Allah Bazı İnsanları Neden Çirkin Yaratmıştır ?

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
pro.engineer

pro.engineer

Üye
    Konu Sahibi
Allah Bazı İnsanları Neden Çirkin Yaratmıştır ?

İçinde yaşadığımız şu kainatın en açık gerçeklerinden biri,
gerçeklerin nisbi ya da göreceli niteliğidir. Bu kainat, ya siyah ya beyaz, ya güzel ya çirkin, ya iyi ya kötü,
ya aydınlık ya karanlık gibi mutlak, kesin ve keskin ayrımların
diyarı değildir. Bilakis, siyahın ve beyazın, güzelliğin ve
çirkinliğin, iyinin ve kötünün, aydınlığın ve karanlığın
dereceleri vardır. Kainatın neden bu durumda yaratılmış olduğu sorusuna, selim
kalblerin ve müstakim akılların asırlar boyu veregeldiği ortak
bir cevap vardır: çünkü, kainatın yaratılış amacı böyle bir
derecelilik içinde gerçekleşir. Bu kainat, kendi güzelliğini,
mutlak ve sınırsız isim ve sıfatlarını görmek ve göstermek
isteyen bir Zat-ı Zülcelal tarafından yaratılmıştır; ve onun bu sırrı gerçekleştirmek üzere yarattığı insan, bunu ancak bir ‘nisbilikler,' ‘derecelilikler' dünyasında gerçekleştirebilir. Zira insanın, bir yaratılmış olarak, yaratılmışlığının zorunlu sonucu olan sınırları vardır; bilgisi, algısı, bakışı, iradesi, gücü,..
sınırlıdır. Dolayısıyla, kendisini ve kainatı yaratan Zat'ı mutlak
ilmi, iradesi ve kudreti ile kuşatıp kavrayamaz. Hakikatı,
mutlak ve sınırsız bir biçimde karşısına çıktığında, tanıyıp
tanımlayamaz. Bu durumda, hakikatı mutlak surette görmek
yerine, göz kamaşmasıyla gelen bir körleşmeye maruz kalır; tıpkı güneş ışığına baktığımızda, görme kapasitemizin
artmayıp, gözümüzün körleşmesi gibi... Bu sırdandır ki, kainatı ve insanı yaratan Zat-ı Zülcelal, alemi ‘şiddet-i zuhurundan gizlenip azamet-i kibriyasından ihtifa
ederek' yaratmış; yani, mutlak isim ve sıfatlarını ‘göreceli,'
‘dereceli' bir surette tecelli ettirmiştir. Kainatta zıtların varlığı, işte bundandır. Bu kainatı yaratan,
güzel-çirkin, iyi-kötü, fayda-zarar, mükemmel-noksan,
aydınlık-karanlık,.. gibi zıtları birbirine karıştırarak müthiş bir
çeşitlilik içinde kainatı yaratmış; bize, bu nisbilik üzerinden
O'nun mutlak isim ve sıfatlarını tanıma imkanı sağlamıştır. İnsanın kainatın içindeki mevcudları, mesela güzellik açısından çok güzel-güzel-fena sayılmaz-çirkin-çok çirkin gibi bir
sınıflamaya tabi tutabilmesi, bundan dolayıdır. Elbette, bir
adım ileri gittiğinde ‘güzel' görmediği şeylerde dahi, bir kıyas
unsuru olarak güzel şeylerdeki güzelliğin farkedilmesini
sağlama gibi güzel bir özellik görür insan. İnsanlık alemine baktığımızda da, kainatı kuşatan bu dereceliliğin insanlar arasında da değişik yansımalarını görürüz. İnsanlar, ne güç bakımından birbirine eşittir, ne akıl bakımından, ne duygu bakımından, ne ahlak ve ne de güzellik
bakımından. Güçlü-zayıf, akıllı-akılsız, iyi-kötü, duygulu-
duygusuz, güzel-çirkin zıtları arasında değişik salınımlar
sergiler insanoğlu. Bütün dünyaya iyi ahlak örneği sunan insanlar kadar, ahlakının kötülüğünden bütün dünyanın sakındığı insanlar da vardır. Gücüyle efsanelere kadar uzanmış insanlar çıktığı gibi, parmağını kıpırdatmaktan aciz insanlar da yaşamıştır. Güzelliğiyle dillere destan olanlar olduğu gibi, çirkinliğiyle şöhret bulmuş insanlar da vardır. İnsanın bu ‘dereceli tecelliler' tablosunun göze ve gönüle hoş gelen tarafına fazla bir itirazı yoktur. Buna karşılık, aklı bu
‘nisbilik' sırrını kabullense bile, her insanın vicdanı bu tablonun ‘olumsuz' gözüken tarafına dair sorular
sormaktadır. Bilge bir insan olmak, iyi bir insan olmak, hatta güçlü bir insan olmak bir derece insanın iradesine, eldeki kabiliyetleri iyi kullanmasına bağlı olduğu için, vicdanın bu
noktadaki sorularına cevap vermek nisbeten kolaydır. Ama
özellikle güzellik, sonradan edinilen bir şey olmadığı için, “İyi
ama, çirkinlerin günahı ne?” sorusu öylece ortada
kalmaktadır. üstelik, insan çalışıp gayret göstererek zekasını ve bilgisini, görgüsünü ve ahlakını güzelleştirebildiği halde, güzellik
çalışarak edinilen veya geliştirilen bir şey değildir. Dahası,
‘estetik amaçlarla' vücuduna cerrahi müdahalede bulunmak,
hatta kaşını-gözünü aldırmak, Allah ve Peygamberi (asv)
tarafından kesinlikle hoş görülmemiştir. İnsanlık tarihine, hatta yalnızca kendi yaşadığı döneme ve kendi çevresine bakan her insan, vicdanını meşgul eden bu sorunun en azından şiddetinin hafiflemesini mümkün kılacak
bir dizi gerçeği rahatlıkla kavrayabilir. Mesela, her insan, güzelliği kendisi için felakete, pek güzel olmaması ise kendisi için bir saadete dönüşmüş pek çok insan görebilir. çok güzel ama mutsuz insanların sayısı, pek güzel olmadığı halde mutlu insanların sayısından daha az değildir. Benzer şekilde, nice güzel insan, çevresinin ve kendisinin güzelliğine yönelik aşırı vurgusuyla, başkaca insani kabiliyetlerini yeterince geliştirememiş durumdadır. Güzel ama
huysuz, güzel ama şımarık, güzel ama kaprisli, güzel ama
geçimsiz diye tanımlanan insanlara her insan çevresinde rastlayabildiği gibi; güzelliğe yönelik bir vurgudan veya
güzelliğin verdiği bir güvenden dolayı akli yeteneklerini
geliştirmeye fazla özen göstermeyen insanların çokluğundan dolayıdır ki, mesela ‘aptal sarışın' diye bir deyim dillere yer
etmiş durumdadır. Gerçekte ‘güzel' insanlar, özellikle ‘sarışın güzel'ler akıl ve zeka itibarıyla ‘daha geri durumda'
yaratılmadıkları halde, bu deyimin dillere bu kadar yerleşmiş
olması, elbette anlamlıdır. Tablonun pek güzel olmayanlar, hatta ‘çirkin' denilecek
durumda olanlar tarafında ise, bunun tam zıddı görüntülere
rastlamak her zaman için olasıdır. Güzelliğiyle kaybedenler
kadar tanıdık bir olgu, ‘pek güzel olmayışı'nı kazanca
dönüştürenlerin varlığıdır. ‘Vasat' bir güzelliği olan, hatta
kimilerinin ‘çirkin' gördüğü nice insan, kimi ahlak, kimi akıl, kimi görgü itibarıyla nice güzele göre daha tercihe şayan
durumdadır. Pek güzel olmayan güzel ahlaklı bir insanın dostlarının sayısı, güzel ama huysuz insanlardan kesinlikle daha fazladır. Güvenip dayanacağı düzeyde aşikar bir güzelliği
olmayışının sevkiyle bilimde, sanatta, maneviyatta daha ileri
noktalara çıkabilmiş insanlar azımsanmayacak sayıdadır. Nitekim, Allah'ın onu yarattığı halden hoşnut olup, ‘dünyalar
güzeli' olmayışına şükreden pek çok insan olsa gerektir. Kısacası, ne güzellik tek başına insana yetmektedir; ne de yeterince güzel olmamak. Bilakis, insanın hayat yolculuğunun iyiye veya kötüye doğru seyri, Allah'ın onu yarattığı hali nasıl
değerlendirdiğine göre şekillenmektedir. Ancak, bu vakıa, insanın vicdanından kopup gelen o soruyu, şiddetinden epeyce şey kaybettirse de, büsbütün izale
etmemektedir. En başta, hem güzel, hem akıllı, hem iyi ahlaklı insanların varlığı, insanın içinde ‘yeterince güzel' görünmeyen, dahası ‘çirkin' denilebilir durumdaki insanlar açısından, bu soruyu kalıcı kılmaktadır. Bu dünyada hem güzellik, hem akıl, hem ahlak bakımından insanlığa en güzel örnek olmuş olan Resul-i Ekrem aleyhissalatu vesselamın ahiret hayatına dair, nedense
nazarlardan gizlenmiş, fazla şöhret bulmamış bir hadisi, bu
soruya kalıcı bir cevap sunmaktadır. Bu hadisten
öğrendiğimize göre, bu dünyada Allah onları hangi surette
yaratmışsa o surete razı olan; güzelliğine güvenip yahut
çirkinliğine kızıp isyana kalkışmayan; Allah'ın bu dünyada onu yarattığı hal üzere kendi insani kemalini bulup O'nun kendisini yaratış amacını gerçekleştirmeye çalışan her insanın buyur edileceği cennette, bir çarşı vardır. Ama bu çarşıda ne
alış, ne de satış vardır. Bu çarşıda, erkek ve kadın suretleri
bulunur. Cennet ehli, oraya gider, beğendiği sureti alır ve o
sureti giyinmiş olarak cennetteki evine döner. Bu hadis, bu dünyanın yaratılışındaki ‘derecelilik' hikmetine
binaen farklı suretlerde yaratılan, bu derecelilikteki hikmeti
kavramakla birlikte için için kendinden daha güzelleri görüp
onların haline imrenen, yahut kendini güzel bulsa da yeterince
güzel olmayanlar adına üzülen insanlara, müthiş bir duygusal açılım, ferahlık ve derinlik sunmaktadır. ‘Suret çarşısı' hadisinin de düşündürdüğü üzere, bu fani
dünyada aslolan, ne güzelliğine, ne de yeterince güzel
olmayışına kilitlenip kalmaktır. Bu imtihan dünyasında aslolan,
özünü güzelleştirip, bizi ve kainatı yaratan Rabbin
hoşnutluğunu kazanmamızı sağlayacak ‘güzel eylem'lerde
bulunmaktır. Bu dünyada biz O'ndan razı olup O'nu bizden razı
kılabildiğimizde, O bizi içinde ‘suret çarşısı'nın da bulunduğu
ebedi cennetlerde ağırlayacak; razı olduğu kuluna, çok
hikmetlere binaen bu dünyada vermediği suret güzelliğini
orada sunacaktır. Ne mutlu, güzelliğini nisyana yahut çirkinliğini isyana gerekçe
kılmayıp, bu dünyada siretini güzel kılıp yaşayışını güzel
eyleyerek, öte dünyada suret çarşısının müşterisi olmaya hak
kazananlara...

Not: Alıntıdır
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt