Çiçeklerin Hikayeleri..

Sponsorlu Bağlantılar

Reşwan

Reşwan

Emekli Yönetici
    Konu Sahibi
Çiçeklerin Hikayeleri..
Gül Yaprağı


Uzakdoğu'da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.


Manisa Lalesi - Anemon



Ölümlü Adonis ile aşk tanrıçası Afrodit birbirlerine aşıktır. Adonis bir gün avlanırken, Afrodit’in eski sevgilisi olan ve bir ölümlüye olan aşkından dolayı Afrodit’i kıskanan, savaş tanrısı Ares tarafından ormanda vurulur. Afrodit yetişine kadar Adonis ölür. Afrodit bir törenle sevgilisinin vücudunu kokular ile ovar ve onu ölüler diyarına götürmek üzere kucaklar, bu sırada Adonis’in kan damlaları ile kokular birbirine karışır ve yeryüzüne dökülerek birer çiçeğe dönüşürler. Bu çiçeğe Adonis ile Afroditin aşkı anısına Anemon denir.


İris - Mezarlık Zambağı


Zeus ve Hera’nın habercisi olan gökkuşağı tanrıçası İris cennetten aldığı haberleri gökkuşağından geçerek dünyaya taşımaktadır ve latincede adı “cennetin gözü” anlamındadır. İris çiçeği taşıdığı renkler ve çizgiler nedeni ile adını bu tanrıçadan alır. Göz bebeğimize de iris denir ve bu nedenle eski yunanda her insanın cennetten bir parça taşıdığına inanılırmış.

Narcissus - Nergis



Narcissus inanılmaz güzellikte bir delikanlıdır. Annesi ona eğer kendi güzelliğine bakmaz ise uzun bir ömür yaşayabileceğini söyler. Ama Narcissus annesini sözünü dinlemez ve nehirdeki aksine bakar, bu akse aşık olur ve onu yakalamak için suya eğilir, dengesini kaybederek düşer ve boğulur. Öldüğü yerde bir çiçek biter. Bu çiçeğin adı boynu bükük, yere bakan Nergis'dir.

Sümbül


Hyacinthus Spartalı yakışıklı bir gençtir. Bu gence hem Güneş tanrısı Apolla hemde batı rüzgarının tanrısı Zefirus aşık olurlar. Onun dikkatini çekmeye çalışırlarken bir disk atma yarışı düzenlerler. Yarış sırasında bir rivayete göre Apollo yanlışlıkla genci vurur ve genç ölür bir rivayete göre de Zefirus kıskançlık nedeni ile hafif bir rüzgar çıkararak Apollon’un diskinin yolunu kaydırarak genci öldürür. İşte Sümbül adını bu gençten alır.


Ağlayan Gelin - Ters Lale


Hakkari'nin Cilo Dağları'nda yetişen "Ters Lale", dünyanın en nadide çiçeklerinden biridir. Ağlayan gelin diye de anılan bu çiçeğin ismi temelde dinsel bir temaya dayanır. Hıristiyan aleminde var olan bir inanışa göre; İsa çarmıha gerilmeye giderken geçtiği yoldaki tüm çiçekler saygı ile eğilmişler, bir tek Ters Lale dik durmuş, ama İsa’nın ona bakışları ve onun çarmıha gerilişi bu çiçeği o kadar utandırmış ki başını eğip, o gün bu gündür ağlarmış. O nedenle bunu çiçeği Hıristiyanlar kutsal sayıyorlar. Ayrıca geçmişte Hakkari Bölgesi'nde yaşayan Asuri'ler inde her sabah göbeğinden su yaydığı için 'Ağlayan lale' adını verdiği ve bu yüzden kutsal saydığı "Ters Lale", günümüzde de çok değerli ve koruma altına alınmış durumda.(Fritillaria İmperialis , ‘Kejan lalesi’ halk arasında ise Ağlayan Gelin, Kerbela ve Kral lalesi olarak da bilinmektedir.)

Lale


Şirin’in aşkından çöllere düşen Ferhat kırılan kalbi ile dolaşırken gözyaşları çöle dökülür ve her damla kum tanelerinde kırmızı bir çiçeğe dönüşür. Bu çiçeğe lale denir. Lale Anadolu’dan köken alan yüzyıllar boyu bahçelerin baş tacı olmuş bir çiçektir. Osmanlı'da bir döneme ismini vermiş, daha sonra Osmanlının çöküşü ile Anadolu’da unutulup, Hollanda da yeniden doğmuştur. İlginç olansa bugün Hollanda’nın sahiplendiği bu Anadolu çiçeği o yıllardaki kıymeti nedeni ile oralara padişahların hediyesi olarak gitmiştir.


Rose - Gül


Gül çiçeklerin kraliçesidir.Yunan mitolojisine göre Chloris adlı çiçek tanrıçası tarafından yaratılmıştır. Chloris birgün ormanda ölü bir orman perisi bulur ve onu bir çiçeğe çevirir. Aşk tanrııçası Afroditi, şarap tanrısı Dionysus’u bu çiçeğe birer hediye vermek üzere davet eder. Hediye olarak Afrodit çiçeğe güzellik, Dionysus ise güzel ve hoş kokması için bir nektar verir. Batı rüzgarı tanrısı Zephirus bulutları uzaklaştırır, güneş tanrısı Apollo parlayarak çiçeğin açmasını sağlar. Ve böylece “çiçeklerin kraliçesi” gül doğmuş olur.

Hercai


Çok uzun yıllar önce iki kır çiçeği birbirlerine aşık olurlar, her bahar diğer çiçekler gibi onlar da açıp güneşe merhaba derler. Fakat bir bahar başlangıcı bu çiçeklerden biri diğerine;

"Biz diğer çiçekler gibi bu bahar açmayalım kışın ortasında herkesin soğuktan kaçtığı karlı günlerde açalım ki bütün doğa bize ait olsun" der. Ve ikisi de o bahar açmamaya karar verirler.

Biri açmak için kışın gelmesini ve karın yağmasını beklerken, diğeri o yaz açar. O gün bugündür karda açan ve sevgilisini bekleyen çiçeğe kardelen, sevgilisini yarı yolda bırakan çiçeğe de hercai denilir. İşte bu yüzden hayırsız sevgiliye Hercai diye hitap edilir.

Dut Ağacı ve Yaprakları

Bir zamanlar birbirlerine aşık iki genç vardı. Kızın adı Tispe delikanlınınsa Piremus. Komşu olduklarından birlikte büyüdüler. Çocukça başlayan aşk ateşi, serpildikçe onlarla birlikte büyüdü. Aileleri hiç istemezdi görüşmelerini. Birbirlerine uygun olmadıkları düşünülürdü nedense? Oysa onlar ölesiye bir aşk beslemeye başladılar birbirlerine. İkisinden başka kimselerin bilmediği bir sırları vardı. İki evin arasındaki gizli çatlak. Bazı geceler gizlice bu aralıkta buluşur, birbirlerine seslerini duyurup aşklarını sözcüklere dökerlerdi. Bir gece ormandaki ağacın altında buluşmaya karar verdiler. Tispe, ağaca Piremus’dan önce varmıştı. Gittiğinde, avını yeni yemiş, ağzından kanlar akan kocaman bir aslanla karşı karşıya geldi. Korkarak bir mağaraya doğru koşmaya başladı. Boynundaki eşarp, farkında olmadan düşüverdi. O sırada Piremus geldi gördükleri karşısında donup, kalmıştı. Kocaman aslan, ağzında kanlarla birlikte, biricik sevgilisi Tispe’nin eşarbını parçalıyordu. O an aklına gelen ilk ve tek şey, aslanın Tispe’yi öldürerek yediğiydi. Tispe’siz yaşayamazdı. Aklından geçen, sadece aşkı uğruna canına kıymaktı. Belinden hançerini çıkardı ve göğsüne sapladı. Kanlar içindeki cansız bedeni yere düştü. Tispe’yse korkusunu bir kenara atıp, bir an önce aşkını görmek için mağaradan çıkmaya karar vermişti. Ağacın altına geldiğinde, o korkunç sahneyle yüzleşti. Piremus’un cansız vücudu yerdeydi ve elinde Tispe’nin düşürdüğü eşarbı tutuyordu. Tispe sevdiği gencin elindeki eşarbı ve uzaklaşan aslanı görünce anladı herşeyi. Tispe bir an bile düşünmeden hançeri çekip çıkardı ve kendi göğsüne götürdü. yaşadıkları ölesiye derin bir aşktı ve onları ölüm bile ayırmamalıydı. Az sonra sevgili Piremus’un bedeninin üstüne yığıldı. O anda tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istediler ve bu çiftin üstünde duran ağacı, onların aşkına adadılar. Piremus’un kanını bu ağacın meyvalarına, Tispe’nin gözyaşlarınıysa, ağacın yapraklarına verdiler. O günden beri kara dutun çıkmayan lekesini, dut ağacının yaprakları temizler...

Bilir misiniz dut ağacının meyvasının lekesi çıkmaz ama elinize ağacın yaprağını alır ovuşturursanız, lekenin yok olduğunu görürsünüz...


 


SpeciaL@

SpeciaL@

Üye
Hikayeleri de varmış meğer :D
 
Reşwan

Reşwan

Emekli Yönetici
    Konu Sahibi
İllaki çoğu şeyin bir hikayesi vardır mutlaka hatta çoğu duymadıklarımız ve saklı olanlarda.
 

Benzer Konular

Doğuş Pertez
Cevap
0
Görüntüleme
2K
Doğuş Pertez
Doğuş Pertez
Cevap
0
Görüntüleme
491
Doğuş Pertez
Doğuş Pertez
Cevap
0
Görüntüleme
488
Doğuş Pertez


Üst Alt