Atatürk ve Masonluk

Sponsorlu Bağlantılar

' KalendeR '

' KalendeR '

Üye
    Konu Sahibi
Atatürk ve Masonluk
Mustafa Kemal Mason'dur..:)

İbaresine tokat gibi yanıt ve belgeler niteliğinde oluşan bu konuda,yazılanları harfiyen okuyan insan,hala bu ibaresinde ne kadar sabit kalacaktır merak ediyorum doğrusu.Mustafa Kemal'i yıllardır karalamaya çalışan birtakım kişi ya da gruplar eminim ki bütün bunların farkındalar ;ama ön yargı denilen kavramı tıpkı Albert Ainstein' de dediği gibi yıkıp parçalamak,atomu parçalamaktan da zordur.Lafı fazla uzatmadan konuya geçeceğim diyeceğim de konu bir hayli uzunca,gerekli yerlerin okunması bazı şeylerin yeteri kadarıyla anlaşılmasına yeter de artar bile,tabi arif iseniz..


HZ.MUHAMMED (S.A.V)'İN Kabrinin Tek Taşına Bile Dokunursanız Ordularımı Üzerinize Salarım.

(M.KEMAL ATATÜRK)



Atatürk ve Masonlar





Atatürk 1908’de üyesi bulunduğu İttihat ve Terakki’nin birçok üyesi mason olmasına rağmen masonluğu kabul etmemiştir. Meşrutiyet ilericiliğinin aslında Batının ajanlığı olduğunu yaşayarak görmüş, Tanzimatçılığı dışlayarak kendi fikirlerini geliştirmiştir. Atatürk tüm kökü dışarıda olan anlayışları reddetmiş, masonluk kurumundan nefret etmiştir. 1935’te zamanı geldiğinde tüm mason localarını kapatmıştır.


Aşağıdaki satırlar Cevat Rıfat Atilhan’ın ‘Ey Türk Düşmanını Tanı!’ eserinden alınmıştır:
“İlginizi çekeceğini umduğumuz ibret dolu bir yazı, Eski Van milletvekili ve vatanın sevilen asil evladı muhterem İbrahim Arvas’in kaleminden:
‘Hatıratım sona yaklaşırken memleketimizde locaları bulunan Masonlardan biraz bahsetmek isterim. Masonların İstanbul, İzmir, Adana ve Ankara’da bir çok locaları vardır.
Mustafa Kemal Paşa’nın sevmediği iki zümre vardı. Birincisi DÖNMELER, ikincisi de MASONLAR’dı.
Bir gün eski adliye vekili Mahmut Esat Bozkurd’u çağırdı. Kendisine Masonların taksimat, teşkilat ve ahvalini bildirir bir kitab verdi.
‘-Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi Gurup Başkanlığına ver, grupta bunlara şiddetli bir hücum yap ve grupça kapanmasına delalet et. Seninde bu işte büyük şeref payın olacaktır.’ dedi.
Grup günü Mahmut Esat Bozkurt riyaset makamına bir takrir verdi ve takririn okunmasını reisten rica etti. Katip takriri okudu. Grup dinledi. Hülasası şöyle idi:
‘Bizim Eba ancet gelen atalarımızın mensubu bulunduğu tarikatları kapattık, Masonluk ta kökü dışarda bir Yahudi tarikatından başka bir şey değildir. Memleketimizde bunun ne işi vardır? Bunu da grup kararıyla kapatalım.’
Ve söz istedi, kürsüye gelerek takririni gayet veciz olarak izah etti.
Meclisteki Masonları bir telaştır aldı. Hele sözcüleri Şükrü Kaya’yı görse idiniz, başından süt dökülmüş kediye benziyordu.
Meşhur hatib Mahmut Esat Beye söz yetişebilir mi idi. Şükrü Kaya Masonluğun bir hayır (!) müessesesi olduğunu kürsüden söylediği zaman gurubun hemen bütün azası yüzüne haykırdılar.
Hayır eserleri dediğiniz nedir, birisini gösterebilir misiniz? Yalan söylüyorsun, in aşağı! dediler. Mahmut Esat ise MASONLUĞUN kökü dışarda, gizli, memleket ve millet için muzur bir tarikat olduğunu ve her yerde umumi reislerinin yani meşrik-i azamlarının YAHUDİ olduğunu bir çok vesikalarla ispat etti.
Şükrü Kaya, Kazım Özalp, Mazhar Germen son çareyi Katib-i umumi Recep Peker’e iltica etmekte buldular. Ve salonda oturan Recep Peker’in etrafını alarak yalvarmağa başladılar. Guruptaki hava çok elektrikli idi. Heyecan son haddini bulmuş, her taraftan
‘-KAPATALIM!’ sesleri yükseliyordu. O esnada Recep Peker söz istedi ve kürsüye gelerek:
‘-Arkadaşlar, çok mühim bir işin üstündeyiz, müsaade buyurun, bu işi bir defa da devlet reisine götürelim, onun da reyini alalım, gelecek hafta bugün tekrar huzurunuza getireceğim, dedi.
Bu söz gurubun tasvibine mazhar oldu ve mesele gelecek haftaya kaldı. Bir hafta sonra olsun, biz herhalde bütün locaları kapatırız dediler. Ertesi hafta Recep Peker geldi ve kürsüye çıkarak şu müjdeyi verdi:
-Arkadaşlar; bugünden itibaren Türkiye’de Masonluk kalmamıştır ve bütün localar kapanmıştır.
Salonda bir kıyamettir koptu, alkışlar, bağırmalar ve KAHROLSUN YAHUDİ UŞAKLARI! sesleri tavanları çınlatıyordu.
Şükrü Kaya ile arkadaşları ortadan sırra kadem basmışlardı. Grup dağıldıktan sonra doktor Mim Kemal’i öne katarak meclisteki Masonlar toplu olarak Reisicumhura gitmişlerdi. Mim Kemal, Reisicumhura hitaben:
-Efendim biz zaten maiyet-i devletinizdeyiz, fakat siz meşrik-i azamımız olursanız biz pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız, demiş. Reisicumhur,
-Peki bir şey soracağım, bana cevap veriniz de sonra… Siz Avrupada hangi locaya bağlısınız ve metbuunuzun ismi nedir?
-Biz Cenova’ya tabiiz ve reisimiz de BARCA MİŞON Cenaplarıdır, demişler. Bunun üzerine küplere binen MUSTAFA KEMAL PAŞA onlara hitaben:
-HAYDİ DEFOLUN BURADAN, CEHENNEM OLUN GİDİN, YAHUDİ UŞAKLARI! Benim milletim bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi, bir çıfıt yahudiye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye’deki bütün localarınızı kapatmadığınız takdirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harbi örfi’ye hepinizi verir ve astırırım! Haydi defolun karşımdan!
diyerek onları kovmuş, onlar da yıldırım telgraf ve telefonlarla vaziyeti İstanbul, İzmir ve Adana’ya bildirdiler ve sabah olmadan hepsinin kapanma kararlarını getirip henüz sofrasından kalkamayan reisicumhura verdiler ve derin bir nefes aldılar.
Reisicumhur Mustafa Kemal Paşa bu suretle bütün MASON localarını kapattı.
İsmet Paşa’nın reisicumhurluğu sırasında kanun-u mahsusla localar kapanmadı diye Masonların müracaatı üzerine tekrar localar açılıp faaliyete başladılar.
Ve 1952 de ise Atatürkçü geçinen ve onunla iftihar eden CELAL BAYAR da, Ahmet Gürkan’ın teklif ettiği ve Masonların localarını kapatmak istediği kanun teklifini red ederek bu suretle localarını kanunla pekiştirdi.
Tabii bu ameliyeyi Meclis yaptı, fakat bu müzakerelerin devam ettiği üç celse zarfında Celal Bayar reisicumhur locasına gelerek kanunun müzakerelerini sonuna kadar takip etmiştir.
Bu tarihi müzakereleri ben de basın locasından takip ediyordum. Yanımda Burla’nın Ankara Müdürü Alaeddin Mizanoğlu vardı. Milyonluk müessesini kapatıp gelmiş, heyecan içinde müzakereleri takip ediyordu. Celal Bayar da olanca heyecanıyle hatipleri dinliyor fakat gözlerini benden ayıramıyordu. Haklı idi, onu bir hiçlikten o mevkiiye dünya masonluğu getirmişti.”




KAYNAK:

Not: Cevat Rıfat Atilhan yukarıda verdiğimiz alıntıyı Van Eski Milletvekili İbrahim Arvas’ın Tarihi Hakikatler adlı kitabından (Ocak 2006, Biyografinet Yayıncılık, ilk baskısı 1964) yapmıştır. Arvas’ın hatıralarını kaleme aldığı kitap bir çok tarihi hakikati gün yüzüne çıkarıyor.

Atatürk’ün masonlara ve dönmelere bakışı, mason localarını kapatışı, dini anlayışı ve Ahmet Emin Yalman’ı devre dışı bırakması, komünizm tehlikesi, İttihat ve Terakki’nin yanlış yerel uygulamaları, Arapların Türk düşmanlığında Cemal Paşa’nın etkisi, Şeyh Said İsyanı’nda ve sonrasında Kürtçülüğün ekmeğine yağ süren uygulamalar ve İran’daki isyancı Simko hakkında hiçbir yerde duyulmayan bilgiler bu kitapta yer almaktadır.

İbrahim Arvas’ın Şeyh Said ve Simko İsmail Ağa olaylarını tahlili oldukça sağlıklıdır. O bir kısım bürokrat ve politikacının gördüğü gibi, olaylara dini veya etnik değil, sosyal bir problem olarak bakmaktadır.

İbrahim Arvas’ın doğudaki bazı Türk kökenli aşiretlerin dilini kaybetmesi vakıasını tespit etmesi ise ayrı bir belge niteliğini taşımaktadır.
Kaynak:


Notlar:
İbrahim Arvas Nakşibendi Şeyhlerinden Seyyid Abdulhakim Arvasi’nin (Bakınız:
)
yeğenidir. Atatürk’ü Allahsız mason olmakla itham eden dinci, şeriatçı çevrelerin aksine bir tarikat şeyhi yeğeninden Atatürk’ün mason olmadığına dair çok güçlü bir kanıt sunuluyor. Gerçekten çok ilginç.


Masonik çevreler böyle bir konuşmanın varlığını kabul etmekle birlikte Arvasi’nin konuşmayı çok abarttığını iddia ediyorlar. Halbuki Atatürk’ü bilenler inceleyenler onun hayatının bundan daha da öfke dolu tepkilerle geçtiğini bilirler. Örneğin Menemen gerici isyanını duyunca Menemen kasabasının derhal dümdüz edilmesini emretmiş, ancak sabah öfkesi geçtiğinde emrini geri almış. Yani Atatürk’ün masonlara hakareti tam Atatürk’e göre bir davranış. Prof Hüseyin Hatemi Masonluk ile Yahudiliği birbirinden ayrılmaz olarak tanımlıyor. Bu da Atatürk Masonluğu Yahudiliğe bağlamasının ne kadar doğru olduğunu gösteriyor.

Masonik çevreler Atatürk’ün mason localarını kapatmasının nedenlerinin Mason Loca faaliyetlerinin Halk Evleriyle aynı izdüşümde olmasından dolayı gereksiz kaldığını, Atatürk tüm tekke ve zaviyeleri kapatınca mason localarını da kapatmak zorunda kaldığını da ileri sürerler.




Atatürk Mason muydu?

Önceki yazımızda Atatürk’ün mason localarını kapatması ve o sırada masonlara karşı kullandığı ağır ifadeler yer almıştı.

Buna rağmen kimilerince Atatürk masondur ya da olabilir. Acaba öyle mi? Bu ve bundan sonraki yazılarımızda bunu inceleyeceğiz.

Atatürk’ün Masonluğu ile ilgili bazı yabancı kaynaklı iddialar:

H.C. Armstrong, 1933 yılında yazdığı “Gray Volf Mustafa Kemal” (Bozkurt) adlı kitabında Jurgen W. Diener’in Alman “Beyaz Zambaklar” dergisinin 1938 Mart ayına ait 38. sayısında Atatürk’ün Makedonya Risorta et Veritas locasına mensup bir mason olduğunu yazmış.

Sevenler Mason Locası`nın üyesi Üstad-ı Muhterem Tamer Ayan Atatürk ve Masonluk adlı kitabında, Floransa’da yayımlanan “Rivesta Masonica” adlı derginin 1 Ocak 1973 tarih sayısının 46. sayfasında Atatürk’ün bir resminin yer aldığı, resmin altında “Modern Türkiye’nin Babası. Makedonia Risorta et Veritas Locası üyesi” yazdığını belirtilmiş.



Benua-Möşen “Kurt ve Pars Mustafa Kemal” adlı kitabında Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki’ye kabulünden sonra, Selanik’teki “Rizorta et Veritas” Locası’nda inisiye edildiğini belirtilmiş.

Daniel Ligou’nun Mason Ansiklopedisinde Atatürk”ün mason olduğu belirtilmiş.

Ramsor’un, “Jön Türkler ve 1908 İhtilali” adı ile dilimize çevrilmiş kitabında aynı iddia yer almış.

İnternette bazı yabancı mason dernek web sayfalarında Atatürk’ün adı ünlü masonlar arasında gösterilir.

Buna karşın;

George Blanco Viyalta adlı bir yazar Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki Komitesine kabul edildiği ama mason locasına girmemeye karar verdiğini vurgular.

Lord Kinross, “Atatürk-Bir Milletin Doğuşu” adlı kitabında Masonluğa kabul törenlerine ilişkin olarak bu çeşit maskaralıkların Mustafa Kemal’in yaradılışına aykırı oldugunu ifade eder.

Mustafa Kemal 1935’de Türkiye’de Mason Localarını kapattıktan sonra ABD’deki Skoç Riti Masonlarının başı olan John Crowles Atatürk’e masonluğun tekrar serbest bırakılması için bir mektup yazar. Ancak Türk Masonları bu mektubu Atatürk’e verecek cesareti bulamazlar. Bu mektuptan ilginç bir bölümde Atatürk’ün mason olmadığı vurgulanmaktadır:

“…Mısır’daki Türkiye Büyük Elçiniz …..kendisinin Mason olduğunu, ancak sizin Mason olmamanıza rağmen, Türkiye’de Masonluğun koruyucusu olarak tanındığınızı bana söylemişti… memleketinizdeki Kardeşlerimizin ve Türkiye’deki Masonik müesseselerin …… çalışmaya devam etmelerine müsaade olunmasına delâlet etmeniz için size başvuruyorum.”

Gelelim belge diye adlandırılanlara.

İnternette Atatürk’ü masonlar arasında gösteren el yapımı listelere değinmeye bile gerek yok. İsteyen herkes liste yapar. Bunların arasında biraz bahsetmeye değer sadece biri var. O da yukarıda fotoğrafını verdiğimiz olanı. Bunun da tek farkı Atatürk’ün fotoğrafını koymuş olması böylece listeye eskitilmiş havasını vermesi, sanki locaya kayıt belgesiymiş gibi. Ancak bunu her kim yaptıysa Allah şaşırtmış olacak ki Mustafa Kemal Pahsa dedikten sonra bir de “Atatürk” ekleyivermiş adının yanına. Behey adam Mustafa Kemal Makedonya’dayken Atatürk soyadını nasıl alabilir? Bir de bu listede Mark Twain’in ne işi var? Yıllarca “Atatürk Makedonya’da Veritas Locasına kayıtlıdır, bunu belgesi de vardır” diyenler sonunda bula bula bunu bulup, pardon düzenleyip, getirmişler.

Bu arada Veritas Locası nedir onu da bir sonraki yazımızda araştıracağız.


Makedonya Toplantıları


Önceki yazımızda Atatürk’ün mason olduğuna ilişkin yabancı kaynaklı listelerin uydurukluğunu irdelemiştik.

Bu yazımızda söz konusu uyduruk kaynaklarda adı geçen Veritas Locası neyin nesidir onu araştıracağız.

Makedonya Toplantıları

Osmanlı’nın son dönemlerinde Sultan V. Murad’ın kendilerinden olması nedeniyle masonlar rahat hareket etmişlerdi. Ancak V. Murat sonrası Abdülhamid döneminde bu rahatlık son bulmuş ve 1905 yılından itibaren localar İstanbul dışında ve özellikle Makedonya’da ve Selanik’te faaliyet göstermeye başlamışlardır. Makedonya’da kurulan locaların en önemlileri İtalyan Obediyansına (Büyük Locasına) bağlı Macedonia Resortae Veritas idi. İlhami Soysal’a göre bu loca ‘Macedonia Risorta’ ve ‘Veritas’ olarak ikiye ayrılır. Olabilir, bu konumuz dışındadır. Sadece bu loca(lar)nın üyeleri arasında önemli siyaset, devlet adamları ve komutanlar olduğunu belirtmekle yetinelim. Kazım Özalp Paşa, Sadrazam Mehmet Talat Paşa, Mithat Şükrü Bleda, Mehmet Cavit Bey, Manyasizade Refik Bey, Kazım Nami Duru, Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Faik Süleyman Paşa, İsmail Canbulat Bey, Gümülcine Mebusu Hoca Fehmi Efendi, Osman Adil Bey, Mehmet Servet Bey, Fazlı Necip Bey, Binbaşı Naki, Maliye müfettişi Ferit Aseo, Drama Jandarma Komutanı Hüseyin Muhittin, Mustafa Doğan ve Emanuel Karasu Efendi gibi.

O sıralarda başta İttihat ve Terakki üyeleri olmak üzere Osmanlı devrimcileri Manastır’da, Selanik’te istibdat rejiminin oralarda dokunamadığı bu mason localarında gizlice toplanmaya başlarlar. İttihat ve Terakki üyelerinin neredeyse tamamı masondu, özellikle Mustafa Kemal ve Enver Paşalar dışında. Ayrıca bu toplantılara diğer muhalif cemiyetlere mensup sivil masonlar da katılıyordu. Masonların koruması altında yapılan bu toplantılar yanlış şekilde mason toplantıları olarak nitelendirilmiştir, özellikle yabancılar tarafından. Ancak İttihat ve Terakki’ye üye olmak ve bu toplantılara katılmak için mason olmak şart değildi. Çünkü bu toplantıların esas amacı masonluk icrası değil Abdülhamid’in askıya aldığı Anayasanın tekrar yürürlüğe girmesini sağlamaktı. Subayların başını çektiği bu cunta türü toplantılara katılanlara yemin etme şartı getirilmiş olup bu yeminler silah, kimilerine göre de aynı zamanda bayrak ve Kur’an üzerine ve aynen masonlarda olduğu gibi örgüt sırlarını dışarıya vermeme üzerine idi. Nitekim “Turkey in Revolution” kitabının yazarı Charles Roden Buxton, İttihat Terakki Cemiyeti’ne giriş töreninin, masonluğa giriş töreninin bir kopyası olduğuna dikkat çekmiştir:

“Cemiyete katılmak isteyen adaya, önce büyük bir sır açıklanacağı bildiriliyor ve güvenilirliği araştırıldıktan sonra yemin ettiriliyordu. Bundan sonra kabul safhası geliyordu. Üye adaylarının gözleri bağlanıyor, ardından adaylar bilinmeyen bir odaya götürülüyor ve gözleri açıldığında kendilerini loş bir odada, kara maskeli üç yabancı karşısında buluyorlardı. Burada her aday yemin ediyor, kılıca elini basıyordu. Bu yeminde sırları gizleyeceği ve cemiyete ihanet edenler yakınları, sevdikleri bile olsa öldüreceği gibi hususlar vardı. Haberleşme ise kuryeler arasında sağlanıyordu. “

Böylece bu yemin prosedürleri kimilerince “tekris” yani masonluğa giriş töreni olarak nitelendirilmiştir. Muhtemelen paralel mason toplantıları da yapılmış ve katılanlardan “tekris” edilenler de olmuştur. Mustafa Kemal’in bu tekrislerde hazır bulunmuş olması muhtemeldir. Ama en azından İttihat ve Terakki’ye giriş törenini yaşamış olmalıdır. Sonuçta bazı yabancıların Mustafa Kemalin Veritas Locası’nda “tekris” edildiği iddiasına o zamanların sapla samanın karıştırılmasına çok uygun ortamı gözüyle bakılmalıdır.

