvakuran, B. Dortmund’dan Erdal Keser, Partizan’dan Soran Simoviç bu isimlerin önde gelenleriydi.
Ancak Derwall, kendi tanımlamasıyla çakıl taşları ile dolu antrenman sahasına çıktığında acı gerçeklerle yüzleşecekti. Sanki terk edilmiş ve kaderiyle başbaşa kalmış birisiydi artık o. Bir zamanlar Alman milli takımıyla elinin altındaki her türlü imkanı kullanarak büyük başarılara imza atan o adam, şimdi hiç bilmediği bir ülkede bilmediği bir futbol ortamında çalışmak, başarılı olmak ve bir anlamda kendini bir kez daha ispat etmek durumundaydı. Hele yabancı bir ülkeye büyük fedakarlıklarla getirilmiş ünlü bir hocaysanız yapabileceğiniz tek şey vardır önünüzde. Başarılı olmak. Başka hiç bir şey başarının yerini tutamaz..
İşte bu koşullar altında işe başlayan Derwall, Florya’da sahaya çıktığında hangi dilde ve nasıl iletişim kuracağını bilemediği bir futbolcu grubuyla karşı karşıya gelmişti. Derwall, doğrudan iletişim kuramadığı bu futbolculara ne yapacaklarını eli ve ayağıyla gösteriyor, iletişimi de Fatih Terim yardımıyla İngilizce olarak kurmaya çalışıyordu. Kendi ifadesiyle “Bundan daha kötü bir başlangıcı ancak Alaska’da yapabilirdim” diyordu.
Mustafa Denizli’nin göreve başlaması bir anlamda Derwall için de iyi olacaktı.
Denizli’yle ikisi birbirilerini anlıyorlardı. Kafa yapısı olarak da kolay uyuşmuşlardı. Derwall’e göre Denizli ile önlerinde binlerce soru vardı ama cevap tekti. Başarılı olmak.

Spor Yazarları Kupasındaki Galatasaray tepki çekiyor
Zayıf takımlarla yapılan bir kaç hazırlık maçının ardından ilk ciddi sınav Türkiye Spor Yazarları Kupası’nda verilecekti. Galatasaray Spor Yazarları Turnuvası’ndaki ilk maçını Beşiktaş’la oynamıştı. Atılan iki güzel golle maç 1-1 berabere bitmiş ancak oynanan futbol kimseyi tatmin etmemişti. Kamuoyu adeta Derwall geldi diye Galatasaray’dan kısa zamanda Almanya gibi futbol oynamasını bekliyordu. Beklentinin bu denli yüksek olması hiç şüphesiz ki, bir şeyler başarmak için çırpınan Derwall adına da tam bir dezavantajdı.
Bu arada Galatasaray, Spor Yazarları Turnuvasındaki ikinci maçını Fenerbahçe’yle oynamış ve bu maçta 0-0 berabere bitmişti. Fenerbahçe ile Beşiktaş arasındaki maçta 0-0 bititğinden dolayı kupanın sahibi kura ile belirlenmiş ve kazanan takım Beşiktaş olmuştu. Ancak Galatasaray açısından esas eleştirilecek durum Derwall’in sahaya sürdüğü kadro olmuştu. Yapılan birçok transfere rağmen Derwall, Fenerbahçe maçında sahaya uzun süredir takımda yer almayan Ayhan Akbin’i sürünce büyük tepki almıştı. Hatta transferlere o günün koşullarında rekor bir rakam olan 600 milyon lira gibi bir parayı yatıran yöneticlerde küçük çaplı da olsa bir panik havası oluşmuştu.
Bu arada aynı günlerde Alman medyası da Derwall’in Türkiye’de ne yaptığını görmek için İstanbul’a gelmekteydi. Derwall ile Alman medyası arasındaki gerilim hiç düşmeksizin o günlerde de devam etmekteydi. Fenerbahçe maçını izleyen Stern Dergisinin muhabiri Derwall hakkında şunları yazıyordu: “ Almanya Derwall’i sevmiyor. Sadece acıyor. Onu Türkiye’de eski günlerine dönme arzusu içinde gördük. Dileriz Türk seyircisi ona sahip çıkar”. Bu arada Türk basınında giderek yoğunlaşan eleştiriler karşısında Derwall de daha fazla dayanamayıp ilk çıkışını yapacaktı. “Sihirbaz değilim”.

Ve lig hüsranla başlıyor
26 Ağustos 1984 tarihinde çıkılan ilk lig maçı öncesindeki beklenti Galatasaray’ın her şeye rağmen lige bir galibiyet ile başlayacağı yönündeydi. Ne var ki, İstanbul’da oynanan Denizlispor maçında rakip takım Bulgar Mehmet’in attığı golle sahadan 1-0 galip ayrılmayı başaracaktı. Taraftar yine mi aldatıldık diye tepkiliydi. Yönetim ise bir yerler de yanlış mı yaptık diyerekten endişeliydi. Derwall ise “Galatasaray’a korku yakışmaz” diyerek bu mağlubiyeti unutmanın çabası içinde olacaktı.

İkinci hafta Malatyaspor karşısında zor da olsa alınan 2-1’lik galibiyet Derwall’in resmi bir lig maçındaki ilk galibiyetiydi. Acaba bu haftadan itibaren her şey değişecek miydi? Öyle olmadığı üçüncü haftada Eskişehir deplasmanında alınan 3-0’lık ağır yenilgi ile görülecekti. Durum sanılandan da zordu. Bir sonraki hafta Antalyaspor’u 3-0 yenen Galatasaray, beşinci haftada büyük umutlarla çıktığı Ankaragücü karşısında İstanbul’da beraberliği zor kurtarınca yine büyük tepki alıyordu.

Takım bir türlü rayına oturamıyordu. İlerleyen haftalarda yeni transferlerin de katkısıyla takımda belirgin bir düzelme gözleniyorsa da bu sonuçlara yansımıyordu. İstikrarsız bir gidiş devam ediyordu. Örneğin 8. haftada sürpriz sayılacak bir şekilde Beşiktaş’ı 3-1 yenen Galatasaray, ertesi hafta Boluspor önünde beraberliği zor kurtarıyordu. Bu günlerde Derwall’in söylediği tek şeyse biraz daha sabır edilmesi ve kendilerine zaman tanınması oluyordu.

Kupa mücadelesinde farklı bir Derwall
Ligde bir türlü aradığını bulamayan ve aldığı istikrarsız sonuçlarla şampiyonluk yarışından daha ilk devrede kopan Galatasaray için kupa mücadelesiyse bambaşka bir görünüm sergileyecekti. Galatasaray o sezon kupanın ilk turunda Altay’ı bir sonraki turundaysa Sarıyer’i elemişti. Buraya kadar olağan dışı bir durum yoktu. Ancak ne olacaksa bundan sonrasında olacaktı. Ve Galatasaray’ın çeyrek finaldeki rakibi Fenerbahçe’ydi.
Bu noktada altı çizilmesi gereken bir önemli nokta da Derwall’in teknik direktörlük yaptığı dönemde Fenerbahçe karşısında ligde ve kupada maç kaybetmediğiydi. Büyük maçların ve özellikle de kupaların adamı olan Derwall için o sezonki kupa mücadelesi de bambaşka heyecanlara sahne olacaktı. Galatasaray ilk maçta Fenerbahçe’yi 2-1 yenecek, ikinci maçta da karlarla kaplı bir sahada sarı lacivertlileri 1-0 yenerek kupanın dışına gönderecekti.
Fenerbahçe karşısında alınan bu galibiyet Galatasaray’da yönetim ile Derwall arasında oluşmuş bulunan buzları da eritecekti. Galatasaray’ın yarı finaldeki rakibi Beşiktaş’tı. İlk maç 0-0 bitecekti. İkinci maç ise kaleci Simoviç’in tarihe geçtiği bir maç olacaktı. Simoviç o gün bir de penaltı olmak üzere sayısız golü önleyecek ve tüm maç boyunca tek atak yapan Galatasaray, Abramczik’in ayağından kazandığı golle finale çıkacaktı. Bu maç belki de Derwall için büyük bir şans olacak ve Galatasaray’la olan ilişkisinin çok erken bir dönemde kopmasının önüne geçecekti. Ayrıca bu maç iyi bir kalecinin takımına tek başına maç kazandırabileceğini göstermesi açısından da ders niteliği taşıyacaktı.
Finale yükselen Galatasaray büyük bir moralle gittiği Trabzon’daki ilk maçı 2-1 kazanarak, İstanbul’a dönecekti. İstanbul’daki maç ise 0-0 bitecek ve Galatasaray Derwall’le birlikte ilk kupasını da kazanacaktı.
Üç büyük rakibi sıra ile devirerek kazanılan bu kupa o günlerin koşullarında Galatasaray camiasında büyük sevinç yaratmış ve neredeyse lig şampiyonluğuna eşdeğer bir çoşku ile kutlanmıştı. O gün tribünler “I Love You Derwall” tezahüratlarıyla inlemişti. Taraftar bu kupa ile Derwall’i bağrına basmıştı. Taraftar ile Derwall arasında artık kopmayacak cinsten bir bağ kurulmuştu. Bu kupanın kazanılmasının ardından hiç kimse o sezon Galatasaray’ın neden 34 maçta 36 puan ile ligde 5. olduğunun bile üzerinde durmayacaktı. Derwall, kupanın kazanılmasının ardından basına verdiği ilk demeçte üzerindeki baskının kalkmasının mutluluğuyla “Bugüne değin hep kötüyü yazdınız, şimdi şampiyon olduğumuzu da yazın” diyecekti. .

Gerçek Derwall sahnedeDerwall, artık Türkiye’yi ve bu ülkedeki futbol koşullarını öğrenmişti. Neyi nasıl yapacağını ve nereden başlayacağını biliyordu. Verim alamayacağı oyuncular gönderilecek, onların yerine düşündüklerini sahaya yansıtan isimler gelecekti. Bunun için de futbol kariyerine Almanya’da başlamış Avrupalı Türklere el atıldı. Çünkü kısa zamanda buradaki yerli oyuncuların zihniyetini ve oyun anlayışlarını değiştirmek olası değildi. Ayrıca gurbetçi Türklerle takım takviye edilirken aynı zamanda onların futbol anlayışları ve mantaliteleri itibarıyla diğer oyuncuları değiştirip, dönüştürmesi de amaçlanmıştı.
Bu yaklaşım tahmin edildiği gibi bekleneni verecekti. Bir önceki sezon kadroya dahil olan Erdal Keser’in yanısıra 1985-1986 sezonunda Erhan Önal, İlyas Tüfekçi gibi isimler de Galatasaray’a gelmişti. Ayrıca Cevat Prekazi gibi usta bir ayakta transfer listesine alınmıştı. Kadroya alınan Almancılarla başlayan dönüşüm bir yıldır Derwall’in elinin altındaki yerli oyuncuların da yavaş yavaş Derwall’in mantalitesini benimsemesiyle meyvelerini vermeye başlayacaktı.
1985-1986 sezonunda Galatasaray, ligde kolay kolay kimsenin bileğini bükemediği bir rakip haline gelmişti. Aynı sezon Avrupa Kupalarında da gelecek yıllardaki büyük başarıların ilk sinyali verilmişti. Galatasaray, ilk turda Polonya’nın W. Lodz takımını elemiş ikinci turda ise o yıllarda Feldkamp’ın çalıştırdığı B. Uerdingen’e çok iyi mücadele etmesine rağmen elenmişti.
Ligin ilerleyen haftalarında Beşiktaş ile amansız bir yarışa giren Galatasaray, bitime dört hafta kala Beşiktaş’la oynadığı çok krtik bir maçı 1-1 berabere bitirince de kaderine razı olmak zorunda kalmıştı. Sezon sonunda Galatasaray namağlup bitirerek tarihe geçtiği bir sezonda aynı zamanda gol averajıyla ikinci olmuştu. Doğrusu bu olacak şey değildi ama olmuştu.
Bu arada Derwall’e yönelik olarak Galatasaray camiası ve kamuyoundaki güven ilk geldiği günlere göre bir hayli yükselmişti. Geride kalan iki yıl boyunca belki takım şampiyon olamamıştı ama oynanan futbol daha önce Türkiye’de oynanmış bir futbola benzemiyordu. Değişim artık çok açık biçimde görülebiliyordu. Defans oyuncularının hücuma katkı yapması, orta sahada yoğun pres, kanatlardan yapılan hızlı bindirmeler ve kaleye atılan şut oranındaki yükseklik bu anlayışın sahaya yansıyan özelliklerinden bir kaçıydı sadece. Üstelik Galatasaraylılar futbolun en temel özelliklerini de öğrenmiş ve sahada uygulamaya başlamışlardı. Örneğin rakip faul yaptığından ondan nasıl korunacağı ya da yere düşerken nasıl pozisyon alacağı, korner atışlarında ceza alanını nasıl paylaşacakları gibi standart konulardaki problemleri de geride bırakmışlardı. Ama daha önemlisi oyunuculara bu konuda bir özgüven gelmişti. Futbol denilen bu oyunu artık onlarda Avrupa’daki meslekdaşları gibi oynayabileceklerinin bilincindeydiler. Sadece birilerinin bu gerçeği onlara göstermesi ve eksikliklerini gidermesi gerekmişti. Bu isim de Derwall olmuştu..

Derwall’le üçüncü sezon
Derwall’in Galatasaray’daki üçüncü sezonunda artık herkesin beklentisi çok uzun zamandır uzak kalınan şampiyonluğa ulaşılması yönündeydi. Geçen iki yılda hücum futbolu olarak adlandırılan futbol anlayışı takıma yerleşmiş, Galatasaray tüm rakiplerinden farklı bir futbolu sahaya yansıtır olmuştu. Eldeki kadroda buna göre şekillendirilmiş ve en önemlisi de oyuncuların futbol mantaliteleri pozitif yönde değişmişti. Artık tek eksik olan şey 14 yıldır hasret kalınan şampiyonluk ile kucaklaşabilmektir. Kadroya bu arada Uğur Tütüneker, Savaş Koç ve Mirsad Kovaçeviç gibi isimlerde dahil olmuştur.
İlk hafta rakip Trabzonspor’dur. Ceza sebebiyle Adapazarı’nda oynanan maçı Galatasaray 1-0 kaybeder. İkinci hafta Diyarbakır’ı 1-0 yenen Galatasaray, üçüncü hafta İstanbul’da Gençlerbirliği ile 2-2 berabere kalır. Acaba bir şeyler yine yanlış mı gidiyordu? Şampiyonluk bu sefer kesin gelecek derken daha sezon başında elden kaçıp gidecek miydi? Bu soruların cevapları bir hafta sonra Fenerbahçe karşısında verilir. Sahadan 2-1 galip ayrılan Galatasaray, şampiyonluk yarışının en büyük adayı olduğunu açıkça göstermiştir.
Sonraki haftalarda kimi zaman sürpriz sonuçlar alınsa da Galatasaray artık hep zirvededir. Beşiktaş da geçen seneki gibi yine yanı başında. Ligin ikinci yarısı çok daha çetin bir mücadeleye sahne olmaktaydı. Galatasaray kaçıyor Beşiktaş da onu kovalıyordu. İki takım son dört haftaya girildiğinde yine puan puanaydılar. Tüm spor kamuoyu bu mücadelenin nasıl sonuçlanacağını merak ediyordu. Acaba geçtiğimiz yıllardaki gibi şampiyon yine averajla mı belli olacaktı? Yoksa puan farkı mı şampiyonu belirleyecekti. Sondan dördüncü hafta Galatasaray Rize deplasmanına gitmişti. Ancak bu deplasmanda alınan 2-0’lık yenilgi kelimenin tam anlamıyla bir şoka sebep olacaktı. Çok yaklaştığı sanılan bir şampiyonluk bir kez daha kaçmışmıydı? Yoksa kaderin daha oynayacağı oyunlar mı vardı?

Beşiktaş yüzde 99 şampiyon
Galatasaray’ın Rize’ye yenildiği gün Beşiktaş da Fenerbahçe’yi 4-0 yenmiş ve iki puan öne geçmişti. Maçtan sonra Beşiktaşlılar sokağa dökülmüş ve şampiyonluğu kutlamaya başlamışlardı bile. Beşiktaş’ta çarşı içine bayraklar asılmıştı çoktan. Gazeteler bile bu işin sonuna çok az kaldığını belirtmek amacıyla Beşiktaş için “şampiyo...” diye yazmışlardı. Hatta devrin başbakanı Turgut Özal bile “Beşiktaş yüzde 99 şampiyon” demişti. Aslına bakılırsa mevcut tablo bu değerlendirme için çok da uygundu. Son üç haftaya girerken iki puan öndeki Beşiktaş’ı üstelik daha da iyi bir averaja sahipken geçmek nasıl mümkün olacaktı? Futbol kamuoyu şampiyonun Beşiktaş olduğuna çoktan kanaat getirmişti. Ama bu konuda farklı düşünenler de vardı. Florya’daki Derwall gibi.

Napoli 61 yıl şampiyon olamadı
Rize deplasmanı dönüşünde başkan Ali Tanrıyar uçakta Derwall ile yanyana oturmuş ve tüm kamuoyu önünde Alman hocaya sahip çıktıklarını göstermişti. Galatasaray yönetimi oynadığı iyi futbola rağmen bir türlü üzerindeki şanssızlığı kıramayan futbolculara ama daha da önemlisi onların başındaki Alman hocaya sahip çıkmıştı. Derwall de basına verdiği demeçlerde bir yere gitmediğini söyleyecekti. Bir anlamda şeytanın bacağını kırana kadar buradayım diyordu. Pes etmek yok diyordu.
Ancak Derwall’in Rize maçından iki gün sonra Hürriyet gazetesine verdiği bir demeç kelimenin tam anlamıyla ortalığı karıştıracaktı. Derwall, muhtemelen bir Alman’ın bakış açısıyla konuşmuştu o gün gazeteye. Bu toplumdaki bazı hassasiyetleri belli ki gözardı etmişti. Sonuçları itibarıyla işin bu noktaya varacağını tahmin etmemişti. Ya da başka türlü söylemek gerekirse burada geçirdiği 3 yıla rağmen Alman toplumu ile Türk toplumu arasındaki bazı farklılıkları tam olarak kavrayamamıştı.
Ve “Napoli 61 yıl şampiyon olamadı, Galatasaray 14 yıl olamamış çok mu?” diyecekti Derwall verdiği demeçte. Ve ikinci olarak Avrupa kupalarına katılmanın da başarı olduğunu söyleyecekti. Bu demeç uzun yıllardır şampiyonluk stresi yaşayan taraftarın bir anlamda zembereğinin de boşalmasına neden olacaktı.
Öfkeli taraftarlar ertesi gün Florya’ya gelerek antrenmanı basacak hatta kimileri hesap sormak adına Derwall’i tartaklayacaklardı. Başta kaptan Cüneyt olmak üzere araya giren futbolcular taraftarı yatıştırmaya çalışsa da ok bir kez yaydan çıkacaktı. Bu gelişme üzerine Derwall “gidiyorum” diyecekti. Üç yıldır büyük imkansızlıklar ve zorluklar içinde uğraşmasına rağmen sadece şampiyon olamadı diye yaptığı diğer önemli işlerin takdir edilmemesine kızan Alman Hoca, Türkiye’den ayrılma kararı aldığını açıklıyordu.
Bu beklenmedik gelişme üzerine devreye giren yönetim kendisinden kararını bir kez daha gözden geçirmesini rica edecekti.
Galatasaray 14 yıl sonra şampiyon
Ligin bitimine üç hafta kala Galatasaray Kocaelispor’u yenerken, Beşiktaş’ın Malatya deplasmanında aldığı 1-0’lık yenilgi sonrasında puanlar bir kere daha eşitlenecekti. Sondan bir önceki hafta tam bir gerilime sahne olacaktı. Galatasaray, Antalya deplasmanında 3-1 öndeydi. Maçın artık son dakikaları oynanıyordu. Ve Beşiktaş da İstanbul’da Denizlispor önünde 1-0 galip durumdaydı. Bu sonuçlar daha iyi bir averaja sahip durumdaki Beşiktaş’ın şampiyonluğu için yeterliydi.

Ancak maçın 88. dakikasında Erol’un kullandığı bir frikik Beşiktaş ağlarına gidince o sezondaki her şeyin rotası da değişecekti. Galatasaray son haftaya yeniden lider olarak girecek, Derwall’in yaşadığı olumsuzluklar bir anda unutulacaktı. Ve tüm Galatasaraylılar şampiyonluk coşkusuyla son hafta Ali Sami Yen’e koşacaktı.
Ve binlerce taraftarın izlediği o muhteşem maçta Galatasaray, Eskişehirspor’u Prekazi ve Muhammet’in golleriyle 2-1 yenerek şampiyon olacaktı. Maçtan sonra tüm Galatasaraylılar çılgınca bu mutluluğu yaşarken, Derwall de çocuklar gibi sevinmekten kendisini alamayacaktı .Kazanılan bu şampiyonluğun kariyerindeki Avrupa şampiyonluğundan bile önemli olduğunu söyleyen Alman Hoca, maçtan sonra adeta mutluluktan uçacaktı.

Derwall danışman oluyor
Çok zor geçen ama her anlamda gözle görünür bir gelişmenin yaşandığı 3 yıl sonunda gelen şampiyonluk Derwall’in de bazı kararları alması için fırsat olacaktı. O yıllarda henüz kendisini çok fazla hissettirmese de ufak çaplı sağlık sorunları başlamıştı bulunmaktaydı. Üstelik İstanbul’da geçen çok gerilimli üç yıl Derwall’i farkında olmasa da yıpratmıştı. Şimdi bazı kararları almanın tam zamanıydı. Futbol takımı istediği seviyeye geride kalan üç yılda gelmişti. Üstelik artık 14 yıllık şampiyonluk hasreti de bitmişti. Buradan sonrasını yanında yetişen Mustafa Denizli de götürebilirdi. Kendisi de üç yıl boyunca oluşturduğu bu düzenin daha üst konumdan gözlemcisi olarak arka plana çekilebilirdi. Nitekim öyle olacaktı. Derwall, teknik direktörlük görevini Denizli’ye bırakacak ve danışman sıfatıyla yeni bir görev üstlenecekti.

Bir şampiyonluk daha geliyor.
Derwall’in danışman olarak görev yaptığı bu sezonda teknik direktör olarak kulübede oturan adam Mustafa Denizli olmuştu. O sezon genel prensiplerini Derwall’in belirlediği bir ortamda Mustafa Denizli’nin teknik patronluğunda yürütülmüştü. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, o sezonun Derwall-Denizli ortak çalışmasıyla geçildiğini söylemek yanlış olmasa gerektir.
Galatasaray, 1987-1988 sezonuna şampiyonluk gerilimini üzerinden atmış olarak başlayacaktı. Bu arada kadro dönemin ünlü golcüsü Tanju Çolak ile takviye edilmişti. Geride kalan üç yılda büyük emekler ve sıkıntılarla kurulan takım artık her haliyle oturmuş bir kadroya dönüşmüştü. O yüzden de mevcut kadronun şampiyonluğa ulaşması hiç mi hiç zor olmayacaktı. Üstelik o sezon Tanju Çolak, Metin Oktay’ın kırılmaz denilen rekorunu kırarak 38 golle kral da olacaktı. Beraberinde Avrupa gol krallığını da kazanacaktı.

Avrupa Avrupa duy sesimizi
Galatasaray bir önceki sezonda Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasını kazanan takım olan PSV Eindhoven’i yenen tek takım olarak tarihe geçmiş ve sonraki yıllar için adeta işareti de vermişti.
Ancak 1987-1988 sezonunda Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasında elde edilen başarı çok büyük olacaktı. Büyük çoğunluk ilk anda bu başarının nasıl geldiğini anlayamayacaktı. Kimileri işi şansa bağlarken, kimileri de o günkü kadronun üstün performansıyla ya da sadece inançla bu işi açıklamaya çalışacaktı.
Halbuki gelen başarı ne tesadüftü ne de şanstı. Bu başarı uzun zamandır yürütülen bir çalışmanın semeresiydi. Futbolu artık en az Avrupalılar kadar oynayabilen özgüvenini kazanmış bir futbol takımının başarısıydı bütün bunlar. O yüzden de, tribünler Avrupa’ya duy sesimizi diye çağrıda bulunuyorlardı. Çünkü futbolu en az onlar kadar oynayabilen bir Türk takımı vardı sahalarda. Ve bu işin mimarı da bir Alman teknik adam yani Derwall’di.
Galatasaray, o sezon Avrupa’da sırasıyla Avusturya’nın Rapid Wien, unutulmaz bir rövanç maçı sonrasında İsviçre’nin Neuchautel Xamax ve Fransa’nın Monaco takımlarını eleyecekti. Yarı finaldeyse Hagi’li Steau Bükreş’e elenecekti. Derwall ise kendisine bu başarılar konusunda ne diyeceğini soranlara yapması gerekeni yapmış insanların olgunluğu ve mutluluğuyla tebessüm etmekle yetinecek ve sorulan soruların cevapları için Mustafa Denizli’yi işaret edecekti.
1988 yılının Haziran ayında Derwall, gelişinin aksine sessiz sedasız Türkiye’den ayrıldı. Gazeteler Derwall’in ayrılışını sayfalarının bir köşelerinde vermekle yetindiler. Sanki onun artık buralardan ayrılması mümkün değilmişçesine. Ya da yakında geri dönecekmişçesine. 1991 yılına değin Futbol Federasyonu için antrenörlük seminerlerinde hocalık yapan Derwall, bu tarihten itibaren sağlık nedenleriyle kesin olarak köşesine çekilecekti.

Neden sevmiştik Derwall’i bu kadar?
Derwall, Türkiye’yi ve Türkleri iyi etüd etmişti. Yukarıdan bakmamıştı hiç bir zaman. O yüzdendir ki, Türkiye’de yaşadığı yıllarda sokaklardan ve insanlardan kopuk olmamıştı. Sıradan İstanbullular gibi o da Beyoğlu’nda Balık Pazarına gidip birasını yudumlamıştı. Esnaflarla şakalaşmıştı. Yoldan geçen öğrencilerin Galatasaray ve Türk futbolu hakkındaki her sorusunu büyük bir ciddiyetle cevaplamıştı. Her zaman için ben de sizden biriyim demişti. İşte bu sebepledir ki, onu hiç bir zaman yabancı gibi görmemiş ve hep bizden biriymişçesine sevmiştik.
Derwall, Beşiktaş gibi bir takımın toprak sahada çalışarak nasıl şampiyon olduğuna şaşırdığı söylemiş ama onlar için göreve başladığı ilk sezonda bizden daha organize ve iyi bir ekip konumundalar demekten de çekinmemişti. Futbol federasyonun özerk olması gerektiğini bu ülkede ilk kez o dile getirmişti. Kendi takımı başta olmak üzere doğruları söylemekten ve gerektiğinde yönetimle ters düşmekten de çekinmemişti. Türklerin kendi aralarında oynamasının yeterli olmayacağını ve bunun Türk futbolunu kalkındırmasının mümkün olmadığını söyleyerek uluslararası başarıların kazanılması gerektiğini de açıkça ifade eden ilk kişi o olmuştu. Yanıbaşındaki yardımcısı yetiştirerek, bir müddet sonra takımı da ona teslim eden kişi olmuştu. Oyuncularını çocukları gibi sevdiğini de her zaman söyleyecekti. Gerektiğinde onların formalarından transfer ücretlerine değin herşeyleriyle ilgilenmekten de geri durmayacaktı. Kısaca söylemek gerekirse hayatı tanımıştı. İnsanca yorumlamıştı ve öylece de yaşamıştı.
Evet sevgili Derwall, hayatın kaçınılmaz kuralı gereği bu dünyadaki misyonunuzu tamamlayarak 1 yıl önce aramızdan ayrıldınız. Gerideyse biz Galatasaraylılara sizi tanımış olmanın ve bir zamanlar o bizim hocamızdı demenin gururunu bıraktınız. Ama hepsinden önemlisi de insan olarak, kişilik olarak, duruş olarak hepimize unutulmaz güzellikleri yadigar bıraktınız. Sizi çok sevmiştik sevgili Derwall. Bu yüzden de kalbimizin en müstesna yerine yerleştirdik sizi. Güzel anılarla, gülen yüzünüzle, kazandırdığınız zaferlerle. Aramızdan ayrılışınızın 1. yılında sizi bir kez daha saygıyla anıyoruz.

Sizi hiç bir zaman unutmayacağız Herr Derwall.
alıntıdır:
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt