Albert Einstein
Üye
Esir şehrin insanları
« Teslim olmak başka şey , esir düşmek başka ;
Seni sevmek başka şey hürriyet , uğrunda dövüşmek başka ! »
Barselonadan Midilli adası önlerini on beş günde zor tutan, çaptan düşmüş, eski bir şileple üzerinde kuru yemiş yazan sandıklarda, Bolşeviklere yenilmiş Vrangelin beyaz ordularına kaçak silah götürülmüş, aynı şileple Abdülhamidin yükünü tutmuş vezirlerinden Selim Paşanın oğlu mirasyedi Kâmil Beyle, karısı Nermin Hanım İstanbula dönmek zorunda kalmıştır. Kâmil Bey karısına hissettirmeden deniz üzerinde serseri mayın gözetler. 1914 savaşı başladığı sırada Saint Tropezde bir İspanyol ahbabının yanında kalmışlardır. Kâmil Bey savaşa başlarken olayları gözden geçirmiş son altı yılda memleketin 10 Temmuz Meşrutiyet ilanı, 31 Mart olayı gibi iç sarsıntılarla, Trablus, Balkan gibi utandırıcı yenilgiler gördüğünü ve bu uluslararası boğuşmadan yurdunun hiç bir çıkarı olmadığını, tersine uzun süredir İmparatorluğu aralıksız tartaklayan Batılı büyük devletlerin kıyasıya kapışmasını fırsat bilip kendisini toparlamasının akıllıca olacağını düşünmüştür. Bu açıdan bakılınca Osmanlı İmparatorluğu mutlaka savaş dışı kalmalıydı. Kâmil Bey bu hesaba uyarak İspanyol dostu prensin Kardobadaki şatosunda sonbaharı birlikte geçirme teklifini de hiç duraksamadan kabul etmişti.
Osmanlı İmparatorluğunun 1915de savaşa balıklama girdiğini şatoda öğrendi. Akdenizdeki İngilizlerden kaçarak Çanakkaleye sığınan iki Alman zırhlısı , o sırada bir sandal bile ısmarlayamayacak durumda bulunan Osmanlı İmparatorluğu tarafından satın alındığına dair itilaf devletlerinin ( İngiliz-Fransız-Rus ) inanmış görünmesi ve gemilere Yavuz ve Midilli adları konularak Türk bayrağı çekilmesnin üzerinden çok geçmeden bu gemiler Karadenize açılıp oradaki Rus limanlarını top ateşine tutmuşlardı. Böylece temelleri çatırdayan Osmanlı İmparatorluğu zorla Almanyanın yağma savaşına boylu boyunca sokulmuştu. Savaşa girildikten iki gün sonra Kâmil Bey Madrid büyük elçiliğine baş vurarak durumunu öğrenmek istedi. Elçi, rahmetli babasının dostlarındandı. Kâmil Beyin Fransızcayı ana dili gibi konuştuğunu sonrada Oxfordu bitirip İtalyada yıllarca çalıştığını, İspanyolcayı da rahat okuyup konuştuğunu biliyordu. Ona elçilikte tercüman olarak kalmasını teklif etti, oda parasız olarak görevi kabul etti. Üstelik eşinin doğumu yaklaşmıştı. Madriddeki bir konağa yerleştiler. Sarıkamışta doksan bin kişilik orduyu kaybeden Osmanlı İmparatorluğu Kutülamerede İngilizi bozup generalini tutsak almıştı. Tih çölünü aşıp Süveyş Kanalına dolaşmaya başlamıştı.Savaş cehennemi hızla sürüp gidiyor, Alman-Avusturya, Alman-Bulgar takımlarının pes etmesine doğru dolu dizgin ilerliyordu. Yinede kimse barışa yanaşmıyordu. 1917 Martında iç yüzü pek anlaşılmayan bir devrim patlak verdi Rusyada, gelişip yayıldı ve sonunda Anadolunun büyük bir parçasını yuttuğundan kimsenin şüphesi kalmayan Çar orduları dağılıp topraklarımızdan çekildiler. Arkadan Birleşik Amerika Almanyaya karşı savaşa girdi. Bu arada Kâmil Beyin emlaktan gelen paralar kesildi. İstanbuldaki mülklerini ve karısına aldığı elmasları ucun ucun satarak yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı.
Mondoros Mütarekesi imzalanıp Osmanlı İmparatorluğu pes edince Kâmil Beyin para durumu tepe taklak oldu. Memleketten İttihatçı komandolar sıvışmış, işgal altındaki İstanbulda savaş zenginleri birer köşeye sinip, çarptıkları paraların üzerine oturduklarından ortada emlak alıcısı kalmamıştı.
1919da yüzde yüz barış beklenirken Yunanlıların İzmire asker çıkardıkları ve vuruşmaların başladığı öğrenildi. Kâmil Bey önce Londraya oradanda Parise atlayıp dayanılmaz bir hal alan para sıkıntısına bir çare ardı. Avrupa alt üst olmuştu. Savaşı kaz******r talan peşine düşmüşlerdi. Kâmil Bey bir süre daha Madridde şaşkınlık içinde oyalandı. Sonunda durmanın yararsızlığını anlayarak varını yoğunu satlığa çıkarıp Barselonadan kendini ve eşini bir külüstür şilebe attı. Geminin salonunda Kâmil Beyin kızı Ayşe, sofranın şeref koltuğunda oturuyordu. Kaptan, yemekte Bolşeviklerden söz açtı sonra birden lafı Türkiyeye getirip Kâmil Beye sordu :
Ne diyorlar sizin Sosyalistler bu işelere ?
Bizde Sosyalist yoktur.
Yok mu ? Olmaz böyle şey... Sosyalistsiz memleket olmaz !
Bildiğim biz ayrılmadan önce yoktu.
Ne zaman ayrıldınız ?
1912de...
Sosyalistsiz bir memleket ! Kutsal kitabın yazdığı cennet... İnanılır şey değil ! Eğer sizde sosyalist yoksa biz Yunanlıları neden çıkardık öyleyse ? Geçenlerde okudum, sizde bir takım adamlar Bolşeviklik istiyormuş,başlarında da bir paşa varmış, Mustafa Kemal Paşa!
Bolşevikmiymiş Mustafa Kemal Paşa ?
Elbet Bolşevik. Bolşevik olmasa savaştan yana olur mu ?
Gemi süvarisi, sonra Bolşeviklikten yana atıp tutmaya başladı.
Çanakkaleye öğle üzeri varıldı. Kâmil Bey, vapura gelen satıcılardan çeşitli haberler edindi. Ortalıkta bir manda
lafıdır gidiyordu. İstanbula indikleri gün Nerminin eniştesine gideceklerdi.
Geminin adı Marie Galante idi. Anlamı Aziz Meryem olan gemi adı, Kristof Kolombun ilk sefere çıkışındaki üç yelkenlisinden birinin adıydı. Gemi Ahırkapı Fenerini dolanıp limana girerken herkes güverteye üşüşmüş, İstanbulu seyre dalmıştı. Yabancı gemiler boğazı doldurmuştu.
Kâmil Beyin kulağında birden, karısının İstanbulu görür görmez Ah canım İstanbulum avazesi yankılandı. Gemiden iner inmez karısı Nerminin eniştesine gittiler.
Bir İngiliz Entellicens servis subayı merakla her şeyi tetkik ediyor, her konuşulana kulak kabartıyor ; enişte bey İngiliz Dostları Cemiyetinin kurucu üyesi olmuştur, derneğin başında Sait Molla vardır. İngiltereden rahip Fruw bu derneği güçlendirmek için yola çıkarılmıştır.
Kâmil Bey, İngiliz misafir Sir Henry Dicksona İngiliz Dostlarına kaç üye kaydolduğunu sorar. Aldığı karşılık : Geçen ay yazılanlar elli bini aşmış, belki bu güne kadar altmış bin olmuştur. Kâmil Bey « bu rakamda biraz abartma var gibi geliyor bana. Ben İngiltere adasının haritadaki yerini bilenlerin bile aramızda bu kadar olmadığı kanısındayım » der. İngiliz, « aydınlardan çok halka gidilmelidir. Bir yanında Türk, bir yanında İngiliz bayrağı olan bir vesika dolduruluyor resimli; işgal kuvvetlerinden bu vesikayı alanlar kolaylık görüyorlar » der.
İngiliz, Kâmil Beye « İktisadi durumunuzun savaş sırası bozulduğunu duymuştuk. Size bir yardımımız dokunabilir mi ? » diye sokulur. Birden Şirketi Hayriye hisse senetleri olup olmadığını sorar. Karşılık alamayınca , « Boğaziçi vapurlarına Fransızlar el atmak istiyorlar. Biz razı olmuyoruz. Eğer Şirketi Hayriye hisse senetleriniz varsa yüksek fiyatla hemen satın alabiliriz »der. Kâmil Bey hayretle karşılık verir :
Aklımda kaldığına göre, bu çeşit hisse senetleri, Türklerden başkasına satılmaz diye arkasında yazılıdır. Tüzüğüde böyledir.
Tüzükler değişir, değişmese de Türk-Fransız olanlar hiç mi yok aranızda ?
Bu sözüyle Kâmil Beyin de Türk-İngiliz olabileceğini ima etmişti.Kâmil Bey anlamazlığa vurmuştu:
Olmaz mı ? Şu halde artırmaya binecek... En çok verenin üstünde kalacak bizim Boğaziçi vapurları, desenize...
Hayır! Biz de, Fransızlar da açıktan açığa rekabete girişmek istemiyoruz. Demek bu şirkette yok hisseniz... Aklımda yanlış kalmış... Ya bir başka Kâmil Bey var, ya ona benzer başka bir ad... Sizinle ilintilerimizi zorlaştıran bir mesele de soy adı taşımamanız. Herkes Mehmet, herkes Ahmet... Yanılmışım, özür dilerim... Ama gene de yardım edebiliriz birbirimize. Musul petrollerinde oldukça önemli hisseniz olduğunu biliyorum. Osmanlı hanedanı çoktan satmaya başladı hisselerini. Geçenlerde, Abdülhamidin kızlarından Şaziye Sultana küçük bir hisse için on bin İngiliz altını verdik. Aslında biliyorsunuz, Musul ve çevresindeki petrol alanlarının gerçek sahibi Abdülhamiddi. İttihatçılar elinden aldılar... Biz, bunu olup bitti sayabiliriz. Barışta bu topraklar mutlaka sınırlarınız dışında kalacak. Kılıç hakkının ne demek olduğunu siz Osmanlılar daha iyi bilirsiniz. Hiç bir şey ödememek de mümkündü fakat İngiliz İmparatorluğu eski düşmanlarının ülkiyet haklarına bile saygılıdır. Sizin hisseniz Şaziye Sultanınkinden pek fazla değilse de az da değildir.
Kâmil Bey gülümsüyordu. İngiliz subayı birden değişmiş, soylu savaşçılıktan madrabazlığa geçip eskici Yahudilerin kelimeleriyle konuşmaya başlamıştı.
Enişteniz dostumuzdur. Sizinle dost olmamamız için de hiç bir sebep yok. Hisselerinizi bize satmamanızda...
Bir yanlışlık olacak Sör, benim petrolde hissem yok, Kerkükte bir takım topraklarım var.
Evet, bilyorum. Petrolü mahsus söyledim. Bu toprağı satın bize...
Hiç düşünmedim. Rahmetli babam toprak satmayı sevmezdi. Vasiyeti var bana.
Osmanlı vatandaşısınız! Savaştan sonra dünya çok değişti. Bunu sizin gibi bir insana kolayca söyleyebilirim.Savaştan sonra Osmanlı vatandaşları için dünyada yaşamak pek kolay olmayacak gibi.
Topraklarımı satarsam svunacak mı beni İngiliz İmparatorluğu ?
Aslında İngiliz İmparatorluğuna atacak değilsiniz topraklarınızı... Gülbenkyan adında bir vatandaşınıza satacaksınız. Toprağıızı bir Ermeniye satmakla savaş içinde işlenen Ermeni Kırımı usçundan da temizlenmiş olcaksınız, bir bakıma...
Suçlumuyum ki ? Olay terinden binlerce kilometre uzakta olmama rağmen...
Manevi suçluluktan, diyelim.
Herkes odalarına dönünceye kadar konuşma bu şekilde sürer. Kâmil Bey bütün baskılara karşı durur, elli bin altına bile olmaz deyip dayatır.
Odalarına dönünce Kâmil Bey, karısının da aynı ağızdan konuştuğunu duyunca kumpasa sıkıştırıldığını anlar. Eniştesi Nermine : « kocanı kandırıp topraklarını İngilizlere satmaya razı edersen sana bir elmas yüzük var » demiştir. Bunun üzerine Kâmil Bey iyice bunalarak hemen Serencebeydeki konağa taşınmaya karar verir. Bir gün Bağlarbaşındaki, anneannesinden kalma konağı görmeye gider. Bina haraptır, oturulacak halde değildir. Tamir edilip edilemeyeceğini öğrenmek için Nuh Kuyusunda bahçeli kahveye giderler. Orada eskiden tanıdığı Cemal Ustayı sorar. Ustayı bulur ve usta uzun hesaplar sonunda onarım için yedi yüz lira ister. Ama KâmiBeyin o sırada bu parayı verecek durumu yoktur. Kara kara düşünürken usta köşkü ne yapacağını sorar. KâmiBeyin hiç bir fikri yoktur. Usta, köşkün yıkıcıya verilmesini ve yıkıntıdan sokağa atılsa bin bin beş yüz lira gelebileceğini söyler. KâmiBey buna çok sevinir ve hemen kabul eder. İşe ertesi gün hemen başlanır ve onarım on beş gün içinde bitecektir.
...
Nermin Hanım bavulları taşıdıktan sonraköşke girer. Evi dolambaçlı bulur. Eski eşyalara küçük parçalar katarak evi zevkle döşer, yerleşir.
16 Mart 1920 sabahı, KâmiBey bahçede çalışırken Cemal Usta gelir ve İngilizler İstanbulu işgal ettiğini, kan gövdeyi götürdüğünü, Beyazıt Fatih taraflarında on on beş ölü bulduğunu bildirir. KâmiBey şaşırır :
İnanılır şey değil... İşgal altında olan bir şehri neden tekrar işgal etsinler. Tutuklamışlar mı kimseyi ?
Duymadım.
Ertesi gün işgal sırasında beş Türk askerinin öldürüldüğü, bunların Şehzadebaşı karakol erleri oldukları ve uykuda iken şehit edildikleri, Harbiye Nezareti Genel Kurmay Başkanlığı, tersaneler, kışlaları işgal edilip silahtan tecrit edildikleri sırada hiç bir çatışma olmadığı öğrenilir. Bunun üzerine Kâmil Bey kuşkulu bir kaç gün geçirir.
18 Martta sadrazam olan Salih Paşa sekiz gün sonra çekilir. Yerini Tevfik Paşa doldurur. İngilizler, kimi millet vekillerini mecliste tutukladıklarından, meclis başkanı ile bir takım mebuslar savuşurlar.
Kâmil Bey sıcaklar bastıkça bahçeye inip çalışmaz olur. Gün geçtikçe yoksulluğu artar. Tanıdıklarının çoğu Anadoluya geçtiklerinden arayanı soranı da pek kalmaz. Cemal Usta arcılığıyla Anadoludan hep kötü haberler alır. Bolu-Düzce ayaklanmasının bir türlü bastırılamadığını, bir yandan Beypazarına öte yandan Adapazarına doğru baş kaldımanın genişlediğini, Konya ve Yozgatta kötü kımıldamalar olduğunu öğrenir. Anzavur, üçüncü kez ortaya çıkmış, Tokat yakınlarında taburlar bozmuştur. Yunanlıların Anadoludaki genel saldırı söylentileri yayılmaktadır.
Bir gün kapısı çalınır. İmamın kendisini aradığını söylerler. Gider. İmam Mümin Hoca, binbaşı emeklisi Hasan Bey karşılarlar. Bunlar, Anadoluculara karşıdırlar. Her zaman Peyam Sabah Gazetesi okurlar. Cemal Usta konuşmada :
İttihatçı aranacaksıra değildir. Vatan kurtarmaya el birliği ile çabalamak sırasıdır, diye ortaya bir laf atar.
Topçu binbaşılığından emekli Hasan Bey :
Orada dur Cemal Usta!... Bu zamana kadar sen hiç vatan batıracağım diye ortaya çıkan gördün mü ? Anadoluda Milliciler dediğin padişaha, hilafete bağlı mıdır ?
Elbette. Şüphen mi var ?
Binbaşı yine diretir :
Bunlar padişahın hakkına göz dikmiş takımıdır.
Kâmil Bey kahvedeki bu çekişmelerden, İstanbuldaki padişah çevresi ile Anadoludaki Mustafa Kemal taraftarlarının karşı karşıya geldiklerini ve Merdivenköyden öteye artık Anadoludakilerin borusunun öttüğünü anlar.
Kâmil Bey, avukatı ile kira, alacak verecek konusunu gözden geçirince durumunun umduğundan da berbat olduğunu öğrenir. Bir gün okul arkadaşı İhsan, bir dergi işi önerir. Kara Dayı dergisi Kâmil Bey :
Becerebilir miyim acaba ? Ne iş yapacağım ?
İhsan :
Sen resimden anlarsın, güzel yazı da yazarsın Derginin teknik işleriyle uğraşacaksın; sayfa bağlayacaksın, düzeltmeleri yapacaksın Baskıya, satıcıya koşacaksın Neden beceremeyesin ki ?
Kâmil Bey in zaten işe ihtiyacı vardır ve hemen bu iş kabul eder.
Kemal Tahir, baş döndürücü olaylarla alt üst olan memleketin durumunu şu sözlerle anlatır :
« İslamcılığın üç yüz elli milyona varan kalabalığı, Turancılığın yüz milyonla hesaplanan uçsuz bucaksız hesapları üzerine kurulan hayaller, Balkan bozgunundan sonra, asırlık baskılarla hadım edilmiş sinirlere şehvetli bir kımıldama vermiş, dört yıllık kanlı boğuşma, bu bunak sinirleri, işte bu bitkin kımıldanmanın tam ortasında çekip koparmıştı.
Osmanlı aydınları için, artık geçmişe sığınmaktan başka çare yoktu ama bu sığınılacak geçmişi iyi saptamak gerekiyordu. Anadolu, bir sürgün yeridi ki vaktiyle ucu Avrupadaki Jön Türklere uzanırdı. Şimdi artık, memleket Jön Türklerden de boyunun ölçüsünü almış bulunuyordu. Oturup hüngür hüngür ağlamaktan başka iş kalmamış gibiydi. »
Nedime Hanım, konuşma arasında « üzerine devrilip İmparatorluğu biz aydınlar mı ezdik, yoksa İmparatorluk üzerimize devrilip bizi mi ezdi ? Sonuç aynı kapıya çıkar. Her halde, zaferden sonra memleket yine bizlere bırakılmamalı. Bu ihanet olur. İhsan der ki : Meşrutiyet memlekete hürriyeti getirmiş getirmesine ama sonra götürüp hürriyeti , döğüşerek elinden aldığı despot takımına bırakmış yine »
Çok doğru Bütün hata, inkilâbın halktan uzak kalması oldu. Bir de baktık inkilâpçılar padişah damadı oluverdiler. Hem hangi padişaha Genel merkezde « Beyez öküz » diye alay edilen, konyak düşkünü bir bunağa! Enver Cemel Talat Paşaları zavallı beyaz öküzün oturduğu tahta yaklaştırıp saçak öperlerken gözlerinizin önüne getirebiliyor musunuz ? Bu seferki harekete millet ister istemez, az buçuk damgasını vuracak.
Kara Dayı dergisi ilerleyen zamanda gazete olarak çıkmaya başlamıştır. Bu gazeteye önce Babıâli esnafı çok önem vermez ama zamanla ilgilenir. Şairler, yazarlar haftada bir iki uğrar olurlar. Nedime Bacıda buluşalım. parola olur aralarında.
Kara Dayı yazıhanesine ünlü şairler, yazarlar, ressamlar dışında sivil elbise iymiş zabitler, gizli örgüt mensupları da uğrar. Bunların her birinin ayrı parolası vardır. Araya karışan hafiyeler, çoğu kez ürkekliklerinden anlaşılır.
Kara Dayının basıldığı yerde çalışan, kırmızı yanaklı, abdal suratlı oğlanın polis ajanı olduğu bilinmektedir. Bir kere de, göğsü madalyalarla dolu, subay elbiseli biri gelip, Anadoluya mühim planlar yollayacağını ve buna Kara Dayının aracılığını istediğini söyler. Ajanlığı her tarafından dökülmektedir. Nedime Hanım hemen, Kara Dayının Anadolu ile hiç bir bağı olmadığını kesinlikle belirtip savar. İdarehanenin karşısındaki kahvede sürekli olarak, bir görevli gözcü durur. Kâmil Bey yarı külâni yarı efendi kılıklı biri tarafından izlenmektedir. Çok geçmeden marangoz Cemil Usta, Bu adamın Bağlarbaşında Kâmil Bey hakkında soruşturma yaptığını kendisine iletir.
Bekirağa bölüğünde, önce hürriyetçileri dayağa yatırıp sonra kulaklarına eğilerek « biraz dişini sık, sakın söyleme, şimdi dayak faslı bitecek » diyen polisler de vardı. O sıra herkesin saygısını toplamış İzmirli Niyazi, Kuvayi Milliyecilerin en güvendiği kişidir. On dört yaşında İzmir cinayet mahkemesine kâtip girmiş, yirmisinde evlenmiş, yirmi dördünde Jön Türklüğe soyunmuş ve her şeyi yüz üstü bırakıp Avrupaya kaçmış ve o tarihten beri de her önemli olayın göbeğinde yer almıştır. Niyazi Efendi; 31 Martta Taşkışlada yobazlarla boğuşmuş, Trablusa, Balkana karışmış, seferberlikte başçavuş olarak bütün cephelerde çarpışmış, Demirci Efe ile birlikte Yunana ilk kurşunu sıkanlardan. Biricik oğlunu Rum çeteleri doğramış. On altı yaşındaki kızının ırzına geçmişler. Karısından bir buçuk yıl mektup almamış. Onu görmek için düşman işgali altındaki topraklara gizlice sızmış. Ama orada çok önemli haberler öğrendiğinden karısını blmayı başka sefere bırakıp kıtasına geri dönmüş. O sırada bir basım evinde çalışır görünüyor. Karakol teşkilatı ve Mim Mim grubu ile ilişkisi var. Bu yüzden haftalarca ortada görünmediği olur. Düşmana kini, ikinci bir kalp gibi çarpar onda Gözü pekliği anlatılmaz. Her zaman Polis Müdürlüğünde, Jandarma Merkez Komutanlığında ahbapları vardır. Kara Dayı idarehanesine haftada bir mutlaka uğrar. Nedime Hanımı yoklar. Bir uğrayışında Nedime Hanım, Kâmil Bey ile Niyazi Efendiyi tanıştırır.
Nedime Hanım, Anadoludan en doğru haberleri almak için, Niyazi Efendinin yolunu bekler. Durum kritiktir. Çerkes Ethem ─ Ordu, Demirci Efe ─ Ordu çatışmaları, namuslu insanların sinirlerini bozmuştur. Öte yandan düşman Eskişehire doğru ilerlemektedir. Niyazi Efendi bir takım iyi haberlerle gelmiştir. Çerkes Ethem Bey önceleri cephe kumandanlarıyla geçinememiş, sonra Refet BeyI bahane ederek Ankarayı basmaya kalkmış. Mustafa Kemal Paşa az bulunur kumandanlardan olduğunun ispat ederek, hiç duraklamamış, kötülüğü daha büyümeden tepelemeyi kararlaştırmış, 29 Aralıkta Ethem kuvvetlerine saldırılması emrini vermiş, 5 Ocakta Ethem Yunanlılara sığınmak zorunda kalmış.
İnönüde üç gün üç gece döğüşülmüş. Nihayet düşman eski yerine, Bursa önlerine püskürtülmüş. « Biraz toparlamaya yetecek kadar zaman kazandık. Bu da dehşet bir şeydir. » der Niyazi efendi
Bir gün tramvay beklerken karşılaştığı okul arkadaşı Ahmet, Kara Dayı idarehanesine bitkin girer. Selam bile vermeden Niyazi Efendinin gelip gelmediğini sorar. Dışarıda kar yağdığı halde Ahmetin suratı ter içindedir :
Bize yarına kadar otuz dokuz lira lâzım Der.
Şakalaşıyor sanırlar.
Neden kırk değil de ouz dokuz, diye de sorarlar.
Ahmet öfkelenir :
Çünkü paşaoğlu, on bir bin lirası elde
Demek elli bin lira lâzım ?
Ne sandınız Paraları götürür Avrupada tıkır tıkır yersiniz Sonra kendine gelir. Biz neler konuşuyoruz Yarabbi ? Bu para bulunmazsa şerefsizim kendimi öldürürüm. Nerede kaldı bu Niyazi Ne ağır, ne vurdum duymaz adam !
Yoo! Niyazi ağabeyime laf söyletmem
Niyazi ağaBeyinize! Siz, kuzum, İneboluya götürülmek üzere gemiye yüklenmiş bin ton cephane ne demektir bilir misiniz ?
Nedime Hanımla Kâmil Bey bir ağızdan sorarlar :
Bin ton cephane mi ?
Haliçte bin ton cephane vardı. Aylardan beri gönderilemiyordu. Vapur bulamamıştık. Sonunda Niyazi Efendi on bir bin liraya Ararat isimli bir vapur buldu. Yarısı peşin yarısı İneboluda. Bu vapur boyanmak bahanesiyle Haliçe girdi. Kasımpaşa ile Fener arasında bir şamandıraya bağlandı. Hamallar ikiye ayrıldıkları için bir gecede bitirilemeyen işler tehlikeli. Salih Reis, en güvendiği elemanlardan bir ekip hazırlayacak, teker teker yükleme yerine yollayacaktı. Mim Mim grubu da bu işe ayırdığı arkadaşları ardiyeye birer ikişer gönderdi. Yüklemede vinç kullanılmıyordu. Bu yüzden üç gecede ancak altı yüz elli ton yüklenebildi. Dördüncü gün yani dün, vapurun Haliçte bulunmasının tehlikeli olacağı haberini aldık. Fazla beklemeden Sirkeci Rımtımına yanaşması gerekiyordu. Dün çektiğim azabı anlatamam. Sanki bütün istanbul halkı hafiye olup peşime düştü. Gemiye gidip haber vereceğim Sonunda haberi başka biriyle gönderdim. İngilizler pirelenmiş. Üstünkörü bir araştırma Düşünün, yalnız kırk bin Mavzer mermisi var. Gülleleri saymıyorum. Bu sabah AraratI Sirkeci Rıhtımında gördüm çok şükür. Yolcu alıp haraket edcek. Sevinçle ardiyeye geldim. Niyazi efendi telaşla ; kalk birader, mesele çok önemli dedi. Vapuru aldığımız herif hemen görüşmek istiyormuş. Evine gittik. Durum tasarladıkları gibi çıkmamış. Vapuru kurtarmak için İngilizlere rüşvet vermek gerekiyormuş. Kısacası vapur, elli bin lira ile yola çıkabilirmiş.
Saat bir buçukta Niyazi Efendi gelir. Parayı o da bulamamıştır. Çaresiz kalmışlardır. Kâmil Bey, vapuru kiraladıkları adam Rozaltinin nası bir adam olduğunu, vapurun kime ait olduğunu sorar. Vapur La Fransez şirketinindir. Rozalti şirketin bir memurudur. Kâmil Bey birden hatırlar. Eniştesinin salonunda, bir gece bu şirketin direktörü ile tanışmıştır. O gece direktör, Kâmil Beyde iyi bir izlenim bırakmıştır. Ahmetle hemen La Fransez şirketine gidip direktörle görüşmeye karar verirler.
Direktör onları iyi karşılar. Kâmil Beyı hatırlamıştır. Kâmil Bey hiç hazırlıksız söze başlar :
Biz vatanımızı kurtarmak istiyoruz. Buna her millet kadar hakkımız var. Yani buraya tüccar müşteriler gibi gelmedik. İstenilen paranın değersizliğini biliyoruz. Bizim için malınızı daha ucuza tehlikeye koymanızı isteyemeyiz. Fakat ilk pazarlıktan sonra Aradaki fark pek büyük Hemde beş misli Bu parayı ödemeyecek değiliz ama şu sırada bulup buluşturmak imkansız
Direktör söylenenlerin hiç birini anlamaz. Ararat vapuru adını duyunca birden ayılır :
Şu cephane meselesi mi ? Peki nolmuş ?
Elli bin lira
Ne elli bin lirası ?
Vapurdan şüphelenmişler. Bu yüzden parayı elli bine çıkarmışsınız.
Direktörün bundan haberi yoktur. Rozaltinin arttırmayı kendi yaptığı anlaşılır. Diraktör, en yüksek ücreti, yani on bin lirayı istemiştir. Bin lirayı da Rozalti, komisyon olarak bir Türke vereceğini söyleyerek kabul ettirmiştir. Diraktör, işi anlayınca Rozaltinin işine son vermek ister ise de Kâmil Bey mani olur. Zira herif, cephane işini bildiği için düşmanlık yapabilir. Vapura, kahveci olrak bir adamlarını da aldırmayı isterler. Direktör beş kişi bile koyebileceklerini, ayrıca İneboluya kadar kıyı boyu gitmesi ve tehlike sezerse baştan kara etmesini de kaptana tembih edeceğini söyler ve ekler :
Bütün dünya ile görüşmeyi göze alan, parasız, yani silahsız döğüşçülere karşı, ben yalnız saygı duyarım. Yolunuz açık olsun.
Kâmil Beyle Ahmet sevinçle çıkarlar.
Ertesi sabah, vapur hiç bir güçlükle karşılaşmadan boğazı geçmiştir. Öğlene doğru Niyazi Bey çıkagelir. Sıkıntı içinde dolanıp durmaktadır. Sonunda baklayı ağzından çıkarır. Ahmet tutuklanmıştır. Her halde Ararattan ötürü. Bekirağa bölüğüne atılmıştır. Düşmanın Bursa Uşak cephesine saldırı plânları ele geçirilmiş, bu plânlar acele Ankaraya gönderilmek üzere Ahmete verilmiş. Ahmette Nedime Hanıma vermiş. Şimdi bu plânları, yarın kalkacak olan Gülcemel vapuruna yetiştirmek için Nedime Hanımı mutlaka bulmalıymış.
Kâmil Bey, ne yapıp yapıp plânları ele geçireceğini, Niyaziye vâd edrek onu başından savar. Aklından Ahmetin tutuklanmasının Nedime Hanımdan gizlenmesi gerektiğini düşünür çünkü Nedime Hanımın doğum sancıları artmıştır ve öğrenmesinin tehlikeli olacağı kanısındaydır. Ahmeti sorarsa da İzmite gittiğini söyleyecektir.
Kâmil Bey, Nedime Hanımı merak ederek bir ara yanına gider. Nasıl olduğunu sorar ? Yalan üstüne yalan söyler ama pek beceremez ve sonunda gerçeği olduğu gibi anlatır. Şayet yakalanırsa, Nedime Hanımı bu işe hiç karıştırmayacağına onu ikna eder. Söz konusu plânları alıp uzaklaşır.
Gece yarısı saat üçte eve döndüğünde karısını yemeğe beklerken uyumuş bulur. Geciktiğinden ötürü münakaşa ederler. Kadın, bu tartışmada hala hanımın anlattıklarını sayar, döker. İngiliz subayların, Kâmil Beyin son davranışlarından hiç memnun olmadıklarını bildirir. Enişte Beyin İngilizlere mal satmak üzere bir şirkat kurma hususunda görüşmek için Kâmil Beyi acele görmek istediğini ve ertesi günü kocasını göndereceğine söz verdiğini sözlerine ekler. Kâmil Bey, bu düşmanla alış veriş işini duymakla tepesi atar. Karısıyla kavgaya varan ağız tartışmasına tutuşur. Tartışma sırasında Kâmil Bey, memleketin durumundan, zaferden söz ettikçe Nermin onu alaya alır. Sonunda, kocasına « ben yoksulluk çekemem » diye tutturur. İyice bozuşup yatarlar.
Kâmil Bey, Niyazi Efendiyle bir gün önce Kara Dayı idarehanesinde konuşup sonra da Nedime Hanımla anlaştıkları üzere, o gün öğle vakti gayet önemli belgeler bulunan bir kuru üzüm sandığını, Tophane Rıhtımında bulunan Gülcemel vapuru kahvecisi Ramiz Efendiye verirken suçüstü yakalanır. Sorgusu yapılır. Ramiz Efendiyi daha önce tanımadığını ve sandıkta belgeler olduğunu bilmediğini söyler. Ararat vapuru hikayesinin polisçe bilindiğini, tatkikat yargıcı önündeki tutanaklar okunurken öğrenir. Sorguda, bilhassa bu işle Nedime Hanımın hiç bir ilgisi olmadığında diretir. Sorguda, Nedime Hanımın Ararat vapuru işiyle de « hiç bir ilgisi yoktur » der. Sorgu yargıcı, « ama Nedime Hanım direktörle konuşmuş » deyince de « Hayır, direktörle ben konuştum » diyerek suçu zerine alır. Uzun sorgudan sonra, Kâmil Bey bütün zekasını kullanarak Nedime Hanımın bu işlerden hiç haberi olmadığına ve ortada suç varsa bu suçu kendi yaptığına sorgu yargıcını inandırır. İfadeyi buna göre yazdırır.
Sorgu yargıcı Ahmeti getirir Kâmil Beyin karşısına. Nedime Hanımın her şeyden haberli olduğunda Ahmet ısrar eder. Sonunda Kâmil Bey dayanamaz, yargıcın müdahalesine rağmen, bağırarak Ahmetin Nedime Hanıma aşık olduğunu, bunu kendisine, evli olduğunu bilmesine rağmen, söylediğini ve Nedime Hanımın ona olmaz dediği için iftira attığını söyler.
Ahmet durumu hemen anlar ve bir eliyle gömleğinin yakasını çekiştirerek « ben namussuzum, namussuzun biriyim » diyerek hüngür hüngür ağlamaya başlar. Dışarı çıkarırlar.
Aşk lafını nereden çıkardığına Kâmil Bey kendisi bile inanamaz. Bu sözlerle Nedime Hanımın namusuna leke sürebileceğini bile düşünemez. Yalnız bir tek maksadı vardır : Nedime Hanım ele vermemek Karşısına tanıdığı bir insan kılığında çıkan bu etten kemikten alçaklığı durdurmak
Sorgu yargıcı Kâmil Beye :
Ramizi tanımadığınızı hâlâ iddia ediyor musunuz ?
Evet, tanımıyorum, ilk göüşüm.
Ama o sizi tanıyormuş !
O da yalan söylemiş öyleyse Bir kelime bile konuşmadım bu admla daha önce.
Ramiz içeri alınır :
Ulan Ramiz ! Sen Nedime denen o karıyı tanımam dememiş miydin ?
Evet, tanımam !
İşte Kâmil Bey söyledi. Sana böyle kağıtları hep o getirirmiş !
Yalan aman yüzbaşım yalan !
Ramizin iğrenmiş gibi Kâmili süzmesi, Kâmilin hoşuna gider; kaşlarını hafifçe kaldırıp « yalan » anlamında bir işret yapar. Sorgu yargıcı zorlayınca, Ramiz :
Ben böyle işlere girmedim Beybaba Devlet, millet sayesinde gül gibi geçinip gidiyoruz şurda
Ya Nedime her şeyi itiraf ettiyse ?
Gelsin, yüzüme desin ! Asla kabul etmem
Öyleyse sana iyilik yapmak haram. Bu gece seni bir güzel ıslatsınlar da bak nasıl bülbül kesilirsin ?
Ramiz tam külhanbey ağızıyla uzun uzun anlatmaya başlar. Yargıç sustursa da o yine konuşur. İfadesini verir ve imzalar.
Uzun tartışmalardan sonra, kadının bu işle hiç bir ilgisi olmadığı kesin olarak belirtilir. Sorgudan sonra, Kâmil Bey, gardiyan askere bir lira uzatır. Bir ahali sigarasıyla öte beri aldırtır.
Kâmil Bey, yalnız kalınca, sorguda Ahmeti namussuz yapıp çıktığını düşünerek üzülür. Ama sonra onun Nedime Hanımı ele verişni hatırlayarak, davranışının doğru olduğuna karar verir. Birden, Ramize yapılacak işkence aklına gelir, ama hemen sonra, Ramizin onu ele vermeyecek bir tip olduğu inancı endişesini yatıştırır.
Kâmil Bey, gardiyan askerle ahbap olur. Gardiyan İbrahim, Vahap Çavuş adında bir dayakçının Ahmeti çok dövdüğünü ve bayılttığını anlatır.
Kâmil Bey, bir ara bağırtı duyar. « Yine Ahmete işkence yapıyorlar » diye düşünür. Sonra Niyazi Beyin tutuklanmaması gelir aklına. « Tutuklansa, Ahmetle olduğu gibi yüzleştirirlerdi,yoksa tutuklandı da işkence de öldü mü? » diye geçirir aklından. Bir süre sonra pis yatağa, gözünü kapatıp uzanır.
Ertesi sabah, İbrahime, Niyaziyi sormak gelir aklına. « Senin gibi Çankırılı, kısa, kamburca bir adam » diye anlatır. Gardiyan : « Yanlışın var beyim » der.
Belki sen görmemişsindir. Yukarı götürmesinler ?
Gardiyan hemen fırlar, gider. Dönüşte Niyazi diye Çankırılı biri gelmediğini söyler. Sonra Kâmil Beyin kulağına yanaşıp :
Hani Ahmet diye selam saldığın adam vardı ya, keşke selamını götüreydik. Gece kendini asmış Yatak örtüsünü kesip ip yapmış
Ahmetin ölümü Kâmil Beyi allak bullak eder. « Peki, Niyazi tutuklanmadığına göre, yalanım nasıl çıkıyor ortaya ? » Birden olayları yeniden gözden geçirir. « Bu yalanın muhakkak Niyaziden çıkması gerek. Niyazi tutuklanmadığına göre, demek ajan ! » Bu karara varınca olduğu yerde sendeler. « Ahmetin sırtına meğer Niyazinin ihanet hançeri saplanmış. »
Kendini karyolanın üzerine bırakır. Böylece ne kadar kaldığını kestiremez. Birden kapı ardına kadar açılır. Sarı benizli, çatık kaşlı bir subayla, üstüne hiç saygı göstermeyen, kalın dudaklı bir çavuş dikilir karşısına. Subay gönülsüz sorar :
Gazete ister misiniz ? Peyam Sabah getirsinler, diğerleri zaten yasak
Kâmil Bey, eve haber verilmesini ve çamaşır istediğini söyleyince :
Yollarız, getirsinler. Traş için de berber gönderilsin, diye emir verir.
Kâmil Beyi, traştan sonra, Kurmay Binbaşı Burhanettin Beye çıkarırlar. Burhanettin Bey hemen söze girer :
Sizi, karşılıksız bir fedakârlığa itelemişler. Çıkarı olmayan bir yola
Bu sıra telefon çalar. Her halde telefonda biri Kâmil Beyi soruyor olmalı ki Binbaşı « Burada. Anlaşacağız. » diye karşılık verir.
Sizi Roma elçiliğimize kâtip düşünüyorlar
Bu teklifinizi yarına kadar düşünmem için izin verin
Şimdi asıl meseleye gelelim. Olayı ört bas etmek için bize mutlaka bir suçlu gerekli
Bu iş için en uygunu Ahmet Beydir.
Ahmet Bey öldü. Bize canlı bir suçlu gerekiyor.
Tamam. Niyazi, İzmirli Niyazi Kamburca, kısa boylu
Olmaz efendim. Olayı biliyoruz. Yalnız delil yok ortada. Ararat vapuru acentesi kendisini görmediğini söyledi. Niyazinin o gece evde olduğuna tanıklık yapanlar var. Gerçeği yalnız siz biliyorsunuz.
Ben mi biliyorum ? Size hiç bir suçu olmayan Nedime Hanımı teslim edeyim mi istiyorsunuz ?
Yeniden başlayalım. Yaptığınız lüzumsuz bir fedakârlık. Kendinizi mahvediyorsunuz. Üstelik geçim durumunuz da berbatmış
Bana korkunç bir durumu farkettirdiniz beyefendi ! Kendimin, bu kadar alçak bir herif olduğumu bu güne kadar farketmemiştim. Roma baş kâtipliğini nasıl da kabul ediverdim hemen Oysa burada devlet mi kaldı ki Romada elçiliği olsun ! Affedin, rahatsız ettim
Hemen heyecanlanmayın canım ! Oturun Sigara ?
Sıra Şeytan Adası korkutmacasına mı geldi yoksa ? Bunu da Yüzbaşı bey söylediler eksik olmasınlar Bakın, biz ikimiz de çocuk değiliz Memleketi işgal etmiş düşmanla döğüşenleri asla affetmeyen acaip vatan severlerin elinde olduğumu biliyorum.
Fakat o kadını kurtaramazsınız
Ne korkunç bir söz ! Gebe bir kadını, suçsuz olduğu halde mahvederek Roma elçilik baş kâtibi olma teklifini nasıl yapabiliyorsunuz ? Müsadenizle
Aradan üç gün geçtikten sonra Kâmil Beyin odasına dalan İbrahim :
Hadi beyim ! Çabuk Aman ha O karagözcü soytarı su dökmeğe çıktı !
Ramiz Efendi mi ?
Artık bilemem Çabuk, ne diyeceksen de İbriği de al Elini yıkar gibi davran Biri gelirse ben öksürürüm. Abdülvahap çavuş az kalmış ki fıkaranın gözünü patlata Öyle bir sopa çekmiş ki
Musluk başında sıskası çıkmış, titreyen Ramiz Efendiyi görür. Sağ gözü kapanmıştır :
Geçmiş olsun arkadaş ! Size bir şey söylemek istedim de Kendim için değil, Nedime Hanım için Kadındır, belki şaşırtırlar Size yaptıkları gibi « Kâmil her şeyi söyledi » derler. Bir haber yollamak lâzım. Ben hiç bir şey söylemedim. Hani bir Niyazi Efendi var ? Bilmem tanır mısın ? Hepiizi yakan o. Nedime Hanıma haber salmalı. Ben bunu beceremem. Siz belki bir çare bulursunuz. Nedime Hanım ona körü körüne inanırdı. Niyaziden sakınsın. Ararat vapuru işinde galiba bizi soymak istedi. Beceremeyince de intikam aldı. Ahmetin kendini asmasını da arkadaşlara bildirmeli. Nedime Hanım için delil bulamadılar.
Bu sırada İbrahim kapıyı aralayıp seslenir. Ramiz elinin sabununu bile durulamadan yürür. Kâmil Bey karşısındakinin, sözlerinden bir şey anlayıp anlamadığını bile kestiremez.
Öğle üzeri bir teğmenle yanında Abdülvahap çavuş hışım gibi, Kâmil Beyin odasına girerler. Yukarı götürürler. Giriği odada Nerminle karşılaşır. Karısı « Bunu bize neden yaptın ? » diye tutturur. Odada enişte beyle İngiliz yüzbaşısı vardır. Kâmil Bey Ayşeyi sorar. Nermin büsbütün sinirlenir. « Bir de onu mu getirecektim ? Nedir bu başımıza gelen ? » der. Nermin İngiliz yüzbaşısının uyarısı üzerine geri kalan sözlerini Fransızca söyler. Eve bir takım kılıksız adamların gelip Kâmil Beyin tutuklandığını haber verdiklerini, enişteyi çağıttığını, eniştenin gazetedeki o kadını bulduğunu, kadının bir şeyden haberi olmadığını söylediğini anlatır. Kâmil Bey « Nereden haberi olacak ? » deyince Nermin « Yeter artık, ben çocuk değilim. Yoksulluğumuz yetmez gibi bir de bu bulaşık işlere karıştın. Marifetlerini enişte bey anlattı. » der.
Binbaşı Burhanettin, « Bunca olaydan sonra akıllanmışsınızdır. » şeklinde lafa karışır. Kâmil Bey :
Kendi kendimi tutuklamışım gibi konuşuyorsunuz. Bir yanlışlık var diyorum size
Yanlışlık filan yok. Doğruyu söylemiyorsun. Söylesen hemen bırakacaklar. Enişte bey söz alır. Roma elçilik baş kâtipliğini de kabul etmemişsin O kadın hakkında her şeyi söyle. İşler onun başının altından çıkıyor.Kurtarmaya çalışman yararsız. Zaten kocası da hüküm giymiş
Yani böyle diyerek benim o kadına iftira etmem mi isteniyor ? Benden, gebe ve suçsuz bir kadına iftira etmemi beklemeyin. Sana yalan söylüyorlar Nermin ! Böyle bir kurtuluş yolu olamaz.
Bu laflara sinirlenen İngiliz yüzbaşısı :
Bir vapur dolusu cephaneyi siz mi bulup yüklediniz ? Evinizden ayrılmadan saldırı plânlarını nasıl ele geçirdiniz ?
Karısı « Bize de acısana o kadına acıdığın kadar ! »
Siz hamdolsun acınacak halde değilsiniz.
Biz mi ? Enişte bey olmasaydı vapur param yoktu buraya gelmeye.
Kâmil Bey, birden yüzüne tokat yemiş gibi irkilir.Nerminde ileri gittiğine pişman olup lafı değiştirir:
Ayşede sen gideli hiç uyumuyor. « Baba baba » diye ağlıyor.
Kâmil Bey, Entellicens servisle burun buruna olduğunu nihayet anlar :
İşte beni gördün karıcığım. Sağım. Lütfen birisiyle çamaşır yolla. Ayşenin gözlerini de öp benim için. Enişte beye size gösterdiği şevkatten dolayı minnettarım. Borcumu, ölmezsem öderim.
Bu sefer enişte bey « Gebe kadınla iki serseri » diye bütün kinini kusar. Mustafa Kemale lânetler yağdırır. Kâmil Beye para bırakmak istese de o almaz.
Ertesi gün, hapishane müdürü tarafından çağırılarak evden gelen öte beriler verilir.
Bir başka gün, Kâmil Beyi bir takım koridorlardan geçirerek halılarla süslü bir odaya, paşanın odasına götürürler. Bu kez eskiden yapılan teklifler paşa tarafından yinelenir. Kâmil Bey, suçsuz bir kadına iftira edemeyeceğini tekrarlar.
Bir hafta sonra yargılama başlar. Nedime Hanım hakkında delil bulunamamıştır. Olayda Kâmil Beyle Ramiz Efendiden başka suçlu gösterilememiştir. İlk duruşmadan sonra kapalılık kararı da kalktığından Ramiz Efendiyi Kâmil Beyin yanına verirler. Mahkemede Yunan saldırısının başladığını duyarlar. Anadoludan her gün birbirini tutmayan haberler gelir. Kâmil Bey, Ramiz Efendiye dert yanar. « Saldırı plânlarını bizimkilerin ellerine ulaştırabilseydik, yakalanmakla işi berbat ettik. » diye dövünür.
Aldırma gözüm ! Bizimki kim bilir kaçıncı kopyasıydı. Haber Anadoluya vaktinde ulaşmıştır.
Bir ara Eskişehirin Düşüp, düşmanın Ankara önlerine ilerlediği sözü çıkar.
Niyazi hergelesini yakalamadıklarına canım sıkıldı.
Adam sende ! Zaten ölmüş herif
Hiç de ölmemiş. Hele namussuz kamburu bir de Milis yüzbaşısı yapıp Sapancaya yollamışlar. Siz Niyazinin ihanetinden sonra bana da görünmeyebilirdiniz. Aklıma o yalan nereden geldi ?
Önce şüphelenmedim desem yalan olur. Ama ilk gelişte yakalndık, bunda bir iş var dedim. Yalanı da Nedime Hanımı sevdiğinizden söylediniz. Eğer siz o gereksiz yalanı söylemeseydiniz Niyazinin ne mal olduğunu çok daha zor anlayacaktık.
Ziyaret başladığında, Ramiz Efendinin karısı Fatma Hanım bütün havadisi toplayıp onlara yetiştirir. Böylece günü gününe olayları öğrenirler. Fatma Hanım da polis ve jandarma karşısında nasıl davranılacağı hususunda, kocası kadar pişkindir. Başlarına dikilen nöbetçinin sık sık « yasak » ihtarına rağmen bütün savaş haberlerini bir kulpuna getirip anlatır.
Harp Divanı Başkanı kararda Ramizin, kendini körkütük cahil biri olarak tanıtmasına kanar ve berâtine, Kâmil Beyin de yedi yıl kürek cezasına çarptırılmasına karar verir.
Ramiz, Kâmil Beyle yalnız kalınca, mahkemede maskaralıklardan ötürü kendisini bağışlamasını ister ve dışarda Nermin Hanım ve Ayşe ile ilgileneceklerini, zaten zaferin yakın olduğunu, yakında onun da özgürlüğüne kavuşacağını söyler. Kucaklaşıp ayrılırlar.
Seni sevmek başka şey hürriyet , uğrunda dövüşmek başka ! »
Barselonadan Midilli adası önlerini on beş günde zor tutan, çaptan düşmüş, eski bir şileple üzerinde kuru yemiş yazan sandıklarda, Bolşeviklere yenilmiş Vrangelin beyaz ordularına kaçak silah götürülmüş, aynı şileple Abdülhamidin yükünü tutmuş vezirlerinden Selim Paşanın oğlu mirasyedi Kâmil Beyle, karısı Nermin Hanım İstanbula dönmek zorunda kalmıştır. Kâmil Bey karısına hissettirmeden deniz üzerinde serseri mayın gözetler. 1914 savaşı başladığı sırada Saint Tropezde bir İspanyol ahbabının yanında kalmışlardır. Kâmil Bey savaşa başlarken olayları gözden geçirmiş son altı yılda memleketin 10 Temmuz Meşrutiyet ilanı, 31 Mart olayı gibi iç sarsıntılarla, Trablus, Balkan gibi utandırıcı yenilgiler gördüğünü ve bu uluslararası boğuşmadan yurdunun hiç bir çıkarı olmadığını, tersine uzun süredir İmparatorluğu aralıksız tartaklayan Batılı büyük devletlerin kıyasıya kapışmasını fırsat bilip kendisini toparlamasının akıllıca olacağını düşünmüştür. Bu açıdan bakılınca Osmanlı İmparatorluğu mutlaka savaş dışı kalmalıydı. Kâmil Bey bu hesaba uyarak İspanyol dostu prensin Kardobadaki şatosunda sonbaharı birlikte geçirme teklifini de hiç duraksamadan kabul etmişti.
Osmanlı İmparatorluğunun 1915de savaşa balıklama girdiğini şatoda öğrendi. Akdenizdeki İngilizlerden kaçarak Çanakkaleye sığınan iki Alman zırhlısı , o sırada bir sandal bile ısmarlayamayacak durumda bulunan Osmanlı İmparatorluğu tarafından satın alındığına dair itilaf devletlerinin ( İngiliz-Fransız-Rus ) inanmış görünmesi ve gemilere Yavuz ve Midilli adları konularak Türk bayrağı çekilmesnin üzerinden çok geçmeden bu gemiler Karadenize açılıp oradaki Rus limanlarını top ateşine tutmuşlardı. Böylece temelleri çatırdayan Osmanlı İmparatorluğu zorla Almanyanın yağma savaşına boylu boyunca sokulmuştu. Savaşa girildikten iki gün sonra Kâmil Bey Madrid büyük elçiliğine baş vurarak durumunu öğrenmek istedi. Elçi, rahmetli babasının dostlarındandı. Kâmil Beyin Fransızcayı ana dili gibi konuştuğunu sonrada Oxfordu bitirip İtalyada yıllarca çalıştığını, İspanyolcayı da rahat okuyup konuştuğunu biliyordu. Ona elçilikte tercüman olarak kalmasını teklif etti, oda parasız olarak görevi kabul etti. Üstelik eşinin doğumu yaklaşmıştı. Madriddeki bir konağa yerleştiler. Sarıkamışta doksan bin kişilik orduyu kaybeden Osmanlı İmparatorluğu Kutülamerede İngilizi bozup generalini tutsak almıştı. Tih çölünü aşıp Süveyş Kanalına dolaşmaya başlamıştı.Savaş cehennemi hızla sürüp gidiyor, Alman-Avusturya, Alman-Bulgar takımlarının pes etmesine doğru dolu dizgin ilerliyordu. Yinede kimse barışa yanaşmıyordu. 1917 Martında iç yüzü pek anlaşılmayan bir devrim patlak verdi Rusyada, gelişip yayıldı ve sonunda Anadolunun büyük bir parçasını yuttuğundan kimsenin şüphesi kalmayan Çar orduları dağılıp topraklarımızdan çekildiler. Arkadan Birleşik Amerika Almanyaya karşı savaşa girdi. Bu arada Kâmil Beyin emlaktan gelen paralar kesildi. İstanbuldaki mülklerini ve karısına aldığı elmasları ucun ucun satarak yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı.
Mondoros Mütarekesi imzalanıp Osmanlı İmparatorluğu pes edince Kâmil Beyin para durumu tepe taklak oldu. Memleketten İttihatçı komandolar sıvışmış, işgal altındaki İstanbulda savaş zenginleri birer köşeye sinip, çarptıkları paraların üzerine oturduklarından ortada emlak alıcısı kalmamıştı.
1919da yüzde yüz barış beklenirken Yunanlıların İzmire asker çıkardıkları ve vuruşmaların başladığı öğrenildi. Kâmil Bey önce Londraya oradanda Parise atlayıp dayanılmaz bir hal alan para sıkıntısına bir çare ardı. Avrupa alt üst olmuştu. Savaşı kaz******r talan peşine düşmüşlerdi. Kâmil Bey bir süre daha Madridde şaşkınlık içinde oyalandı. Sonunda durmanın yararsızlığını anlayarak varını yoğunu satlığa çıkarıp Barselonadan kendini ve eşini bir külüstür şilebe attı. Geminin salonunda Kâmil Beyin kızı Ayşe, sofranın şeref koltuğunda oturuyordu. Kaptan, yemekte Bolşeviklerden söz açtı sonra birden lafı Türkiyeye getirip Kâmil Beye sordu :
Ne diyorlar sizin Sosyalistler bu işelere ?
Bizde Sosyalist yoktur.
Yok mu ? Olmaz böyle şey... Sosyalistsiz memleket olmaz !
Bildiğim biz ayrılmadan önce yoktu.
Ne zaman ayrıldınız ?
1912de...
Sosyalistsiz bir memleket ! Kutsal kitabın yazdığı cennet... İnanılır şey değil ! Eğer sizde sosyalist yoksa biz Yunanlıları neden çıkardık öyleyse ? Geçenlerde okudum, sizde bir takım adamlar Bolşeviklik istiyormuş,başlarında da bir paşa varmış, Mustafa Kemal Paşa!
Bolşevikmiymiş Mustafa Kemal Paşa ?
Elbet Bolşevik. Bolşevik olmasa savaştan yana olur mu ?
Gemi süvarisi, sonra Bolşeviklikten yana atıp tutmaya başladı.
Çanakkaleye öğle üzeri varıldı. Kâmil Bey, vapura gelen satıcılardan çeşitli haberler edindi. Ortalıkta bir manda
lafıdır gidiyordu. İstanbula indikleri gün Nerminin eniştesine gideceklerdi.
Geminin adı Marie Galante idi. Anlamı Aziz Meryem olan gemi adı, Kristof Kolombun ilk sefere çıkışındaki üç yelkenlisinden birinin adıydı. Gemi Ahırkapı Fenerini dolanıp limana girerken herkes güverteye üşüşmüş, İstanbulu seyre dalmıştı. Yabancı gemiler boğazı doldurmuştu.
Kâmil Beyin kulağında birden, karısının İstanbulu görür görmez Ah canım İstanbulum avazesi yankılandı. Gemiden iner inmez karısı Nerminin eniştesine gittiler.
Bir İngiliz Entellicens servis subayı merakla her şeyi tetkik ediyor, her konuşulana kulak kabartıyor ; enişte bey İngiliz Dostları Cemiyetinin kurucu üyesi olmuştur, derneğin başında Sait Molla vardır. İngiltereden rahip Fruw bu derneği güçlendirmek için yola çıkarılmıştır.
Kâmil Bey, İngiliz misafir Sir Henry Dicksona İngiliz Dostlarına kaç üye kaydolduğunu sorar. Aldığı karşılık : Geçen ay yazılanlar elli bini aşmış, belki bu güne kadar altmış bin olmuştur. Kâmil Bey « bu rakamda biraz abartma var gibi geliyor bana. Ben İngiltere adasının haritadaki yerini bilenlerin bile aramızda bu kadar olmadığı kanısındayım » der. İngiliz, « aydınlardan çok halka gidilmelidir. Bir yanında Türk, bir yanında İngiliz bayrağı olan bir vesika dolduruluyor resimli; işgal kuvvetlerinden bu vesikayı alanlar kolaylık görüyorlar » der.
İngiliz, Kâmil Beye « İktisadi durumunuzun savaş sırası bozulduğunu duymuştuk. Size bir yardımımız dokunabilir mi ? » diye sokulur. Birden Şirketi Hayriye hisse senetleri olup olmadığını sorar. Karşılık alamayınca , « Boğaziçi vapurlarına Fransızlar el atmak istiyorlar. Biz razı olmuyoruz. Eğer Şirketi Hayriye hisse senetleriniz varsa yüksek fiyatla hemen satın alabiliriz »der. Kâmil Bey hayretle karşılık verir :
Aklımda kaldığına göre, bu çeşit hisse senetleri, Türklerden başkasına satılmaz diye arkasında yazılıdır. Tüzüğüde böyledir.
Tüzükler değişir, değişmese de Türk-Fransız olanlar hiç mi yok aranızda ?
Bu sözüyle Kâmil Beyin de Türk-İngiliz olabileceğini ima etmişti.Kâmil Bey anlamazlığa vurmuştu:
Olmaz mı ? Şu halde artırmaya binecek... En çok verenin üstünde kalacak bizim Boğaziçi vapurları, desenize...
Hayır! Biz de, Fransızlar da açıktan açığa rekabete girişmek istemiyoruz. Demek bu şirkette yok hisseniz... Aklımda yanlış kalmış... Ya bir başka Kâmil Bey var, ya ona benzer başka bir ad... Sizinle ilintilerimizi zorlaştıran bir mesele de soy adı taşımamanız. Herkes Mehmet, herkes Ahmet... Yanılmışım, özür dilerim... Ama gene de yardım edebiliriz birbirimize. Musul petrollerinde oldukça önemli hisseniz olduğunu biliyorum. Osmanlı hanedanı çoktan satmaya başladı hisselerini. Geçenlerde, Abdülhamidin kızlarından Şaziye Sultana küçük bir hisse için on bin İngiliz altını verdik. Aslında biliyorsunuz, Musul ve çevresindeki petrol alanlarının gerçek sahibi Abdülhamiddi. İttihatçılar elinden aldılar... Biz, bunu olup bitti sayabiliriz. Barışta bu topraklar mutlaka sınırlarınız dışında kalacak. Kılıç hakkının ne demek olduğunu siz Osmanlılar daha iyi bilirsiniz. Hiç bir şey ödememek de mümkündü fakat İngiliz İmparatorluğu eski düşmanlarının ülkiyet haklarına bile saygılıdır. Sizin hisseniz Şaziye Sultanınkinden pek fazla değilse de az da değildir.
Kâmil Bey gülümsüyordu. İngiliz subayı birden değişmiş, soylu savaşçılıktan madrabazlığa geçip eskici Yahudilerin kelimeleriyle konuşmaya başlamıştı.
Enişteniz dostumuzdur. Sizinle dost olmamamız için de hiç bir sebep yok. Hisselerinizi bize satmamanızda...
Bir yanlışlık olacak Sör, benim petrolde hissem yok, Kerkükte bir takım topraklarım var.
Evet, bilyorum. Petrolü mahsus söyledim. Bu toprağı satın bize...
Hiç düşünmedim. Rahmetli babam toprak satmayı sevmezdi. Vasiyeti var bana.
Osmanlı vatandaşısınız! Savaştan sonra dünya çok değişti. Bunu sizin gibi bir insana kolayca söyleyebilirim.Savaştan sonra Osmanlı vatandaşları için dünyada yaşamak pek kolay olmayacak gibi.
Topraklarımı satarsam svunacak mı beni İngiliz İmparatorluğu ?
Aslında İngiliz İmparatorluğuna atacak değilsiniz topraklarınızı... Gülbenkyan adında bir vatandaşınıza satacaksınız. Toprağıızı bir Ermeniye satmakla savaş içinde işlenen Ermeni Kırımı usçundan da temizlenmiş olcaksınız, bir bakıma...
Suçlumuyum ki ? Olay terinden binlerce kilometre uzakta olmama rağmen...
Manevi suçluluktan, diyelim.
Herkes odalarına dönünceye kadar konuşma bu şekilde sürer. Kâmil Bey bütün baskılara karşı durur, elli bin altına bile olmaz deyip dayatır.
Odalarına dönünce Kâmil Bey, karısının da aynı ağızdan konuştuğunu duyunca kumpasa sıkıştırıldığını anlar. Eniştesi Nermine : « kocanı kandırıp topraklarını İngilizlere satmaya razı edersen sana bir elmas yüzük var » demiştir. Bunun üzerine Kâmil Bey iyice bunalarak hemen Serencebeydeki konağa taşınmaya karar verir. Bir gün Bağlarbaşındaki, anneannesinden kalma konağı görmeye gider. Bina haraptır, oturulacak halde değildir. Tamir edilip edilemeyeceğini öğrenmek için Nuh Kuyusunda bahçeli kahveye giderler. Orada eskiden tanıdığı Cemal Ustayı sorar. Ustayı bulur ve usta uzun hesaplar sonunda onarım için yedi yüz lira ister. Ama KâmiBeyin o sırada bu parayı verecek durumu yoktur. Kara kara düşünürken usta köşkü ne yapacağını sorar. KâmiBeyin hiç bir fikri yoktur. Usta, köşkün yıkıcıya verilmesini ve yıkıntıdan sokağa atılsa bin bin beş yüz lira gelebileceğini söyler. KâmiBey buna çok sevinir ve hemen kabul eder. İşe ertesi gün hemen başlanır ve onarım on beş gün içinde bitecektir.
...
Nermin Hanım bavulları taşıdıktan sonraköşke girer. Evi dolambaçlı bulur. Eski eşyalara küçük parçalar katarak evi zevkle döşer, yerleşir.
16 Mart 1920 sabahı, KâmiBey bahçede çalışırken Cemal Usta gelir ve İngilizler İstanbulu işgal ettiğini, kan gövdeyi götürdüğünü, Beyazıt Fatih taraflarında on on beş ölü bulduğunu bildirir. KâmiBey şaşırır :
İnanılır şey değil... İşgal altında olan bir şehri neden tekrar işgal etsinler. Tutuklamışlar mı kimseyi ?
Duymadım.
Ertesi gün işgal sırasında beş Türk askerinin öldürüldüğü, bunların Şehzadebaşı karakol erleri oldukları ve uykuda iken şehit edildikleri, Harbiye Nezareti Genel Kurmay Başkanlığı, tersaneler, kışlaları işgal edilip silahtan tecrit edildikleri sırada hiç bir çatışma olmadığı öğrenilir. Bunun üzerine Kâmil Bey kuşkulu bir kaç gün geçirir.
18 Martta sadrazam olan Salih Paşa sekiz gün sonra çekilir. Yerini Tevfik Paşa doldurur. İngilizler, kimi millet vekillerini mecliste tutukladıklarından, meclis başkanı ile bir takım mebuslar savuşurlar.
Kâmil Bey sıcaklar bastıkça bahçeye inip çalışmaz olur. Gün geçtikçe yoksulluğu artar. Tanıdıklarının çoğu Anadoluya geçtiklerinden arayanı soranı da pek kalmaz. Cemal Usta arcılığıyla Anadoludan hep kötü haberler alır. Bolu-Düzce ayaklanmasının bir türlü bastırılamadığını, bir yandan Beypazarına öte yandan Adapazarına doğru baş kaldımanın genişlediğini, Konya ve Yozgatta kötü kımıldamalar olduğunu öğrenir. Anzavur, üçüncü kez ortaya çıkmış, Tokat yakınlarında taburlar bozmuştur. Yunanlıların Anadoludaki genel saldırı söylentileri yayılmaktadır.
Bir gün kapısı çalınır. İmamın kendisini aradığını söylerler. Gider. İmam Mümin Hoca, binbaşı emeklisi Hasan Bey karşılarlar. Bunlar, Anadoluculara karşıdırlar. Her zaman Peyam Sabah Gazetesi okurlar. Cemal Usta konuşmada :
İttihatçı aranacaksıra değildir. Vatan kurtarmaya el birliği ile çabalamak sırasıdır, diye ortaya bir laf atar.
Topçu binbaşılığından emekli Hasan Bey :
Orada dur Cemal Usta!... Bu zamana kadar sen hiç vatan batıracağım diye ortaya çıkan gördün mü ? Anadoluda Milliciler dediğin padişaha, hilafete bağlı mıdır ?
Elbette. Şüphen mi var ?
Binbaşı yine diretir :
Bunlar padişahın hakkına göz dikmiş takımıdır.
Kâmil Bey kahvedeki bu çekişmelerden, İstanbuldaki padişah çevresi ile Anadoludaki Mustafa Kemal taraftarlarının karşı karşıya geldiklerini ve Merdivenköyden öteye artık Anadoludakilerin borusunun öttüğünü anlar.
Kâmil Bey, avukatı ile kira, alacak verecek konusunu gözden geçirince durumunun umduğundan da berbat olduğunu öğrenir. Bir gün okul arkadaşı İhsan, bir dergi işi önerir. Kara Dayı dergisi Kâmil Bey :
Becerebilir miyim acaba ? Ne iş yapacağım ?
İhsan :
Sen resimden anlarsın, güzel yazı da yazarsın Derginin teknik işleriyle uğraşacaksın; sayfa bağlayacaksın, düzeltmeleri yapacaksın Baskıya, satıcıya koşacaksın Neden beceremeyesin ki ?
Kâmil Bey in zaten işe ihtiyacı vardır ve hemen bu iş kabul eder.
Kemal Tahir, baş döndürücü olaylarla alt üst olan memleketin durumunu şu sözlerle anlatır :
« İslamcılığın üç yüz elli milyona varan kalabalığı, Turancılığın yüz milyonla hesaplanan uçsuz bucaksız hesapları üzerine kurulan hayaller, Balkan bozgunundan sonra, asırlık baskılarla hadım edilmiş sinirlere şehvetli bir kımıldama vermiş, dört yıllık kanlı boğuşma, bu bunak sinirleri, işte bu bitkin kımıldanmanın tam ortasında çekip koparmıştı.
Osmanlı aydınları için, artık geçmişe sığınmaktan başka çare yoktu ama bu sığınılacak geçmişi iyi saptamak gerekiyordu. Anadolu, bir sürgün yeridi ki vaktiyle ucu Avrupadaki Jön Türklere uzanırdı. Şimdi artık, memleket Jön Türklerden de boyunun ölçüsünü almış bulunuyordu. Oturup hüngür hüngür ağlamaktan başka iş kalmamış gibiydi. »
Nedime Hanım, konuşma arasında « üzerine devrilip İmparatorluğu biz aydınlar mı ezdik, yoksa İmparatorluk üzerimize devrilip bizi mi ezdi ? Sonuç aynı kapıya çıkar. Her halde, zaferden sonra memleket yine bizlere bırakılmamalı. Bu ihanet olur. İhsan der ki : Meşrutiyet memlekete hürriyeti getirmiş getirmesine ama sonra götürüp hürriyeti , döğüşerek elinden aldığı despot takımına bırakmış yine »
Çok doğru Bütün hata, inkilâbın halktan uzak kalması oldu. Bir de baktık inkilâpçılar padişah damadı oluverdiler. Hem hangi padişaha Genel merkezde « Beyez öküz » diye alay edilen, konyak düşkünü bir bunağa! Enver Cemel Talat Paşaları zavallı beyaz öküzün oturduğu tahta yaklaştırıp saçak öperlerken gözlerinizin önüne getirebiliyor musunuz ? Bu seferki harekete millet ister istemez, az buçuk damgasını vuracak.
Kara Dayı dergisi ilerleyen zamanda gazete olarak çıkmaya başlamıştır. Bu gazeteye önce Babıâli esnafı çok önem vermez ama zamanla ilgilenir. Şairler, yazarlar haftada bir iki uğrar olurlar. Nedime Bacıda buluşalım. parola olur aralarında.
Kara Dayı yazıhanesine ünlü şairler, yazarlar, ressamlar dışında sivil elbise iymiş zabitler, gizli örgüt mensupları da uğrar. Bunların her birinin ayrı parolası vardır. Araya karışan hafiyeler, çoğu kez ürkekliklerinden anlaşılır.
Kara Dayının basıldığı yerde çalışan, kırmızı yanaklı, abdal suratlı oğlanın polis ajanı olduğu bilinmektedir. Bir kere de, göğsü madalyalarla dolu, subay elbiseli biri gelip, Anadoluya mühim planlar yollayacağını ve buna Kara Dayının aracılığını istediğini söyler. Ajanlığı her tarafından dökülmektedir. Nedime Hanım hemen, Kara Dayının Anadolu ile hiç bir bağı olmadığını kesinlikle belirtip savar. İdarehanenin karşısındaki kahvede sürekli olarak, bir görevli gözcü durur. Kâmil Bey yarı külâni yarı efendi kılıklı biri tarafından izlenmektedir. Çok geçmeden marangoz Cemil Usta, Bu adamın Bağlarbaşında Kâmil Bey hakkında soruşturma yaptığını kendisine iletir.
Bekirağa bölüğünde, önce hürriyetçileri dayağa yatırıp sonra kulaklarına eğilerek « biraz dişini sık, sakın söyleme, şimdi dayak faslı bitecek » diyen polisler de vardı. O sıra herkesin saygısını toplamış İzmirli Niyazi, Kuvayi Milliyecilerin en güvendiği kişidir. On dört yaşında İzmir cinayet mahkemesine kâtip girmiş, yirmisinde evlenmiş, yirmi dördünde Jön Türklüğe soyunmuş ve her şeyi yüz üstü bırakıp Avrupaya kaçmış ve o tarihten beri de her önemli olayın göbeğinde yer almıştır. Niyazi Efendi; 31 Martta Taşkışlada yobazlarla boğuşmuş, Trablusa, Balkana karışmış, seferberlikte başçavuş olarak bütün cephelerde çarpışmış, Demirci Efe ile birlikte Yunana ilk kurşunu sıkanlardan. Biricik oğlunu Rum çeteleri doğramış. On altı yaşındaki kızının ırzına geçmişler. Karısından bir buçuk yıl mektup almamış. Onu görmek için düşman işgali altındaki topraklara gizlice sızmış. Ama orada çok önemli haberler öğrendiğinden karısını blmayı başka sefere bırakıp kıtasına geri dönmüş. O sırada bir basım evinde çalışır görünüyor. Karakol teşkilatı ve Mim Mim grubu ile ilişkisi var. Bu yüzden haftalarca ortada görünmediği olur. Düşmana kini, ikinci bir kalp gibi çarpar onda Gözü pekliği anlatılmaz. Her zaman Polis Müdürlüğünde, Jandarma Merkez Komutanlığında ahbapları vardır. Kara Dayı idarehanesine haftada bir mutlaka uğrar. Nedime Hanımı yoklar. Bir uğrayışında Nedime Hanım, Kâmil Bey ile Niyazi Efendiyi tanıştırır.
Nedime Hanım, Anadoludan en doğru haberleri almak için, Niyazi Efendinin yolunu bekler. Durum kritiktir. Çerkes Ethem ─ Ordu, Demirci Efe ─ Ordu çatışmaları, namuslu insanların sinirlerini bozmuştur. Öte yandan düşman Eskişehire doğru ilerlemektedir. Niyazi Efendi bir takım iyi haberlerle gelmiştir. Çerkes Ethem Bey önceleri cephe kumandanlarıyla geçinememiş, sonra Refet BeyI bahane ederek Ankarayı basmaya kalkmış. Mustafa Kemal Paşa az bulunur kumandanlardan olduğunun ispat ederek, hiç duraklamamış, kötülüğü daha büyümeden tepelemeyi kararlaştırmış, 29 Aralıkta Ethem kuvvetlerine saldırılması emrini vermiş, 5 Ocakta Ethem Yunanlılara sığınmak zorunda kalmış.
İnönüde üç gün üç gece döğüşülmüş. Nihayet düşman eski yerine, Bursa önlerine püskürtülmüş. « Biraz toparlamaya yetecek kadar zaman kazandık. Bu da dehşet bir şeydir. » der Niyazi efendi
Bir gün tramvay beklerken karşılaştığı okul arkadaşı Ahmet, Kara Dayı idarehanesine bitkin girer. Selam bile vermeden Niyazi Efendinin gelip gelmediğini sorar. Dışarıda kar yağdığı halde Ahmetin suratı ter içindedir :
Bize yarına kadar otuz dokuz lira lâzım Der.
Şakalaşıyor sanırlar.
Neden kırk değil de ouz dokuz, diye de sorarlar.
Ahmet öfkelenir :
Çünkü paşaoğlu, on bir bin lirası elde
Demek elli bin lira lâzım ?
Ne sandınız Paraları götürür Avrupada tıkır tıkır yersiniz Sonra kendine gelir. Biz neler konuşuyoruz Yarabbi ? Bu para bulunmazsa şerefsizim kendimi öldürürüm. Nerede kaldı bu Niyazi Ne ağır, ne vurdum duymaz adam !
Yoo! Niyazi ağabeyime laf söyletmem
Niyazi ağaBeyinize! Siz, kuzum, İneboluya götürülmek üzere gemiye yüklenmiş bin ton cephane ne demektir bilir misiniz ?
Nedime Hanımla Kâmil Bey bir ağızdan sorarlar :
Bin ton cephane mi ?
Haliçte bin ton cephane vardı. Aylardan beri gönderilemiyordu. Vapur bulamamıştık. Sonunda Niyazi Efendi on bir bin liraya Ararat isimli bir vapur buldu. Yarısı peşin yarısı İneboluda. Bu vapur boyanmak bahanesiyle Haliçe girdi. Kasımpaşa ile Fener arasında bir şamandıraya bağlandı. Hamallar ikiye ayrıldıkları için bir gecede bitirilemeyen işler tehlikeli. Salih Reis, en güvendiği elemanlardan bir ekip hazırlayacak, teker teker yükleme yerine yollayacaktı. Mim Mim grubu da bu işe ayırdığı arkadaşları ardiyeye birer ikişer gönderdi. Yüklemede vinç kullanılmıyordu. Bu yüzden üç gecede ancak altı yüz elli ton yüklenebildi. Dördüncü gün yani dün, vapurun Haliçte bulunmasının tehlikeli olacağı haberini aldık. Fazla beklemeden Sirkeci Rımtımına yanaşması gerekiyordu. Dün çektiğim azabı anlatamam. Sanki bütün istanbul halkı hafiye olup peşime düştü. Gemiye gidip haber vereceğim Sonunda haberi başka biriyle gönderdim. İngilizler pirelenmiş. Üstünkörü bir araştırma Düşünün, yalnız kırk bin Mavzer mermisi var. Gülleleri saymıyorum. Bu sabah AraratI Sirkeci Rıhtımında gördüm çok şükür. Yolcu alıp haraket edcek. Sevinçle ardiyeye geldim. Niyazi efendi telaşla ; kalk birader, mesele çok önemli dedi. Vapuru aldığımız herif hemen görüşmek istiyormuş. Evine gittik. Durum tasarladıkları gibi çıkmamış. Vapuru kurtarmak için İngilizlere rüşvet vermek gerekiyormuş. Kısacası vapur, elli bin lira ile yola çıkabilirmiş.
Saat bir buçukta Niyazi Efendi gelir. Parayı o da bulamamıştır. Çaresiz kalmışlardır. Kâmil Bey, vapuru kiraladıkları adam Rozaltinin nası bir adam olduğunu, vapurun kime ait olduğunu sorar. Vapur La Fransez şirketinindir. Rozalti şirketin bir memurudur. Kâmil Bey birden hatırlar. Eniştesinin salonunda, bir gece bu şirketin direktörü ile tanışmıştır. O gece direktör, Kâmil Beyde iyi bir izlenim bırakmıştır. Ahmetle hemen La Fransez şirketine gidip direktörle görüşmeye karar verirler.
Direktör onları iyi karşılar. Kâmil Beyı hatırlamıştır. Kâmil Bey hiç hazırlıksız söze başlar :
Biz vatanımızı kurtarmak istiyoruz. Buna her millet kadar hakkımız var. Yani buraya tüccar müşteriler gibi gelmedik. İstenilen paranın değersizliğini biliyoruz. Bizim için malınızı daha ucuza tehlikeye koymanızı isteyemeyiz. Fakat ilk pazarlıktan sonra Aradaki fark pek büyük Hemde beş misli Bu parayı ödemeyecek değiliz ama şu sırada bulup buluşturmak imkansız
Direktör söylenenlerin hiç birini anlamaz. Ararat vapuru adını duyunca birden ayılır :
Şu cephane meselesi mi ? Peki nolmuş ?
Elli bin lira
Ne elli bin lirası ?
Vapurdan şüphelenmişler. Bu yüzden parayı elli bine çıkarmışsınız.
Direktörün bundan haberi yoktur. Rozaltinin arttırmayı kendi yaptığı anlaşılır. Diraktör, en yüksek ücreti, yani on bin lirayı istemiştir. Bin lirayı da Rozalti, komisyon olarak bir Türke vereceğini söyleyerek kabul ettirmiştir. Diraktör, işi anlayınca Rozaltinin işine son vermek ister ise de Kâmil Bey mani olur. Zira herif, cephane işini bildiği için düşmanlık yapabilir. Vapura, kahveci olrak bir adamlarını da aldırmayı isterler. Direktör beş kişi bile koyebileceklerini, ayrıca İneboluya kadar kıyı boyu gitmesi ve tehlike sezerse baştan kara etmesini de kaptana tembih edeceğini söyler ve ekler :
Bütün dünya ile görüşmeyi göze alan, parasız, yani silahsız döğüşçülere karşı, ben yalnız saygı duyarım. Yolunuz açık olsun.
Kâmil Beyle Ahmet sevinçle çıkarlar.
Ertesi sabah, vapur hiç bir güçlükle karşılaşmadan boğazı geçmiştir. Öğlene doğru Niyazi Bey çıkagelir. Sıkıntı içinde dolanıp durmaktadır. Sonunda baklayı ağzından çıkarır. Ahmet tutuklanmıştır. Her halde Ararattan ötürü. Bekirağa bölüğüne atılmıştır. Düşmanın Bursa Uşak cephesine saldırı plânları ele geçirilmiş, bu plânlar acele Ankaraya gönderilmek üzere Ahmete verilmiş. Ahmette Nedime Hanıma vermiş. Şimdi bu plânları, yarın kalkacak olan Gülcemel vapuruna yetiştirmek için Nedime Hanımı mutlaka bulmalıymış.
Kâmil Bey, ne yapıp yapıp plânları ele geçireceğini, Niyaziye vâd edrek onu başından savar. Aklından Ahmetin tutuklanmasının Nedime Hanımdan gizlenmesi gerektiğini düşünür çünkü Nedime Hanımın doğum sancıları artmıştır ve öğrenmesinin tehlikeli olacağı kanısındaydır. Ahmeti sorarsa da İzmite gittiğini söyleyecektir.
Kâmil Bey, Nedime Hanımı merak ederek bir ara yanına gider. Nasıl olduğunu sorar ? Yalan üstüne yalan söyler ama pek beceremez ve sonunda gerçeği olduğu gibi anlatır. Şayet yakalanırsa, Nedime Hanımı bu işe hiç karıştırmayacağına onu ikna eder. Söz konusu plânları alıp uzaklaşır.
Gece yarısı saat üçte eve döndüğünde karısını yemeğe beklerken uyumuş bulur. Geciktiğinden ötürü münakaşa ederler. Kadın, bu tartışmada hala hanımın anlattıklarını sayar, döker. İngiliz subayların, Kâmil Beyin son davranışlarından hiç memnun olmadıklarını bildirir. Enişte Beyin İngilizlere mal satmak üzere bir şirkat kurma hususunda görüşmek için Kâmil Beyi acele görmek istediğini ve ertesi günü kocasını göndereceğine söz verdiğini sözlerine ekler. Kâmil Bey, bu düşmanla alış veriş işini duymakla tepesi atar. Karısıyla kavgaya varan ağız tartışmasına tutuşur. Tartışma sırasında Kâmil Bey, memleketin durumundan, zaferden söz ettikçe Nermin onu alaya alır. Sonunda, kocasına « ben yoksulluk çekemem » diye tutturur. İyice bozuşup yatarlar.
Kâmil Bey, Niyazi Efendiyle bir gün önce Kara Dayı idarehanesinde konuşup sonra da Nedime Hanımla anlaştıkları üzere, o gün öğle vakti gayet önemli belgeler bulunan bir kuru üzüm sandığını, Tophane Rıhtımında bulunan Gülcemel vapuru kahvecisi Ramiz Efendiye verirken suçüstü yakalanır. Sorgusu yapılır. Ramiz Efendiyi daha önce tanımadığını ve sandıkta belgeler olduğunu bilmediğini söyler. Ararat vapuru hikayesinin polisçe bilindiğini, tatkikat yargıcı önündeki tutanaklar okunurken öğrenir. Sorguda, bilhassa bu işle Nedime Hanımın hiç bir ilgisi olmadığında diretir. Sorguda, Nedime Hanımın Ararat vapuru işiyle de « hiç bir ilgisi yoktur » der. Sorgu yargıcı, « ama Nedime Hanım direktörle konuşmuş » deyince de « Hayır, direktörle ben konuştum » diyerek suçu zerine alır. Uzun sorgudan sonra, Kâmil Bey bütün zekasını kullanarak Nedime Hanımın bu işlerden hiç haberi olmadığına ve ortada suç varsa bu suçu kendi yaptığına sorgu yargıcını inandırır. İfadeyi buna göre yazdırır.
Sorgu yargıcı Ahmeti getirir Kâmil Beyin karşısına. Nedime Hanımın her şeyden haberli olduğunda Ahmet ısrar eder. Sonunda Kâmil Bey dayanamaz, yargıcın müdahalesine rağmen, bağırarak Ahmetin Nedime Hanıma aşık olduğunu, bunu kendisine, evli olduğunu bilmesine rağmen, söylediğini ve Nedime Hanımın ona olmaz dediği için iftira attığını söyler.
Ahmet durumu hemen anlar ve bir eliyle gömleğinin yakasını çekiştirerek « ben namussuzum, namussuzun biriyim » diyerek hüngür hüngür ağlamaya başlar. Dışarı çıkarırlar.
Aşk lafını nereden çıkardığına Kâmil Bey kendisi bile inanamaz. Bu sözlerle Nedime Hanımın namusuna leke sürebileceğini bile düşünemez. Yalnız bir tek maksadı vardır : Nedime Hanım ele vermemek Karşısına tanıdığı bir insan kılığında çıkan bu etten kemikten alçaklığı durdurmak
Sorgu yargıcı Kâmil Beye :
Ramizi tanımadığınızı hâlâ iddia ediyor musunuz ?
Evet, tanımıyorum, ilk göüşüm.
Ama o sizi tanıyormuş !
O da yalan söylemiş öyleyse Bir kelime bile konuşmadım bu admla daha önce.
Ramiz içeri alınır :
Ulan Ramiz ! Sen Nedime denen o karıyı tanımam dememiş miydin ?
Evet, tanımam !
İşte Kâmil Bey söyledi. Sana böyle kağıtları hep o getirirmiş !
Yalan aman yüzbaşım yalan !
Ramizin iğrenmiş gibi Kâmili süzmesi, Kâmilin hoşuna gider; kaşlarını hafifçe kaldırıp « yalan » anlamında bir işret yapar. Sorgu yargıcı zorlayınca, Ramiz :
Ben böyle işlere girmedim Beybaba Devlet, millet sayesinde gül gibi geçinip gidiyoruz şurda
Ya Nedime her şeyi itiraf ettiyse ?
Gelsin, yüzüme desin ! Asla kabul etmem
Öyleyse sana iyilik yapmak haram. Bu gece seni bir güzel ıslatsınlar da bak nasıl bülbül kesilirsin ?
Ramiz tam külhanbey ağızıyla uzun uzun anlatmaya başlar. Yargıç sustursa da o yine konuşur. İfadesini verir ve imzalar.
Uzun tartışmalardan sonra, kadının bu işle hiç bir ilgisi olmadığı kesin olarak belirtilir. Sorgudan sonra, Kâmil Bey, gardiyan askere bir lira uzatır. Bir ahali sigarasıyla öte beri aldırtır.
Kâmil Bey, yalnız kalınca, sorguda Ahmeti namussuz yapıp çıktığını düşünerek üzülür. Ama sonra onun Nedime Hanımı ele verişni hatırlayarak, davranışının doğru olduğuna karar verir. Birden, Ramize yapılacak işkence aklına gelir, ama hemen sonra, Ramizin onu ele vermeyecek bir tip olduğu inancı endişesini yatıştırır.
Kâmil Bey, gardiyan askerle ahbap olur. Gardiyan İbrahim, Vahap Çavuş adında bir dayakçının Ahmeti çok dövdüğünü ve bayılttığını anlatır.
Kâmil Bey, bir ara bağırtı duyar. « Yine Ahmete işkence yapıyorlar » diye düşünür. Sonra Niyazi Beyin tutuklanmaması gelir aklına. « Tutuklansa, Ahmetle olduğu gibi yüzleştirirlerdi,yoksa tutuklandı da işkence de öldü mü? » diye geçirir aklından. Bir süre sonra pis yatağa, gözünü kapatıp uzanır.
Ertesi sabah, İbrahime, Niyaziyi sormak gelir aklına. « Senin gibi Çankırılı, kısa, kamburca bir adam » diye anlatır. Gardiyan : « Yanlışın var beyim » der.
Belki sen görmemişsindir. Yukarı götürmesinler ?
Gardiyan hemen fırlar, gider. Dönüşte Niyazi diye Çankırılı biri gelmediğini söyler. Sonra Kâmil Beyin kulağına yanaşıp :
Hani Ahmet diye selam saldığın adam vardı ya, keşke selamını götüreydik. Gece kendini asmış Yatak örtüsünü kesip ip yapmış
Ahmetin ölümü Kâmil Beyi allak bullak eder. « Peki, Niyazi tutuklanmadığına göre, yalanım nasıl çıkıyor ortaya ? » Birden olayları yeniden gözden geçirir. « Bu yalanın muhakkak Niyaziden çıkması gerek. Niyazi tutuklanmadığına göre, demek ajan ! » Bu karara varınca olduğu yerde sendeler. « Ahmetin sırtına meğer Niyazinin ihanet hançeri saplanmış. »
Kendini karyolanın üzerine bırakır. Böylece ne kadar kaldığını kestiremez. Birden kapı ardına kadar açılır. Sarı benizli, çatık kaşlı bir subayla, üstüne hiç saygı göstermeyen, kalın dudaklı bir çavuş dikilir karşısına. Subay gönülsüz sorar :
Gazete ister misiniz ? Peyam Sabah getirsinler, diğerleri zaten yasak
Kâmil Bey, eve haber verilmesini ve çamaşır istediğini söyleyince :
Yollarız, getirsinler. Traş için de berber gönderilsin, diye emir verir.
Kâmil Beyi, traştan sonra, Kurmay Binbaşı Burhanettin Beye çıkarırlar. Burhanettin Bey hemen söze girer :
Sizi, karşılıksız bir fedakârlığa itelemişler. Çıkarı olmayan bir yola
Bu sıra telefon çalar. Her halde telefonda biri Kâmil Beyi soruyor olmalı ki Binbaşı « Burada. Anlaşacağız. » diye karşılık verir.
Sizi Roma elçiliğimize kâtip düşünüyorlar
Bu teklifinizi yarına kadar düşünmem için izin verin
Şimdi asıl meseleye gelelim. Olayı ört bas etmek için bize mutlaka bir suçlu gerekli
Bu iş için en uygunu Ahmet Beydir.
Ahmet Bey öldü. Bize canlı bir suçlu gerekiyor.
Tamam. Niyazi, İzmirli Niyazi Kamburca, kısa boylu
Olmaz efendim. Olayı biliyoruz. Yalnız delil yok ortada. Ararat vapuru acentesi kendisini görmediğini söyledi. Niyazinin o gece evde olduğuna tanıklık yapanlar var. Gerçeği yalnız siz biliyorsunuz.
Ben mi biliyorum ? Size hiç bir suçu olmayan Nedime Hanımı teslim edeyim mi istiyorsunuz ?
Yeniden başlayalım. Yaptığınız lüzumsuz bir fedakârlık. Kendinizi mahvediyorsunuz. Üstelik geçim durumunuz da berbatmış
Bana korkunç bir durumu farkettirdiniz beyefendi ! Kendimin, bu kadar alçak bir herif olduğumu bu güne kadar farketmemiştim. Roma baş kâtipliğini nasıl da kabul ediverdim hemen Oysa burada devlet mi kaldı ki Romada elçiliği olsun ! Affedin, rahatsız ettim
Hemen heyecanlanmayın canım ! Oturun Sigara ?
Sıra Şeytan Adası korkutmacasına mı geldi yoksa ? Bunu da Yüzbaşı bey söylediler eksik olmasınlar Bakın, biz ikimiz de çocuk değiliz Memleketi işgal etmiş düşmanla döğüşenleri asla affetmeyen acaip vatan severlerin elinde olduğumu biliyorum.
Fakat o kadını kurtaramazsınız
Ne korkunç bir söz ! Gebe bir kadını, suçsuz olduğu halde mahvederek Roma elçilik baş kâtibi olma teklifini nasıl yapabiliyorsunuz ? Müsadenizle
Aradan üç gün geçtikten sonra Kâmil Beyin odasına dalan İbrahim :
Hadi beyim ! Çabuk Aman ha O karagözcü soytarı su dökmeğe çıktı !
Ramiz Efendi mi ?
Artık bilemem Çabuk, ne diyeceksen de İbriği de al Elini yıkar gibi davran Biri gelirse ben öksürürüm. Abdülvahap çavuş az kalmış ki fıkaranın gözünü patlata Öyle bir sopa çekmiş ki
Musluk başında sıskası çıkmış, titreyen Ramiz Efendiyi görür. Sağ gözü kapanmıştır :
Geçmiş olsun arkadaş ! Size bir şey söylemek istedim de Kendim için değil, Nedime Hanım için Kadındır, belki şaşırtırlar Size yaptıkları gibi « Kâmil her şeyi söyledi » derler. Bir haber yollamak lâzım. Ben hiç bir şey söylemedim. Hani bir Niyazi Efendi var ? Bilmem tanır mısın ? Hepiizi yakan o. Nedime Hanıma haber salmalı. Ben bunu beceremem. Siz belki bir çare bulursunuz. Nedime Hanım ona körü körüne inanırdı. Niyaziden sakınsın. Ararat vapuru işinde galiba bizi soymak istedi. Beceremeyince de intikam aldı. Ahmetin kendini asmasını da arkadaşlara bildirmeli. Nedime Hanım için delil bulamadılar.
Bu sırada İbrahim kapıyı aralayıp seslenir. Ramiz elinin sabununu bile durulamadan yürür. Kâmil Bey karşısındakinin, sözlerinden bir şey anlayıp anlamadığını bile kestiremez.
Öğle üzeri bir teğmenle yanında Abdülvahap çavuş hışım gibi, Kâmil Beyin odasına girerler. Yukarı götürürler. Giriği odada Nerminle karşılaşır. Karısı « Bunu bize neden yaptın ? » diye tutturur. Odada enişte beyle İngiliz yüzbaşısı vardır. Kâmil Bey Ayşeyi sorar. Nermin büsbütün sinirlenir. « Bir de onu mu getirecektim ? Nedir bu başımıza gelen ? » der. Nermin İngiliz yüzbaşısının uyarısı üzerine geri kalan sözlerini Fransızca söyler. Eve bir takım kılıksız adamların gelip Kâmil Beyin tutuklandığını haber verdiklerini, enişteyi çağıttığını, eniştenin gazetedeki o kadını bulduğunu, kadının bir şeyden haberi olmadığını söylediğini anlatır. Kâmil Bey « Nereden haberi olacak ? » deyince Nermin « Yeter artık, ben çocuk değilim. Yoksulluğumuz yetmez gibi bir de bu bulaşık işlere karıştın. Marifetlerini enişte bey anlattı. » der.
Binbaşı Burhanettin, « Bunca olaydan sonra akıllanmışsınızdır. » şeklinde lafa karışır. Kâmil Bey :
Kendi kendimi tutuklamışım gibi konuşuyorsunuz. Bir yanlışlık var diyorum size
Yanlışlık filan yok. Doğruyu söylemiyorsun. Söylesen hemen bırakacaklar. Enişte bey söz alır. Roma elçilik baş kâtipliğini de kabul etmemişsin O kadın hakkında her şeyi söyle. İşler onun başının altından çıkıyor.Kurtarmaya çalışman yararsız. Zaten kocası da hüküm giymiş
Yani böyle diyerek benim o kadına iftira etmem mi isteniyor ? Benden, gebe ve suçsuz bir kadına iftira etmemi beklemeyin. Sana yalan söylüyorlar Nermin ! Böyle bir kurtuluş yolu olamaz.
Bu laflara sinirlenen İngiliz yüzbaşısı :
Bir vapur dolusu cephaneyi siz mi bulup yüklediniz ? Evinizden ayrılmadan saldırı plânlarını nasıl ele geçirdiniz ?
Karısı « Bize de acısana o kadına acıdığın kadar ! »
Siz hamdolsun acınacak halde değilsiniz.
Biz mi ? Enişte bey olmasaydı vapur param yoktu buraya gelmeye.
Kâmil Bey, birden yüzüne tokat yemiş gibi irkilir.Nerminde ileri gittiğine pişman olup lafı değiştirir:
Ayşede sen gideli hiç uyumuyor. « Baba baba » diye ağlıyor.
Kâmil Bey, Entellicens servisle burun buruna olduğunu nihayet anlar :
İşte beni gördün karıcığım. Sağım. Lütfen birisiyle çamaşır yolla. Ayşenin gözlerini de öp benim için. Enişte beye size gösterdiği şevkatten dolayı minnettarım. Borcumu, ölmezsem öderim.
Bu sefer enişte bey « Gebe kadınla iki serseri » diye bütün kinini kusar. Mustafa Kemale lânetler yağdırır. Kâmil Beye para bırakmak istese de o almaz.
Ertesi gün, hapishane müdürü tarafından çağırılarak evden gelen öte beriler verilir.
Bir başka gün, Kâmil Beyi bir takım koridorlardan geçirerek halılarla süslü bir odaya, paşanın odasına götürürler. Bu kez eskiden yapılan teklifler paşa tarafından yinelenir. Kâmil Bey, suçsuz bir kadına iftira edemeyeceğini tekrarlar.
Bir hafta sonra yargılama başlar. Nedime Hanım hakkında delil bulunamamıştır. Olayda Kâmil Beyle Ramiz Efendiden başka suçlu gösterilememiştir. İlk duruşmadan sonra kapalılık kararı da kalktığından Ramiz Efendiyi Kâmil Beyin yanına verirler. Mahkemede Yunan saldırısının başladığını duyarlar. Anadoludan her gün birbirini tutmayan haberler gelir. Kâmil Bey, Ramiz Efendiye dert yanar. « Saldırı plânlarını bizimkilerin ellerine ulaştırabilseydik, yakalanmakla işi berbat ettik. » diye dövünür.
Aldırma gözüm ! Bizimki kim bilir kaçıncı kopyasıydı. Haber Anadoluya vaktinde ulaşmıştır.
Bir ara Eskişehirin Düşüp, düşmanın Ankara önlerine ilerlediği sözü çıkar.
Niyazi hergelesini yakalamadıklarına canım sıkıldı.
Adam sende ! Zaten ölmüş herif
Hiç de ölmemiş. Hele namussuz kamburu bir de Milis yüzbaşısı yapıp Sapancaya yollamışlar. Siz Niyazinin ihanetinden sonra bana da görünmeyebilirdiniz. Aklıma o yalan nereden geldi ?
Önce şüphelenmedim desem yalan olur. Ama ilk gelişte yakalndık, bunda bir iş var dedim. Yalanı da Nedime Hanımı sevdiğinizden söylediniz. Eğer siz o gereksiz yalanı söylemeseydiniz Niyazinin ne mal olduğunu çok daha zor anlayacaktık.
Ziyaret başladığında, Ramiz Efendinin karısı Fatma Hanım bütün havadisi toplayıp onlara yetiştirir. Böylece günü gününe olayları öğrenirler. Fatma Hanım da polis ve jandarma karşısında nasıl davranılacağı hususunda, kocası kadar pişkindir. Başlarına dikilen nöbetçinin sık sık « yasak » ihtarına rağmen bütün savaş haberlerini bir kulpuna getirip anlatır.
Harp Divanı Başkanı kararda Ramizin, kendini körkütük cahil biri olarak tanıtmasına kanar ve berâtine, Kâmil Beyin de yedi yıl kürek cezasına çarptırılmasına karar verir.
Ramiz, Kâmil Beyle yalnız kalınca, mahkemede maskaralıklardan ötürü kendisini bağışlamasını ister ve dışarda Nermin Hanım ve Ayşe ile ilgileneceklerini, zaten zaferin yakın olduğunu, yakında onun da özgürlüğüne kavuşacağını söyler. Kucaklaşıp ayrılırlar.