Mustafa Kemal büyük idealleri olan bir insandı. Bir kâhin derecesinde uzak görüşlüydü. Osmanlı İmparatorluğunun yakın zamanda çökeceğini biliyordu. Liderlik vasıflarıyla doğmuş olması ve pragmatik (yararcı) yapısıyla daha o zamanlar bu yıkıntılar üzerinde yeni bir devlet kurmanın ve bu devletin önderi olmanın planlarını yapıyordu. Yeni devletin sınırlarını bile çizmişti. Onun çizdiği sınırlar Kerkük ilavesiyle bugünkü sınırlardı.

1906 Kasımında Şam’da Beşinci Ordu Subayları ve sivillerle Hürriyet ve İtilaf Örgütünü kurmuştu. 13 Ekim 1907 tarihinde Batı Trakya’da konuşlanmış 3. Ordu’ya atandığında arkadaşlarının İttihat ve Terakki’ye katıldığını gördü. 29 Ekim 1907 Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kapatarak İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye oldu. Mustafa Kemal prensip olarak İttihatçı olmak istememiş ancak Padişahın yetkilerini azaltıp meşrutiyeti yeniden getirmeyi hedefleyen bu çok önemli hareket dışında kalmak da istememiştir. Bu nedenle İttihatçı olmuş toplantılara katılabilmek için de toplantı prosedürlerine mecburen uymak zorunda kalmıştır büyük ihtimalle. Mustafa Kemal’in aslında İttihatçılığı benimsemediği gerek İttihatçılara katılmadan önce gerek 24 Temmuz 1908 de Meşrutiyet ilanından sonra İttihat ve Terakki’nin bir parti haline getirilmemesi ve ordunun siyaset dışında kalması için uğraş vermesinden anlaşılmaktadır:

“Bu suretle gün kaybına bile meydan vermeyerek, ordumuz politikadan uzaklaşmalıdır. Ve ordu içinde kalacak olan dostlarımız da artık politika ile meşgul olmamalı ve bütün gayretlerini, ordumuzun kuvvetlenmesine çevirmelidir. Cemiyetimiz de bir an önce teşkilatımızı halkın içinde genişleterek milletimize dayanan “siyasi bir parti” haline gelmelidir. Kaynak: Fikrimizin Rehberi. Erol Mütercimler (2008). İstanbul: Alfa Basım Yayım. 978-605-106-045-3.


Türk Masonları ne diyor

Bazı Türk Masonlarına Göre Atatürk Mason muydu?

Yıllar önce Emin Çölaşan 24 Aralık 1989 tarihli Hürriyet Gazetesinde yayımlanan Pazar Sohbetinde Büyük Üstad Orhan Alsaç’a sorar:

Çölaşan: “Atatürk Mason muydu?

Alsaç: “Atatürk’ün Masonluğu konusunda elimizde maalesef bir belge yok.“

Bundan 21 yıl sonra 19 Ekim 2010 da bir başka gazeteci Fatih Altaylı Habertürk TV de günümüzün Büyük Üstadı Remzi Sanver’e aynı soruyu yöneltir, aldığı yanıt benzer şekildedir:

“Birisinin mason olduğunu söyleyebilmek için ya bir locanın kayıt defterinde ismi olması lazım ya da localar toplantıların sonunda bir özet yazılır. Bizim elimizdeki belgelerde Atatürk`e dair böyle bir belge yok. Ama Avrupa`daki bazı mason tarihçileri mason listeleri yaparken Mustafa Kemal Atatürk`ü de bu masonlara dahil ederler. Ama böyle bir belge yok..“

33. Derece’den Mason olan Üstad Mehmet Fuat Akev’in Brüksel Üniversitesi, Theodore Verhaegen kürsüsünde 29 – 30 Mayıs 1991 tarihli konferans da yaptığı konuşmadan bir bölüm:

“Ne yazık ki, büyük Millî Şefimiz Kemal Atatürk Mason değildi, yoksa itibarımız bu derece düşük olmazdı

Dış İşleri eski Bakanlarından mason Tevfik Rüştü Aras’a göre:

“Atatürk, Mason değildi. Ancak Masonlara karşı bir özel sempatisi ya da antipatisi de yoktu. O devirde parti gurubunda Büyük Millet Meclisi’nde ve kabinede Mason olan ve olmayan kişiler vardı. Bunların arasında aynı derecede inandığı ve güvendiği kişiler vardı. Örneğin kabinede her zaman birkaç Mason bakan bulunurdu. Bunlar Mason olduklarından değil, yeteneklerinden dolayı kabineye girerlerdi ve Atatürk bunları ve diğer ileri mevkilerde bulunan Masonları bilirdi. Kabinede, mecliste ve partide Mason olanların birbirlerine yardım ve davranışı karşısında Mahmut Esad ve Şükrü Saraçoğlu bunu kendileri için bir handikap saymaya başladılar ve Masonluk aleyhine bir hava yaratmaya çalıştılar.”

1963-64 ve 1976 yıllarında Ankara Dikmen Locası Büyük Üstadlığını yapmış olan Galip Kardam’ın “Atatürk ve Masonluk” konferansından bir alıntı:

“Mustafa Kemal Atatürk’ü Masonlar yaşatacak. Çünkü O, buna her masondan çok değer; mason olmamış olsa bile

İlhami SOYSAL, ‘Türkiye’de ve Dünyada Masonluk ve Masonlar” adlı kitabında, 27 Aralık 1938 tarihli “Yedi Gün” isimli derginin 303 sayılı nüshasının 9. sahifesinde, Niyazi Ahmet Okan’ın, Mason Üstad-ı Azam Dr. Mim Kemal Öke ile Atatürk arasındaki konuşmayı anlattığını yazar:

Atatürk: “Reisiniz kimdir
M. Kemal Öke: “Memleket dahilinde barış ve selamet tavsiye eden ve bütün dünyaya hitab ederek bu idealin tahakkuk ettirilmesini temenni eden zatı devletleridir.”


Atatürk: “Ben bu cemiyete girmem. Ben başkalarının yaptıkları prensiplere değil, ancak kendi prensiplerime uyarım

Konuşmada Atatürk’ün masonluğun ilkelerinin Halk Partisi’nin ilkesine tıpatıp uyduğu yolundaki sözler üzerine

Atatürk: “O halde masonluğun hikmet-i vücudu yoktur” der.

Konuşmanın geçtiği Atatürk’ün masasında Ağaoğlu Ahmet, Köprülü Fuat, İsmail Hakkı (muhtemelen Tonguç) Eğitim Bakanı Hikmet (Batur) da bulunmaktadır.

Cemal Granda Atatürk’ün Uşağı İdim adlı hatıratında Atatürk’ün, bir İzmir gezisinde söz Masonluktan açılınca Beyoğlu’ndaki Mason Locası Vedetas’a nasıl götürüldüğünü anlattığını nakleder:

“Bir gün bir arkadaşım beni alıp, Beyoğlu’ndaki mason cemiyetine götürdü. Daha ne olduğunu bile anlayamadan kendimi cemiyetin içinde buldum. Mermer merdivenlerden büyük bir salona indik. Orada yüzlerini göremediğim birtakım kişiler vardı. Bizi buyur edip oturttular, kahveler sundular, hal hatır sordular. Orada fazla kalmadık, tekrar merdivenlerle daha da aşağıya indik. Bir öncekinden daha geniş bir salonda bulduk kendimizi. Salonda büyük bir kalabalık toplanmış, kılıçlı bir tören yapılıyordu. Bu işleri daha önceden bildiğini anladığım arkadaşım beni kolumdan tutmuş, durmadan ne yapmam gerektiğini anlatıyordu. Kılıçların arasından geçip, kutsal bir kitaba el bastık. Bütün bunlar olup bittikten sonra dışarı çıktık. İçeride çok sıkılmıştım. Bu olaydan sonra bir daha ne o binaya gittim, ne de oradakilerle karşılaştım. Şimdi gitsem, arasam o binayı belki de bulamam. İşte benim masonluğum bundan ibaret

Mason Mithat Gürata “Atatürk ve Masonlar” adlı kitabında eski Cumhurbaşkanı ve mason Celal Bayar’ın şunları söylediği ifade edilir:

“Atatürk’ün yüzbaşılığı sırasında Selanik’te bir locaya girmiş olduğu söylenirse de, bu rivayetten ileri değildir“.

Zeynel Besim Sun adlı Masonun Dün ve Bugün dergisinde (Sayı: 10) yayınlanan hatırasında Atatürk’ün bir Çankaya sofrasında Masonluk etrafında koparılan tartışmalar üzerine:

“Şu masonluktan sıkıldım, madem bu cemiyet zararlıdır kapatalım da kurtulalım”

dediği belirtilir. Bunu masonların Büyük Üstadlarından Murat Özgen Ayfer de teyit ediyor, Ayfer ayrıca ekliyor:

“Atatürk’ün mason olduğuna dair hiçbir belge yoktur, kanıtlanamamıştır

Türk Masonlarına göre Atatürk 1925’de Türk masonluğunun fahrî başkanlığına getirilme teklifine şu şekilde cevap verdiği iddia edilir:

“Cemiyetinizin çok faydalı bir teşekkül olduğunu, insanlık idealine büyük hizmet ettiğini biliyorum. Ama kendi büyük görevim dolayısıyla sizin usûllerinize tabi olamayacağım için aranıza katılamam”

Bundan sonraki yazımızda imzalı, antetli, mühürlü olsa dahi mason belgelerinin ne kadar güvenilir olabileceğini irdeleyeceğiz.


Süleyman Demirel Belgesi

Önceki yazılarımızın birinde Atatürk’ün mason olduğuna dair belge diye gösterilenlerin belge falan olmadığını göstermiştik. n belgeleri denilen şeylerin bile ne derecede güvenilir olduğunu bu yazımızda göstereceğiz.

Süleyman Demirel Belgesi

“Masonluk belgesi” deyince hemen akla gelen bir gerçek var. Bu tür belgeler konusunda masonların eline kimsenin su dökemeyeceği. Bunun da en büyük örneği masonların meşhur Süleyman Demirel olayı.

Nedir bu olay hatırlayalım. 1964 de Adalet Partisi Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala ölünce yerini teşkilata çok iyi hakim olması nedeniyle doğal olarak Koca Reis lakaplı Genel Başkan Yardımcısı Sadettin Bilgiç’in alacağından herkes emindi. Ancak aniden karşısına Süleyman Demirel diye biri çıktı. Demirel İTÜ mezunu İnşaat Yüksek Mühendisi. Tam 30 yaşındayken DP iktidarında DSİ Genel Müdürü olmuş, Barajlar Kralı ünvanına sahip, ODTU İnşaat Bölümünde Korkut Özal ile part-time ders vermiş, ihtilalden sonra askerlik yapmadığı farkedilip askere alınmış, Morrison firmasının temsilciliğini yaptığı için o zamanlar var olan solcular tarafından Morrison Süleyman, yıllar sonra da “Bir bilen” lakabını alacak olan Süleyman Demirel.

Koca Reise de boşuna koca reis dememişler. Demirel rüzgarını farkediyor ve bunda bir iş var diyor. Ekibi araştırıyor ki altından masonluk çıkıyor. Koca Reisin tanıdığı çok, AP Genel Kurulunda bir fotoğraf (o zamanlar xerox copy falan yok mikrofilmden çoğaltma yapılıyor) getirip eline veriyorlar.

Demirel’in Ankara’da “Bilgi Locası”nın “43 sıra 48 matrıkul numarası”ndaki masonluk kayıt belgesini. Genel kurulda bu fotoğraf elden ele dolaşınca olay bitiyor. Daha doğrusu bittiği sanılıyor. Ama sonradan “bir bilen” olacak kişi daha o zamanlar bir bilen olduğunu gösteriyor ve daha o zaman demokraside çarelerin tükenmez olduğuna inanıyor. Gidiyor daha sonra Büyük Üstad olacak yüksek mühendis arkadaşı Enver Necdet Egeran’a. “Dul kadının çocuğuna yardım” istiyor. (Dul kadının çocuğuna yardım ile ilgili açıklama için bakınız: ). Kurallara göre bu şekilde yardım isteyen geri çevrilmez diyen Büyük Üstad ayrıca okul arkadaşı da olan Demirel’in eline hiç vakit kaybetmeden bir belge tutuşturuveriyor. Mason olmadığına dair bu belgeyi oylama öncesi Genel Kurul’a yetiştiren Demirel bu kez olayı bitiren taraf oluyor. Öyle ya koskoca Necdet Egeran’ın yalana imza atmayacağına inanılıyor.

Bu olay Türk masonlarını ortadan ikiye ayıran sürecin başlangıcını teşkil ediyor. Masonların Büyük Üstatlarından Murat Özgen Ayfer’e göre, Demirel’e verilen belge yanlıştır ve bölünme sürecinde bardağı taşıran son damla görevi görmüştür. Belgeyi veren Necdet Egeran’ı oğlu Erol Egeran Murat Özgen Ayfer’in, ‘Demirel masondu. Belge sahteydi’ iddialarına, ‘belge gerçekti’ cevabını vermişti.

Bir tarafta bir insana mason olduğu halde nasıl mason değildir belgesi verilir, kurallar çiğnenmiştir, yalan beyan bize yakışır mı vesaire vesaire diyenler, diğer tarafta ne yapalım dul kadının çocuğu yardım isteyince her yol meşru olur, fena mı oldu bu sayede bir biraderimiz başbakan oldu vesaire vesaire diyenler. Bu huzursuzluk sürecinde üstüne üstlük arı kovanına çomak sokar ve ateşe körükle gider gibi Necdet Egeran Büyük Üstad olunca masonlar resmen ikiye bölünürken “…bir politikacıya gerçek dışı bir belge verilmiş olması, erdemleri önde tutan bazı kardeşlerce büyük tepkiyle karşılandı. Hele bu belgeyi imzalamış olan mason yöneticisi, bir oldu bitti ile, büyük üstatlığa gelince, bazı kardeşler “masonluk bir düzen ve erdem topluluğudur ve politikaya bulaşmamalıdır ” diyerek yollarını ayırdılar” açıklaması yapılıyor. ( ).

