Atatürk ve Bilim ( Konu Anlatımı / Genel Bilgiler )

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Mali Özdemir

Mali Özdemir

Üye
    Konu Sahibi
Atatürk ve Bilim ( Konu Anlatımı / Genel Bilgiler )
Genellikle "büyük devlet adamı, büyük asker, eşsiz kahraman" gibi yerinde
tanımlamalarla anlattığımız ATATÜRK'ün bütün bunlara kaynak ve dayanak
oluşturan düşünce adamı yönüne pek dokunulmaz. Eylem adamı denilir. Fakat bu
eylemlerin ne gibi düşünsel hazırlıklarla gerçekleştirildiğine yeterince önem verilmez.
Bugün Atatürk'ü sizlere bilimsel düşüncesi ve araştırmacı kafa yapısı ile
öncelikle bir düşünür olarak tanıtmak istiyorum. Atatürk'ün en büyük özelliklerinden
biri de bilimsel ve akılcı bir düşünceyi Türk toplumunun bütün alanlarına egemen
kılmak çabasıdır. Atatürk insan aklına çok değer verirdi Atatürk'ün kendi ifadesine
göre " Akıl ve mantığın halledemeyeceği mesele yoktur" Bu ifade Atatürk'ün tüm
yaşamı boyunca temel hayat felsefesi olmuştur. Akılcılığı sonucu batı felsefesini
araştırıp incelemiştir. Akılcılığın zorunlu sonucu bilimselliktir.
Türk toplumu 18. yüzyıldan itibaren batı uygarlığını alma ve ona katılma
çabaları içindedir. Yüzyılların getirdiği alışkanlıklar, tutku ve saplantılar, çeşitli maddi
ve manevi güçler öyle kolayca değiştirilemezdi. Peyami Safa (1938), Atatürk'ten
önceki ıslahat (iyileştirme, reform) denemeleri için " yarım adamların yarım
adımları" deyimini kullanır. Bu kadar genel bir hüküm, yakın yüzyılların bazı
yöneticileri için belki insafsız sayılabilir. Osmanlı devlet adamları arasında çok iyi
yetişmiş, üstün nitelikte kimseler görülmüştür. Fakat hiç biri teokratik bir monarşinin
zorunlu olarak ortaya çıkardığı engelleri aşamamıştır. Türkiye'nin çağdaş bir devlet
haline gelmesini önleyen engelleri tam bir cesaretle yıkıp atabilen akıl ve bilim
çağına geçmenin tek kurtuluş yolu olduğunu tam bir berraklıkla görüp bu gerçeği
tam bir açıklıkla gözler önüne seren lider Mustafa Kemal Atatürk'tür.
Gerçekten Osmanlı toplumunda bir başka dünya görüşü ve devlet anlayışına
yönelme o günlerde "Kopemikvari" bir kavram ve yaşam değişmesidir. (Önen, 1994).
Bu kimi zaman sanıldığı gibi rastlantılar veya günün koşulları içinde yalnızca
Anadolu'daki direniş ve mücadelenin başına geçmiş yüksek rütbeli bir komutanın
yapabileceği işler, düşüneceği hedef ve devrimler olamaz. Atatürk sadece askeri
başarılarının sonuçlarını gözlemekle ve onları değerlendirmekle yetinmemiştir. O'nu,
zaferden sonra askerlik yönünden yetenekli ve yurtsever arkadaşlarından ayıran
özellik düşünce adamı olarak üzerinde durduğu ve kendisini yıllardan beri hazırladığı
politik, sosyal ve bilimsel ideallerdir. İşte burada Atatürk karşımıza bir düşünür olarak
ortaya çıkar. Düşünürlük ise incelemeci, gözlemci ve araştırmacı bir kafa yapısına
sahip bulunmayı gerekli kılar. Sosyal yapıyı kavrayabilme; inceleme, gözlem ve
çözümleme gücü çok gelişmiş bir düşünce adamının işidir.. Bütün bunlar Atatürk'te
rasyonalist(usçu), pozitivist (olgucu) ve aydınlanma felsefesi ile şekillenmiş, bilimsel
düşünceye inanmış bir kafa yapısının ve düşünme sisteminin kaçınılmaz dayanaklar
olarak bulunmasını gerektirir.
Kuşkusuz Atatürk ne belirli bir sistem kurmuş bir filozof, ne de alışılmış
anlamda bir bilim adamıdır. Ama bilime tutkuludur.

Atatürk'te bilim ve eğitime yönelik tutku:

Askerlik yaşamından gelen Atatürk'ü siyaset olayları büyük devlet adamı yapmış
olduğu gibi, ülkemizin kültür sorunları da O'nu büyük eğitimci durumuna getirmiştir.
Atatürk'ün 27 Ekim 1922 günü (Cumhuriyetin ilanından bir yıl önce, laik devlet
yolunda henüz herhangi bir adım atmamışken) Bursa'da öğretmenlere hitaben
yaptığı özlü ve önemli konuşmasında, "kazanılan askeri zaferin gerçek kurtuluş
için yeterli olmadığını; milletin siyasi, sosyal hayatında ve eğitiminde bilim ve
fen önder olmadıkça asıl kurtuluşa erişilemez." özdeyişiyle aklı ve bilimi önder
yaparak büyük bir değişikliği gerçekleştirmek yolundaki kararlılığını açıkça
görmekteyiz.

Şimdi bazı örneklerle Atatürk'ün bilim ve araştırmaya ilgisini belirtmeye
çalışacağım.

1) 1925 yılında Ankara'da I. Ulusal Türk Tıp Kongresinin onursal başkanlığını
üstlenip bazı oturumlara da katılıyor. O zamana kadar Osmanlı toplumunda "Milli"
adıyla toplanan hiçbir kongre bulunmuyor. O, İstiklal harbinin barut ve duman kokusu ve ülkedeki yıkıntısı devam ederken bu yaklaşımı ile bilime ve bilim insanına olan saygı ve sevgisini
sembolize etmiştir.
2) Tevhidi tedrisat kanunu: 1924, eğitim ve öğretimin pozitivist ve akılcı bir temele
oturtulmasının büyük girişim yılıdır Laik öğretim kavramı Türk toplumunda ilk defa
okul sistemimiz içine alınmıştır. Tanzimatçılar okul-medrese ikiliğini sona
erdiremediler. Halbuki dogmatizmden bilime, din adına hurafeden temiz inanca,
genellikle doğudan batıya yönelmek ve Atatürk'ün asıl hedef olarak gösterdiği
"medeni ve müreffeh millet" olmak için bu ikiliğin kaldırılması şarttı. Bu karar ve gerçekten büyük reform, ancak pozitivist, bilim düşüncesi ve akılcılığı rehber edinmiş mütefekkir bir kişinin kararı olabilir.
Cumhuriyetin ilanından sonra geçen 5 yıl içindeki gelişmelere bakarsak, a) Siyasi alanda, b) Toplumsal yaşayışın düzenlenmesinde, c) Hukuk alanında, d) Eğitim ve kültür alanında yapılan devrimleri görürüz. Örneğin: 3 Mart 1924 te halifelik kaldırıldı. Nisan 1924 adalet birliği sağlandı. Tevhidi tedrisat kanunu ile öğretim birliği sağlandı. Ağustos 1925 te şapka devrimi yapıldı. Kasım 1925 te tekkeler kapatıldı.
1926 da medeni kanun kabul edildi. 1928 de anayasa değişiklikleri ile devletin
laikleştirilmesi ve yine aynı yıl Latin alfabesinin kabulü var. Ondan sonra bütün iş yeni
düzeni bütün toplumun sindirmesini sağlamaktı. Bu da Türkiye halkını, yüzde yüz
pozitif bilime dayalı ilköğretim eğitiminden geçirmeye bağlıydı. Yapılan devrimler
ilerlemenin önüne dikilen engelleri kaldırma eylemidir.
Söylev ve demeçleriyle, yalnız Türk ulusunun değil, gelişme ve kalkınma
yolundaki başka ulusların sorunlarına da ışık tutan düşünce adamı Ulu Önder
Atatürk'ün 22 Eylül 1924 te Samsun'da İstiklal Ticaret Okulunda öğretmenlere
hitaben yaptığı konuşmadaki ünlü özdeyişine kulak verelim:
"Dünya da her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için, en gerçek yol
gösterici ilimdir, fendir. (HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİMDİR; FENDİR) İlim
ve fennin dışında kılavuz aramak aymazlıktır, bilgisizliktir, sapkınlıktır
(dalalettir) .Yalnız bilimin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki evrelerinin
gelişimini algılamak ve ilerlemelerini zamanla izlemek zorunludur ".demiştir.
Atatürk'ün insan aklına, çağdaş bilime ve teknolojiye verdiği büyük değer; asker olarak, devlet kurucusu ve devlet yöneticisi olarak, devrimci ve düşünce adamı olarak bütün davranışlarının temel taşı, bütün konuşma ve yazılarının değişmeyen temel ilkesidir. Ayrıca bir başka konuşmasında "İlim ve özellikle sosyal bilimler dalındaki işlerde ben emir veremem, bilim adamları beni aydınlatsınlar " diyerek bilime,
bilimlerdeki gelişme ve yenilenmelere ve bilimle uğraşanlara verdiği önem ve değeri açıklamıştır.
3) Yıl 1933, Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden sadece 10 yıl geçmiş. Atatürk,
bilim alanına yönelik yeni bir atılıma girişiyor. Darülfünun'un Üniversiteye
dönüştürülmesi veya Üniversite reformu.
Düşünür Atatürk'e göre tartışmaya açık bulunma, araştırma ve inceleme
kaçınılmaz hareket noktalarıdır. "Fikirlerin başka başka olmasından, yakınmamak
gerekir. Çünkü bütün fikirler ve inanışlar bir noktada birleştiğinde bu
hareketsizlik belirtisidir, ölüm işaretidir." Ayrıca bir başka yerde " İlim tercüme ile olmaz inceleme ile olur" demektedir.
4) 1933-34 lerde Türk Tarihi ve Türk Dili üzerindeki araştırmalar ve buna ilişkin
kurumların, eğitim-öğretim ve araştırma ünitelerinin kurulması başlı başına,
araştırmaya, bilime ve bilimselliğe yönelik çabalar olup gerek anlamı ve hedefi,
gerekse sonuçları bakımından 150 yıllık iyileştirme ve kuruluş çabalarımızın içinde müstesna (ayrı bir yeri olan) ve ilk defa ciddi şekilde girişilen çalışmalardır. Tarih boyunca yabancı ülkelerde "büyük" unvanını kazanan asker devlet
başkanları, uluslarına eğitim alanında da önderlik yapmışlar, kendi kalemleriyle eğitici yapıtlar bırakmışlardır. Atatürk'ün dehasında, dil ve matematik gibi disiplinler birbirini karşılıklı olarak olumlu yönde etkilemiştir. Atatürk , "Fen terimleri o suretle yapılmalı ki anlamları ancak istenilen şeyi ifade edebilsin " diyerek Osmanlıca çok sayıda terimin yerine öz Türkçe karşılıklarını türetirken üstün başarı göstermiştir. III. Türk Dil Kurultayından (24-31 Ağustos 1936) hemen sonra 1936 Sonbaharında Atatürk Beyoğlu’ndaki Haset Kitabevinden uygun görülen Fransızca geometri kitaplarından
birer tane aldırıyor. Dolmabahçe sarayında kendi el yazısı ile çok sayıda terim ve sözcüğe Türkçe karşılık vererek (boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesit, yay ,
çember, teğet, açı, açıortay, yatay , dikey, yöndeş, üçgen, eşkenar, oran,orantı, artı,
eksi, bolü, çarpı, pay, payda, ondalık, türev, varsayı, v.s., ) 44 sayfalık bir geometri
kitabı yazmıştır. Yeni sözcüklere deneme hakkı tanıyarak daha uygun olanın
önerilmesinden mutluluk duymuştur. Bu kitap 1937 yılında Kültür Bakanlığı tarafından
bastırılmıştır. Atatürk, bugün askerlikte olsun, matematikte olsun kullandığımız birçok
terimi Türkçe’nin derinliklerinden çıkarıp bize armağan etmiştir. Atatürk, matematiği
iyi bildiği ve sevdiği için, terim devrimine matematikten başlamıştır denilebilir.
Atatürk'ün kendi deyimi ile "Dil ve tarihte ilmin verilerine uymak" gerektiği
1924 te işaret edilmiştir. Türk Tarih Kurumu : Türk tarihi araştırmaları için ; Türk Dil
Kurumu : Türk dili araştırmaları için kurulduğu gibi bu amaçla, geniş kapsamlı ve
akademik bir kurum olarak "Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi" ni Ankara'da kurduran
Atatürk'tür.
Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmanın yolunun düşünce ve fikirlere açık, çağdaş
ülkelerle ilişkileri özellikle bilim ve teknik konularda sürdürmek olduğunu savunan
Atatürk, bu konudaki düşüncelerini şöyle ifade etmiştir (Kocatürk (1985)):
"Gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı varsayamayız. Ülkemizi bir çember
içine alıp dünya ile ilgisiz yaşayamayız. Aksine, ileri, uygar bir ulus olarak
uygarlık sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat, ancak bilim ve teknoloji ile
olur. Bilim ve teknik neredeyse oradan alacağız ve ulusun her bireyinin
kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için kayıt ve şart yoktur." Atatürk biliyordu ki
akla, bilime, insan haklarına dayalı medeniyet (uygarlık) bütün insanlığın malı olan
evrensel bir uygarlıktır. Modernleşme ya da çağdaşlaşma ATATÜRK tarafından çağın
yeniliklerini benimseme, çağdaş uygarlıklar düzeyine erişme veya batılılaşma
terimleriyle ifade edilmiştir. Bu konuda "Uygarlığa gitmeyi arzu edip de ulaşmamış
devlet hangisidir?" diyerek ,"batı"dan kastedilen ifadenin "çağdaş düşünceye ve
bilime, insan aklına ve kişiliğe değer veren, insana ve evrene objektif gözle
bakan anlayış" olduğunu her fırsatta açıklamaya çalışmıştır.
Çağdaşlaşma yolunda atılacak adımların ancak eğitim ve bilimle mümkün
olabileceğine inanan Atatürk Milli mücadele sonunda 25 Ocak 1923 te Alaşehir'de
halka hitaben yaptığı konuşmada bilim ve eğitime verdiği önemi vurgulamıştır: "
Arkadaşlar! Bundan sonra çok önemli zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zaferler
süngü zaferleri değil, ekonomi, bilim ve eğitim zaferleri olacaktır. Askeri
zaferlerimizle mağrur olmayalım, yeni bilim ve ekonomi zaferlerine
hazırlanalım."
Atatürk bu doğrultuda 30 Ağustos 1925 te Kastamonu'da halka yaptığı
konuşmada: " Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye
Cumhuriyeti halkını bütünüyle çağdaş, bütün anlam ve biçimiyle uygar bir
toplum durumuna vardırmaktır. Devrimlerimizin temel ilkesi budur" demiştir.
Görüldüğü gibi, bir ülkenin ve toplumun ayakta durabilmesi, çağdaş uygarlık
düzeyine ulaşabilmesi için sadece askeri gücün yeterli olamayacağına, mutlaka bu
gücün yanında bilim ve ekonomik güçlerin de yer alması gerektiğine işaret
etmektedir. Atatürk 1933 te "Türk milletinin yürümekte olduğu gelişme ve
uygarlık yolunda, elinde ve
kafasında tuttuğu meşale müspet bilimdir. "Geçmişte sayısız uygarlık
kurmuş bir ulusun çocukları olduğumuzu ispat etmek için, yapmamız gereken
şeylerin hepsini yaptığımızı ileri süremeyiz. Bugüne ve yarına bırakılmış daha
bir çok büyük işlerimiz vardır. Bilimsel araştırmalar bunlar arasındadır..."
biçiminde görüşünü açıklamıştır.
Atatürk bize, ele aldığımız her işte geleneğe, göreneğe, saplanmadan aklımızı
kullanmayı, her şeyi müspet bilimlerin ışığında, aklın ve bilimin süzgecinden
geçirmeyi önermiştir. Büyük önder bu durumu şu sözleriyle ifade etmiştir:
"Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve
kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır.
Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar
karşısında, belki amaçlara tamamen eremediğimizi, fakat asla ödün
vermediğimizi, akıl ve bilimi rehber edindiğimizi onaylayacaklardır. Zaman
süratle ilerliyor, ulusların, toplumların, bireyleri mutluluk ve mutsuzluk
anlayışları değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler
getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişmesini yadsımak olur. Benim Türk
ulusu için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden
sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver (doğrultu) üzerinde, akıl ve
bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar."
Atatürk , batıl inançlarla ve hurafelerle mücadele etme zorunluluğu üzerinde
de durarak akla, mantığa, toplumun yararına uygun olmayan yorumların İslam
dininin özüne ve aslına aykırı olduğunu şu sözleriyle belirtmiştir: " Bizim dinimiz için
herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin dine uygun olup
olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, amme
menfaatine. İslam’ın menfaatine uygunsa, kimseye sormayın. O şey dindir."
M i m herlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve ilmi ve fenni
gerçeklere uygun olması lazımdır." "Eğer bizim dinimiz akla, mantığa uygun bir
din olmasaydı, mükemmel olmazdı, son din olmazdı." Atatürk, dini kuralların,
tarihi şartları göz önünde tutan akılcı bir yorumla ele alınması gerektiğini savunuyor.
Hoşgörülü ve bilime açık dine karşı değil ve tam tersine onun yanındadır ve
saygılıdır.
Bilim zihniyetli ve aydınlanma felsefesi ve düşüncesine nüfuz ettiğine şüpheKaynakwh webhatti.com:
olmayan Atatürk'e İstanbul Üniversitesinin fahri doktorluk payesi vermesinin
temelinde, kurtarıcılığı yanında ayrıca neyin yattığı ve ne ölçüde gerçekçi bir davranış
olduğu açıktır.
Atatürk'ü anlamak, sevmek, değerlendirmek ve
tanımak bir bilgi aktarım işi değildir fakat akıl yoluyla
inceleme, düşünme ve yaptıklarının derinlerine inme
sorunudur

Atatürk'ün bilim üzerine sözleri:

''Insanlarin hayatina, faaliyetine hakim olan kuvvet yaratma ve icat kabiliyetdir''

M. Kemal Atatürk
Atatürk, Cumhuriyet öncesi geri kalmisligin nedeninin bilim ve teknolojiden ayrilmak oldugunu saptamis ve bu nedenle uygar, çagdas ve kalkinmis bir ulus olabilmek için bilim yolundan ayrilinmamasini Bursa’da 27.10.1922’de, öğretmenlere karsi yaptigi bir konusmada soyle belirtmistir:
“Hanimlar, Beyler; memleketinizin en mamur, en latif, en güzel yerlerini üç buçuk sene kirli ayaklariyla çigneyen düsmani maglup eden zaferin sirri nerededir, bilir misiniz? Ordularin sevk ve idaresinde ilim ve fen düsturlarini (kurallarini) rehber ittihaz (kabul) etmektir.” diyerek bilim ve teknolojinin önemini vurgulamistir
“Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmus ve kaliplasmis kural birakmiyorum. Benim manevi mirasim ilim ve akildir. Benden sonrakiler, bizim asmak zorunda oldugumuz çetin ve köklü zorluklar karsisinda, belki gayelere tamamen eremedigimizi, fakat asla taviz vermedigimizi, akil ve ilmi rehber edindigimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumlarin, kisilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayislari bile degisiyor. Böyle bir dünyada, asla degismeyecek hükümler getirdigini iddia etmek, aklin ve ilmin gelisimini inkar etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve basarmaya çalistiklarim ortadadir. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akil ve ilmin rehberligini kabul ederlerse, manevi mirasçilarim olurlar''

Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nı ve inkılaplarını hep sabırlı, ikna edici, güven verici, bilgili "öğretmenliği" sayesinde başarmıştır.
Gerek öğretmenlik ve gerekse eğitimcilik kısmen doğuştan getirilen bazı özelliklere, kısmen de sonradan öğrenme ile kazanılan bilgilere sahip olmayı gerektiren bir sanat ve bilimdir. Bu açıdan bakıldığında, Atatürk'ün tam bir öğretmen ve eğitimci ozelliği taşıdığıını gorürüz. O'nun kişiligini ögretmenlik ile özdeşleştirmesi bu bakımdan son derece isabetlidir. Kaynakwh webhatti.com:
Yüreğinde Allah, vatan, millet, bayrak, Atatürk sevgisiyle dolu her Türk öğretmeni, Atatürk'ün eğitim anlayışını tüm meslek hayatı boyunca yaşamalı ve yaşatmalıdır.
Atatürk eğitimciliğin sıradan ve basit bir iş olmadığının farkındadır. Ona memleketin refaha kavuşması bile buna bağlıdır:
"Mekteplerde öğretmen vazifesinin güvenilir ellere teslimi, memleket evlatlarinin o vazifeyi kendine hem bir meslek, hem bir ülkü sayacak bilgili ve saygı değer öğretmenler tarafından yetiştirilmesini temin için öğretmenlik diğer yüksek meslekler gibi tedricen ilerlemeye ve herhalde refah teminine müsait bir meslek haline konulmalıdır. Dünyanın her tarafında öğretmenler insan topluluğunun en fedakar ve saygı değer uzuvlarıdır."
Atatürk, okulların sadece bilimsel eğitim yeri olmadığı görüşündedir. Ona göre okullar, memleket sevgisine ve bağımsızlık fikrine giden yolları içerir. Bunun yanında, memleketi kurtarmak için çalışan herkesin ilim sahibi olması gerektiğini de özellikle belirtir:
"Mektep genç dimağlara, insanlığa hürmeti, millet ve memlekete muhabbeti, istiklal şerefini ogretir. İstiklal tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için takibi lazım gelen en doğru yolu belletir. Memleket ve milleti kurmaya calisanlarin ayni zamanda mesleklerinde birer namuslu mütehassis ve birer alim olmalari lazimdir. Bunu temin eden mekteptir."
O, akıl ve bilime çok önem verirdi. Gerçeğe akıl ve bilim yoluyla ulaşılacağına inanan Atatürk, "Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir" sözü ile bunu en güzel şekilde açıklamıştır.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt