dev bir gün uyanacak

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
HeiLmasTer®

HeiLmasTer®

Üye
    Konu Sahibi
dev bir gün uyanacak
Muazzam bir kültüre sahip, cihan devletleri kurup yüzyıllarca yönetmiş bir milletin mirasçılarıyız. Millet oluşturmak ve bir devleti yönetmek için gereken her şey, kendi tecrübe hazinemizde ve ruh dünyamızda mevcut. Başka hiçbir milletin yardımına, yol göstermesine ihtiyaç duymadan ayakta durabilecek güçteyiz. Durum böyleyken bu halimizin sebebi ne mi? Elbette kendi gücümüzün, potansiyelimizin farkında olmamak...

Bugün bütün toplum olarak sıradan meselelerle uğraşıp, küçük hesaplar peşinde koşuyoruz.


Enflasyon, yolsuzluk, dış ve iç borçlar, yüksek faiz, ekonomik küçülme, eğitim, sağlık, adalet sorunları gibi, sanki bilerek oluşturulmuş sıkıntılarla her geçen gün ufkumuz daraltılıyor. Örf ve adetlerimize savaş açmış televizyon dizileriyle, paparazi programlarıyla her gün ruhumuz karartılıyor, her gün köklerimizden biraz daha uzaklaşıyoruz.
Ekranlar ve basılı yayın organları sun’i gündemler ve tartışma programlarıyla bizi oyalıyorlar. Her sabah “gündeme bomba gibi düşen” haberlerle uyanıyoruz. Sanki birileri bizim kendi gündemlerimizi oluşturmamızı istemiyor, kendi düşünceleri doğrultusunda davranmamız için plânlar geliştiriyorlar.

İthal düşüncelerin akınıyla karşı karşıyayız. Tarih şuurundan yoksun, kendi deneyimlerimizden yararlanmayı bırakmış olarak, yeni ahlâk, inanç ve kişisel gelişim sistemleri peşinde koşturuluyoruz. Ne garip, kimileri kendini tanrı zanneden Hintli bir kadının peşinde mutluluk ararken, kimileri İslâm düşmanı Moon tarikatı ile içli dışlı. Gençlerimiz arasında şeytana tapınmayı din haline getirenler bile var!

İnsan sormadan edemiyor: Bu millet ruhlarından ve benliklerinden kopsun diye mi böyle mikroplar üretiliyor? Düşünmeye fırsat bulamasınlar diye mi kitle iletişim silahlarıyla bombardımana tabi tutuluyorlar? Zihni boş, köklerinden kopmuş mankurtlar olmamız mı isteniyor?

Bu nasıl mümkün olabilir ki? Koskoca bir tarihi yok etmeye, onun izlerini kazımaya kimin gücü yeter?

OKYANUSTAN BİRKAÇ DAMLA

Orta Asya’da, Hindistan’da, Mısır’da, Ortadoğu’da, Anadolu’da ve Balkanlar’da kurulan onlarca devlete damgasını vuran biziz. Hunlardan Göktürklere, Karahanlılardan Gaznelilere, Timur İmparatorluğundan Babürlere, Tolunoğullarından Memlûklara, Selçukludan Osmanlıya birçok kültür ve medeniyet merkezini oluşturan biziz.

Büyük liderler, muhteşem yöneticiler, askerler, alimler, evliyalar, sanatkârlar ve daha niceleriyle dünyaya, tarihe yön veren biziz.

Uçsuz bucaksız deryamızdan bir damlayla, birkaç isimle hafızalarımızı tazeliyelim:

Devlet adamlarından Pirî Mehmed Paşa, Makbul İbrahim Paşa, Süleyman Paşa, Sokullu Mehmed Paşa... Askerlerden Balı Paşa, Gazi Mehmed Paşa, Özdemir Paşa, Sahip Giray Han, Devlet Giray Han, Lala Mustafa Paşa... Şairlerden; Fuzulî, Bakî, Rûhî, Nevî... Mimarlardan Alâeddin Ali Bey, Koca Sinan... Hattat, nakkaş ve ressamlardan Karahisarî, Matrakçı Nasuh, Hulusi Efendi, Nigârî... Hukumçulardan Zenbilli Ali Efendi, Ebusuud Efendi... Bestakârlardan Şeyh Abdülali, Behram Ağa... İlim ve fikir adamlarından Taşköprülüzade, Damat Lütfi Paşa... Tarihçilerden Kemalpaşazâde, Celalzade, Âlî, Selânikî, Hoca Saadeddin Efendi... Coğrafyacılardan Pirî Reis, Seydî Ali Reis... Amirallerden Barbaros Hayreddin Paşa, Büyük Hasan Paşa, Süleyman Paşa, Küçük Hasan Paşa, Turgud Paşa, Salih Paşa, Uluç Ali Reis, Aydın Reis, Damat Piyale Paşa, Murad Reis...

Birkaç damla dedik. Bu milletin içinden çıkıp dünyaya damgasını vuranların yalnızca isimleri listelenecek olsa, ciltlerce kitap yazmak gerekir.

KITALARIN HAKİMİ

Yalnızca bu bölgede değil, Uzakdoğu’da, Hint okyanusunda da varlığını gösteren biziz. Endonezya Açe (Kuzey Sumatra) Sultanlarına yardım eden Osmanlı filolarıydı.

Topkapı sarayı arşivindeki, Açe Sultanı Alaeddin’in Osmanlı Sultanı Kanunî’ye gönderdiği teşekkür mektubunda şöyle denilir:

“12.000’i meskûn, 24.000 adaya hükmediyorum. Bütün bu adalarda hutbe, siz padişahımın adına okunmaktadır. Seylan hükümdarı kâfirdir (budist). Ama Seylan’da da teba-i şahanenizden olan müslüman cemaati ve 14 camileri vardır. Hutbe, ism-i şerifinize okunur. Malabar (Güneydoğu Hindistan) racası keza kaflrdir (brahman). Ama ülkesinde 24 camide hutbeniz geçer. Gücerat sultanının veziri, tebamızdan Karamanoğlu Abdurrahman Bey’dir. Bunların hepsi benim gibi siz padişahımdan denizci ve topçu isterler. Son gönderdiğiniz sekiz topçuyu başımın üzerinde taşıyorum. Şimdi kadırga ve kale yapmasını bilen gemi ve inşaat mühendisleri göndermeniz için şahane eşiğinize yakarıyoruz.”

İkinci Selim devrinde Sumatra seferleriyle sınırları Avusturalya’ya uzanan Osmanlı Devleti’ne, “dört kıtada kerim devlet” deniyordu.

Osmanlının zayıfladığı son dönemlerinde bile Hindistan, Endonezya, Çin, Filipinler ve bütün Afrika camilerinde Sultan Abdülhamid Han adına hutbeler okunuyordu.

HERKES İÇİN HUZUR LİMANI

Fransızların “Soliman le Magnifique” (Muhteşem Süleyman) dedikleri Kanunî Sultan Süleyman’nın yönetimi, yalnızca Osmanlı topraklarında değil, bütün Avrupa’da hüküm sürüyordu.

Macar kralını o atıyordu. Avrupa kralları siyasi protokolde onun ancak sadrazamına eşitti. Başı sıkışan ondan yardım diliyordu. Fransa kralı François, Alman İmparatoru Şarlken’e esir düştüğünde Fransa’nın ana kraliçesi oğlunun kurtarılması için cihan padişahına şu mektubu yazıyordu:

“Şarlken, oğlum François’i Pavia savaşında esir alıp hapsetti. Şimdiye kadar oğlumun kurtuluşunu Şarlken’in insanlığına bırakmıştım. Oysa o umduğumuz insanlığı göstermediği gibi, oğluma hakaret dahi etmektedir. Dünyanın tasdik ettiği büyüklük ve şanınız ile oğlumu düşmanın kahredici pençesinden kurtararak yüceliğinizi göstermenizi zat-ı şahanenizden bilhassa yalvarırım.”

Kanunî’nin gönderdiği, Osmanlının süper güç olmasının verdiği havayı ve ihtişamı yansıtan cevabî mektupta ise şunlar yazılıyordu:

“Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla,

Cenab-ı Hakk’ın inayeti, rasuller aleminin yıldızının, Hz. Muhammed s.a.v.’in hayır duaları dolu mucizeleri ve dört halife Hz. Ebu Bekir’in r.a., Hz. Ömer r.a., Hz. Osman r.a. ve Hz. Ali r.a.’ın mübarek ruhlarının himayesi altında daima muzaffer Sultan Selim Han oğlu Şah Sultan Süleyman Han;

Ben ki, sultanlar sultanı, kralların kralı, ülkelerin hükümdarlarına taç giydiren, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Karadeniz’in ve Akdeniz’in, Rumeli’nin ve Anadolu’nun, Dulkadir, Diyarbekir, Kürdistan, Azerbaycan, Acem, Şam, Halep, Mısır, Mekke, Medine, Kudüs eyaletlerinin, Arabistan ve Yemen’in bütün bölgelerinin hakimi; şanlı ve yüce atalarımın muzaffer kudretleri sayesinde alevlenen kılıcıma emanet ettikleri birçok eyalet ve ülke sahibi; nihayet Sultan II. Bayezid oğlu Sultan Selim Han oğlu Şah Sultan Süleyman Han’ım;

Sen ki Fransa krallığının kralı François’sin.

Kralların sığınağı olan Osmanlı Devleti’ne yolladığınız mektuptan ve güveninize layık olan Frangipani’nin bana sözlü olarak nakletmesini istediğiniz haberlerden öğrendiğime göre; düşman ülkenizi yağma ve tahrip ederken sizi de hapsetmiş. Kurtulmanız için benim bu taraftan size yardım etmemi istiyorsunuz.

Söylediğiniz her şey herkese açık olan tahtımın önünde ortaya kondu. Açıklama için ilave edilen bütün ayrıntılar anlaşıldı. İmparatorların mağlup ve hapsedilmesi olacak işlerdendir. Yüreğiniz teselli bulsun. Ümidinizi kesmeyin. Atımız eyerli ve kılıcımız kuşanılmıştır.

Hak Subhanehu ve Tealâ hayırlar müyesser eyleyip, ne dilerse öyle olacaktır.”

Nihayet Mohaç’ta Şarlken’e bir ders verilip, François kurtarılmıştır.

Lehistan’da ise “Osmanlı atları Vistül Nehri’nden su içmedikçe, bu ülke hürriyet ve istiklaline kavuşamaz.” sözü bir darb-ı mesel oluyordu. İspanya’da hıristiyan taasubu ve katliamından kurtulmak isteyen Endülüslü müslüman ve yahudiler Osmanlı sultanından himaye istiyorlar, Paltova Savaşı’nda Ruslar tarafından sıkıştırılan İsveç Kralı XII. Şarl, Osmanlı topraklarına sığınıyordu. Avrupa’da Osmanlı gibi giyinmek ve yaşamak moda oluyor, evler, saraylar bizim tarzımıza göre döşeniyordu.

ALTIN ÇAMURA DÜŞSE DE...

Bugün, hiçbir şey üretememiş, ülke sorunlarına bir çare bulamamış insanlar demagoji peşindeler. Ecdadımızı çapulcu ve yağmacı olarak göstermek istiyorlar. Yıkılışını hâlâ harem hayatı, padişah bencilliği, istibdat, gericilik gibi sebeplere bağlayıp, gözlerini kapatıyorlar. Mazilerine söven ve gelecekten yalnızca kendi çıkarlarını bekleyen güruhun, ülkeleri için ne üretecekleri ve ülkelerinin problemlerine hangi reçeteleri sunacakları ise merak etmeye bile değmez.

Osmanlı Devleti’nin yıkılışı siyasi bir süreçti ve kaçınılmazdı. 20. yüzyılın başında imparatorlukların sonu gelmiş, ulus devlet çağı başlamıştı. O dönemde çöken ve tarihe karışan sadece Osmanlı değildi; Asya ve Avrupa’daki birçok imparatorluk da ortadan kalkıyordu.

Osmanlı, vazifesini şerefle tamamladı. İzzetini şan ve şerefle savunarak dünya siyasetinden çekildi. Arkasında siyasetiyle, sanatıyla, derin bir kültür, büyük bir millet bıraktı. Sorun onlarda değil, bizim bu büyüklüğe sahip çıkmayışımızda. Böylece bugün yeri doldurulamayacak bir boşluk ortaya çıktı. Balkanlarda, Ortadoğu’da, Kudüs’te, Keşmir’de... Ve asıl önemlisi bizim kendi içimizde, kendimizde. Bu boşluk bugün Türkiye’de, Avrupa’da, Ortadoğu’da, Asya ve Afrika’da yaşanan sıkıntıların başlıca sebebi.

İçinde bulunduğumuz zorluklardan kurtulmak için elbette çok çalışmak, çok gayret etmek zorundayız. Ama daha önce şunu bilmeliyiz: Aşireti devlete çeviren, Fetret devrinde parçalanmış Anadolu’da milleti derip toparlayan, çağ açıp çağ kapayan, büyük bir çöküşün ardından bütün dünya güçlerine tarihlerinin en büyük tokatını atıp iştahlarını kursaklarında bırakan irade bu topraklardan çıktı. İşte bizim potansiyelimiz, işte gücümüz!

Böyle bir güç ve irade, ancak millet olma şuuru üzerinde filizlenir. Bu millet her zaman o iradeyi mayalandıracak ruha sahiptir.

Biz, Asya’dan Osmanlı’ya ve bugüne ulaşmış, ışıl ışıl parlayan şeref ve onur zincirinin son halkasıyız.

Atalar sözüdür, altın çamura düşmekle değerinden kaybetmez...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Benzer Konular



Üst Alt