İşin bundan sonrası konumuz dışında. Bizi ilgilendiren belge daha doğrusu belgeler, masonluk belgeleri. Ortada birbirine zıt iki belge var ikisi de masonik kaynaklı. Koskoca Büyük Üstad belgesi mi doğru yoksa mason locasının kayıt belgesi mi?

Davacıyı da davalıyı da, ne yapıyorsun hoca diyen karısını da haklı bulan Nasreddin Hoca akla geliyor. Hoca da mı haklıydı yani?

Görülüyor ki masonluk belgesi konusunda masonların eline kimse su dökemiyor. Gerekirse yoktan var ediyorlar. Kendi deyimleriyle “gerçek dışı“. Aynen Atatürk için yaptıklarına benziyor.




SONUÇ

Bu yazılarımızdan anlaşılabileceği gibi Masonluğun bırakın diğer veçhelerini en azından giriş töreni bile Atatürk’ün prensiplerine aykırıdır.

Bizzat masonların ifadesine göre Atatürk masonluk usullerine tabi olamayacağını ifade etmiştir. Bu usuller ne olabilir? Bizce her şeyden önce Atatürk Masonluğun dışa bağımlılığını kastetmiş olmalıdır.Mustafa Kemal İttihatçıların toplantılarına katıldığı günlerde Meşrutiyet ilericiliğinin aslında Batının ajanlığı olduğunu yaşayarak görmüş, Tanzimatçılığı dışlayarak kendi fikirlerini geliştirmiştir. Atatürk tüm kökü dışarıda olan anlayışları reddetmiş, masonluk kurumundan nefret etmiştir.

Atatürk İstanbul’da bir mason locasına nasıl götürüldüğünü bizzat kendisi anlatmıştır. Bunu yapan herhalde Makedonya ya da Selanik’te de mason toplantılarına katılmış olsa onları da anlatırdı.

Bir tek Allah’ın kulu, bir tek mason bile Mustafa Kemal ya da Atatürk’ün bir mason toplantısına katıldığını gördüğünü beyan etmemiş bugüne kadar.

Atatürk 1935’de mason localarını kapatmıştır. Nedeni ne olursa olsun bunu yapan mason olamaz. Atatürk mason localarını kapatırken masonlar için ağır sözler sarf etmiştir. Bu sözler Atatürk’ün hareketlerine, kişiliğine ve inançlarına uygun olduğundan bunları nakledenin beyanı bizce doğrudur.

Atatürk’ün bir mason locasına kayıtlı olduğuna dair ortada hiçbir belge yoktur. Bazılarının belge dediği önceki sayfalarımızda verdiğimiz bir derginin verdiği liste ile bazı internet sayfalarındaki yapma listelerden başka hiçbir şey yoktur.

Yani Atatürk mason değildir, olamaz.

Peki o halde neden bu kadar gürültü kopartılıyor? Atatürk’ün öyle bir kişiliği var ki mason olması kuşkusu bile masonlara büyük prestij sağlıyor.

Dürüst masonlara göre Atatürk mason değil ama keşke olsaydı, yine de o onlara göre önlüksüz mason. Önlüksüz mason, bir mason locasına üye olmamakla birlikte, kafa yapısı, yaşantısı itibarıyla, Masonluğu üyelerden çok daha iyi uygulayanlara verilen ad.Tıpkı sahte Kemalistler gibi Atatürk'ü sahiplenme ve kendilerini Atatürkçü gibi gösterme gayretlerinin altında da bu husus var!İşte bu husus içten pazarlıklı şekilde Dinciler tarafından da dininden bihaber Millet'imiz için de alyhte kullanılarak köksüz bir Atatürk düşmanlığı yaratılmak istenmekte...


Ancak masonların bu dayanaksız iddialarına mal bulmuş mağribi gibi sarılan dinci, şeriatçı, gerici çevreler önemli malzeme elde etmişlerdir. Masonların büyük çoğunluğu Atatürk masondur diyemediği halde dinci-şeriatçı-gericilere göre Atatürk kesinlikle Allahsız bir masondur. Bunu derken de bazı masonların belge diye sundukları düzmece listeleri kaynak gösteriyorlar.

İşin ironisi burada.

Bu arada konuyla doğrudan ilgisi olmasa da Prof. İlber Ortaylı’nın Atatürk’ün Yahudi asıllı olması iddialarıyla ilgili önemli bir teşhisini de ekleyelim. “Atatürk’ün ne olduğu belli. Atatürk köylüdür. O karga hikayesinin üzerinde onun için çok dururlar. Köylüler Yahudi olmaz”

KAYNAKLAR:























Dünya’da ve Türkiye’de Masonluk ve Masonlar, İlhami Soysal, Der Yayınları, 512 sayfa.

Masonluk Nedir ve Nasıldır, Murat Özgen Ayfer, Pentagram Yayınevi, 2007.

Fikrimizin Rehberi, Erol Mütercimler, İstanbul, Alfa Basım Yayım. 2008, 978-605-106-045-3

Turkey in Revolution, Charles Roden Buxton, T. F. Unwin London, 1909, 285 sayfa

Jön Türklerin Serüveni, Mustafa Yalçın, İlke Yayınları, 1994, İstanbul, s.123

Kalbimizde saklı kalan Atatürk ve Masonluk, Tamer Ayan, Yurt Yayıncılık, 2008, Ankara, 536 sayfa
 
  • Beğen
Tepkiler: Pesimistt5 ve Burak


Amaru Shady

Amaru Shady

Üye
:hmmm
 
TheCower

TheCower

Üye
ozetle Ataturk mason degildir :)
 
' KalendeR '

' KalendeR '

Üye
    Konu Sahibi
Bir yargıda bulunurken delil ve dayanaklarla bulunulmalıdır.Çeşitli sözde varsayımlarla M.Kemal'in Masonluğu söz konusudur.Bu deliller bu varsayımları delillerle çürütüp bir daha akıllara gelinmemesini sağlamak içindir
 
  • Beğen
Tepkiler: -efşan, Pesimistt5 ve Burak
'Enver'

'Enver'

Üye
:hmmm
 

Burak

Üye
Bir yargıda bulunurken delil ve dayanaklarla bulunulmalıdır.Çeşitli sözde varsayımlarla M.Kemal'in Masonluğu söz konusudur.Bu deliller bu varsayımları delillerle çürütüp bir daha akıllara gelinmemesini sağlamak içindir

+1 :oke:

teşekkürler abi.
 
' KalendeR '

' KalendeR '

Üye
    Konu Sahibi
:oke:
 
  • Beğen
Tepkiler: Burak

thekilled

Üye
Gerek bana ulaşan özel mesajlar, gerekse sayfamıza gelen neredeyse her kemalistin bu asılsız iddiayı “gururla” dile getirmesi, bizi bu konuyu açmaya icbar etti.
Evvela bu asılsız iddiayı buraya yazalım…
Iddia şöyle:
“”"Hz. Muhammed’in mezarını yıkıp, yerini degiştirmek isteyen zamanın Suud kralına Atatürk’ün kendi el yazısı ve imzasıyla çektigi telgraf:
Not: Yazıya başlarken Krala sayın kelimesini kullanmıyor..
” Suud kralının dikkatine !! Tarafımıza ulaşan haberlere göre Allah’ın sevgili ve özel kulu, elçisi peygamber efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın kabrini yıkıp yerini degiştirecekmişsin. O mezarın tek taşına dokunursan Kurtuluş Savaşı’nı bırakır ordularımla aşağı inerim.”
26 Haziran 1919 MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
(Cumhurbaşkanlığı Atatürk Özel Arşivi)”"”

***
Birde düştükleri “not”ta; Krala “sayın” kelimesi kullanmadığını belirtmişler… Ne kadar da gururlanıyorlardır kimbilir.
Gelelim cevabımıza…
1 – Telgraf “el yazısıyla” çekilmiş… Faks mı bu mübarek, el yazısıyla çekilebilsin? Telgraf sisteminde mürekkepli kalem bir kağıt şerit üzerine nokta (.) veya çizgi (-) şeklinde şekiller çizer. Daha sonra ise Samuel Morse ve yardımcısı Vail bu sistemi geliştirdiler. “Nokta ve çizgilerden” oluşan bir kodlama sistemi ortaya çıkardılar. Bu kodlama sistemi, daha sonra tüm dünyada kabul gören Mors alfabesiydi.[1]
2 – Telgraf; “Mustafa Kemal *Atatürk*” imzasını taşıyor. Halbuki “Atatürk” soyadı taa 24 Kasım 1934 tarih ve 2587 sayılı kanunla kendisine verilmiştir.[2]

3 – Dışişleri ile ilgili yazışmalar “Dışişleri Bakanlığı” arşivinde muhafaza edilir. Oysa bu “sözde” telgrafın kaynağı “Cumhurbaşkanlığı” arşividir. Eğer böyle bir belge varsa çıkarın ortaya. Şayet bulamıyorsanız yok hükmündedir, olmayan bir belge nasıl delil olur?
4 – “Suud Kralına” çekildiği iddia edilen telgrafın tarihi “26 Haziran 1919′dur. Oysa Suudi Arabistan Krallığı taa 23 Eylül 1932 tarihinde kurulmuştur.[3]
Bazıları da telgrafın 1926 yılında çekildiğini iddia ederler… Ancak bu tarih “sözde” telgrafın içeriği ile çelişmektedir. Zira metinde:
“O mezarın tek taşına dokunursan **Kurtuluş Savaşı’nı** bırakır ordularımla aşağı inerim.”
ifadeleri yer alıyor. 1926 yılında Kurtuluş Savaşı mı vardı? Kurtuluş Savaşı 11 Ekim 1922′de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen, 24 Temmuz 1923′te imzalanan Lozan Antlaşması ile resmen sona ermiştir.
Kısaca bu iddianın aslı yoktur, saçma bir iddiadır.
Nevzat Yalçıntaş, bunu M. Kemal Atatürk’ü müslüman göstermek için uydurduklarını Kadir Mısıroğlu’na itiraf etmiş ve Kadir Mısıroğlu’da bunu televizyonda açıklamıştır. Nevzat Yalçıntaş’ın Mısıroğlu’nu yalanladığını da duymadık.
(Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammed Ve Ala Ali Seyyidina Muhammed.)
***
KAYNAKLAR:
[1]
[2] T.C. Resmî Gazete, 24 Aralık 1934, sayı 2888, sayfa 4565.
[3] Konya Ticaret Odası, Suudi Arabistan Krallığı Ülke Raporu, Etüd-Araştırma Servisi Ocak 2009, sayfa 1.



kaynak:

ayrıca
Arama motorlarından birine “Atatürk” ve “kutsal topraklar” yazın, bir profesörün bundan birkaç sene önce delilsiz ve kaynaksız şekilde ileri sürdüğü kendinden menkul bir saçmalıkla karşılaşıyorsunuz: Suudiler’in 1930′larda Hazreti Muhammed’in türbesini yıkmaya kalkışmalarının haber alınması üzerine, Atatürk, Suudi Kralı’na bir mektup gönderip “Böyle bir işe kalkışacak olursan ordularımı oraya gönderirim haaa!” demiş ve yıkım bu sayede engellenebilmiş!

Belge var mı, yok! Belgeyi bir tarafa bırakın, o devrin kaynaklarında bu konuda en ufak bir ima dahi yeralıyor mu, hayır! Kaynak? İddiayı ortaya atan profesörün “Vakti zamanında arşivde böyle bir kayda rastlamıştım” şeklindeki ifadesi…
Binlerce sitede yeralan ve tesadüfen okuyanın bile kafasının karışıp yanlış bilgilenmesinden başka bir işe yaramayan bu saçmalık hakkında şimdiye kadar tek bir kişinin de ortaya çıkıp “Yahu, hayatınızda bir defa olsun haritaya bakmadınız mı? Ankara nire, Medine nire? Haydi, mektubunun hakikaten yazıldığını, yani doğru olduğunu farzedelim; Medine’ye gidecek olan Türk birliklerine o senelerde Suriye’yi elinde tutan Fransızlar ile daha aşağılardaki İngilizler ‘Buyrun, geçin!’ mi diyeceklerdi? Atatürk sizler gibi harita ve jeopolitik cahili miydi?” sorusunu sormuyor…
Murat Bardakçı, HABERTÜRK (05.03.2012)


Edit: birde Kadir Mısıroğlu'nun iddiaları var , pek ciddiye almasamda hala bu iddiasına hiçbir itiraz gelmediğine göre gerçektir.


---------- Eklendi @ 00:25:45 ---------- Yazıldı @ 00:19:07 ----------

HZ.MUHAMMED (S.A.V)'İN Kabrinin Tek Taşına Bile Dokunursanız Ordularımı Üzerinize Salarım.

(M.KEMAL ATATÜRK)



Atatürk ve Masonlar





"Gerek bana ulaşan özel mesajlar, gerekse sayfamıza gelen neredeyse her kemalistin bu asılsız iddiayı “gururla” dile getirmesi, bizi bu konuyu açmaya icbar etti.
Evvela bu asılsız iddiayı buraya yazalım…
Iddia şöyle:
“”"Hz. Muhammed’in mezarını yıkıp, yerini degiştirmek isteyen zamanın Suud kralına Atatürk’ün kendi el yazısı ve imzasıyla çektigi telgraf:
Not: Yazıya başlarken Krala sayın kelimesini kullanmıyor..
” Suud kralının dikkatine !! Tarafımıza ulaşan haberlere göre Allah’ın sevgili ve özel kulu, elçisi peygamber efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın kabrini yıkıp yerini degiştirecekmişsin. O mezarın tek taşına dokunursan Kurtuluş Savaşı’nı bırakır ordularımla aşağı inerim.”
26 Haziran 1919 MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
(Cumhurbaşkanlığı Atatürk Özel Arşivi)”"”

***
Birde düştükleri “not”ta; Krala “sayın” kelimesi kullanmadığını belirtmişler… Ne kadar da gururlanıyorlardır kimbilir.
Gelelim cevabımıza…
1 – Telgraf “el yazısıyla” çekilmiş… Faks mı bu mübarek, el yazısıyla çekilebilsin? Telgraf sisteminde mürekkepli kalem bir kağıt şerit üzerine nokta (.) veya çizgi (-) şeklinde şekiller çizer. Daha sonra ise Samuel Morse ve yardımcısı Vail bu sistemi geliştirdiler. “Nokta ve çizgilerden” oluşan bir kodlama sistemi ortaya çıkardılar. Bu kodlama sistemi, daha sonra tüm dünyada kabul gören Mors alfabesiydi.[1]
2 – Telgraf; “Mustafa Kemal *Atatürk*” imzasını taşıyor. Halbuki “Atatürk” soyadı taa 24 Kasım 1934 tarih ve 2587 sayılı kanunla kendisine verilmiştir.[2]

3 – Dışişleri ile ilgili yazışmalar “Dışişleri Bakanlığı” arşivinde muhafaza edilir. Oysa bu “sözde” telgrafın kaynağı “Cumhurbaşkanlığı” arşividir. Eğer böyle bir belge varsa çıkarın ortaya. Şayet bulamıyorsanız yok hükmündedir, olmayan bir belge nasıl delil olur?
4 – “Suud Kralına” çekildiği iddia edilen telgrafın tarihi “26 Haziran 1919′dur. Oysa Suudi Arabistan Krallığı taa 23 Eylül 1932 tarihinde kurulmuştur.[3]
Bazıları da telgrafın 1926 yılında çekildiğini iddia ederler… Ancak bu tarih “sözde” telgrafın içeriği ile çelişmektedir. Zira metinde:
“O mezarın tek taşına dokunursan **Kurtuluş Savaşı’nı** bırakır ordularımla aşağı inerim.”
ifadeleri yer alıyor. 1926 yılında Kurtuluş Savaşı mı vardı? Kurtuluş Savaşı 11 Ekim 1922′de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen, 24 Temmuz 1923′te imzalanan Lozan Antlaşması ile resmen sona ermiştir.
Kısaca bu iddianın aslı yoktur, saçma bir iddiadır.
Nevzat Yalçıntaş, bunu M. Kemal Atatürk’ü müslüman göstermek için uydurduklarını Kadir Mısıroğlu’na itiraf etmiş ve Kadir Mısıroğlu’da bunu televizyonda açıklamıştır. Nevzat Yalçıntaş’ın Mısıroğlu’nu yalanladığını da duymadık.
(Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammed Ve Ala Ali Seyyidina Muhammed.)
***
KAYNAKLAR:
[1]
[2] T.C. Resmî Gazete, 24 Aralık 1934, sayı 2888, sayfa 4565.
[3] Konya Ticaret Odası, Suudi Arabistan Krallığı Ülke Raporu, Etüd-Araştırma Servisi Ocak 2009, sayfa 1.



kaynak:

ayrıca
Arama motorlarından birine “Atatürk” ve “kutsal topraklar” yazın, bir profesörün bundan birkaç sene önce delilsiz ve kaynaksız şekilde ileri sürdüğü kendinden menkul bir saçmalıkla karşılaşıyorsunuz: Suudiler’in 1930′larda Hazreti Muhammed’in türbesini yıkmaya kalkışmalarının haber alınması üzerine, Atatürk, Suudi Kralı’na bir mektup gönderip “Böyle bir işe kalkışacak olursan ordularımı oraya gönderirim haaa!” demiş ve yıkım bu sayede engellenebilmiş!

Belge var mı, yok! Belgeyi bir tarafa bırakın, o devrin kaynaklarında bu konuda en ufak bir ima dahi yeralıyor mu, hayır! Kaynak? İddiayı ortaya atan profesörün “Vakti zamanında arşivde böyle bir kayda rastlamıştım” şeklindeki ifadesi…
Binlerce sitede yeralan ve tesadüfen okuyanın bile kafasının karışıp yanlış bilgilenmesinden başka bir işe yaramayan bu saçmalık hakkında şimdiye kadar tek bir kişinin de ortaya çıkıp “Yahu, hayatınızda bir defa olsun haritaya bakmadınız mı? Ankara nire, Medine nire? Haydi, mektubunun hakikaten yazıldığını, yani doğru olduğunu farzedelim; Medine’ye gidecek olan Türk birliklerine o senelerde Suriye’yi elinde tutan Fransızlar ile daha aşağılardaki İngilizler ‘Buyrun, geçin!’ mi diyeceklerdi? Atatürk sizler gibi harita ve jeopolitik cahili miydi?” sorusunu sormuyor…
Murat Bardakçı, HABERTÜRK (05.03.2012)


Edit: birde Kadir Mısıroğlu'nun iddiaları var , pek ciddiye almasamda hala bu iddiasına hiçbir itiraz gelmediğine göre gerçektir.
 
DaNq3rB0y

DaNq3rB0y

Üye
thekilled anladık tarafın belli ulaş özelden o tarafını tuttuğun kişinin gerçek yüzünü göstereym sana
 
El~PisToLeRo

El~PisToLeRo

Üye
1 - ) Atatürk eceliyle öldü ise Atatürk masondu.
2 - ) Eger doktoru,30-32 dönemi Mason üstadı Mim Kemal yanlıs tedavi uyguladıysa,Atatürk bi ihtimal mason degildi.
Çünkü Mason olmayan bi kimse doktorunu Mason seçmez üstelik loca üstadı bir mason.Hele siz bir devletin Atası önderiyseniz daha da dikkat etmelisiniz (Mason degilseniz)
Siyasi ve önder kisilerin kayıtları locadan çıkmaz yani mason olsa bile bilemeyiz ki beni hiç ilgilendirmez.Ben Atanın ilkelerini idealist kisligini örnek alırım.Dindar diye Ata olmadı ki mason olunca kötülemeye çalısalım.Yıllarca Atatürkü kullanıp masonik faaliyet yapiyolar sanıyodum belkide masondu cidden bilemeyiz.Hatta bu masonların her hafta Anıtkabir Mozolesine çelenk koyma sebebi de budur belki :zzz:
 
KayraBey

KayraBey

Üye
Kadir Mısıroğlu'nu der ki : Ali Rıza mustafanın babası değildir.Ali Rıza Zübeyde ile evlendiğinde mustafa 5 yaşındaydı.Şu mustafa için canını vereceklerden kimse çıkmadı ki şu iddiayı yalanlasın...

- - - Eklendi - - -

Daha ne yalanlar duyacağız acaba...
 


Üst Alt