Bİr Dostluk

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Albert Einstein

Albert Einstein

Üye
    Konu Sahibi
Bİr Dostluk
BİR DOSTLUK

Bir kadın ve bir erkek birbirlerini sadece 15 gündür tanıyorlardı onları bir araya getiren tesadüf neydi kendileri de bilmiyordu. Tanışmışlar, buluşmuşlar, sinemaya gitmişlerdi. Bir gün erkek “ Nihayet yalnız kalabileceğimiz bir yer buldum” dedi. “Gidelim “ dedi kadın “bugün yahut başka zaman nasıl olsa gitmeyecek miyiz” diye karşılık verdi. Ayrı ayrı gidelim dedi erkek bir tanıyan gören olmasın sonra adam önde kadın arkasında yürümeye başladılar kalabalık caddelerde yanlarından insanlar geçiyordu ama kimse kimseyi fark etmiyordu. Kalabalık caddelerin sonunda iki katlı kagir bir evin kapısında durdu adam biraz sonra kaı açıldı dar hafiften rutubet kokan hole girdiler ev sahibi kadın altın dişini göstererek gülümsedi buyrun dedi ve onları gıcrdayan merdivenlerden yukarı çıkardı odanın kapısını açtı kadın ve erkek içeri girdiler ev sahibi kadın kapıyı kapayıp onları yalnız bırakınca sevimsiz, küçük eşyası sadece bir divan eski bir dolap bir komodin ve bir iskemle olan odada baş başa kaldılar. Herşey o kadar çirkin, insana güvensizlik ve umutsuzluk vericiydi ki beklenmeyen bişeydi bu oda.????:



Kadın çantasını iskemlenin arkasına asıp oturdu erkek bişeyler söylemek gerektiğini düşünüp “nihayet yalnız kalabildik hiç ummuyordum” dedi. Kadın gülümsedi gülümsemesinde memnuniyet vardı. Erkek yanında getirdiği konyak şişesini çıkardı ve ev sahibinden iki bardak alıp geldi bardakları doldurup birini kadına verdi sonra birer sigara yaktılar. Sigaranın dumanından odanın durgun havasına savurunca bir mucize oldu sanki oda değişmişti.. Bu küçük kirli odada herkesten her şeyden uzaktılar geçmişlerinden sıyrılmışlardı. dışarıda kocaman şehirde neler olmuyordu ama onlar o odada şehirden çok uzaktılar. Kadın ayağa kalktı mantosunu çıkardı ve divana oturdu düşünceli duran erkeğe baktı ne düşünüyorsun demek istedi, erkek kadını anlamış gibi “ne düşünüyorum biliyor musun” dedi. Evet dedi kadın ne düşünüyorsun” Bu çıplak kirli odada sende aradığım şey ne ? Ne dedi kadın
Dostluk dedi adam “Öyle bir dostluk ki nelerle karşılaşırsak karşılaşalım kaybolmasın. Akla gelen gelmeyen bir çok şeye karşı gelmesini bilsin. Çocuk” diye düşündü kadın. Hayatı nasıl gelirse gelsin aldırmadan kabul edecek cesur bir kadındı. Beraber olduğu bu erkek ona hiç bir şeyden bahsetmemişti tanışmışlardı buluşmuşlardı sinemaya gitmişlerdi “bir yer buldum gidelim” demişti işte şimdi bu odadalar dı. Bütün bunlar bu güçlenen kuvvetlenen bağ dostluktu belki de. Bu kimsenin kimseye aldırmadığı ilişkilerin zayıfladığı yalnızlığın akşam vakitleri dayanılmaz olduğu bir şehirde dostluk bulabilmek için biraz acaip de olsa böyle bir yol neden denenmesin?
Aradan geçen saatleri fark etmediler hava kararmaya başlamıştı kadın gitmeleri gerektiğini söyledi hazırlandılar ve dışarı çıktılar ev sahibi güler yüzüyle karanlık holde ışığı yakarak yol gösterdi. Kadın önden çıktı erkek geride kaldı evsahibi güzel kadın çok da kibar dedi erkeğe güle güle gene beklerim dedi kapıyı kapatırken Uzaktan kaynayan şehrin uğultusu geliyordu tranvay çanları satıcıların sesleri yanlarında insanlar geçiyordu.
Aylarca haftada bir iki gün aynı sokaklardan geçecek aynı evin kapısını çalacaklardı kendi kendilerinden bir kaçış sayılabilecek bir rüyaya dalacaklardı Birgün de gelecek her şey bir rüyanın karmakarışık havası içinde sona erecek bu kötü evde görülen rüyaya karşı içlerinde bir tiksinti duyacaklardı. Ama dostlukları sürecekti.








HAYRİYE HANIM

Daha geceden belliydi bugünün bu kadar sıcak olacağı.Her şey her günkü gibiydi. Bugün de geçmiş gitmiş bunca gün gibi başlamıştı, öyle de bitecekti. Tek düze süre giden hayatımıza ne getirebilirdi ki. Bir şeyler beklemek boşunaydı ama bu beklemek yada beklememek insana göre değişirdi kimi bir aşkı büyütür kimi yıllardır görmediği bir tanıdığı görmeyi bekler yeni günden.
Bu yeni gelen günün bana bir cenazenin duygularını düşüncelerini getireceğini nerden bilebilirdim. Yavaşça aralanan kapıdan giren arkadaş “duydun mu” dedi, “Hayriye hanım sizlere ömür” Yerimde doğruldum daha dün buradaydı çalıştığımız yerde elli beş yaşlarında sessiz sedasız kendi halinde bir insandı. Sabaha karşı ölmüştü. Birden gözümün önünde canlanıverdi odada dolaşıp duruyordu.
Cenaze namazı öğle namazından sonra kaldırılacaktı. Civarda küçük bir kahvede bekliyorduk etrafta ek fazla kimse yoktu zaten Hayriye hanım yalnız yaşıyordu annesi babası kardeşi yada akrabası yoktu. Geçmişte bir evlilik yaşadığını bilirdik ama bu konuda da kimse fazla bir şey bilmezdi. Kahvede otururken bahçe kapısından içeriye bir adam girdi esmer, zayıf kısa boylu. Yalnızdı arkada bir masaya geçi oturdu insanların dikkatini çekecek bir edası yada acayipliği yoktu ama kalabalıklarda bile buradayım diyen bir havası vardı. Yanımdaki arkadaşlarda merakla bu adama bakıyorlardı arkadaşıma eğilip tanıyor musun dedim, yo dedi. Rahmetlinin eski kocası dedim. Herkes birbirine adamı gösterdi zaten üç beş kişiydik kahvede herkes adama Hayriye hanımın eski ko9cası gözüyle bakıyordu ve herkes adamı takdir ediyordu. Biran Hayriye hanımı kafamda yirmi yaş gençleştirdim ve tabii adamı da ve onları eski mutlu günlerinde hayal ettim bu arada dışarıda bir kaynaşma oldu cenaze götürülecekti o sevimli adamda kalktı herkesten daha ilgiliydi tabutu taşıdı mezarlıkta da çalıştı herkes onunla ilgileniyordu ama o kimsenin farkında değildi. Sonra kenara çekildi gözlerini tabuttan ayırmıyordu hatta tabut mezara indirilirken başını öne eğdi beklide küçük fenalık geçirdi. Sonra herkes dağıldı ve adamda kayboldu. Kimdi bu adam? Gerçekten rahmetlinin eski kocası mı ? Yoksa uzaktan eski bir akraba mı? Doğrusu hepimiz onun Hayriye hanımın eski kocası olduğuna inanmıştık. Öyle olmasını istiyorduk.
Yo, hayır, belki de o değildi demeyin. İyice biliyorum ben bunun böyle olduğunu.

GECEYE DOĞRU

Refik Bey yokuşun başına gelince şöyle bir durup sokağa baktı tepedeki evi görününce yokuş daha tatlılaşır, yürümek kolaylaşırdı. Karısı ayak sesini duymuş kapıda karşılamıştı yıllardır olduğu gibi. Birlikte yukarı çıktılar Refik bey bu gece her zamankinden daha sessizdi. Bir kahve yapsan dedi Nazime hanıma. Hanımı aşağıya inince kaklı kapıyı kilitledi sonra pencerenin kenarına oturdu yalnız kalmak istiyordu. Otuz dört yıl öncesine gitti gözünün önünde gelinliğiyle Nazime hanım duruyordu çizgili siyah pantolonu kolalı dik yakasıyla eski görünümü ilk katiplik yılları sonra ilk çocuklarının doğumu ve iki yılını doldurmadan ölümü ilk kızının ölümünden üç yıl sonra Nurten’in sonrada Yılmaz’ın doğumu. Refik Bey kapının vurulmasıyla kendine geldi kalkıp kapıyı açtı Nazime hanım heyecandan şaşırmıştı beş dakikadır kapıyı çalıyorum ne yapıyorsun dedi. Refik Bey sustu anlatsam da anlamaz diye düşündü ben bile anlamıyorum ki. Nurten ve Yılmazı sordu. Nazime hanım kocasının halinden bir şey anlamamıştı kahveyi bırakıp çıktı Refik Bey tekrar kendini hülyalara kaptırdı. Dışardan işten evine dönen insanlar geçiyordu ama o fark etmiyordu. Kızının ve oğlunun nasıl büyüdüğünü düşündü zamanın nasıl geçtiğinin farkında değildi. Nazmiye hanım yanına gelmiş onu yemeğe çağırıyordu hava iyice kararmıştı saat dokuz olmuştu canım yemek istemiyor Nazime dedi. Karısı daha çok meraklandı neyin var diye sordu. Yok bir şeyim diye geçiştirdi. Yemekte çocuklarıyla konuştu sonra tekrar yukarı çıktı kızı radyoyu açmıştı oğlu yatağına uzanmış spor dergilerine bakıyordu karısı bulaşıkları yıkıyordu. Refik bey uzaklara baktı bugün olanları nasıl söyleyecekti karısına Bugün işyerinde herkesin bir tuhaf olduğunu sonra müdürün kendisini çağırdığını yıllarca başarıyla çalıştığını ve artık dinlenmesi gerektiğini nasıl söylediğini nasıl anlatacaktı bir türlü nasıl başlayacağını bilemedi en iyisi sabah anlatmalı dedi. Yerinden doğrulduğunda evi içi boş gibi sessizdi tek tek odaları dolaştı çocukları uyumuştu karısıda yatağın ucunda uyuya kalmıştı hepsi rüyalarında mutlu görünüyorlardı. İçinden ta içinden bir şeylerin akıp gittiğini duyuyor mutluluk bu diye düşünüyordu.

BÜYÜKANNEMİN ÖLÜMÜ

Büyükanne hastaneye yatalı üç gün olmuştu. Henüz vakit bulup gidememişti ziyaretine, bir işi vardı bir yerde olması gerekiyordu sanmayın aksine bir işi gidecek bir yeri yoktu.
Hastaneye bir sabah yüksek kaldırım’dan çıkarak gitti yoksul sokaklardan açık balkon kapılarından pencerelerden evlerin içine bakarak yürüdü o evlerde yaşayan insanları düşündü sabah işlerine giden akşamda yorgun ama mutlu evlerine dönen insanları.
Hastaneye girdi büyükannesinin odasını buldu gözlerinden ameliyat olmuştu büyükanne yanında evden birkaç kişi vardı. Büyükanne iyi değildi ihtiyarlıktan ameliyattan sonra zatürree olmuştu. Odayı saran ölüm havasının kimse farkında değildi.
Hastaneden çıktı şimdiye kadar ölmekte olan birini görmemişti akşam oluyordu beyoğluna doğru yürümeye başladı bütün caddeyi kalabalığı görebileceği bir kahveye oturdu çevredeki insanları izledi insanların yaşantılarını işlerini düşündü. Sonra yerinden kalktı yürümeye başladı sevdiği kızı düşündü sokaklar iyice kararmıştı kendini evinin önünde buldu. Kapıyı çaldı yengesi açtı dipteki odada hiç görmediği genişlikte bir yatak hazırlanmıştı. Vaziyeti anladı yengesinin yüzüne baktı. O da “büyükanne öldü” dedi.

MEYDAN

İstanbul’un küçük semtlerinden birinde iskele meydanında duruyorum. Hava rüzgarlı vapur bekliyorum. Hava ne kadar rüzgarlı olursa olsun iskeleye tıkılan kalabalıkta sigara dumanı altında zaman öldüren insanları anlamam. Gidip denize bakmalı rüzgarı hissetmeli uzaktan geçen motorların seslerini dinlemeli bütün bunlar insanın içinde mutluluk hissetmesini sağlıyor.
Niçin insanları seyrederek mutlu olmayı beceremeyiz kulak konukluğundan eni konu bir zevk alırız ama tanımadığımız insanları seyretmeyiz onlara kaderler biçip yakıştırmayı bilmeyiz, onun içinde bundan zevk almayız. Kimbilir beklide işe kulak karışmadan göz konukluğunun da kendine göre bir tadı vardır. Belki o an yaşamanın güzelliğini daha belirli duyarsınız.
Yaşamanın güzelliğini her zaman duyabilir insan rüzgarlı bir havada geciken bir vapuru beklerken bile yeter ki her şeyi sevelim bir çocuğun duyduğu hayranlık olsun içimizde en küçük bir yağmur damlasına bile ilgi duyalım.

SOKAKTA OPERA

İçimde bir eziklik başımda bir ağrı var hafif ama nede olsa bir ağrı belki lodostan belki başka şeyden. Neden olduğunu bulmalıyım bu ağrının ve bu içimdeki isteksizliğin. Bulmalıyım yoksa başka bir şey düşünemem. Aklınıza takılan şey ister önemli olsun ister önemsiz bütün düşüncemizi durdurur gücümüzü keser. Düşünün bir vapurdasınız elinizde bir dergi karşınızda oturan bir kadın “ben sizi bir yerden tanıyorum yabancıya benzemiyorsunuz” diyor. Siz olsanız ne yaparsınız günlerce belki de haftalarca düşünürsünüz kafanıza takılır “bende onu” diye yineleyip düşünür durursunuz Nerden ama nerden ? İşte bende şimdi aynen öyleyim içimdeki isteksizliğin nedenini bulmalıyım.
Ayaklarım beni farkında olmadan şehrin bitimine götürdü evler seyrekleşmişti baharın geldiği artık belli oluyordu belki daha ağaçlar tomurmamıştı yererde yeşil sayılmazdı ama baharın kokusu vardı toprakta ama ben bunlarla ilgilenemiyordum hala içimdeki isteksizliğin nedenini arıyordum. Yokuşu yarılamıştım aşağıda bostanlar vardı. Evlerin çatıları ardındadeniz görünüyordu. Arkamda bir ses duydum sekiz on yaşlarında bir çocuk kendi yaşında bir kızı oyuna çağırıyordu ama bunu bir aryayla yapıyordu bu ses beni heyecanlandırdı lodosun erken getirdiği bahar aklıma takılan isteksizlik küçük bir çocuğu kalın sesiyle söylediği arya beni sarhoş etmişti.

ÇEKİRDEK

Bu öyküye nasıl başlayacağını bilemedim uzun zaman susacak, düşünecektim Ne diyebilirdim ? Hiçbir şey bir düşün, kelimelerle anlatılmaz çizgilerle çizilmez, türküleştirilip söylenmezse on para etmeyeceğini düş olarak kaldıkça, başkalarına ulaşmadıkça bir değeri olmayacağını anlatabilir miydim? Mutluluğunun yada mutluluk düşünün içimizde yaşıyorsa eğer, şiirini söylemeden, resmini çizemeden, türküsünü düzmeden edebilir miyiz? Bana öyle geliyor ki insanoğlunun gücünün dışında bir şey bu. ????:



Öykümün birinci başlangıcı bu beğenmezsem başkasını denerim kim demiş bir öykünün bir başlangıcı olur diye. Yaşamımızda nice öykü başlangıcı vardır böyle kalmış öyküleşmemiş , olmamış çekirdek kalmış. İşte bu da nice başlangıçtan biri.

BİR BAŞKA TÜRLÜSÜ

Yıllarca deniz kenarında yaşamış birinin denizden hayli içerde soğuk kupkuru bir şehirde yedi sekiz ay yaşaması kendine bile tuhaf gelir. Bir gün iş için bile olsa daha fazla kalamaz doğduğu büyüdüğü şehrin hasreti ağır basar iş orada da olur olmazsa avareliği bile güzel olur diyerek ilk trenle hasretini çektiği şehre İstanbul a dönmeye karar verir. Ve işinden ayrılıp İstanbul a döner. İlk gün biraz dinlenir ve sonra kendini kentin sokaklarına atar dolaşır özlediği yerleri ve sonra akşam evine döndüğünde yaşadığı başıboşluğun aslında istediği tadı vermediğini fark eder.
Ne tuhaf insan yaşadığı günlerden bıkıyor bir başka türlüsünü yaşamak istiyor ondan tad almıyor bazen diye düşünür.

GAZOZ AĞACI

Şehrin bitiminde denize yakın mahallenin çocuklarının rüyası da gerçeği de bir bakkal dükkanıydı renk renk uçurtmalar, bilyeler, rengarenk toplar. Bakkal dükkanının yanından sapıverin bir toz bulutu yada bir çamur deryası karşılar sizi. Az ötede bakkalın öbür köşesinde mahallenin kahvesinde işsiz delikanlılar pişpirik oynar.
Mahalle bir uykuya dalmış gibidir genelde ama bir delikanlının bir genç kıza tutulduğu havadisi yayılmaya görsün ortalığa yağmur gibi bir dirilik getirir ortalığa.
Saim’in embe boyalı evin kızına vurulduğu haberi de böyle yayıldığı ortalığa rüzgar gibi her eve girdi. Olmayacak zamanda pencerede görünüp kaybolması yüzünden günde üç kere entari değiştirmesi yüzünden yoğurtçu diye seslenirken gözünü kahveden ayırmaması yüzünden Gazoz ağacına çıktı saim’in adı kıza bakacağım derken yenildiği her oyundan sonra gazoz ısmarlamaktan her acemiye yenilmekten.


YARALI HAYVAN

Şubatın son günlerinde yazlık otelin tamamı boştu günlerdir kimse gelmemişti. O gün Elli yaşlarında görünen yüzünün çizgileri yorgun bir adam kapıdan içeri girdi konuşmaktan fazla hoşlanmıyordu garip bir hali vardı bir oda istedi katipten uzun zamandır yabancı bir insanla konuşma fırsatı bulmamış katip konuşmaya çalışıyordu ama adam kısa cevaplar veriyordu özellikle dokuz numaralı odayı istedi ve odasına çıktı otelin katibi edebiyata meraklı bir adamdı öyküler yazmaya çalışırdı ve bu adamda ona göre tam bir öykü kişisiydi. Gizemli sessiz bir adam neden bu kış gününde bu otele gelmiş ve neden özellikle dokuz numaralı odayı istemişti acaba geçmişte bu otele gelmiş miydi ve o odayla ilgili yaşamak istediği bir anısı mı vardı ? Adam odasından hiç çıkmadı otelin kapıcısı sobasını yakmaya ve istediği çayı götürmeye girip çıktı odaya adam yatağa uzanmış öylece yatıyordu hiç tepki vermiyordu. Sabah geç vakit uyandı otelin kapıcısı ve katibi otelde bir müşteri olduğunu hatırladıklarında saat on buçuk olmuştu kapıcı adamın kapısını çaldı cevap veren olmadı sonra açıp içeri girdi adam önceki gün bıraktığı gibi yatıyordu yanına gitti seslendi ama adam cevap vermedi kapıcı koşarak aşağı indi ölmüş dedi katibe “adam ölmüş” Katip öyküsüne aradığı sonu bulmuştu adam öleceğini hissetmiş ve yıllar önce yaşadığı ve unutamadığı anısını yaşamak için bu otele gelmişti tıpkı öleceğini anlayınca kanlar içinde inine kadar giden yaralı bir hayvan gibi.

KUŞ KAFESİNE YALDIZ

Adam akşam üstü dükkandan içeri girdi. Uzunca boylu, esmer elli yaşlarında kadar kahverengi elbisesi pek iyi bir kumaştan değil iyide dikilmemiş ama temiz ve ütülü. Başında yine kahverengi bir şapka. Şakaklarında ter süzülüyor elinde filesi içinde yiyecek bir şeyler. Tezgahtar başka bir müşteriyle pazarlıkta yorgun çekingen dükkanın bir köşesinde pazarlığın bitmesini beklemekte işi biten müşteri dükkandan çıkınca tezgaha yaklaştı ve çekingen bir gülümsemeyle “kuş kafesi için yaldız var mı?” diye sordu. “Var ama dışarı malı kutusu dört lira” diye cevap verdi tezgahtar ve kutuyu getirdi adam eline alıp baktı küçük kutuya çok değilmiydi dört lira düşündü elindende bırakamıyordu bir süre düşündü sonra birden kutuyu tezgaha bırakıp çıktı dükkandan. Beklide evine gidip kuşunun kafesini yaldızla boyayıp sonra keyifle karşısında yemeğini yiyecekti onun sevinci bu olacaktı ama dört lira bu sevincin olmasına mani olmuştu.

SEZAİ BEYEFENDİ

Sezai bey yıllarca kahvenin müdavimi yüreğinde bir genç adamı taşıyan ihtiyar delikanlısıydı.
Ne olacağını bilmediği yarınlardan birinde kahvede görünmedi. Başka günlere benzemeyen bir başkalık bir boşluk duyduk ama bunun onun yokluğundan olduğunu anlamadık.
Cenazesinde kahvedeki oyun arkadaşları sevdiği cokey arkadaşları birkaç komşusu vardı. Her şey güzeldi de son dakikada cenazeye yetişen ellilik damatları geçen bunca yılın yenilgiye uğratamadığı bu yaşlı genci sadece orada bulunuşlarıyla bir anda ihtiyarlatıvermişlerdi.









İKİ KİŞİ ARASINDA

Bir içki masasında konuştukça içimde birikmiş kötü bir tortunun boşaldığını sanırdım. Ama adanmışım. Böyle geceleri izleyen günlerde nereden nasıl maya tuttuğunu bilmem aynı tortu yeni baştan gelir, çökerdi.Bir düşünce ki gel de kurtul çemberinden elindeyse! Ben bu akşam, daha bu akşam bir vapurdan çıkmış bilmediği bir kentle karşılaşınca çocuksu coşkular duymuş yeni inançlar yeni anılar arayan kişi değildim. Üstelik insanın insanla arasında geçebilecek şeyler üstüne de bir şeyler biliyordum. Belki yanlış, belki boş şeyler ama biliyordum.

BİR TRENDE GİDENLER

Birden gecenin içinde bir tren düdüğü duydum. Önce artan sonra azalan bir ses ve raylarda bir vınlama. Pencereleri ışıklar içinde geceleri istasyonlar arasında mekik dokuyan trenleri düşünmek bir tuhaf eder beni Nerden geldiğini nereye gittiğini bilmesem de bir ışık bir vagon bir kompartıman seçerim kendime ve kompartımanın penceresinden içeriye dalarım. Bir adam bir kadın bir genç kız vardır belki yolcusu.
Gece yarısı uykuyla uyanıklık arasında bir tren düdüğü duydum mu yarı karanlık bir kompartımanda yolculuk eden bir adam, bir kadın düşünürüm. Konuşmadan mahzun her akşam yeniden kopup giderler.

OĞUL

Yaşlı bir anne ve oğlunun paylaştığı eski ev annenin oğluyla ilgili kurduğu tüm hayaller bir annenin evlat sevgisini anlatır gibi onun büyüdüğünü önemli sevilen bir adam olduğunu beklediği günler dün gibi ama oğlu dökülmüş ve yer yer ağarmış saçlarıyla kırk beş yaşına gelmiş bir annenin gözünde yıllar çok yavaş geçiyor olmalı. Yaşlı kadın mahzun işten yorgun gelmiş oğlunu izlerken yıllarca onu büyütürken kurduğu hayallerin kırıklığı içinde oğulsa yaşlı annesinin yüzünde ölümün gölgesini izlemekte

SAATLER

Saatinizin akrebiyle yelkovanının her gün yeni baştan üzerinde dolaştığı sayılara bakıyor saatleri gösteren o sayılarda geleceğinizi görüyorum. İnsanoğlunun ömrü saatlerin sınırları içinde geçer ne de olsa. Bir gün bir saatte evleneceksiniz beklide güzel bir ömrün başlangıcını yapacaksınız.
Saatler insana güzel şeyler anımsatmıyor her zaman bir gün de, bir günün bir saatinde öleceksiniz.

HÜSEYİN FEYZULLAH’IN EVLENMESİ

Hüseyin Feyzullah , Langa da ahtapot gibi bir evde oturuyordu. Yirmi iki yaşındaydı annesi hala bir baltaya sap olamadı ne olacak bu çocuğun hali diye üzülürdü o ise hayallerinde yaşardı. Yoksulluğun sınırlarında bir hayatları vardı. Annesi hayattayken oğlunu evlendirmek istiyordu o ölünce oğluna kim bakacaktı ama Hüseyin Feyzullah bu konuda hiçbir şey söylemiyordu.
Bir gece Beyoğlu gezmesinden döndüğünde annesini hasta buldu ateşi yükselmişti bütün geceyi endişeyle annesinin başında geçirdi sabah annesinin ateşi düştüğünde Hüseyin Feyzullah bir karar vermişti anne evleneceğim dedi.
Annesi hemen işe koyuldu komşu kızı Hatice istendi işlemler yapıldı annesi bütün gelişmeleri sevinçle oğluna anlatıyordu ama oğlu her zaman tepkisizdi.
Sonra o gün geldi Hüseyin Feyzullah komşu kızı Hatice ile evlendi nikahtan eve gelindi tanıdıklar tek tek dağıldılar anneside gençleri yalnız bırakmak için kardeşine gitti ama bu oğul için bir emri vakiydi bir an annesinin gidişini anlayamadı ve onun ardından kendini dışarıya attı uzun süre amaçsız dolandı bir kahvede oturdu. Geç saatte eve döndü Hatice bekliyordu ama o odaya giremedi sandalyede sabahladı genç gelin odasında sabaha dek ağladı ne olduğunu anlamadan.

DOLMUŞA

Akşam kayışların, dişlilerin gevşemesi ve kayıkçıların dolmuş iskelesinde “dolmuşa” diye bağırmalarıdır. Kent o saatlerde daha kalabalık olmasına karşın daha düşseldir. Dolmuş kayıkları bütün gün taşıdıkları insanların düşüne yatacak, on sekiz saat kayık olarak yaşadıkları günün altı saatini ozan olarak yaşayacaklardır. Dolmuş iskelesine eli çantalı ve zembilli adamların akşam beşten başlayarak akın ettikleri görülür. Kayıkçı bu müşteri kalabalığında “dolmuşa dolmuşa” diye bağırır. Kayık beş kişiyi adlımı tamamdır.

ÜÇ GÜN VE BİR CİNAYET

Bahar ilerledi. Sakin ve şehre bir yenilik gibi geldikten sonra bir yük gibi şehrin omuzlarında kalmıştı. Bahar artık ne yapsa eski itibarını kazanamazdı Öğrenilmişti. Şehir ve insanlar onda öğrenmenin yorgunluğunu bulmuşlar bu yüzden birazda kızmışlardı.
Şehrin her yanı baharın son ve artık takviyesi imkansız kuvvetleri ile mücadele ederken köprü yaz tarafından işgal edilmişti.

İSPATİ KIZI

Gazoz ağacı adlı öykünün daha önce yayınlanmış halidir.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt