Faruk Nafız Çamlıbel Han Duvarları Şiir Açıklaması

Sponsorlu Bağlantılar

' KalendeR '

' KalendeR '

Üye
    Konu Sahibi
Faruk Nafız Çamlıbel Han Duvarları Şiir Açıklaması
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL HAN DUVARLARI İNCELEMESİ
Faruk nafız çamlıbel han duvarları şiir incelemesi

Han Duvarları şiirinde Çamlıbel, soğuk bir Mart sabahında başlayan, Ulukışla’dan Kayseri’ye ‘yaylı’ denilen at arabasıyla yapılan üç günlük bir yolculuk hikâye etmiştir. Öyle bir yolculuk ki; çıkıldığı andan bitişine kadar uzun bir zaman geçmemesine rağmen vatan uğruna feda edilmiş bir hayattan, arkada bırakılan vatana duyulan ilk dakika özlemine kadar olan yaşanmışlığı, okuyanın yüreğine ilmek ilmek işlemektedir. Öyle ki bu özlem, şiirin ilk mısrasından itibaren okuyucunun beynine acı bir sarsıntı olarak vurgulanmıştır.

Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar…


İstanbul’dan başlayan hasretin 2. kısmının başlangıcının ilk işareti olan atların kişnemesi ve meşin kırbaçtan gelen ses okuyucuyu yaylı arabayla olacak yolculuğa hazırlamaktadır. Kırbaç sesiyle şair içinde bulunduğu geri dönülmezliğin ilk kokusunu duymuştur. Ardından geçen bir dakikalık bekleme, arkada bırakılanları hatırlaması için geçen süreyi vurguluyor. Son bir bakış, başlangıçtan uzaklaşmaya devam ederken arkada bırakılanlara son kez iç geçirmek için; ‘’Bir dakika araba yerinde durakladı’’.diyor şair.Sonrasında yüzleşilecek olan gerçeğe geliyor sıra, içindeki sarsıntılar, gurbet duygusunun içinde oluşturduğu yıkıntılar, altında sarsılan demir yaylarla özdeşleşiyor. Gözlerinden kayıp giden kervansaraylar ise bir anıt gibi kazınıyor yüreğine…

Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu´ya
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı…


Ulukışla yolundan Anadolu’nun içlerine doğru ilerlerken idam edilmeye götürülen bir mahkûmun darağacına adım adım yaklaşırken ölümü hissettiği gibi gurbeti içinde hissetmektedir şair. Yaşanılan acının derinliği ilk ayrılık olmasından kaynaklanmaktadır. Yüreğinde duyduğu ilk sevgiye özdeş ve bir o kadar da tezat bir şekilde acı yaşaması, mart ayı ortasında yaşanan bu yolculuğu ılık bir havada yapılmış gibi hissettiriyor bizlere.
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı… dizesiyle şairin yüreğindeki hazan mevsiminin resmi çizilmiştir adeta.. . Yapraklarından ayrılan çıplak ağaçlar, arkada kalan baba ocağının ta kendisidir.Ve sarı gök, sarı toprak şairin hüzünlü dünyasını temsil ediyor.

Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler
Sonra dönen,dönerken inleyen tekerlekler
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar.
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.uzun bir kışın söndürdüğü etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler…
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına,
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık
Yalnız,arabacının dudağında bir ıslık
Bu ıslıkla uzayan dönen kıvrılan yollar
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu

Şair burada adeta bir tablo resmetmiştir. Arkada bırakılanlardan ayrıldıktan sonra Toros dağlarını bir engel gibi görmeye başlar. ‘’uzun bir kışın söndürdüğü etekler’’… le ise geleceğin meçhullügünü ve bilinmezliğini vurgular.
Arabanın tekerleklerinden gelen ses,şairin yüreğindeki burukluğu adeta bir notaya dökercesine aktarılmıştır. Çaresizce tutunmaya çalıştığı rüzgâr ise parmaklarının arasından kayıp giderken, içindeki ayrılık hasreti de bir dağın yamacına asılan arabası gibi yükseklere tırmanmaktadır. Ürkek bir arabacının ıslığı ise içine düşülen yalnızlığın, ıssızlığı simgeler.

Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince,
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
Yol, hep yol, daima yol… Bitmiyor düzlük yine.

Göklerin bulutlanması ve rüzgarın serinlemesi,akşam vaktinin ve sonbaharın simgesidir. Artık ayrılık havası yavaş yavaş kabullenilmeye başlanmıştır. Uçsuz bucaksız ovalar ve yollar şairin çaresizliğini ve bilinmezliğe girdişini anlatmakla mükellef gibiler. Ayrıca son yokuş noktasından sonra araba düzlüğe çevrilince ince ince yağmur yağması bir tesadüf değildir.

Ne civarda bir koy var, ne bir evin hayali
Sonunda âdemdir diyor insana yolun hali,
Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor…


Uzayıp giden sessizlik ve yalnızlık duygusu ile bütünleşen köysüz, evsiz yollar onda ADEM’i çağrıştırıyor, hiçbir şeyin ebedi olmadığını anlatıyor. Âdem’in yokluğu, hiçliği, ölümlülüğü; köysüz, evsiz boş düzlüklerle anlatılmıştır… ayrıca Anadolu’nun da ne durumda olduğunu buradan çıkarmamız mümkündür .Ara sıra da kendisi gibi birkaç kişinin daha yanından geçtiğini görüyoruz şairin.

Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine,
Bir sarsıntı… Uyandım uzun suren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan…
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu;
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.

Şairin uyuması,onu bu karamsar durumdan kısa süreliğine de olsa kurtaran bir limana yönelişi gibidir..
Taa ki evinden ayrılırken altında sallanan demir yayların bir kez daha sallanıp onu uykusundan uyandırana kadar.
Uyandıgında ise gördüğü hanın viran hali,şairin yaşadığı duygu tramwasının bir yansımasıdır adeta.
Deve kervanı ve cıngıraklar artık hana yaklastıklarını gösterır.

Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı,
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı,
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler…

Şairin içindeki duygu karanlığına ortaklık edercesine ortamda da karanlığa bürünmüştür.
‘’ Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya’’ sözüyle anlatılmak ıstenılen ise Anadolu’nun bilfiil yanmakta olduğudur. Bağırdaki yaraya deva bulmak için insanların o handa toplanması milli mücadelenin timsalidir.
‘’Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı-Gurbet çeken gönüller kuşatmışlar ocağı ‘’ derken Nokta sözcüğü özellikle seçilmiştir.O nokta, Anadolu’nun amacıdır ve insanlar o noktada birleşmişlerdir.
Yüzlerdeki çizgilerin birer ayet gibi derinleşmesi ise meselenin kutsallığını; insanların kederini ve çaresizliğini dile getirir.


Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burada yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler…


Memleketten ayrı geçen ilk gecenin kasveti, hanın duvarlarına öyle yansımıştır ki; esmer duvarlar bu duyguların tercümanı olmuştur. Ve bu esmer duvarlar üzerine kazınan yazılar hayata dair ipuçları verircesine takılmaktadır üstadın gözlerine. ‘’Can kafeste durmaz uçar, dünya bir han, konan göçer…’’ diyen Âşık Veysel’in dizeleri bu duvardakilerin yaşanmışlığını ifade etmez mi? Bakıldığında üstadın insan yaşamını, içinde bulunduğu han ile kusursuz bir şekilde tasvir etmiş olduğunu görmek zor değildir. Üstadın içinde bulunduğu fanilik düşüncesi tekrar çıkıyor öylece karşımıza.


Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı
Ben garip çizgilere uğraşırken baş başa
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa

Yorgunluğun hat safhada olduğu burada çok açık.Erkenden yatılmak uyunmak isteniyor.Ve bir şair gözü tıpkı bir şahin gözü gibi okunulası bir şiiri görünce dayanamıyor.Şairin gözleri şu dizelere takılıyor

*On yıldır ayrıyım Kına dağından
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben*
Altında da bir tarih. Sekiz mart otuz yedi…
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi

Şiirin burası bir kurgudur.Ve şairin şiirine serpelediği bu koşma dörtlüğü aslında halkı ve halk şiirini temsil eder.
Ana ocagından yar kucagından ayrı kalan bir insanın şiiridir bu ama altında imza olmaması bizlere çok şey anlatır.Bu şiir tek bir şahsın şiiri değildir,bu şiir tüm anadolu’nun ve mıllı mucadele ıcın evınden yarınden anasından babasından ayrı kalan insanların şiiridir.

Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına

Bugün öyle bir şan vardır ki dünyada, yedi düvelde savaşmış bir Türk gençliği, Çanakkale’yi bedeniyle kapatmış. Üstüne yağmur misali yağan kurşuna mı yanarsın, yarım tonluk mermiyi sırtlayan bir EFENDİ ile gurur mu duyarsın? Ne mutludur ki bu şanın müjdesini verir şair okuyucuya. Vatan için yapılmış hiçbir şey boşa değildir der, ‘’Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş’’ derken Allah katında da bu uğurda can verenlerin yerlerinin cennet olduğunu bildirir.

Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
Soğuk bir mart sabahı.…Buz tutuyor her soluk
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor…


Diğer gün artık uyanılmıştır ve yolcuğa devam edilmektedir.Yolculuga gün dogmadan başlanmıs ve soguk bır havanın varlıgı tasvır edılmıstır.Şairimiz yine arkasında bir şeyler bırakmaya devam ederek yoluna ilerliyor.
.
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide

Dar bir geçit onun için artık sıladan tamamen uzaklastırıcı bır ozellıkte nıtelendırılmıstır.Dar gecıdın darlıgı ve dagların arasında gölgede, karanlıkta kalısı şairin içini karatmaya yetmıstır.

Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden

Bu geçit sanki yazdan, kışı ayırıyordu
Burada son fırtına son dalı kırıyordu
…
Karlar etrafı beyaz, bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü…
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı *İste Araplıbeli*


Şairin o dar ve rüzgarlı gecıtte yaşadığı korku,, gecıdı atlatınca yerını tezatla sevınce bırakmıstır.. Gecidin bu doğa dışı hali şair için bir mevsim çizgisi özelliği taşımıştır.Beyaz karların ölüme benzetilmesi burada karların altında şehit düşen askerlerden kaynaklanmaktadır.Postalsız,ceketsiz fakir Anadolu askerinin haline gönderme de vardır. Şairin amacına ulaşma düşüncesi tam sona erecekken arabacının müjdeli haberi vermesi,tıpkı bir savaşta tüm umutlar sönmüşken,Falanca tepeyi tekrar ele geçirdik nidasındaki sevinç atmösferi gibi şairimizin heyecanlanmasına yetmıstır.

Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen uç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
Kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor

Atlatılan o soguk ve dar gecıttten sonra bu uğrama noktası bir soluklanma timsalidir.Kendileri gibi burada bagdaş kurup oturanlar da o yollardan gecp buralara gelmıslerdır.


Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor

Sıla özleminin ve acısının yanı sıra atlatılan soğuk şairi yormustur ve coktan uykusu gelmiştir.Ve bu esnada gözleri yıne su mısralara takılır

*Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben*

Yine burada mecburi bir ayrılığın teması işlenmiştir.Bu dörtlükler de tıpkı Faruk Nafız gibi yollara düşen ve adeta rüzgarın önündeki kuru yapraklar gibi savrulan Anadolu’yu,Anadolu’nun insanını anlatmaktadır

Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu´daydık
Bir han yorgun argın, tatlı bir uykudaydık
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım.
Başucumda gördüğüm su satırlarla yandım

*Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı´mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Şatılmış´ım ben*
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında
Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında


Şairin ara ara yolculuk esnasında uyuması ve dinlenmesi,okuyucu için de bir soluk noktası olma özelliği taşıyor.Ve her uyku sonunda ya da öncesinde yine, gurbetin bir tokat gibi gerçekleri yüzlere çarpması,duvarlarda karşılaştığımız acıklı dizelerle gerçekleşiyor

Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı
Bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna
Post verenler yabanın hayduduna kurduna
Arabamız tutarken Erciyes´in yolunu
Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu´nu?
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende, Dedi
Hana sağ indi ölü çıktı geçende
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti…
Gönlümü Maraşlı´nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri


Yollarda kalanların ardından rahmet okurcasına andıktan sonra onları, yeni gurbetlere doğru yola çıkılmaktadır tekrardan. Geçtikleri gurbet yollarına sevinir olmak mümkündür, artık o yollara ulaşamayanları düşününce… . ‘’Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti’’ derken yaşadığı sıla hasretinin; mezarlarını bile bilen olmayanların, bir daha görenleri olmayanların hasretinden ne kadar küçük olduğunun farkına varmıştır kendi hasretinin şair..
Çünkü; ‘’ Gitti gelmez o muhannet,şol revanda balam kaldı’’ diye ağıt yakan bir annesi yoktur şairin ve şair içinden bir şükür geçirir bu yüzden.

Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar
Dönmeyen yolculara ağlayan yaşlı yollar
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları…

Şair şiirini noktalarken bu yolculuğu esnasında han ve insan ikileminin ne kadar iç içe olduğunu fark etmiş ve bu hanlardaki gurbet acısının,özlem yarasının,savrulmuşluğun yaşattığı tramvayı bütün hücrelerine artık yerleştirmiştir.
O yüzden ne zaman bir han görse şairin o serüveni aklına gelip irkilmektedir.

Şairin okuyucuya şiirin başından beri verdiği sıla hasreti öyle işlenmiştir k,i şiirde şair yolculuğa çıktığı ilk dakikadan itibaren okuyucuyu etkisi altına alan bir hasretlik düşüncesi vardır. Ama bu gurbetlik, aslında şiirin sonunda ‘’Gurbetlik’’ kavramından uzaklaşmaktadır. Şairin içinde bulunduğu durumdan şikâyet etmekten vazgeçmesiyle tamamlanır şiir.
‘’Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine, Yol, hep yol, daima yol… Bitmiyor düzlük yine.’’Dediğini düşündüğümüzde gittikçe gidilen, varışın imkansız kılınmış olduğu fikrini uyandırıyor zihinlerde.
Hep bir burukluk içinde olmasına rağmen hiç şikâyet edilmeden yapılan bir yolculuktur şairin yaptığı. Geride bırakılanlara duyulan hasrete rağmen varılmakta olanlara yapılmış hiçbir yadırgama söz konusu değildir. Bilinmektedir ki bu gidiş geride bırakılanların anlam kazanması için yapılıyordur. Öyle ki Çamlıbel’in bu şiirini 1921 yılında, Kurtuluş Savaşı'nın melankolik sosyal havasından etkilenerek, bir aydın olarak, ancak halkın eğitilmesi ve bilinçlendirilmesine yardım etmek suretiyle mücadeleye en faydalı şekilde destek verebileceğini düşünerek, öğretmenlik yapmak istemesi ile çıktığı yolculuk sırasında yazmıştır. Bu düşünceyle az önce söylediğimiz tezimizi anlamlandırmış olabiliriz.

Artık biliyoruz ki çıkılan bu yolculuk sıla hasretini de bavula koymaktan çekinilmesine rağmen şair tarafından istenilerek yapılmaktadır.,.
 
  • Beğen
Tepkiler: okanbiz ve texax


Bluetoooth

Bluetoooth

Üye
teşekkürler
 
caglet

caglet

Üye
Teşekkürler...
 
' KalendeR '

' KalendeR '

Üye
    Konu Sahibi
Ricaalar benden :oke:
 

Benzer Konular



Üst Alt