Atamız gerçekten çok büyük biri

Sponsorlu Bağlantılar

Emir

Emir

Üye
    Konu Sahibi
Atamız gerçekten çok büyük biri
Arkadaşlar size ULU ÖNDER M.KEMAL ATATÜRK'ÜN ne kadar büyük biri oldugunu bi kere daha sizlerle paylaşmak istedim

Ardahan'ın Damal diye bir ilçesi varmış, benim haberim yoktu... Damal'ın da bir "geleneksel Atatürk gölgesi" varmış, onu da duymamıştım.
Bu gölge, her yıl yalnızca 15 Haziran ile 5 Temmuz günleri arasında ve o günlerde de yalnızca akşam saat beş ile altıyı on geçe arasında çıkarmış!
Prag'da, karlı kış günleri yalnızca Liliova Sokağı'nda gözlenen kesik başlı şövalyeyi bilirim de, kendi vatanımın öz değerinden habersiz kalmışım.
Karadağ diye bir dağ varmış, onun üstüne vururmuş Atatürk görüntüsü...

Bunun farkına ilk kez 1954 yılında varılmış. Gölgeyi ilk gören, Yukarı Gündeş köyünden Adıgüzel Kırmızıgül adında bir vatandaşımız. Mesleği çobanlık. Seçimde verdiği oy, Aysun Kayacı'nın oyuyla bir.
Gölgenin ilk fotoğrafını da Erdoğan Kumru çekmiş (neler öğrendim, işte size araştırmacı gazetecilik.)
O günden beri de her yıl törenlerle kutlanıyormuş bu olay. Şenliğin adı, "Atatürk'ün izinde ve gölgesinde"...

Yani muasır medeniyet seviyesinde gölge ibadeti.
Daha önce Atatürk siluetinin bulutlarda oluştuğu çok görülmüştü ama bu başka...
Bu yıl şenlik 5 Temmuz'da yapılacakmış ama siluet kendini geçen gün göstermiş... Vatandaşlar olayı davul ve zurna çalıp halay çekerek kutlamışlar. Çocuklar da "Türkiye laiktir, laik kalacak" sloganını atmışlar.
Şenliği düzenleyen belediye başkanı Gülcemal Fidan. Kendisi CHP'li.
Bu yıl şenliğe Genelkurmay Başkanı da çağrılıymış. Kültür Bakanlığı'ndan da destek istemiş ama hiçbir yanıt alamamış.
Ben fotoğrafa baktım, evet, Atatürk'e benziyor. Ama herhangi bir ortayaşlı erkeğe de benziyor. Örneğin bana sorarsanız Atatürk'ten çok, "Ölümsüz Sevgili" filminde Beethoven'in sekreteri Schindler'i oynayan Jeroen Krabbe'ye benziyor. Merhum Ercüment Behzat Lav'ı da andırmıyor değil.
Zarar yok, bu da Loch Ness yaratığı ya da Van Gölü canavarı gibi bir yerel atraksiyon.

Şenliğin Damal ve Ardahan ekonomisine faydalı olmasını diler (iki yüz bin lira harcamışlar), o mutlu günde Oktay Ekşi, Hasan Pulur, İlhan Selçuk, Emin Çölaşan ve Hıncal Uluç gibi değerli ağabeylerimizi de Ardahan'ın Damal halkı arasında görmek isteriz...
Ancak benim umudum, ulu önderin gölgesinin, Ardahan'a gitmeden önce Basel'e uğraması ve önümüzdeki 25 Haziran akşamı Türkiye-Almanya maçında stadın tribünlerine vurmasıdır!
Almanlar dehşete kapılacaklardır.
Fakat daha önemlisi, başbakan da orada olacaktır ve Atatürk'ü görünce belki korkudan dudağı yarılıp hükümetin istifasını bile düşünebilecektir... Böylece parti kapatmaya da gerek kalmayacaktır
O BİZİ BIRAKMADI O GİTTİ AMA O GÖLGESİ BURADA SEN HER ZAMAN KALBİMİZDESİN PAŞAM
atam çocukları çok severdi
AtatÜrk Ve Çocuk Sevgİsİ
Atatürk, yaşamı boyunca tüm sevdiklerine hangi yaşta olursa olsun "çocuk" diye seslenirdi. Onun sözlüğünde çocuk sevgi demekti. O'nun çocuğu yoktu ama içinde bitip tükenmeyen bir çocuk sevgisi vardı. Bundan dolayı yüreği arada burkulmuş mudur bilmiyorum ama galiba bu ihtimal çok düşük; bütün Türk çocukları onun öz yavruları gibiydi. Atatürk, çocukların riyakârlık bilmeden bütün istek ve arzularını içlerinden geldiği gibi açıklamalarından çok hoşlanırdı. Son yıllarını da çok sevdiği bir çocukla geçirdi. Ülkü, Atatürk'ün çocuk sevgisinin bir simgesi oldu.


O'nun açık mavi gözleri her yerde çocukları arardı. Çağdaş ve mutlu Türkiye'yi çocuklarda görür ve çocuklarda bulurdu. Tüm yurt gezilerinde çocuklara sevgi ile yaklaşır, onlarla uzun uzun konuşurdu. Vedat Demirci'nin anılarından öğrenildiğine göre; Atatürk bir gün çocuk balosuna gider. Ortalıkta bir şaşkınlık havası doğar. Küçük bir oğlan salonun orta yerinde kalır. Bu yavru hayranlıkla bir süre Atatürk'e baktıktan sonra: "Atatürk’üm, seni öpmek istiyorum" der. Ortalığa bir sessizlik dalgası yayılır. Bu derin sessizliği Atatürk'ün sesi bozar "Öyleyse, gel öp" der. Çocuk koşarak Atatürk'ün boynuna sarılır. O sırada diğer çocuklar da: "Biz de.. Biz de.." diye bağırırlar. Böylece tüm çocuklar Ata'yı doya doya öperler. Bu görüntü çoğu kişiyi ağlatır. Büyük Atatürk de ağlar. Evet, Türk çocuklarının bu engin sevgisi için ağlar. Hem de sevinç gözyaşlarını dökerek. O gün çevresindekilere övünçle: İşte benim kuşaklarım" der.
????: Web Hattı - Türkiyenin En Güncel Forumu


Atatürk çocuk davasının önemini her ortamda vurgulayarak çocuklara yönelik hizmetlerde rehberlik yapmayı sürdürmüştür. 17 Ekim 1922 yılında Bursa’da kendini karşılayan çocuklara aşağıdaki şekilde seslenerek nasıl bir gençlik istediğini belirtmiştir:
‘Küçük hanımlar, küçük beyler

Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız.

Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz.

Kendinizin Ne Kadar Önemli, Değerli Olduğunuzu Düşünerek Ona Göre Çalışınız. Sizlerden Çok Şey Bekliyoruz.’ (Atatürk Albümü–1992)

Evet, Atatürk’ün çocuk sevgisi çok büyüktü, peki ya ondan sonra gelenlerin, her fırsatta ‘Atam İzindeyiz!’ diyenlerin çocuk sevgisi nasıldı? ‘Atatürk’ten sonra gelen hiç bir cumhurbaşkanı, başbakan veya bir asker bir çocuğu elinden tutup da resim sergisi gezmeye götürmedi. Hiç bir cumhurbaşkanı veya başbakan çocuğu protokol sırasının en önüne oturtmadı. Hiçbir başbakan bir çocuğu salıncakta sallamadı. Bir çocuğu taşıttan kendi elleriyle indirmedi. Bir yabancı konukla birlikteyken yanına çocuk almadı. Bir yetişkini dinlerken gösterdiği ciddiyetle dinlemedi. Onlarla birlikte denize girmedi, objektiflere poz vermedi. Onlarla gezintilere çıkmadı. Onlara el öptürtmemezlik yapmadı. Tüm bunlar bir yana, 1938’den itibaren bu ülkede yetişkin insan-çocuk insan dostluğu, arkadaşlığı diye bir şey kalmadı. Türkiye’nin markası, Atatürk’teki çocuk sevgisi ve onun çocuğa verdiği değer olmalıdır. Eşsiz bir örnektir. Ama o büyük insanın çocuklara yaklaşımını bu ülkenin anne babaları ve öğretmenleri bile örnek almıyor ki başkalarına örnek gösterilebilsin...’ (1)

çanakkale savaşı bizim gelmiş geçmiş en büyük ve kötü savaşımız




GELİBOLU


YARIMADASI


TARİHİ MİLLİ PARKI


GELİBOLU


PENINSULA HISTORİCAL


NATIONAL PARK


Doğal ve kültürel değerleri yanısıra dünya savaş tarihi açısından büyük önem taşıyan ve Mustafa Kemal komutasındaki Türk ordu birliklerinin dünyayı şaşırtan cesaret ve kahramanlıklarının sergilendiği Çanakkale Savaşlarının izlerini ve anılarını korumak amacıyla 1973 yılında Milli Park ilan edilmiştir.
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı, ilimizin en önemli gezi yerlerinden birisidir. Parkın kara sınırlarını Gelibolu Yarımadası'nın Saroz Körfezindeki Ece Limanı ile Çanakkale Boğazında yer alan Akbaş İskelesi arasında çizelecek bir hat oluşturur. Seddülhabir Köyü çevresindeki Tekke ve Hisarlık Burunları, Ertuğrul, Morto, İkiz koyları, Alçıtepe, Kerevizdere, Zığındere ile kuzeydoğuda yer alan Arıburnu, Conkbayırı, Kocaçimen, Kanlısırt, Anafartalar ve Suvla koyları, savaşın cereyan ettiği başlıca alanlardır. Çanakkale Savaşları sırasında büyük cesaret göstererek şehit olan birlikler ve şahıslar adına bugün Gelibolu Yarımadasında çok sayıda şehitlik vardır.
Her biri ayrı bir kahramanlık örneği olan bu şehitliklerin en önemlisi Morto Koyu'nda, Hisarlık tepe üzerinde tüm şehitlerimizin anısına dikilen ÇANAKKALE ŞEHİTLER ABİDESİ'dir. Gelibolu Yarımadası üzerinde, Çanakkale Savaşlarında hayatlarını kaybeden yabancı askerler için de anıt ve mezarlıklar vardır
.​


ÇANAKKALE SAVAŞLARI
Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı içinde, tarihin en kanlı bölümü olarak bilinir. Türk'ün sayısız zafer, şan ve şerefle dolu tarihinin en parlak sayfasıdır. I.Dünya savaşı'ndan kısa bir süre önce, 1911-1942 yıllarında Osmanlı Devleti son Afrika topraklarını İtalya'ya kaptırmış, 1912-1913 Balkan Hezimeti ise, Rumeli'deki son Türk hakimiyetini silip süpürmüştür. Bulgar Ordularının İstanbul kapılarını zorlaması, 500 yıldır Türk olan Rumeli'nin kaybı, İstanbul ve boğazların güvenliğinin tehlikeye girmesi, o zamanın devlet adamlarında siyasi yalnızlığımızın tabii bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.
Dolayısıyla I. Dünya Savaşı'na rastlayan günlerde Osmanlı devleti yalnızlıktan ve emniyetsizlikten kurtulmak fakat, Balkan savaşının kötü hatıralarının tesiri altında kalan her iki blokta Türk ittifakını küçümsemişler ve bu ittifakın kendileri için bir yük olmasından endişe etmişlerdi. Ancak, Alman İmparatoru, her iki blok arasındaki savaşta, Osmanlı devletinin hiç değilse bir kısım düşman kuvvetini meşgul edebileceği gerekçesiyle müdahale etmiştir.
Bu suretle Osmanlı devleti, kaderini alelacele, 2 Ağustos 1914'te "Üçlü ittifak'a bağlamıştır. İşte Çanakkale Zaferini yaratan kuvvet. 1914 yazında küçümsenen değeri hakkında yanlış teşhis konan bu TÜRK ORDUSU'dur. Avrupa'da savaş bütün şiddetiyle sürerken, hareket harbinin yerini siper harbi almıştır. Bu cephede yarma yapmak ve kesin sonuç almak son derece zorlanmıştır. Halbuki "üçlü itilaf"ın askere gücü günden güne artmaktadır.
Bu güç , hareket savaşına müsait başka savaş alanlarında kullanılmalıdır. İngiltere Başkanı Lloyd GEORGE ve Bahriye Nazırı CHARCHILL bu görüşü benimsemişlerdir. Çanakkale Savaşları, işte bu görüşü benimseyenlerin esiridir.
Hareket sahası olarak Gelibolu Yarımadası'nın seçilmesi, bu bölgenin jeopolitik bakımdan çok büyük öneme sahip olmasındandır. Boğazlar, Güney Rusya ve bütün karadeniz kıyılarının açık denizlere olan tek çıkış noktasıdır. Harp halinde bu geçidin kapanması, Rusya içih hayati önem taşımaktadır. Zira, Rusya'nın insan ve hammadde kaynakları zengin, fakat sanayi ve mali imkanları sınırlıdır. Bunun için uzun ve sürekli bir savaşın gerektirdiği silah, cephane ve malzeme ikmalini temin edemeyecek durumdadır.
Bu durumda boğazlar doğu cephesinin en müsait ve hayati menzul hattını teşkil etmektedir. Bu geçidin açılmasıyla Rusya'yı takviye edecek, batı cephesinin yükünü hafifletecek, dolayısıyla savaşı kısaltacaktır. Osmanlı devletinin savaş dışı edilmesiyle, muhtemelen Balkan devletleri ve İtalya "itilaf" devletleri yanında savaşa katılacaklardı.
O zaman İngiliz Bahriye Nazırı olan CHURCHILL'in ısrarla üzerinde durduğu bu fikirlere önceleri pek itibar edilmemiştir. Ancak 1914 Aralık ayında başlayan Türk Sarıkamış harekatı üzerine telaşlanan; çok zor durumda kalan hiç değilse bir kısım Türk kuvvetlerinin başka Cephelere çekilmesini isteyen Rusya'nın yükünü azaltmak için, Çanakkale seferine karar verilmiş, fakat kesin neticeyi batı cephesinde arayanları darıltmamak amacıyla önce sadece donanmayla ve zorla Çanakkale Boğazı geçilmeye çalışılmıştır.



18 Mart 1915'te yaklaşık bir aydır sürekli olarak bombaladığı boğazın her iki tarafındaki Türk tabyalarının artık sustuğunu varsayan 12 zırhlı, 18 muhrip, 7 mayın tarama gemisi, çeşitli nakliye destek gemisi ve uçak gemilerinden meydana gelen I. Dünya savaşının en büyük ve en modern donanması, boğazı geçme girişiminde bulunmuştur. Ancak ehliyetli ellerde sevk ve idare edilen kahraman Türk askerinin hayatını hiçe sayarak kanını fedakarca akıtması sayesinde dünyanın en modern silah ve teçhizatıyla donatılmış düşman donanması, 7 modern savaş gemisini ve binlerce askerini, kaybederek geri çekilmek zorunda kalmıştır. Zira, Mehmetçik, düşmanı denizden bir adım bile geçirmemeye yemin etmiştir.
Anadolu bozkırının o güne kadar deniz görmemiş çocukları, sanki kırk yıldır denizlerde savaşıp da pişmiş kişilere özgü beceriyle zırhlı düşman gemilerine geçiş hakkı tanımamıştır.
Bunun üzerine 25 Nisan ve 6 Ağustos 1915 tarihleri arasında düşman kara kuvvetleri Gelibolu Yarımdasına çıkarılmış olup, çıkarma şöyle özetlenebilir. Asıl kuvvetler Gelibolu Yarımadasının güney ucuna iki ayrı noktadan çıkacak ve boğazları kontrol eden tepeleri alacak, bunu başarmak için, iki tümenden oluşan bir Anzac (Avustralya ve Yeni Zelanda) Kolordusu Kabatepe bölgesine çıkacak ve iki ingiliz ve bir Fransız tümeni ile bir Hint tugayından oluşan kuvvet, Seddülbahir bölgesini ele geçirecektir. Aynı anda bir aldatmaca olarak, boğazın güneyinde Kumkale bölgesinde ikinci bir çıkarma yapılacak ve bazı donanma birlikleri orada da çıkarma olacağı izlenimi vermek üzere Saroz körfezine doğru seyredecektir. Fakat, kahraman TÜRK askerinin hayatını hiçe sayarak kahramanca döğüşmesi TÜRK komutanlarının ve bilhassa Mustafa KEMAL'in üstün sevk ve idareleri sonucunda düşman başarısızlığa uğrayarak savaş, siper savaşı halini almıştır.
Gelibolu Yarımdasında çıkarma yapan düşman kuvvetlerini meydana getiren askerlerin milliyetleri son derece enteresandır. İngiliz ve Fransızlar'ın yanısıra, bizimle hiç ilgisi olmayan Cezayir Berberilerini Sengal zencilerini, Avustralyalı, Kanadalı, Yeni Zelandalı ve Hintlileri üzerimize salmışlardır. Şair. Şu mısralarla, "Eski dünya, yeni dünya, bütün akvam-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mi hakikat mahşer. Yedi iklimi cihanın duruyor karşında, Avustralya'yla beraber, bakıyorsun Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler renkgarenk, sade bir hadise var ortada, vahşetler denk. Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela" diyerek, bunu ne güzel dile getirmiştir.
Evet, düşman yalnızca birkaç devletten ibaret olmayıp, sanki karşımızda bütün dünya vardı. Düşman donanması II. Dünya Savaşı'na kadar, dünyanın gördüğü en büyük ve en modern donanmasıydı. Hal böyle iken kazanılan zaferin değeri daha iyi anlaşılmaktadır. Zira bu savaş; yenilmez sayılan devletlerin mağlubiyetidir.
Çanakkale'de tarihin kaydettiği en büyük ve en kanlı savunma savaşları verilmiştir. Bu savaşlar Mustafa Kemal gibi bir askeri dehanın Türk ve dünya kamuoyu tarafından tanınmasının sağlanması açısından son derece önem taşımaktadır. Düşman durmadan saldırmaktadır. Anafartalar ve Arıburnu cephelerinde emir komuta karmaşası vardır. Bu durum çok tehlikelidir. Yarbay Mustafa Kemal, Ordu komutanı Alman General liman Von Sandres'ten bütün mevcut kuvvetlerin emrine verilmesini ve bundan başka çare kalmadığını bildirmiş. Alman General "Çok gelmez mi?" diye sorduğunda Mustafa Kemal, "Az gelir" diye cevap vermiştir. Ertesi gün emir gelmiş ve bütün birliklerin komutası Mustafa Kemal'e verilmiştir. Bir cephe komutanlığının çok gelip gelmeyeceğini yarbay Mustafa Kemal'e soran ve "az gelir" cevabını alan Alman General karşısındaki Türk'ün "ATATÜRK" olduğunu yıllar sonra öğrenecektir.
Çanakkale savaşları'nın temel ağırlık noktasını, Mustafa Kemal oluşturmuştur. Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları başlamadan kısa bir süre önce 2 Şubat 1915'te Tekirdağ'da yeni kurulacak olan 18'uncu Tümen Komutanlığına atanmıştır. Derhal göreve başlayan Mustafa Kemal, o tümeni kısa bir zaman içinde savaşa hazır. Seçkin bir tümen haline getirmiştir. Fakat kısa bir zaman sonra Mustafa Kemal bu bölgeden alınarak, tümeni ile birlikte Bigalı köyüne çekilmiştir. Mustafa Kemal, düşmanın Gelibolu çıkarmasına kadar, yani 25 Nisan 1915'e kadar orada yedek kuvvet olarak kalmış, fakat Arıburnu taarruzu başlar başlamaz, kendi insiyatifi ve teşebbüsü ile emir beklemeden, Arıburnu'na yetişerek taarruza geçmiştir. Düşmanı Koca çimentepe'de durdurarak, yarımadanın tahliyesine kadar düşmanın ilerlemek için yaptığı bütün taarruzları ve şiddetli hücumları erimeye mahkum etmiş ve Türk'ün yiğit mehmetçiği Çanakkale'de sanki etten ve kemikten bir kale yaratmıştır.
Bütün savaşlardan farklı bir savaş malzemesi görülmüştür. Bu da "İNANÇ"tır. Topa, tüfeğe, üstün kuvvete, çeliğe karşı dimdik duran ve kafa tutan bir inanç kendini göstermiştir. Mustafa Kemal'in "size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerinize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir" dediği bu savaşlarda, herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştır.
Mustafa Kemal, bu savaşı "bu öyle alelade bir taarruz değil, herkesin muvaffak olmak veya ölmek arzusuyla harekete geçtiği bir taarruzdur" diye ifade etmiştir. Burada meşhur 57'inci Alay, hiç kurtulmamacasına Mustafa Kemal'in emrine uyarak tamamen şehit olmuştur. Nitekim çeşitli milletlerden meydana gelmiş, düşman askerleri, yapışıp, kaldıkları Arıburnu'nun yalçın yamaçlarından bir adım bile ileri atamamışlardır.
Öncelikle İstanbul'u tehdit eden düşmanın Gelibolu Yarımdasına yaptığı bu taarruzu Kocaçimentepe'de durduran Mustafa Kemal, bu başarısından dolayı haklı olarak Albaylığa yükseltilmiştir. 6-7 Ağustos 1915'te Türk askerini yandan, yani Anafartalar'dan çevirmek isteyen Klıchner ordusu da bu bölgenin Grup komutanlığına atanan Mustafa Kemal'in 10 Ağustos günü ayağının tozunu silmeden giriştiği karşı taarruz sonucunda eriyip g itmiştir. Mustafa Kemal bu savaş sırasında göğsünden bir şarapnel parçası ile yaralanmış, fakat kalbi üzerindeki saat kendisini mutlak bir ölümden kurtarmıştır.
Bu savaşların akabinde 17 Ağustos'ta Kireç tepe Zaferini 21 Ağustos'ta 2'nci Anafartalar Zaferini kazanan Mustafa Kemal, düşmanı büyük hizmete uğratarak Çanakkale Muharebelerinin kaderi belirlenmiş, 9 Ocak 1916'da düşman, Türk topraklarından geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Halbuki 2 Mart 1915'te İngiliz Amiral CARDEN Londra'ya "Hava bozmazsa iki haftaya kadar İstanbul'dayız" şeklinde mesaj çekmiş, ayrıca ingiliz orduları Başkomutanı General HAMİLTON, resmi raporunda ise, "Türkler, birbiri ardınca mükemmel taarruzlarda bulundular" diye yazmıştır. Hatta bu harekatı hazırlayarak idare eden W. CHURCHILL de hatıralarında muharebelerden bahsederken, Mustafa Kemal'in emsalsiz bir komutan, Türklüğün kaderine hakim bir deha olduğunun daha o zamanlarda anlaşıldığına işaret ederek, "bir Miralay'ın karşımıza çıkışı bütün talihimizi değiştirdi" diye belirtmiştir.
Mustafa Kemal'in Çanakkale'de verdiği bütün emirler kesin ve sonuç alıcıdır. O, verdiği emirde aynen şöyle demiştir. "Benimle burada muharebe eden bilcümle askerler katiyen bilmelidir ki, yuhdemize tevdi edilen namus vazifesini tamamen ifa etmek için bir adım bile geri gitmek yoktur.
İstirihat aramanın, bu istirahattan yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyen mahrum kalmasına sebebiyet verebileceğini cümlenize hatırlatırım. Bütün arkadaşlarımın hemfikir olduklarına ve düşmanı tamamen denize dökmedikçe yorgunluk belirtisi göstermeyeceklerine şüphe yoktur". 30 Nisan'daki komutanlar toplantısında Mustafa Kemal, "içimizde ve askerlerimizde Balkan Harbi'nin utancını bir daha görmektense, ölmeyecek yoktur. Böyleleri varsa, onları kendi ellerimizle kurşuna dizelim." şeklinde kesin konuşmuştur. Çanakkale Zaferi, meydana getirdiği nihai sonuçlar açısından son derece önemlidir.
Bunları kısaca şöyle özetleyebiliriz:
1- Çanakkale Zaferi, müttefikleriyle Rusya'nın irtibatını önlemiş, dolayısıyla savaş iki yıl uzamış, bu arada çıkan Bolşevik ihtilali ile Rusya savaş dışı kalmıştır. Bu durum ihtilal Rusyası ile müttefiklerini birbirinden ayırmış, kurtuluş savaşı yıllarında kuzeyde güvenliğimizi sağlamış ve zafere ulaşmamızı kolaşlaştırmıştır.
2- Bu savaşlar, İngiliz ve Fransız kuvvetlerini Gelibolu Yarımadasına bağlamış, Almanya ve müttefiklerinin yükleri azalmıştır.
3- Düşmana çok büyük insan ve malzeme zayiatı verdirilmiştir.
4- Türk ordusunun zaferi, İngiltere ve Fransa'nın sömürgelerindeki prestjlerine bir darbe, esir milletlere bir ümit ve istiklal ışığı olmuştur.
5- Çanakkale Zaferi, Türk askerinin direnme gücünün, fedakarlık ruhunun ve vatanseverlik şuurunun bir abidesidir. Harpten önce kıymeti üzerinde tereddüt edilen Türk ordusu, iyi sevk ve idare edildiği zaman ehliyetli ellerde, binbir yokluk ve zarurete rağmen neler yapmaya muktedir olduğunu dünyaya göstermiş ve Balkan yenilgisinin kara lekesini tertemiz kanıyla silmiştir.
6- Bilindiği gibi, büyük hadiseler olağanüstü şahsiyetleri, büyük ve müstesna kabiliyetleri meydana çıkarmaktadır. Mustafa Kemal'in ortaya çıkışında Çanakkale savaşları kader tayin edici bir merhale olarak gözümüze çarpmaktadır.
7- Çanakkale Zaferleri, Mustafa KEMAL'in ordu içinde olduğu kadar tüm milletçe de tanınmasına vesile olmuştur. Bu suretle Türk Milleti, 1966'dan beri makus istikamette gelişen talihini yenecek olan liderlerini bulmuştur. Ordu ve millet, Anafartalar Kahramanı'nın bu işte bu güven, ATATÜRK'ün Milli Mücadele'yi zaferle sonuçlandırmasında genç, dinamik ve yepyeni modern bir devlet kurmasında en büyük ilham ve kuvvet kaynağı olmuştur.
8- Çanakkale, Milli mücadelenin bir nevi başlangıcı sayılmaktadır. Çanakkale, Türk'ün vatanseverliğinin, cesaretinin, mücadele azminin ve kahramanlığının sembolüdür.
HAVUZLAR ŞEHİTLİĞİ
Kerevizdere savaşlarında yaralanıp bu yerde vefat eden 2 Subay ve 8 Er anısına 1961 yılında dikilmiştir.
ZIĞINDERE SARGI YERDİ ANITI
Alçıtepe küyünün kuzeybatısındadır. 25. ve 26. Piyade Alaylarında şehit düşen tüm personel ve 2. Tüm. Kur. BŞK. Kurb. Yzb. Kemal bey ile Zığındere'deki ilk yardım istasyonunda tedavi görmekte iken düşmanın açtığı ateş esnasında şehit olan askerlerimiz anısına, 1995'de T.C Kültür Bakanlığınca inşa edilmiştir.
İLK ŞEHİT ANITI
Seddülbahir köyündedir. 1986 yılında, Çanakkale Savaşlarında ilk olarak canlarını veren 5 subay, 81 er olmak üzere toplam 86 şehidimiz anısına dikilmiştir. Cephanelik şehitliği olarak da adlandırılmaktadır.

FRANSIZ ANIT VE MEZARLIĞI
Morto Koyu'na bakan bir yamaç üzerine kurulan Anıt, Çanakkale Savaşlarında hayatlarını kaybeden, 14.382 Fransız askerinin anısına yapılmıştır.Mezarlıkta kimlikleri bilinen askerler için ayrı ayrı taşlar dikilidir. Kimlikleri tespit edilemeyenler ise anıt çevresindeki dört toplama bölmesi ile anıt girişindeki toplama bölmesine konulmuştur.
Çanakkale Nusrat gemisi sayesinde geçilmedi
"Derinlerdeki Tarih", "Çanakkale Geçildi mi?" gibi belgesellere imza atan Savaş Karakaş, Çanakkale Deniz Savaşı'nın dakika dakika kronolojisini çıkardı. Karakaş, "1915'in 7-8 Mart gecesi Nusrat mayın gemisinin deposunda kalan son 26 mayın Çanakkale'yi geçilmez kıldı" diyor
Yapımcı Savaş Karakaş, 92. yıldönümünün kutlandığı 18 Mart 1915'teki Çanakkale deniz savaşının dakika dakika kronolojisini çıkardı.
Aynı zamanda dönemin fotoğraflarını belgeleyen Karakaş, ekibiyle birlikte Çanakkale Savaşı sırasında batırılan denizaltı ve savaş gemilerinin enkazına daldı. Karakaş, batırılan gemilerin sualtı fotoğraflarını çekerek "Onlar artık sır değil" dedi.
"Derinlerdeki Tarih", "Kayıp Denizaltılar Nerede" ve "Çanakkale Geçildi mi" gibi belgesellere imza atan Karakaş, Çanakkale'yi 18 Mart'ta geçilmez kılan sırrın, depoda kalan son 26 mayın olduğunu belirtti. Karakaş şöyle konuştu:
"1915'in 7 - 8 Mart gecesi Nusrat mayın gemisinin döktüğü 26 mayın Çanakkale'yi geçilmez kılmıştı. Anılara göre bu 26 mayın, depoda kalan son gruptu.
Nusrat ve onun döşediği 26 mayın, Fransız savaş gemisi Bouvet ile İngiliz savaş gemileri Irresistible ve Ocean'ı denizin dibine gönderdi. İngiliz muhabere kruvazörü Inflexible, Fransız savaş gemileri Gaulois ve Suffren yaralanıp savaş meydanından kaçtı. Tarihin akışı Nusrat'ın dümen suyunda şekillendi."
Hurdası parkta sergileniyor
Nusrat mayın gemisi, 1962'de özel bir şirket tarafından kuru yük gemisine dönüştürüldü. Adı "Kaptan Nusret" olarak değiştirilen gemi, 1990'da Mersin açıklarında battı. 1999'da dalgıçlar tarafından çıkarılan geminin hurdası, şu anda Mersin'de bir parkta sergileniyor.
Denizaltıların yerleri belirlendi
Karakaş, "Derinlerdeki Tarih"in bugüne kadar özenle sakladığı 1 Avustralya (AE2), 3 İngiliz (E7, E15, E20) ve 3 Fransız denizaltısı (Saphir, Mariotte, Joule) olmak üzere savaş sırasında batırılan 8 düşman denizaltısının kalıntılarıyla, her iki tarafa ait denizaltıların batırdığı savaş ve nakliye gemilerinin enkazının keşfedildiğini söyledi.
Dakika dakika 18 Mart 1915
18 Mart 1915 Çanakkale Savaşı'nın dakika dakika gelişmesi şöyle:
08.15: Sancak gemisi Queen Elizabeth dretnotunun direğine Mondros Limanı'nda 'ileriye hareket' flaması çekildi.
10.00: Müttefik donanması Boğaz girişine yaklaşmaya başladı.
10.25: Türk tarafından havalanan Alman tayyaresi Boğaz'a yaklaşmakta olan düşman hattını bildirdi.
10.30: 1. İngiliz Filosu Agamemnon kılavuzluğunda Boğaz'dan içeriye girdi. Gemiler savaş konumuna geçti. Filonun önündeki muhripler muharebe alanını taramakta ve savaş gemilerine yol açmaktaydılar. Triumph ve Prince George savaş gemileri sancak ve iskele yönlerinde kıyılara yaklaştılar.
11.00: Kumkale gerisinden açılan obüs ateşimiz savaş gemilerini etkisi altına aldı.
11.39: 1. Filo'daki İngiliz gemileri, ağır topları ile 14.000 yardadan merkez tabyalarımıza cehennemi bir ateşe başladılar. Queen Elizabeth Anadolu Hamidiye Tabyası'nı, Agamemnon Rumeli Mecidiye Tabyası'nı, Lord Nelson Namazgâh Tabyası'nı, Inflexible Rumeli Hamidiye Tabyası'nı yok etmek için ateş ve ölüm kusuyordu.
11.45: Queen Elizabeth'in Çanakkale içine düşen bir mermisi şehirde yangına neden oldu.
11.55: Agamemnon ile Lord Nelson, Rumeli Mecidiye Tabyasını bombardıman altına aldı.
11.59: Weymouth Kruvazörü, Yenişehir mevkiini toplarıyla dövmeye başladı.
12.00: Müstahkem mevkiinde muhabere santralımız isabet aldı, karargâhla savunma hatlarımızın irtibatı kesildi. Triumph, Çanakkale'yi döverken, Çimenlik Tabya'sında büyük bir patlamayla cephanelik havaya uçtu.
12.01: Rumeli Tabyası'nın iki topu muhabere dışı kaldı.
12.06: Amiral de Robeck 3. Filo'ya taarruz emrini verdi.
12.20: 3. Filo'yu oluşturan Fransız gemileri 1. Filo'nun önüne geçti.
12.23: Inflexible gemisine refakat eden istimbot battı. Inflexible ağır yara aldı.
12.25: Anadolu Hamidiye Tabyası'na düşen bir mermi kışlayı yaktı.
12.27: Prince George, Mesudiye Tabyası'nı ateş altına aldı.
12.45: Agamemnon 25 dakika içerisinde 12 isabet aldı.
13.00: Bombardımanın şiddeti gittikçe artmaktadır.
13.15: İngiliz muharebe kruvazörü Inflexible vuruldu. Irresistible, Cornwallis, Vengeance, Kumkale arkasından çıkıp borda düzeninde Boğaz'a girdiler.
13.20: Anadolu Hamidiye Tabyası karantina hizasında Çanakkale'ye yaklaşmak isteyen Bouvet'ı ateş altına aldı. Taarruz emrini alan Fransız Amiral Guepratta, İngiliz hattının önüne geçti.
13.47: Inflexible su kesiminin altından ağır bir yara alarak çekildi.
13.50: Agamemnon zırhlısı aldığı 7 isabet sonucu Inflexible ile aynı kaderi paylaştı. Gemilerden yapılan top ateşi kesildi.
14.00: Bataryalarımızın atışları ağırlaştı.
14.30: Düşmanın altı balıkçı gemisi mayın aramak için savaş alanına geldi.
14.50: Bouvet vuruldu ve 639 kişilik mürettebatıyla alabora oldu.
15.00: Yarım saat süren duraksamadan sonra ateş yeniden şiddetlendi
15.15: Namazgâh Tabyası'na düşen bir mermi kışlanın çatısını uçurdu.
15.20: Anadolu Hamidiye Tabyası ateşini yeniden Irresistible'a yöneltti.
16.20: Irresistible bir mayına çarparak, iskele yönüne yattı ve dumanlar içinde kaldı. Wear gemisi ile bir istimbot Irresistible'ın yardımına gitti.
16.30: Irresistible'nin kurtulma şansının olmadığı görülerek 610 personeli tahliye edildi.
16.35: Amiral De Robeck 2. Filo'ya çekilme ve Ocean'ın Irresistible'i yedeğe alarak kurtarma emri verdi.
17.15: Ocean Irresistible'a yaklaştı, ancak yedeğe alma şansı olmadığına karar verildi.
17.50: Irresistible, Rumeli Mecidiye Tabyası'na 14.000 yarda mesafede kaderine terk edildi.
18.00: Amiral De Robeck Irresistible'ın kaderine terk edilmesi üzerine daha fazla kayıp vermemek için genel çekilme emri verdi.
18.05: Ocean, Çanakkale ve Soğanlıdere bataryalarının yoğun ateşleri altında geri çekilirken mayına çarptı ve 15 derece eğildi.
18.10: Gemi komutanı Hayes Sadlerı yakında bulunan Coln, Jed, Chelmer muhriplerine yardım çağrısı gönderdi. Gemi personeli tahliye edildikten sonra Ocean da kaderine terk edildi.
19.30: Ocean akıntının etkisiyle Morto koyuna doğru sürüklendi.
22.30: Ocean ve Irresistible battı.







SİMGE FOTOĞRAFIN SIRRI ÇÖZÜLDÜ

Çanakkale Savaşı'nın simgesi haline gelen yırtık kıyafetli, ayakkabısız iki Mehmetçiğin yer aldığı fotoğrafın sırrı çözüldü.


Simge Mehmetçikler' Çanakkale Savaşı'na katılmamış. fotoğraf 1930'da çekilmiş


ÇANAKKALE Savaşı'nın simgesi haline gelen, yırtık elbiseli ve ayakkabısız Mehmetçik fotoğrafın sırrı çözüldü. Fotoğraftaki kişilerin Bolu'nun Elmalık Köyü'nden İbrahim Bayseç ile Niyazi Yıldırım oldukları, İzmir'deki Çiğli Havaalanı'nda 1930'da işçi olarak çalışırken Alman bir pilot tarafından fotoğraflarının çekildiği ortaya çıktı.


CHP Bolu İl Teşkilatı'nın geçen yıl bastırdığı afişlerde babasının fotoğrafını görünce şaşıran 65 yaşındaki Seyran Bayseç, "Babamın o fotoğraf ile savaşın simgesi haline geldiğini öğrendim. Ancak babam 1911 doğumlu. Yani Çanakkale Savaşı başladığında 4 yaşındaydı.


O fotoğraf babam Çiğli Havaalanı'nda işçi olarak çalışırken çekilmiş" dedi.Çanakkale Savaşı'nın simgesi olarak partilerin, dernek ve odaların, birçok resmi ve özel kurumların afişlerinde kullandığı fotoğrafta yırtık kıyafetleri, ayakkabısız halleriyle gazete ve televizyonlara konu olan, Çanakkale Savaşı'nda vatanı için savaşan askerler lanse edilen kişilerin Bolu'nun Elmalık Köyü'nde oturan İbrahim Bayseç ile Niyazi Yıldırım oldukları ortaya çıktı. Bayseç ve Yıldırım'ın, İzmir Çiğli Havaalanı'nda işçi olarak çalışırken bir Alman pilota poz verdikleri, pilotun torununun geçen yıllarda fotoğrafı internette satışa çıkarması üzerine fotoğraf Çanakkale Savaşı ile simgeleşti.


CHP AFİŞİNDE BABASINI GÖRDÜ


CHP Bolu İl Teşkilatı'nın seçim propagandası çalışmaları kapsamında bastırdığı afişlerde babasının fotoğrafını görünce şaşıran 3 çocuk babası müteahhit Seyran Bayseç, partiye giderek fotoğrafı nereden bulduklarını sordu. Fotoğrafın Çanakkale Savaşı'nın simgesi olduğu cevabını alınca şaşkınlığı artan Seyran Bayseç, "Babam Çanakkale Savaşı'nda 4 yaşındaydı. Nasıl böyle bişey olabilir?" diyerek şaşkınlığını söyledi.


FOTOĞRAF ÇİĞİLİ HAVAALANINDA ÇEKİLDİ


Bolu Dağı eteğinde bulunan Elmalık Köyü'nde yaşayan Seyran Bayseç, babasının 1982'de, Niyazi Yıldırım'ın ise 1994'te köyde hayatlarını kaybettiğini söyleyerek, fotoğrafın öyküsünü şöyle anlattı:"Babamın o dönemde 4 yıl süren askerliği yapmak üzere gitmesinden yaklaşık 1 yıl önce yani 1930 yılında İstanbul- Ankara tren hattını döşemek için bizim köye Alman bir ekip gelmiş. Köyde 2-3 ay kalmışlar. Ancak Bolu Dağı'nı geçemeceyeceklerini anlayınca vazgeçmişler. Köyden giderken de `Bizimle çalışmak ister misiniz?' diyerek 12 kişiyi yanlarında götürmüşler. Onların içinde babam ve fotoğrafta yanında bulunan Niyazi Yıldırım da varmış. Çiğli Havaalanı'nda çalışmışlar. Ancak, paralarını alamamışlar. 10 kişi köye dönmüş. Babam ve Niyazi amca da 6 ay çalıştıktan sonra paralarını alamayınca köye dönmek için şantiyeden çıkmışlar. O sırada bir Alman pilot fotoğraflarını çekmiş. Babam ve Niyazi amca köyümüze ancak bir ayda gelebilmişler. Babam sağken, bize bu fotoğraftan söz ederdi. `Bir Alman bizim fotoğrafımızı çekti' derdi."


"YANLIŞI DÜZELTMEK İÇİN ÇALIŞTIM"


Çanakkale Savaşı'nda babasının 4 yaşında olduğunu kaydeden Seyran Bayseç şöyle devam etti:"Benim babam Çanakkale harbine katılmadı. Parti afişinde babamın fotoğrafını görünce, bu yanlışlığı düzeltmek için çaba harcadım. Bir televizyon programına katılmak istedim. Ancak, programa kabul edilmedim. Bana fotoğrafın bu şekilde kullanılması nedeniyle mahkemeye başvurmamı söylediler. Ben de `Neden mahkemeye başvurayım?' dedim. Ben babamın fotoğrafının bu şekilde kullanılmasından rahatsız değilim. Ancak bunun doğrusunu da ortaya çıkarmak istiyordum. Genelkurmay Başkanlığı'ndan babamın nasıl bir asker olduğunun ortaya çıkarılmasını istedim. Böylece, o fotoğrafın Çanakkale harbinde çekilmediğini kanıtlayacaktım. Çünkü babam İzmir'den geldikten kısa bir süre sonra askere gitti. Askerliği'ni Siirt'te yaptı. Orada `Dersim ayaklanmasının' bastırılmasında görev aldı. Babam, başarılı bir askerdi. Hatta 4 yıl sonra askerden gelince Bolu Alay Komutanlığı'nda başarısından dolayı mükafatlandırılmıştı. Niyazi amca da babamla aynı dönemde yaptı askerliğini. Ama bildiğim kadarıyla o Adapazarı'nda yaptı."Annesi ve babasının birlikte çekilmiş fotoğrafını gösterip, iki fotoğrafı karşılaştıran Seyran Bayseç, "Babam iki fotoğrafta da aynı pozu vermiş. Bu iki fotoğrafa baktığınızda, o fotoğraftaki kişinin babam olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz" dedi.




İSTANBUL'DA POLİS, YAKALANAN PKK'LILARA


ÇANAKKALE ZAFERİNİ ANLATIYOR







Terör örgütü PKK ile mücadele eden İstanbul Emniyet'i polisiye tedbirlerin dışında farklı bir yöntem uygulamaya başladı.
















Yakalanan militanlara Çanakkale Zaferi'ni ve şehitleri anlatan polis, olumlu sonuçlar alınca uygulamayı genişletme kararı aldı. Emniyet, önce Çanakkale'de yatan Kürt kökenli şehitlerin kabirlerini gösteren özel bir fotoğraf albümü hazırlattı. Bu fikir, Emniyet'e gönderilen ilginç bir mektubun sonrasında ortaya çıkmış. Cezaevinde bulunan bir militana ait mektuptaki "Babamın tavsiyesi üzerine gittiğim Çanakkale'de, şehitlerimizi gördükten sonra terör eylemi yapamadım ve polise teslim oldum." ifadeleri polisi harekete geçirdi. Emniyet, terörle mücadelede Çanakkale Zaferi'nin hatırlatılması yöntemini 81 ilin emniyet müdürlüğüne yazı ile tavsiye etti.


İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü "Bölücü Terörle Mücadele Büro Amirliği" birkaç senedir eğitim amaçlı yöntemlere ağırlık veriyor. Görevli polisler Çanakkale'ye giderek Doğu ve Güneydoğulu şehitlere ait mezar taşlarının tek tek fotoğraflarını çekerek özel bir albüm hazırladı. Albüm, TEM Büro'ya sorgulanmak üzere getirilen terör örgütü mensuplarına ve onların ailelerine gösteriliyor. Bir emniyet mensubu, çalışmanın amacını şöyle anlatıyor: "Osmanlı İmparatorluğu'nda Türkler, Ermeniler, Araplar, Rumlar ve Kürtler olmak üzere beş asli unsur vardı. Ne yazık ki beşinci unsur Kürtler üzerinde bugün ciddi oyunlar oynanıyor. Bu oyunun dış kaynaklı olduğu unutulmamalı. TEM Şube'de sözün bittiği zaman dilimleri oluyor. O zaman şubeye getirilen terör örgütü mensuplarına yönelik davranışlarımız, göz göze gelmelerimiz önemli oluyor. Bu fotoğraflarla onlara güzellikle şunu anlatmaya çalışıyoruz. Çanakkale'de o gün bizleri bir araya getiren o his ne ise bugün de bu ülkede bizleri bir arada tutan his aynı." Söz konusu mücadele yönteminde terör örgütü mensubundan gelen bir mektubun da etkisi olmuş. Vanlı bir terör örgütü mensubu İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne cezaevinden yazdığı mektubunda, Çanakkale'nin kendisi üzerindeki etkisini anlatmış. Terör örgütü PKK üyesi, mektubunda örgüte katılacağını hisseden babasının sözlerinden hareketle hislerini ifade etmiş.


Daha sonra polise teslim olan Vanlı gencin mektubu hâlâ İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde saklanıyor. Vanlı genç, polise teslim olduktan sonra örgüt üyesi olarak geçirdiği yedi yılı, yaptığı eylemleri de bir bir polise anlatmış. Genç bununla da kalmayıp 250'ye yakın terör örgütü mensubunun fotoğrafını tek tek teşhis etmiş. Söz konusu bu olay ilerleyen günlerde TEM Şube'de görev yapan bir başkomiser tarafından kaleme alınan kitapta da yer alacak.


Çanakkale'ye giden İstanbul TEM Şube personelinin çektiği bir fotoğrafta yan yana yatmakta olan Doğu ve Güneydoğulu dört şehit mezarı dikkat çekiyor. Söz konusu dört mezar Diyarbakır doğumlu Mehmet oğlu Selahattin'e, Kars doğumlu Mahmut oğlu Ahmet'e, Mardin doğumlu Askeri oğlu Ahmet'e ve Van doğumlu Mustafa oğlu Ahmet'e ait.


BİR PKK'LININ İBRETLİK MEKTUBU



"Babam bana 'Oğul bir gün bu ülkeye ihanet etmek istersen şehit düşmüş olan Çanakkale'deki dedenin mezarını ziyaret etmeden karar verme. Oraya git orada bulun ondan sonra ne yaparsan yap.' dedi. Ben buna rağmen örgütün dağ kadrosuna katılmak üzere Kandil Dağı'na gittim. Yedi yıla yakın orada eğitim gördüm. Bomba konusunda profesyonel bir eylemci olarak ortaya çıktım. Oradaki eğitimden sonra beni İstanbul'a çeşitli eylemler düzenlemek üzere gönderdiler. Eylem saatini ve bana gelecek olan malzemeleri beklemeye başladım. İlk eylem talimatımı almıştım. Verilen eylem insanın kanını donduracak nitelikte bir eylemdi. Eylemi hemen gerçekleştirme konusunda tereddüt ettim. İçimde yaşadığım çelişki beni Çanakkale'ye gitmeye mecbur etti. Oraya gidip dedemin mezarını bulduğumda ise hüngür hüngür ağladım." CANLI TARİH FATMA NİNE...


Çanakkale'nin Eceabat İlçesi'ne bağlı büyük Anafarta Köyü'nde yaşamını sürdüren 97 yaşındaki canlı tarih Fatma Hızal, savaş sırasında ve sonrasında yaşadığı olayları anlatırken gözyaşlarına engel olamadı.


Çanakkale'nin Eceabat İlçesi'ne bağlı Büyük Anafarta Köyü'nde doğan 97 yaşındaki Fatma Hızal, savaş sırasında köylerinin de bölgeye yakın olması sebebiyle büyük sıkıntılar çektiklerini ifade ederek, "Savaşın sonlarına doğru olan bölümü hatırlayabiliyorum. Bir gün 'Atatürk köyünüze gelecek' dediler. Bütün köylüler onu karşılamak için hazırlıklara başladı. Ben de o sıralarda ilkokula gidiyordum. Öğretmenimiz de şiir okumak için beni görevlendirmişti. Birden karşıdan atıyla birlikte köyümüze giriş yaptı. Başında kalpak vardı. Bütün köylüler onu alkışlarla karşıladı. Ben de o sırada öğretmenimizin bana verdiği şiir ezbere Atatürk'e okudum. Şiiri büyük bir dikkatle dinleyen Atatürk daha sonra muhtarlarla birlikte köy muhtarlığına gitti. Kendisine köyde birkaç hayvan kesilerek ikram verildi. Atatürk karşısında şiir okurken çok heyecanlanmıştım" dedi.


7 yaşındayken 90 yıl önce Atatürk'e okuduğu şiiri aynı heyecanla bir kez daha okuyan Fatma Hızal, zaman zaman heyecanlı anlar da yaşadı. Şiirini okuduktan sonra memlekete gençlerin sahip çıkmasını da isteyen Fatma Hızal, vatanın bölünmez bütünlüğü için herkesin elinden geleni yapmasını istedi.


Savaşın gerçek yüzünü çok iyi bildiğini Hızal, "Savaş sırasında bizlerden köyümüzü terk etmemiz istendi. Biz de fakir halimizle evlerimizi bırakıp üzerlerimize birkaç eşya aldıktan sonra burada bulunan bazı araçların arkasına binip Gelibolu İlçesi'ne ait köylere gittik. Orada bir süre yaşadık. Fakir olmamız nedeniyle ekmek alacak paramız yoktu. Mahallede bulunanlar ise bana 'Sen burada bulunan mahalleliyi davul çalarak sahura kaldır. Bizler de sana biraz harçlık veririz' dedi. Ben de bu şekilde davul çaldım. O paralarla ekmek alıp karnımızı doyurduk" dedi. Bu sözleri anlatırken gözyaşlarına engel olamayan Fatma Hızal, "Savaşın ne demek olduğunu burada çok iyi anlayabilirsiniz" dedi.


"BİRLİKTE OYNADIĞIMIZ RUM KIZLARI BİZLERİ KESECEKLERİNİ SÖYLÜYORLARDI"


Aynı köyde oyun oynadıkları Rum kızlarının savaş sırasında "Siz Türkler'i kıtır kıtır keseceğiz" dediklerini de belirten Fatma Hızal, "Rum kızlarıyla çok iyi arkadaştık. Savaşla birlikte onların bize karşı davranışları da değişti. Bir gün yakın arkadaşım olan bir Rum çocuk 'Sizi kıtır kıtır keseceğiz' dedi. Ben de ona 'Biz sizi keseceğiz' dedim. Sabah bir kalktık. Köyde bir tek Rum kalmamış. Herkes köyü terk etmiş. Hepsi kaçmışlar. O günden sonra da Rumlar'dan kimse burada kalmadı. Savaş çok kütü bir şey" dedi.



Büyük Anafarta Köyü'nde tek göz odalı evinde yaşamını sürdüren 97 yaşındaki Fatma Hızal, dinç dimağı ile zaman zaman kendisini ziyaret edenlere savaş sırasında yaşadıklarını anlatmaya devam ediyor. KESKİN NİŞANCI KADINLAR MÜCADELE VERDİ


Kahramanlık destanının yazıldığı Çanakkale Savaşları'nda Türk kadın savaşçılar Gelibolu Yarımadası'nın her karış toprağında yatan Mehmetçiklerin yanında göğüs göğüse çarpıştı.


Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Öğretim Üyesi Prof.Dr. A. Mete Tunçoku, daha önce inceleme fırsatı bulduğu Avustralya ve Yeni Zelanda arşivlerinde bu konuyla ilgili pek çok belgeyle karşılaştığını söyledi.


Özellikle o dönemde askerlerin "Keskin nişancı Türk kadınları", "Türk kadın savaşçıları" konularını anlatan mektup ve günlükleriyle karşılaştığını anlatan Tunçoku, Avustralya Piyade Er J.C. Davies'in annesine yazdığı şu mektupta kahraman Türk kadın savaşçılarından bahsedildiğini anlattı:


"Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü keskin nişancı bir Türk kızı, pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyunca ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak gün batmadan bir Avustralyalı tarafından vurulmasına gene de üzüldüm"


Prof. Dr. Tunçoku, Mısır'da yayınlanan "The Egyptian Gazette" adlı gazetede yer alan ve bir askerin İskenderiye'den ailesine yazdığı mektubunda, Türk kadın savaşçılardan şöyle bahsedildiğini söyledi:


"15 Ağustos 1915 pazar günü savaşa katıldık ve büyük bir tepeyi ele geçirme görevi aldık. Bu arada çok can kaybı verdik. Şarapnel parçaları, makineli tüfek mermileri yanı sıra, pusuda ateş eden keskin nişancı Türk kadın savaşçıların ateşi altında adeta cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi bizimkisi. Burada çarpışanların çoğu kadın ve kız. Kendilerini yeşile boyayıp, ağaç ve bodur bitkilerle uyum sağlamış."


Prof. Tunçoku, Yeni Zelanda'dan savaşmak için gelen Otago Birliği'ne mensup bir askerin de savaştan sonra ülkesine döndüğünde, kendisiyle yapılan ses kayıtlı görüşme sırasında, "Bir keskin nişancı Türk savaşçısını yakalamak için operasyon düzenlediklerini, bu nişancıyı ele geçirdiklerinde şaşırıp, kadın olduğunu gördüğünü" söylediğini ifade etti.


BOMBARDIMAN ALTINDA TEK KADIN GAZETECİ


ÇANAKKALE Savaşları'nı izleyen Bulgar gazeteci Wanda Zembrzuska'nın, Çanakkale cephesinde görev yapan tek kadın muhabir olduğu belirtildi.


Yıllardır Osmanlı arşivlerinde Çanakkale Savaşları'nı araştıran Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Esenkaya, kayıtlarda Bulgar gazeteci Wanda Zembrzuska'nın Çanakkale cephesinde görev yapan tek kadın gazeteci olarak göründüğünü söyledi. Cepheye Batılı ülkelerden 50'den fazla gazetecinin gelip haber yaptığını belirten Yrd. Doç. Dr. Esenkaya şunları söylerdi:


''Çanakkale cephesi açıldıktan sonra, birinci Cihan Harbi'nin diğer cephelerinde oldukça bir yavaşlama, hatta bekleme süreci başlıyor. Çünkü Çanakkale'de İngilizler kazanırsa, ki ümitleri tamamen o. Hemen İstanbul'u elde edip Mayıs ayında Almanlar'a karşı güçlü bir taarruzla Almanlar'ın işini bitirip, harbi en geç Haziran 1915'de tamamlamayı planlıyorlardı. Fakat Türkler'in hem 18 Mart, hem de sonrasında kara muhaberelerinde kahramanca mücadelesi sonucunda bütün devletler Gelibolu'da ne oluyor diye hiç umulmadık derecede sayısı 50'yi aşkın muhabirler grubunu bölgeye gönderiyordu. Wanda hanım da bunlardan biri. Bulgaristan'ın Otro Gazetesi'nin muhabiri Wanda Zembrzuska, 19 Ağustos 1915'te savaşları takip etmek için Osmanlı Genel Karargahı'ndan izin talep etmiş. O zaman henüz 24 yaşında olan Bulgar gazeteci, Romence, Fransızca, Bulgarca ve Almanca biliyor. Cephedeki ilk haberini ise Otro gazetesine 2 Eylül 1915'te ulaştırmış.''


YERALTINDAKİ ORDU KARARGAHI


Osmanlı arşivlerinden Bulgar gazetecinin 13 günlük serüvenini incelediğini ve 5 haberini bulduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Esenkaya şöyle devam etti:


''Bunların ilkinde, İstanbul'dan çıkıp Tekirdağ'a kadar olan yolculuğundan bahsediyor. Bir torpido botuna bindiklerini belirtiyor ve İstanbul'daki Çanakkale harbinin izlerini çok net biçimde aktarıyor. Tekirdağ'da mola verdiklerinde, cepheye yiyecek götüren deniz araçlarının tamamen bakliyat, kavun ve karpuz yüklü olduğunu gördüğü bilgilerine yer vermiş. Bu bilgiler ise bugün bize her yerden Çanakkale'ye büyük bir destek sağlandığını gösteriyor. Karargah izlenimlerini anlatan bir diğer haberinde ise, karargaha yaklaşırken bir uçak bombardımanı ile karşılaştıklarını, ancak ciddi anlamda bir panik yaşamadıklarından bahsediyor. Bir başka haberinde bir yüzbaşı tarafından götürüldükleri Liman Von Sanders ile karşılaşmasında, 64 yaşındaki komutandan 'ne kadar diri duruyor' diye bahsediyor. Ayrıca 5'inci Ordu karargahının toprak üstünde olmadığını, tamamen zeminde olduğu bilgisini veriyor. Mesela bizde böyle bir bilgi yoktu. Onun anısından öğrendik. Alman Paşa Liman Von Sanders ile yaptığı konuşmaya ilişkin notlarında ise Sanders'in kendisine, 'Cephede tek kadın muhabir olarak görev yapmaktan korkmuyor musunuz' diye sorduğundan bahsediyor. Ayrıca etraftaki iki farklı karargahtan bahsediyor. Birisi Alman, diğerinin ise Türk geleneklerine uygun karargahlar olduğunu söylüyor.''


AMİRAL BATIRAN MUHRİP!



NATO tatbikatı sırasında ABD uçak gemisinden atılan füzelerle yanlışlıkla vurulan TCG Muavenet Muhribi ile Çanakkale kahramanı Muavenet-i Milliye'nin hikâyesi 'belgesel' oldu. Belgesel yapımcısı Savaş Karakaş, yeni çalışmasında aynı ismi taşıyan iki Türk muhribini; "Muavenet"leri anlattı.


Ahmet Saffet idaresindeki Muavenet-Milliye, 12 Mayıs 1915 gecesi Çanakkale Boğazı'nda İngiliz Savaş gemisi H.M.S Goliath'ı 570 askeriyle batırarak destan yazmıştı.


Olayın ardından İngiliz Bahriye Nezareti Birinci Lordu W. Churchill ve Kurmay Başkanı Amiral Lord Fisher, istifa etmişti. İkinci muhrip TCG Muavenet ise, 1 Ekim 1992'deki NATO tatbikatı sırasında ABD'nin "Saratoga"dan atılan füzeyle vurulmuş ve 5 Türk denizcisi ölmüştü. ZAFER'İN CANLI ŞAHİDİ


7 çocuk 21 torun 3 tane torunun torunu bulunan Tayiş Ediz, 1. Dünya Savaşı'nı gördüğünü ve o yılları yaşadığını belirterek, Kırıkkale Yahşihan mühimmat depolarından mermi ve silahları cepheye taşıdığını, o günlerde çılgın Tayiş lakabını aldığını anlattı.


Savaş döneminde Türk milletinin çok sıkıntı çektiğini anlatan Tayiş Nine, "Bu millet kazandıkları zaferleri kolay kazanmadı. Atatürk bu millete inandı ve Türk milleti dünyaya birlik ve beraberliğin ne olduğunu öğretti" diye konuştu.


Mustafa Kemal Atatürk'ün çektiği sıkıntıyı kimsenin çekmediğini belirten Tayiş Ediz, "Şimdi sıkıntı çektiklerini söyleyenlere ben gülüyorum çünkü Türk milleti sıkıntının ne olduğunu 1. Dünya Savaşı'nda gördü ancak buna rağmen hiç kimseye boyun eğmedi, dilenmedi, imanına ve Türklüğüne güvenerek bu ülkeyi düşmana karşı amansızca savundu" dedi.


Tayiş Nine, "7 sene kıtlık gördük. Şimdiki gençlik ne gördü ki bizler ne sıkıntılar çektik. Atatürk bu vatanı bizlere kazandırmak için elinden geleni yaptı. Atatürk altında bir at ile köy köy gezerek savaşları kazandı. Yeni nesil, topraklarımıza Atatürk gibi sahip çıkmalı. Benim yaşadıklarım ve gördüklerim anlatmakla bitmez" şeklinde konuştu.


Tarihi ulu çınar olan Tayiş nine eşini otuz yıl önce kaybetmiş. Kızı Gülsüm (65) ve damadı Mehmet ile müstakil bir evde beraber yaşayan Tayiş Nine, hayatı boyunca hiç doktora gitmediğini, yemek ayrımı yapmamakla birlikte yoğurt, pekmez, turşu ve sebze yemeklerini tercih ettiğini anlattı.


Hayatı ve yaşamayı çok sevdiğini belirten Tayiş Nine hiç sinirlenmediğini, kendisini ziyarete gelenlerden çok memnun olduğunu ifade etti.


YARALILAR MUAYENE OLMADAN ŞEHİT OLDULAR


Ege Üniversitesi (EÜ) Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen "Çanakkale Muharebelerinde Sağlık Meseleleri" konulu seminerde konuşan Türk Tarihi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Mertcan Akan, savaşta birçok yaralının henüz muayenesine başlanmadan şehit olduğunu söyledi.


EÜ Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü tarafından her hafta çarşamba günleri düzenlenen seminerlere bir yenisi daha eklendi. Türk Tarihi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Mertcan Akan tarafından düzenlenen seminerin konusu, Çanakkale Zaferi'nin yaklaşan yıldönümü nedeniyle "Çanakkale Muharebelerinde Sağlık Meseleleri" oldu. Enstitü binasında düzenlenen seminerde, Osmanlı Devleti'nin o yıllardaki durumu, savaşa nasıl girdiği ve Çanakkale Savaşı'nın önemine değinen Akan, savaşa katılan komutanların ve askerlerin ağzından sağlıksız savaş koşullarının aktarıldığı anektodlar sundu.


Cephedeki en büyük sorunun susuzluk olduğunu söyleyen Mertcan Akan, "Cephede ortaya çıkan sağlık sorunları çok büyüktü. Özellikle ishal, sıtma ve iskorbüt gibi hastalıklar nedeniyle birçok asker şehit olmuştur. Cephedeki en büyük sorun ise iki tarafın da suyla çevrili olmasına rağmen susuzluktu. Savaş sırasında gölgede ölçülen sıcaklıklar 84 dereceyi buluyordu. Savaş ortamında susuzluğun ne boyutlara geldiğini tahmin etmek çok güç değildir" dedi.


Ameliyat ve dezenfektasyonun zor koşullarda yapıldığını ifade eden Akan, "Birçok yaralı henüz muayenesine başlamadan şehit olmuştu. Ameliyatlar, yetersiz malzeme ve hijyen eksikliği yüzünden oldukça zor yapılıyordu. Bu nedenle özellikle kemik ameliyatlarından sonra kangren ve gazlı kangren sonuçları artmıştı" diye konuştu.


Savaşın psikolojik etkilerine de değinen Mertcan Akan, "Böyle bir savaş ortamında akıl sağlığını korumak da oldukça zor. Bu yüzden özellikle İngiliz askerler arasında birçok intihar vakası gerçekleşmiştir. Savaşın sonunda 180 bin 436 şehit ve yaralımız vardı. Bunlardan 22 bin 610'u sağlık nedenleriyle yaralanmış ve şehit olmuştu" şeklinde konuştu.














Anzakların torunları, Dünya tarihinin en önemli olaylarından biri olarak tarihteki yerini alan Çanakkale Savaşı'nın 91. yıldönümünde, savaşta yaşamını yitirenlere saygılarını sunmak üzere her yıl Gelibolu'da buluşuyor ...


Ağustos 1914... Osmanlılar Balkan felaketinin yıkıntılarını onarmaya çalışırken Berlin, Londra ve Paris’te milyonlar coşku içinde cepheye koşuyordu. Savaşın en geç Noel’e kadar biteceğinden kuşku duyan çok azdı. Ne var ki erken bir zafer umudu sonbahar yağmurlarıyla birlikte, İsviçre sınırından Manş Denizi’ne kadar uzanan siperlere gömülüp kaldı.


Bu durum savaşın müttefik liderlerini görüş ayrılığına sürükledi: “Avrupacılar” diye adlandırılan birinci grup bütün kaynakların batı cephesine aktarılmasını, her ne pahasına olursa olsun siperlerin yarılarak geçilmesini savunurken, diğer grup ise doğudan dolaşılmasından yanaydı. Marmara Boğazları aşılırsa Osmanlılar savaştan çekilir, Rusya’ya destek götürülebilir ve bu sayede Almanya geniş cephelerde sıkıştırılabilirdi.


Akdeniz’den gelecek bir saldırı Osmanlıların beklemediği bir şey değildi. Savaş bulutları toplanırken Rusların İstanbul yakınlarına bir çıkarma planladıkları biliniyordu. Keza İngilizler ve Ruslar 1914 yazında Osmanlıların bütün yaklaşma girişimlerini geri çevirmişlerdi. 3 Kasım 1914’te Çanakkale’ye yapılan bombardıman ise güneyden gelmekte olan yeni tehlike için ek bir uyarı oldu. 1915 başlarında Mısır ve Yunanistan’dan gelen istihbaratlar ile müttefik gemilerinin Akdeniz’deki faaliyetleri, çatışmanın yaklaştığını haber verdi. Büyük kapışma için tarihi sahne hazırlanırken, yeniden yapılandırılan Türk ordusunun yarısını oluşturan 21 tümen Trakya ve Boğazlar’da toplanmaktaydı.


Çanakkale’nin ilk raundu Şubat 1915’te başladı. İngilizler kıyı tabyalarını yıkmak için 18 Mart’a kadar yedi büyük bombardıman yaptılar. Mart’ın ilk haftasında da kıyıya birkaç akın yaparak Seddülbahir’deki topları yok etmeye çalıştılar. Ölüm bu topraklara dönmüştü ve tıpkı batı cephesinde olduğu gibi burada da askerlerin çoğu düşmanını hiç görmeden son nefesini verecekti. I. Dünya Savaşı’nda muharebe alanlarının hâkimiyeti topçunun eline geçmişti. Yüzbinlerce asker son anlarında sadece yaklaşan top mermisinin ıslığını duydu.


Kastamonulu çiftçiler ve İstanbullu yedek subayların Cardiffli kömür işçileri, İskoç yaylacıları ve Avustralyalı koyun çobanlarını yöneten mağrur İngiliz subayları ile karada karşı karşıya gelmelerinden önce müttefiklerin Çanakkale’yi denizden geçme umutlarının tükenmesi gerekiyordu. Bu olay 18 Mart günü meydana geldi. Türk topçusunun engelleme ateşi nedeniyle İngiliz mayın tarama filosunun faaliyet gösterememesi ve Nusrat mayın gemisinin son gece döktüğü ek mayınlar, müttefik gemi kayıplarının kabul edilemez seviyeye çıkmasına neden olmuştu. Nusrat’ın komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey iki gün önce kalp krizi geçirmesine rağmen göreve çıkmış ve mayınları döktükten sonra dönerken ölmüştü. Çanakkale’de savaşanlar için iki yıl önceki Balkan felaketinin acısı henüz çok tazeydi. Bu durum, müttefiklerin Çanakkale’yi geçmeleri halinde meydana gelecek daha büyük felaketleri önlemek için onları büyük fedakârlıklara hazır hale getirmişti.


Neticede İngiliz donanmasının iradesi kırılmış oldu. Churchill bu olayı şöyle değerlendirmişti: “Milletlerin servetleri akıp giderken ve milyonlarca insan cephelerde ölürken, denizlerde dört–beş bin savaş gemisi dolaşırken, Nusrat gemisinin gizlice döktüğü bu yirmi demir kap harbin devamı ve dünyanın geleceği bakımından bütün diğer gayretlerden daha kesin sonuçlu oldu.” İngilizler 18 Mart’tan sonra pes edip çekilmediler. Gelibolu Yarımadası’nı ele geçirip planlarını sürdürme ısrarı içerisindeydiler. Bunun için İngiltere’den getirdikleri tümenleri Mısır’da toplanmakta olan Avustralya ve Yeni Zelanda birlikleri ile takviye edip 15 tümenlik bir güç yığdılar. Bunların hepsi Türk tümenlerinden daha çok askere sahipti ve daha iyi donatılmıştı. Ayrıca iki Fransız tümeni, İngiliz ve Fransız denizaşırı imparatorluklarından gelen Hintli ve Senegalliler ve hatta bir Yahudi mekkare (katır) taburu müttefik ordusunu tamamlıyor, Türk ordusunu destekleyen birkaç yüz Alman subay ve teknisyen ise bu muharebeleri adeta I. Dünya Savaşı’nın mikrokozmosu haline getiriyordu.


Çanakkale SAvaşı'ndan belgelerle esir ifadeleri...


"Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar: Burada dost bir vatanın toprağındasınız.


Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır..." Ulu Önder Atatürk’ün böyle seslendiği yabancı askerlerin 90 yıl önceki ifadeleri Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca yayınlanan "Destan ve Abide: Çanakkale" adlı eserinde yayınlandı. Bugüne kadar yayınlanmamış belge ve fotoğrafların da yer aldığı eser, Çanakkale destanında mertliği, cesareti ve centilmenliği gözler önüne seriyor Eserin "Belgelerle Esir İfadeleri" adlı bölümü ise ilgi çekici öğeler taşıyor. Çanakkale Savaşı’nının bazı esirlerinin ifadeleri şöyle:


-Yüzbaşı A.J.Dawes (Gurkha Rifles): ...Almanlara esir olmaktansa Türklere esir olmak daha iyidir. Çünkü, Mısır’da Mısır ordusunda ifa-yi hizmet ettiğim zaman pek çok Türk zabitan ve ahalisi ile temasta bulunduğum cihetle iyi bir surette malumat sahibiyim.




ATAM SANA KİM NE DERSE DESİN KİM SANA HAKARET EDERSE ETSİN SEN BİZİM ATAMIZSIN TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSUSUN KÜRT,ARAP,ÇERKEZ,ZAZA,ALEVİ HERNEYSE HEPİMİZ KARDEŞİZ BİZİM BU KARDEŞLEGİMİZİ BOZMAYA ÇALIŞŞALAR BİLE buna KİMSENİN GÜCÜ YETMEZ BU VATANI BÖLMEYE ÇALIŞŞALAR BİLE BÖLEMİYECEKLER BU TOPRAKLARI SATSALAR BİLE SATAMIYACAKLAR BİZ BU VATANI BELEŞ KAZANMADIK BU VATANI CANIMIZLA KANIMIZLA ANALARIMIZIN DUALARIYLA RABBİMİN YARDIMIYLA KAZANDIK KİMSE BÖLEMEYECEK ATAM RAHAT UYU SENİ MAHŞEREDEK UNUTMAYACAGIZ



BENDE seneye askere gidecem vatanı elimden gelen en iyi şekilde koruyacagım vatan sana canım feda olsunn
 
  • Beğen
Tepkiler: ' KalendeR '


' KalendeR '

' KalendeR '

Üye
Kardeş benım okumaya nefesımyetmedı ama yıne de teşekkürler
 
Doğuş Pertez

Doğuş Pertez

Admin
Atamızın büyük biri olduğunu kimse inkar edemez sanırım:)
 


Üst Alt