Bir ışık saltanatı yakaladı ruhumu.

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
alperen1313

alperen1313

Üye
    Konu Sahibi
Bir ışık saltanatı yakaladı ruhumu.
Bir ışık saltanatı yakaladı ruhumu.
Gel Kâtibim beni İstanbul’a yaz!
Karanlıklarım, gölgelerim, hüznüm ziyalandı. Kalbimin en mutena yeri yürüdü erguvan ülkesine. Gel diyordu güllerin şehri. Gel diyordu. İstanbul biraz erguvan, biraz gül demekti zannımca. Biraz Hüsrev biraz Hatem demekti bir de.
İstanbul’u kim anlardı, kim söylerdi içli şarkılar gibi? İstanbul güneşin battığı yer. İstanbul zamanın durduğu yer. İstanbul’un kaderi güle ayarlı. Gül İstanbul demek, İstanbul gül demek. Bir de hüsrev’ül Hatem demek...
Bu ışık saltanatı çağırıyordu beni uzaktan.

Bir kuşluk vakti, henüz zaman eskimeden, yollar yorulmadan, gün düşmeden sarkacından düştüm yollara. Yollar ki bıkkın, yollar ki umarsız, yollar ki gözyaşlarıyla ıpıslak. İplik iplik bir yağmur yağıyor ansızın. Nisan yağmurları değiyor toprağın ateşli alnına.

Yorgun ve ıslak yollara inat varıyorum Bayazıt meydanına...
Bayazıt ki yıldırımları düşürüyor aklımın çatlaklarına.
Bir ışık saltanatına boğuluyorum...
Bu şehirde hatıralar başkadır…
Hatırlamak bambaşkadır.
Sultanahmet her dem bir ashap şenliğidir asr-ı saadeti kuşanan…

Gel Kâtibim beni İstanbul’a yaz…
Sanki yüzyıllar geri çağırıyor gibi. Eski sandukalara saklanmış şehzadeler, uykularından apansız uyanacak ve usulca sızacaklar aramıza.. Bak ne çok unutmuşsunuz diyecekler. Hüsrev ve Hatem ülkesinden kovacaklar bizi. Erguvani bir büyü yakalayacak ruhumuzu birazdan. Hatıralar deşilecek, sevdadan, aşktan unutulmuş ne varsa nikriz bir şarkının notasından sızacak üstümüze. Sazendeler, hanendeler çıkıp gelecekler taş duvarların arkasından. Lal kesileceğim. Büyük bir suskunun içine düşeceğim birazdan. Eski şarkılardan bir demet düşecek ruhumun üşüyen, yama tutmayan yanlarına. Unuttuğum şarkıları söyleyemeyeceğim bir daha... Nisan çiçekleri, papatyalar, sümbüller koşacak güllerin menziline. Hatem ülkesine hoş geldiniz diyecekler hep bir ağızdan.
Hatem ülkesinde zaman başkadır...
Hatıralar başkadır...
Şehr-i İstanbul bambaşkadır…
Sadabat dillenecek bu bahar.
Gel kâtibim beni İstanbul’a yaz…
Söz dillenecek. Hatem ülkesinde bir ikindi vakti zaman susacak, mekân susacak, hatıralar konuşacak birazdan. Bu ülkenin efsunundan, çekiminden koşup gelmişim, sığınmışım. Mülteci faslındayım şimdilerde. Hatem bir seyyare ki ışığı hiç sönmeyen. Bir yıldız şehrayini gibi düşüyor gönlümüzün karanlık ülkesine. Hatıraların ezgisini üfleyen bir neyzen, unutulmayan bir sofyan şarkıya ses veriyor, hüznün testisinde. Asıl olan neydi ki diyor şair. Neydi asıl olan. “Mademki bulunduğun yer, konuştuğun kimse sana feyz vermiyor, terke mani olan ne? “ Ruhumu inciten ayrık otlarını ayıklayan aklım, bir nisan yağmuruyla bir dürr-i daneyi düşürmüş gönlümün mahzenine. Nisan yağmurları yağmış yağabildiğince, Mayıs görününce takvimlerin kadranında, toplamış bohçasını yürümüş ayların ötesine… Büyülü nisan yağmurları, erguvan zamanı tükenmiş… Ben, Hatem ülkesinin yıldızlar dağıtan, dağıttıkça aydınlatan ülkesine sığınmışım.
Hatem ülkesinde zaman ve mekân başkadır.
Hatıralar başkadır...
Lisan başkadır, insan başkadır...
İstanbul bambaşkadır.
Eyüp Sultan’da rahvan atlar gibidir ruhum ötelere yürüyen…
Gel kâtibim beni İstanbul’a yaz.
Zembereği kırılıyor zamanın, unutulmuş devirlere yaslanıyorum. Tezyin ettiğim ayetlerin huzuruyla sermestim boğazın yamacında. İbişim şirazeli bir kitabın sayfasıdır her mekânın, her caddenin. Gâh İstinye, gâh Üsküdar’ım… Üsküdar bir durak, Fatih’e gidilesi... Hüsrev ül Hatem ülkesinde neşv ü nema buluyor hatıralar, ben uyanıyorum.
Hatıralar ırağı çağırıyor. Neler geçmiş, neler düşmüş zamanın ellerinden. Gazlı lambaların isinden gözlerimizi kapamışız karanlıklarda. Oysa ışık yanıbaşımızda. Bir Hatem ışığı ki göz kamaştıran, aydınlatan, ısıtan. Ellerimde soluyor, bütün bildik şeyler. Unutuyorum hepsini. Unutuyorum bütün çirkinlikleri, unuttuklarımızı, anı. Diriliyor ne kadar unutulmuş şey varsa, geliyor konuyor yüreğimin tenhasına...
Dile geliyor gizli dehlizlere sığınmış nice güzellikler, güzeller. Gül bahçesi hareleniyor, pareleniyor, çareleniyor. Şeyda bülbül feryat ediyor gül olup da gülmeyene. Bilip de söylemeyene. Düşüp de yola gelmeyene. Yol dediğin yürünerek aşılır...
Hatem ülkesinde zaman ve mekân başkadır...
Hatıralar başkadır.
Şiir başkadır, şiyir! Başkadır.
Bu şehirde sihir başkadır…

Bir gün daha soluyor, işte zaman daralıyor, körfez işmar ediyor ötelerden…
Gel kâtibim beni İstanbul’a yaz.
Yağmur diniyor. Rahatlıyor göğün bağrı. Masmavi derinlik gerine gerine sarıyor ufkumuzu yeni baştan. Yok, sayıyorum sincabi gökyüzünü. Bugün hiç yaşamamışım. Hatem ülkesinde mevsim, hep derin bir mavidir öteleri çağrıştıran, çağıran. İstanbul, yaşlı ve yorgun bir kadının sesi gibi sesleniyor. Gitme diyor. Kal biraz. “Gönül nedir bilene gönül veresim gelir” diyor. Fatih’in ülkesi sevgiye, ilgiye candan âşıklara meyilliydi oysa. İnsanlar ona…
Hatem ülkesinde zaman tükenmiş, saatler çalmış külkedisi gibi kendimi yola vuruyorum. İstanbul ısrar ediyor bu kez bir genç kızın cilvesiyle. Eğiliyorum yedi taraçaya; zaman tükenmiş, yol uzamış, akşam ufukta görünmektedir. Körfezin durgun suları şimdi bana el ediyor, anla biraz diyorum.
Sultan Mehmet Köprüsü uzanıyor önümde...
Ve...
Durgun bir su gibi akıyorum körfeze...
Bu şehirden ayrılırken seyir başkadır…

Meryem Aybike SİNAN
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt