9.sınıf edebiyat konuları

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Doğuş Pertez

Doğuş Pertez

Admin
    Konu Sahibi
9.sınıf edebiyat konuları
1-EDEBİYATIN GÜZEL SANATLAR İÇİNDEKİ YERİ
İnsanda güzel duygular uyandıran, duygu düşünce ve hayal dünyasını zenginleştiren eserlere sanat eserleri denir.
Resim, müzik, mimari, heykel, şiir, edebiyat birer sanat dalıdır.
Sanat eserleri görsel (plastik) sanat eseri, fonetik sanat eseri ve dramatik(ritmik) olmak üzere üçe ayrılır. Resim, mimari, heykel, hat görsel; edebiyat ve müzik de fonetik; tiyatro, dans, sinema, bale,opera dramatik sanat dalına girer. Sanat eserinin amacı öncelikle doğruluk ve fayda değil güzelliktir. Sanat eserleri insanların duygu ve düşüncelerini anlatır. Bilimsel eserler gibi bilgilendirici ve nesnel değildir. Sanat işiyle uğraşanlara sanatçı denir.
Yukarıda verilen bilgiler doğrultusunda edebiyatın güzel sanatlar içerisindeki yeri, işitsel(fonetik) sanatlar grubu içerisindedir.
Duygu düşünce ve hayallerin söz ve yazı ile güzel ve etkili biçimde anlatılmasına edebiyat denir. Şiir, hikâye roman, , masal vb. edebiyatın türleri arasında yer alır.
Edebiyatın ana malzemesi dildir. Duygu düşünce ve hayaller dil ile anlatılır. Bu bakımdan dil güçlü bir iletişim aracıdır. Çağlar öncesinde ortaya konan eserler dil sayesinde günümüze dek varlıklarını korumuşlardır. Dil ile ortaya konan eserler edebî metinlerdir. Edebî metinler cümle ve paragraflardan meydana gelir. Paragraflar da kendi arasında anlamsal bir bağlantı kurarak edebî metni oluşturur.
2-EDEBİYATIN DİĞER BİLİM DALLARIYLA İLİŞKİSİ
Güzel sanatların bir dalı olan edebiyatın diğer bilim dallarıyla ilgisi vardır. Bir sanatçının ortaya koyduğu eser psikoloji, sosyoloji, felsefe ve tarih vb. bilimlerle ilgili olabilir. Sanatçı sosyal bir çevre içerisinde yaşar; eserini ortaya koyarken de bu çevreden etkilenir. Ele aldığı eserde kişisel duygu, düşünce ve izlenimlerini anlattığı gibi toplumun gelenek, görenek, inanç gibi değerlerini de ele alabilir. Bir sanatçının yaşamı da ortaya konan eser kadar önemlidir. Örneğin Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu” adlı romanı incelenirken; yazarın içinde bulunduğu ruhsal durumu belirlerken psikolojiden, sanatçının yetiştiği sosyal çevreyi incelerken sosyolojiden; yazarın etkilendiği akımları ve dünya görüşünü belirlerken felsefeden, eserin yazıldığı dönemi incelerken de tarih biliminden yararlanılır.
Bir edebi eserin değişik bilim dallarından yararlanması edebi esere bilimsel bir eser niteliği kazandırmaz. Çünkü edebi eser her türlü insan etkinliğinden, doğal varlık ve görünüşten faydalanır.Bu nedenle bilim dallarıyla edebi eser arasındaki farklılık güzel sanatlara özgü bakış tarzında ve değerlendirme biçimindedir.
Edebiyatın diğer bilimlerden yararlanmasının sebebi, işlenen konunun tam anlamıyla eksiksiz bir biçimde işlenmesi için gereklidir.
3.DİLİN İNSAN VE TOPLUM HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ

DİL-KÜLTÜR İLİŞKİSİ

Dil, millî kültürün ilgi alanına giren varlık dünyasını yansıtır; o milletin yapıp ettiklerinin, duyup düşündüklerinin, görüp bildiklerinin ve tüm tasavvurlarının aynasıdır. Her dil, evrenin bir başka yorumunu dile getirmektedir. Dilin zenginliği ya da yoksulluğu, o kültürün zenginliği ya da yoksulluğudur. Dilin sınırlarını, o toplumun kültürü belirler. İlgi alanı, idraki açılan, dünyası genişleyen kültürün dili de o ölçüde zenginleşir. İlim, felsefe, sanat, teknik, ****fizik velhasıl hayatın her alanında problem alanları genişledikçe dil zenginleşir. Ancak, hayatın her alanını, kendi diliyle yaşamak şarttır. Kültürün sorunu dilin sorunudur.
Kültürün temel sorunları, gelişme sürecinin yönü ve içeriği açılarından ortaya çıkar. Aynı sorunlar dilde yaşanır. Bu süreçte kültürün temel meselesi, bağımsızlığını koruyabilmektir; yani, hayatı kendi bakış açıları, değerleri ve ölçüleri ile kurabilmektir. Her dilin kendine özel atasözleri, deyimleri, nüktelerinin olması ve bunların bir başka dile aktarılmasındaki zorluklar, her dilin ayrı bir inanç yapısının, bakış açılarının, ayrı bir imkânlar ve yönelişler dünyasının eseri ve aynası olduğunu göstermektedir. Yine her dilin, öfkesini, sevincini, kokusunu, sevgisini, tasasını, saygısını ifade biçimleri de bu konularla ilgili deyimlerinin zenginlik yahut yoksulluğu da farklıdır. Bazı diller soyutta, bazı diller somutta zengindir. Bazılarında duygu ifadelerinin zenginliği, bazılarında tarafsızlık hattâ soğukluk vardır. Kültür ne ise, dil de odur. Kültürün ilgi alanları ne yönde ise, dil de o yönde zenginleşmiştir.
KÜLTÜR TAŞIYICISI OLARAK DİL
Dil, millî hafızanın, millî hatıraların, duyguların ve düşüncelerin, bütün maddî ve manevî değerlerin, bütün buluş ve yaradışların ortak hazinesidir. Millet denilen insan topluluğunun en önemli sosyal varlığıdır. Kültürün ilk ve temel unsurudur.
Kültür, varlığını nesilden nesile intikale borçludur. Kültürün nesilden nesile geçmesi, böylece devamı ve yaşaması kültür taşıyıcı eserler, eğitim ve öğretim yolu ile olur. Onun içindir ki kültür eserleri, eğitim ve öğretim kültürün hayat şartıdır. Dolayısıyla eğitim ve öğretimin esas görevi kültürün intikal ve devamını sağlamaktır.
Bir milletin fertleri arasındaki ortak duygu ve düşünce akımı dille kurulabilmektedir. Bu akım dünden bugüne, bugünden yarına dille aktarılmaktadır. Bundan dolayı dil, aynı zamanda bir kültür aktarıcısı, bir kültür taşıyıcısıdır. Bir milletin tarihi, coğrafyası, değer ölçüleri, folkloru, müziği, edebiyatı, ilmi, dünya görüşü ve millet olmayı gerçekleştiren her türlü ortak değerleri yüzyılların süzgecinden süzüle süzüle kelimelerde, deyimlerde sembolleşerek hep dil hazinesine akıtılmakta, özünü orada saklamaktadır.
Gelenek ve görenekler, dünya görüşü, din, sanat, tarih vb. dil sayesinde nesilden nesile aktarılır. Zaten bütün bu unsurların teşekkül edebilmesi için milletin meydana gelmiş olması lazımdır. Milletin ve öteki kültür unsurlarının oluşmasında en başta gelen dildir.
Kültür denilince ilk akla gelen şey dildir. Dil, millet denilen sosyal varlığı birleştirmektedir. Fertler arasında duygu ve düşünce birliği vücuda getirmektedir. Milletler duygu ve düşüncelerini yazıya geçirince daha sağlam bir birlik meydana geliyor. Çünkü yazı sayesinde duygu ve düşünceler hem zaman hem de mekân içinde yayılıyor. Biz Orhun Yazıtları sayesinde bundan bin iki yüz yıl önce Göktürklerin varlığı, meseleleri, duygu ve düşünceleri hakkında bir fikir ediniyoruz. Türklerin yöneticisi durumunda olan şahısların halkı muhatap alıp, halka hitap ettiklerini, yaptıkları işleri halka anlattıklarını görüyoruz. Bu da milletimizdeki demokrasi anlayışının yüzyıllar öncesine kadar uzandığının bir delilidir. Aynı hitap şeklini yıllar sonra 1071’de Malazgirt’te Alpaslan’da, 20. yüzyılda Atatürk’te görebiliyoruz.
Türk edebiyatı en eski çağlardan bugüne kadar, bütün safhaları, devirleri ve sosyal tabakaları ile Türk milletinin hayatını, zevkini, dünya görüşünü, yaratma gücünü gösteren bir duygu, düşünce ve hayal dünyasıdır. Halk edebiyatı halkın yaşayışının, inanç ve değer hükümlerinin bir hazinesidir. Bu edebiyat, beşikten başlayarak insan hayatının bütün safhalarını içine alır. Türk halk edebiyatı aşk, ölüm, hasret, tabiat sevgisi, gurbet, anı, din duygusu, alay, kahramanlık, ahlak gibi bütün duyguları işler. Bunların hepsi de kültürümüze ait unsurlardır ve edebiyat vasıtasıyla taşınmaktadır. Edebiyatın temel malzemesi ise dildir.
Bir şair duygu ve düşüncelerini kendi milletinin fertlerine ancak dili ile ulaştırabilir. Bir yazar, bir bilim adamı, bir devlet adamı, bir filozof görüşlerini topluma dil yolu ile yayabilir. Milletimizin dünya görüşü Yunus Emre’nin ilahilerinde, Türk halkının bayrakta sembolleşen vatan sevgisi Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nda, millî mücadele ruhu Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerinde ve bu dönemin romanlarında, İstanbul’un güzellikleri, İstanbul halkının gelenek ve görenekleri Yahya Kemal’in eserlerinde, Hüseyin Rahmi ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanlarında, Anadolu insanının yaşayışı ve değer ölçüleri Yakup Kadri ‘nin eserlerinde ebedîleşmiştir. Türk milletinin gelenekleri, folkloru, yüzlerce yıllık hayat tecrübelerinin sonuçları veciz ifadesini atasözlerinde bulmuştur. Destanlar toplum hayatını derinden etkilemiş şahıs ve olayların efsaneleşerek günümüze kadar uzanmış canlı tablolarıdır. Deyimler Türk mantığının, dil felsefesinin sembolleridir.
Kutadgu Bilig ile Divan-ü lügat-it Türk kültür hazinelerimizin en eski olanlarından sadece ikisidir. Bu satırlara sığmayacak nice eserlerimiz mevcuttur. Bunlardan kültürümüzle ilgili pek çok unsuru öğrenebiliyoruz. Kutadgu Bilig ve Divan-ü Lügat-it Türk’te Türk millî bünyesinin ortaya konulduğunu görüyoruz. Divan-ü Lügat-it Türk’te bu millî bünyenin dış yapısı üzerinde durulmuştur. Kutadgu Bilig ‘de ise bu bünyenin iç kısmıyla ilgili esaslar yer almaktadır. Bu eserlerden Türklerin yaşama şekilleri, dünya görüşü, gelenek ve görenekleri vb. öğreniyoruz. Bütün bu bilgiler bize dil vasıtasıyla intikal etmiştir.
Dil, milletler arasında da kültür taşıyabilmektedir. Zorunlu olmayan kültürün değişmelerinde bunu açıkça görebiliyoruz. Gerçi zorunlu kültür değişmelerinde de dil unsuru mutlaka vardır. İnsanları bir araya getiren dildir. Bir millet başka bir milletle temas etmek suretiyle birtakım kelimeler alabilir. Her kelime kültüre ait bir unsur olduğu için, alındığı şekliyle olmasa bile o milletin kültüründen izler taşıyacaktır. Günümüzde ulaşım ve iletişimin hızla gelişmesi kültür alış verişlerini de hızlandırmıştır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki kültürün nesilden nesile aktarılması, diğer milletlere tesir etmesi, yaşaması ve gelişmesi dil sayesinde mümkün olabilmektedir. Milleti meydana getiren unsurların başında gelen dil, aynı zamanda kültürün oluşması ve yaşamasında da en büyük görevi üstlenmiş durumdadır.
Dilin insan ve toplum hayatındaki yerini ve önemini şöyle ifade edebiliriz:
Yabancı bir ülkede olduğumuzu düşünelim ve çevremizde de hiç anlamadığımız bir dille konuşan yığınla insan olduğunu. Kesinlikle yalnız, yapayalnız olduğunu düşünür herhalde insan. Hem de öyle bir yalnızlık ki ! Etrafınızda yüzlerce insan var fakat siz hiçbirisi ile konuşamıyor ve birisine olsun derdinizi anlatamıyorsunuz. Konuşamıyor, kendinizi ifade edemiyorsunuz. Sizi anlayabilecek hiçbir kimse yok. Bu bir felakettir herhalde!
İşte önce insanı boşlukta asılı kalakalmış gibi bir yalnızlıktan kurtaran ve gittikçe bir ulus (millet) olma haline getiren DİL’ in özellikle de ANADİL in önemi budur.

Anlaşılıyor ki ; toplumları ulus haline getiren en önemli öğedir DİL.


DİL VE EDEBİYAT
Edebiyat dile dayanır. Bir şiirde, hikâyede, romanda, tiyatroda, bize heyecan veren o derin ve ulvî hisler, kafamızın içinde bir dünya yaratan hayaller ve tasvirler, varlıklarını ve tesirlerini kelimelere borçludur. Musikide ses, resimde boya, mimarîde taş ne ise edebiyatta da kelime odur.
Duymak, düşünmek, zengin bir hayal gücüne sahip olmak, şüphesiz, mühim bir şeydir. Sanatkâr, dünyayı başkalarından farklı gören insandır. Fakat duygularını dile getirmeyen bir kimseye de sanatkâr denilemez.
Anlatabilmenin güçlüğünü hissetmeyen yazar yoktur. Makberin Mukaddime’sinde Abdülhâk Hâmid bundan şikâyet eder. Mai ve Siyah romanında şair Ahmet Cemil dil ile duygu arasındaki uçurumu çok güzel belirtir. Orhan Veli, o güzel “Anlatamıyorum” şiirinde aynı dertten şikâyetçidir. Tanpınar, yazılarında ısrarla dil üzerinde durur.
Duyulara, duygulara, hayallere en uygun kelimeleri nasıl bulmalı? Yazılan ve konuşulan dilde aşağı yukarı aynı manaya gelen beş altı kelime ve tabir vardır. Yazar bunlardan birisini seçer. Sanat bu seçimle başlar.
Dil deyince daima şunu hatırdan çıkarmamak lâzımdır. Dil, insanın ve hayatın en canlı parçasıdır. Kelime ile hayat arasında çok ince damar ve sinir ağları ile örülü münasebetler vardır. Küçük ses organizmalarından ibaret olan dili, hayat kadar mühim yapan da budur. Yerinde kullanılmayan bir kelime ebedî olacak bir mısrayı topal ve sakat yapar. Bundan dolayı gerçek sanatkâr kullandığı her kelime üzerinde titrer. Yahya Kemal bazı şiirlerini 20–30 yılda bitirebilmiştir. Fakat Türk edebiyatında onun kadar büyük bir şair de yetişmemiştir. Türk dili var oldukça onun şiirleri de yaşayacaktır.
Dil ile edebiyat arasındaki münasebet tek bir şekilden ibaret değildir. Dilde on binlerce kelime, tabir ve ifade şekli vardır. Bunlardan her birinin huyu ve suyu farklıdır. Edebiyatta “şahsî üslûp” denilen şey bu tecrübenin bir neticesidir. Seçtiği kelime, yaptığı cümle bir edebiyatçıyı yaşatır veya öldürür.
Dil ile edebiyat arasında nasıl bir ilişki vardır?
Bilim, sanat, felsefe vb. alanlarda özel anlamda kullanılan sözlere terim denildiğini anımsayınız.
Dil bir iletişim aracıdır. Duygu, düşünce ve istekler dil ile aktarılır. Duygu ve düşüncelerin aktarılmasında sözü söyleyen kişi kaynak, söylenen bir söz (mesaj, ileti) , iletilen sözü alan alıcı ve bir de iletişimin yapıldığı iletişim ortamı vardır. Bu düzeneğe iletişim sistemi denir. Bu yönüyle dil en etkin bir iletişim aracıdır.
Her sanat dalının kendini ifade ediş tarzı farklıdır. Ressam renklerle, müzisyen seslerle, mimar ana maddesi toprak ve taş olan maddelerle sanatını yerine getirir. Edebiyatın da ana malzemesi dildir. Dil sayesinde duygular, düşünceler, sevinçler üzüntüler dile getirilir. Bu bakımdan dil olmadan edebiyat olmaz; dil edebiyatı, edebiyat da dili besler, geliştirir. Edebi eserler sayesinde dil gelişir; anlam zenginliği kazanır ve sözcük sayısı artar. Bu yönüyle dil altına, şair ve yazarlar da bu altını işleyen kuyumcuya benzetilir. Hikâyeler, romanlar, şiirler, tiyatro türündeki eserler dil ile yazılır.
Dilin diğer önemli bir yanı da ulusal birlik ve beraberliği sağlamasıdır. Aynı dili konuşan, aynı duygu düşünce ve zevkleri paylaşanlar, kederde ve kıvançta birlikte hareket ederler.
Bir ulusun maddî ve manevî alanda ortaya koyduğu tüm eserler kültürü oluşturur.
Edebiyat da kültürün içerisinde yer alan bir sanat dalıdır. Örneğin İslâmiyet’ten önceki dönemde yazılmış olan ürünlerden destanlar, koşuklar, savlar sayesinde biz o dönemin kültürünü, yaşam biçimini, inançlarını öğreniriz.
__________________
DİLİN TANIMI:
Dil: Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendi kanunları içerisinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; bin yıllar boyunca gelişerek meydana gelmiş bir sosyal kurum; seslerden örülmüş bir ağ; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemidir.
Dilin İşlevleri:
1-Göndericilik(Göndergesel) İşlevi ilin mesajı tanıtmak için kullanılması
2-Kanalı Kontrol İşlevi: Dilin alıcının mesajı alıp almadığını kontrol için kullanılması
3-Şiirsel İşlevi: Dilin sanatsal metinlerde ve şiirlerde kullanımı
4-Dil Ötesi İşlevi: Dilin dilbilgisi anlatımında kullanımı
5-Alıcıyı Harekete Geçirme İşlevi: Dilin ,alıcının bir iş yapmasını istemek amacıyla kullanılması
6-Heyecan Bildirme İşlevi: Dilin,coşku ve heyecanları dile getirmek için kullanılması




Yazı Dili ve Konuşma Dili
Bir dilin iki cephesi vardır: Biri, insanların karşı karşıya geldikleri zaman sesli olarak görüşürken, yani konuşurken kullandıkları “konuşma dili”, öteki yazıda kullanılan dildir. Buna “yazı dili” veya “kültür dili” de denilmektedir. Kültür dili bir memleketin kültür merkezi olarak gelişen yerleşim biriminin dilidir.

Bir dilin yazısı çoğu zaman lehçelerinden veya ağızlarından birine göre, yazı lehçesine göre şekillenir. Yazılan dil ise din, edebiyat ve ilim adamları tarafından işlenerek zenginleşir ve konuşma dilinden az çok farklılaşır. Bizim yazı lehçemiz Batı Türk Dili'nin Anadolu lehçesidir. Yeni Türkçede ses özellikleri ve çekim yönlerinden İstanbul ağzı esas sayılır.

Bir milletin bütün aydınları yazı dilini bilirler ve yazı lehçesini konuşurlar. Yazı dili lehçe ve ağızların alabildiğine farklılaşmasını önler. Hepsinin zenginliklerinden faydalandığı gibi onları ortak bir kaynaktan zenginleştirir. Dil millî birliğin çimentosudur. Ayni dili konuşan insan toplulukları bir millet sayılırlar ve hemen her zaman ayrı, bağımsız bir devlet kurmuş bulunurlar.
Ana dili nedir?
İnsanın doğup büyüdüğü aile ve soyca bağlı bulunduğu toplum çevresinden öğrendiği, bilinçaltına inen ve kişilerle toplum arasındaki ilişkilerde en güçlü bağı oluşturan dil.


4-METİN

ALIŞVERİŞTE TERCİH, İNTERNET
Ankara (AA) Dünya nüfusunun onda birinin, internet üzerinden alışveriş yaptığı bildirildi. Tüketici araştırmasına göre dünyada 627 milyondan fazla kişi bugüne dek internetten alışveriş yaptı. Araştırmaya göre, sadece geçen ay 325 milyon kişi online alışveriş gerçekleştirmiş. Buna göre Almanya, Avusturya ve İngilitere’de internet kullanıcılarının yüzde 95’i internet üzerinden alışveriş yapıyor. Asya Pasifik Bölgesi’nde ise en fazla online alışveriş yapan ülkeler Güney Kore ve Tayvan.
Cumhuriyet Gazetesi (7 Kasım 2005)

ELEŞTİRİ
Yeditepe’nin 1 Ocak sayısında Mehmet Fuat’ın “Usta Sanatçı" adlı bir yazısı var. Karışık bir yazı, ama ben pek sevdim. Mehmet Fuat’ta bir değişme olduğunu sanıyorum. Eski yazılarında kesin sözler daha çoktu. “Şu şöyledir.” der çıkardı. Şimdi kaçınıyor. Daha doğrusu kaçınmıyor, gene kesin sözler söylüyor, ama bir sözü söyler söylemez tersinin de doğru olabileceğini düşünüyor. Bence, gerçekten düşünmek budur işte. Çok umudum var Mehmet Fuat’tan, günden güne ilerleyeceğini umuyorum.
Sanatın öğretici olmasını, sanat adamının toplum işleriyle uğraşmasını istemekten vazgeçmiyor. Mehmet Fuat, Şinasi’nin “Hasletâmüzi edeb” diye başlayan edebiyat tarifini de, “Tiyatro bir mektebi edebdir.” sözünü de imzalayabilir. Ama bundan başka bir şey olduğunu da seziyor, bir ustalık arıyor sanatta. Çok iyi bütün bunlar, düşünce alanının genişlemiş olduğunu gösteriyor.Dediklerinin hepsini doğru bulmadım.
Yazısına şöyle başlamış:
Sanat sanat için mi, yoksa toplum için mi? Bu konu üzerine ardı arası kesilmez tartışmalar olurdu eskiden, artık bir önemi kalmadı. Sanat toplum içindir diyenler daha ağır bastılar. Genç sanatçıların büyük bir çoğunluğu da onların peşine takılınca tartışmaların sonu alınmış oldu. Sanat sanat içindir sözüne artık kimse aldırmıyor.
Duralım. Önce şu “peşine” sözünü Mehmet Fuat’a yakıştıramadığımı söyleyeceğim. Açık, yalın bir Türkçeye özeniyor, Farsçadan alıp çoğu yanlış kullandığımız o “piş, peş” sözünü neden kullanır? Atıversin onu da... Gelelim dediğine. Onu söyler söylemez kendi de belli, pişman olmuş, dokunduğu tartışmanın önemini, öyle çabuk çabuk çözümlenecek bir konu üzerine olmadığını hatırlamış, yargısını hafifletmeğe çalışıyor. Şöyle diyor:
Aynı konu üzerinde iki zıt düşünce çarpıştı, biri öbürüne üstün çıktı, o kadar. Yenenin eksiksiz, yenilenin ise bütünü ile yanlış olduğunu kim söylemiş?
Ben, bu konularda, yenmenin, yenilmenin ne demek olduğunu pek anlayamıyorum. “Sanat sanat içindir.” diyenler yenilmemiştir, gene öyle söylüyorlar, bundan sonra da söyleyecekler. Mehmet Fuat kendi kendisiyle çarpışıyor, gene de saltık bir doğrunun bulunacağından, bir düşüncenin yanlışlığı gösterilip atılacağından umudunu kesemiyor. Biraz daha düşünsün, hiçbir doğrunun feda edilemeyeceğini, bir tartışmada kimsenin kimseyi yenemeyeceğini daha iyi anlar.
Nurullah Ataç
(Dergilerde)






ANLATAMIYORUM
Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz, Göz yaşlarıma ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
Orhan Veli

Yukarıdaki ilk metin gazeteden alınmış bir haber yazısıdır. İkinci metin bir eleştiri üçüncüsü de bir şiirdir.
Okuduğunuz metinler cümlelerden oluşmuştur.
Cümle, bir duyguyu, bir düşünceyi bir isteği ya da bir olayı tam olarak anlatan ve bir yargı bildiren söz grubudur. Cümlede kesin bir yargı bulunur; kaç sözcükten oluşursa oluşsun yargı bildirmeyen söz grubuna cümle denmez. Yargı bildiren tek bir söz de olsa cümle sayılır. Bu nedenle bir metnin en küçük anlamlı öğesi cümledir.
Metinde cümlelerin arka arkaya anlamsal bir bağlantı kurularak sıralanmasından paragraflar oluşur. Paragrafta bir ana fikir etrafında sıralanmış cümleler bulunur. Metinde paragraflar düşünce birimidir. Bir paragraftan diğerine geçerken dil, düşünce ve anlam birliği sağlanır. Metindeki paragrafın içinde giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunur.
Metinde paragraflar anlatılan konunun boyutuna göre uzunluk ya da kısalık gösterir. Birkaç cümleden oluşan paragraflar olduğu gibi tek cümleden oluşan paragraflar da vardır.
Paragrafların bir araya gelmesinden de bir metin (makale, fıkra, söyleşi, deneme, hikâye, roman vb.) oluşur. Her metnin bir ana düşüncesi vardır. Metinde ana düşünceyi destekleyen yardımcı düşünceler paragraflarda dile getirilir. Ana düşünce metinde bir cümle olarak belirtilebileceği gibi yazının bütününden de çıkartılabilir. Metin giriş , gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur.
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi metinler bir duygu, düşünce, istek ya da olayı anlatmada araç olarak kullanılır.
Edebiyat alanına giren eserler kesin olmamakla birlikte belirli niteliklerine göre “sanat eserleri” ve “düşünce eserleri” olmak üzere ikiye ayrılır.
Sanatçıların duygu, düşünce ve hayallerini güzel ve etkili biçimde anlatması sonucu oluşan eserlere sanat eserleri denir. Şiir, hikâye roman, tiyatro, söylev bu tür eserlerdir.
Okuyucuyu aydınlatmak, düşündürmek onlara bazı bilgiler vermek amacıyla yazılan eserlere de düşünce eserleri denir. Makale, fıkra deneme, eleştiri, söyleşi, anı, günlük türündeki eserler düşünce eserleridir.

Sanatçının veya yazarın ortaya koyduğu eser zaman zaman düşünce eseri; düşünce eseri de sanat eseri niteliği gösterebilir. Örneğin şiir, hikâye, roman ele alınan konunun özelliğine göre düşünce eseri sayılabilir.
METİNLERİN ANLATIM YOLLARI(İFADE ŞEKİLLERİ)
Duygu, düşünce ve hayallerin sözle ya da yazıyla güzel ve etkili bir şekilde anlatılmasına edebiyat denildiğini biliyorsunuz.
Demek ki edebiyat ürünleri sözlü ve yazılı olmak üzere iki türlü dile getirilmektedir. Bunlardan sözle yapılan anlatıma sözlü anlatım; yazıyla yapılarına da yazılı anlatım denir.
Sözlü Anlatım
Duygu düşünce ve hayallerin sözle dile getirilmesine sözlü anlatım denir. Sözlü anlatımda isteğin doğru, düzgün, yalın ve etkili bir biçimde söylenmesi önemlidir. Ses tonu, söyleyiş vurgu, jest ve mimikler sözün etki gücünü artırır. Gereksiz heyecan ve telaş ve yerinde yapılmayan jest ve mimikler de sözün etki gücünü düşürür. Liderler, siyasetçiler, komutanlar sözlü anlatımın gücünden yararlanırlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale Savaşı'nda; Kurtuluş Savaşı'nda ve Cumhuriyet Devri’nde yaptığı konuşmalar sözlü anlatımın başarılı örnekleridir.
Günümüzde kitle iletişim araçlarının: özellikle radyo ve televizyon kanallarının artması, toplu yaşamanın getirdiği zorunluluklar, demokratik bir ortamda karşılıklı hoşgörü ve güvenin oluşmasında sözlü anlatım önemli bir rol oynamaktadır. Sözlü anlatım; nutuk, konferans, panel, açıkoturum, sempozyum gibi türlere ayrılır.
Yazılı Anlatım
Duygu ve düşünce hayallerin güzel ve etkili biçimde yazıyla dile getirilmesine de yazılı anlatım denir. Günlük hayatta, bir mektup yazmak, not çıkarmak, bir yazı hazırlamak zorunda kalabiliriz. Duygu düşünce ve özlemlerimizi, sevinçlerimizi dizeler halinde ölçülü, uyaklı söyleyebiliriz. Ayrıca cümle ve paragraflar halinde bir fıkra, makale, deneme yazabilir; hatta öykü, roman, tiyatro eseri yazmak isteyebiliriz. O zaman yazılı anlatıma başvururuz.

Yazılı anlatımda yazım (imlâ) kurallarına ve noktalama işaretlerine dikkat edilir. Yerinde kullanılmayan noktalama işaretleri, yazım hataları sözün anlamını değiştirir.
Nesir hâlinde yazılan düşünce yazılarında giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunur. Yazının konu ile ilgili ilk bölümüne giriş; düşüncelerin açıklanıp örneklendiği, karşılaştırmaların yapıldığı bölüme gelişme; düşüncelerin bir sonuca, bir yargıya varıldığı bölüme de sonuç bölümü denir. Hikâye, roman, tiyatro gibi türlerde bu bölümlere serim, düğüm ve çözüm adı verilir.
Her yazının bir ana düşüncesi ya da ana duygusu (tema) vardır. Bir yazıda yazarın okuyucuya vermek istediği temel düşünceye ana düşünce denir. Ana düşünceyi destekleyen ve diğer paragraflarda yer alan düşüncelere de yardımcı düşünce denir. Yazı düşünceler arasında bir bağ kurularak geliştirilir.
Türk edebiyatında nesir (düz yazı) biçiminde yazılan eserlere mensur eser denir.
Yazılı anlatım nazım ve nesir olmak üzere ikiye ayrılır.
a. Nazım
Duygu, düşünce ve hayallerin ölçülü, uyaklı dizeler hâlinde anlatılmasına nazım denir.
b. Nesir
Duygu düşünce ve hayallerin cümle ve paragraflar hâlinde dil bilgisi kurallarına uygun olarak anlatılmasına nesir denir. Nesir sözü Arapça dağıtmak, saçmak, yaymak anlamlarına gelir. Burada kastedilen duygu ve düşüncenin açılması, yayılması, yani açık seçik anlaşılır hâle gelmesidir. Nesirde düşünceler ifade edilirken noktalama işaretlerine, yazım (imlâ) kurallarına uyulur. Yerinde kullanılmayan işaretler cümlenin anlamını bozar.

Güzel bir cümlede şu nitelikler bulunur:
Açıklık: Söylenmek istenen düşüncenin herkes tarafından aynı şekilde kolayca anlaşılmasıdır.
Duruluk: Düşünce ve duygunun gerektiği kadar sözcükle anlatılmasıdır. Duru bir cümlede gereksiz sözcüklere ve öğelere yer verilmez.
Yalınlık (sadelik): Süse ve gösterişe kaçmadan, az sözle duygu ve düşüncelerin dile getirilmesidir.
Akıcılık: Yazıda dile takılacak pürüzlerin olmamasına akıcılık denir.

5-EDEBİ METİN

Sözlü ve Yazılı Anlatım Arasındaki Benzerlikler ve Farklılıklar:
Benzerlikler
Her iki anlatım yolu da iletişim aracı olarak dili kullanır. Gerek sözlü, gerekse yazılı anlatım duygu ve düşüncenin güzel ve etkili söylenmesine önem verir.

Farklılıklar
Sözlü anlatımda sözlerin daha iyi anlaşılmasını sağlamak için ses tonu, vurgu, tonlama ve söyleyiş biçimi ile jest ve mimiklere yer verilir. Yazılı anlatımda ise yazım kurallarına, noktalama işaretlerine uyulur. Sözlü anlatımda kısa cümlelere yer verilirken yazılı anlatımda daha uzun cümleler kullanılır. Sözlü anlatımda günlük konuşma dilinin olanaklarından yararlanılır, kısa ve devrik cümlelerle sözün gücü artırılır. Sözlü anlatımda dinlenilen konunun tekrarı yoktur; yazılı anlatımda tekrar tekrar metni okuma olanağı vardır.


Edebiyatın tanımı ile ilgili verilen bilgileri anımsamaya çalışınız.
Edebi metinlerin sanatçıların duygu, düşünce ve izlenimlerini dile getirmek için bir araç olduğunu biliyorsunuz.
Peki sanatçı niçin yazar?
Sanatçı toplum içerisinde yaşayan bir birey olarak birtakım duygular ve heyecanlar duyar ve bunları ifade etmek ister. Önüne geçilmez bir “yaratma, ortaya koyma” arzusu içerisindedir. Sanatçı duygu ve heyecanlarını eserinde dile getirir ve ruhunun derinliklerindekileri bizimle paylaşır. Böylece ortaya konan eserde sanatçının kişilik özellikleri görülür. Sanatçı eserini ortaya koyarken duygu düşünce ve hayalleriyle birlikte az çok kendi hikâyesini de anlatır.
Sanatçılar başka insanlar gibi etrafındakilerle dertleşmek yerine duygu düşünce ve hayallerini kafasında canlandırır, kurgular sonra da eserini yazar.
Sanatçılar eserlerinde, söyleyeceklerini ya kendisi doğrudan söyler ya da kahramanlarına söyletir. Bazen bu iki tarzı bir arada kullanır.

Edebi eser nedir?
İnsanda estetik duygular uyandıran, insanların duygu düşünce ve hayal dünyasını zenginleştiren dil ürünü eserlere edebî eser denir. Bu anlamda hikâyeler, romanlar, şiirler, tiyatro eserleri, masallar vb. türlerinde yazılanlar birer edebi eserdir. Biz bu eserleri okuduğumuzda içimizde bir coşku, bir heyecan duyarız.
Edebî eserlerin özellikleri şöyle söylenebilir:
*İnsanların duygu, düşünce ve hayal dünyasını geliştirir, zenginleştirir.
*İnsanlar arasında dostluğun kurulmasını sağlar. Çevremizdeki güzellikleri bize gösterir.
*Kişinin hissettiği ancak tanımlayamadığı duyguları tanımlar.
*Bir edebî eseri okuyan kişi psikolojik yönden rahatlar, o eserin kahramanıyla empati kurar, onunla bütünleşir.
*Edebî eserler yazıldıkları çağın dil, kültür ve sanat anlayışını yansıtır. Örneğin Tanzimat Edebiyatı şair ve yazarlarından Namık Kemal’in eserlerinde o devrin sanat anlayışını, aile, gelenek, görenek ve evlenme gibi konularını görebiliriz.

Edebî eserlerin yararları nelerdir? Bir edebî eseri okuduğunuzda neler hissedersiniz?
Çağlar boyunca insanlar edebî metinlerle her mekanda ve zamanda anlatma, gösterime ve coşku ile dile getirme biçiminde kendilerini ifade etmişlerdir. Destan, hikâye, roman türleriyle anlatma; komedya, tragedya, dram, opera vb. türleriyle gösterme; şiirle coşku ve heyecanlarını dile getirmişlerdir.


OTUZ BEŞ YAŞ ŞİİRİ
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.






Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız

Gökyüzünün başka rengi de varmış
Geç fark ettim taşın sert olduğunu
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
CAHİT SITKI TARANCI


Bu şiirde herkes kendi yaşantısından bir parça bulacaktır. Kimisi geçen günleri
hüzünle, kimisi de sevgiyle anımsayacaktır. Bu şiir sizde ne gibi duygular uyandırıyor?
Yukarıdaki şiirde şair, otuz beş yaşına varmakla ömrün yarısının geçtiğini ve her geçen gün ölüme biraz daha yaklaştığını hissetmekte ve bu konudaki kaygı, duygu ve düşüncelerini dile getirmektedir. Şair zaman zaman karamsar duygular içerisine düşmektedir. Ancak ölümün herkesin başında olduğunu bilerek bir ölçüde teselli bulmaktadır.
Şiirde geçen Dante, İtalyan şairi Dante Alighieri (Dante Aligeri)’dir. Dante 1265 - 1321 yılları arası yaşamış ve İlahî Komedya adlı eseri ile tanınmıştır.

Şiirde bazı sözlerin farklı anlamlarda kullanıldığına dikkat ediniz.
"Şakaklara kar yağması”, “gözler altındaki mor halkalar”, “uyudun
uyanamadın”, “her yıl biraz daha benimsediğim” sözlerinin anlamları nedir?

6-EDEBİYAT VE GERÇEKLİK


Sanat ve edebiyat,her dönemde ve her yerde gerçekliğin sanat yoluyla ifadesidir.
Sanat,insanın doğayla ve insanla ilişkilerinin insana özgü özelliklerinden hareketle,dönüştürülüp değiştirilerek yorumlanması ve anlatılmasıdır.
Gerçek ve gerçekliğin insana özgü bir özellikten yola çıkılarak dönüştürülmesi,değiştirilmesi ve anlatılması söz konusudur; gerçek ve gerçekliğin dışına çıkmak söz konusu değildir.
Sanat, gerçeğin ve gerçekliğin bilimsel ve gündelik olandan farklı anlatılması sonucu ortaya çıkar.
Bu anlatımda değiştirme, dönüştürme ve yorumlama vardır.
Değiştirme, dönüştürme ve yorumlamanın amacı, insanı ilişkiler bütünü içinde daha iyi anlama ve yorumlamadır.
Bunun için her sanat eseri, insana özgü bir özelliği daha iyi ve daha güzel somutlaştırmak, yani görünür,anlaşılır,yorumlanır kılma gayretinin ürünüdür.
Düzenlenen bu olay örgüsü belirli kişiye,mekana ait olmadığı için yeniden yorumlanma ve farklı bağlamlarda yeni anlamlar kazanma özelliğini de yapısında taşır.
Soyut olan gerçek ve gerçeklik özünün somutlaştırılması bir bakıma onun bir sanat geleneği içinde yorumlanmasıdır.
Bu yorum ve anlatmada dönemin dili, felsefe ve bilim alanındaki tartışmaları, her türlü siyasi,sosyal ve kültürel olayları malzeme olarak kullanılır.
Edebi metin doğa bilimlerinden ve onların ortaya koyduğu her türlü veriden yararlanır.
Kültür bilimleri ürünlerini yorumlar ve değerlendirir.
Edebi metinlerin konusu insanın doğa ve kültürle, insanın kendi kendisiyle ilişkilerinde aranmalıdır
Her edebi metne böyle geniş bir yelpazeden yaklaşmak onun işlediği konuyu daha iyi kavramaya imkân verir.









Öğretici metin örneği:
TOROS DAĞLARI
Jeomorfolojik bakımdan Türkiye’nin Akdeniz kıyıları boyunca yaylar çizerek yükselen ve daha ötede Doğu Anadolu’nun içlerine doğru uzanan sıradağlar sisteminin genel adı. Kesim kesim değişik adlar alan Toroslar tektonik bakımdan çoğu yerde Torid, bazı kesimlerinde ise Anatolid ve kenar kıvrımları birimlerinin sınırları içindedir. Bugünkü yükseltilerine, Birinci Zamandan beri uzun ve karmaşık bir evrimi geçirdikten ve çoğu yerde aşınmalarla birkaç kez düzleştirildikten sonra Miyosenxi izleyen yakın dönemdeki epirjenik hareketlerle erişmişlerdir.
Geniş anlamda Toroslar, biri dış, öteki iç olmak üzere iki sıra meydana getirirler. Dış sırayı Kıbrıs Dağları ile onların uzantısı olan Amanos Dağları ve Güneydoğu Toroslar oluşturur. Daha kuzeydeki iç sıra ise Antalya Körfezi’nin iki yanında birbirine yaklaşarak uzanan Batı Toroslardan batıda Teke Yöresi dağları, Doğuda Sultan Dağları, Geyik Dağları Taşeli Platosu ile Uzunyayla arasındaki Orta Toroslardan Bolkar Dağları, Aladağlar, Hınzır ve Binboğa Dağları ve daha ötede Doğu Anadolu’nun iç kesimlerine sokulan ve eskiden Antitoros da denilen Doğu Toroslardan (Munzur, Karasu, Araş dağları) meydana gelir.
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi

ÖĞRETİCİ METNİN ÖZELLİKLERİ
1.Dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır.
2.Söz sanatlarına, kelimelerin mecaz anlamlarına yer verilmez.
3.Verilen bilgiler örneklerle ve tanımlarla pekiştirilir.
4.Daha çok nesnel cümleler kullanılır.
5.Açıklama, aydınlatma, bilgi verme amaçlarıyla yazılır.
6.Öğretici metnin anlaşılması ve yorumlanması için okuyucunun verilen bilgiyi kavrayabilecek birikime sahip olması gerekir.
7.İfade hiçbir engele uğramadan akıp gider.
8.Gereksiz söz tekrarı yapılmaz.
9.Ses akışını bozan, söylenmesi güç sesler ve kelimeler yoktur.
10.Dil ve ifade sade, gösterişsiz ve pürüzsüzdür.
11.Düşünce ve duygular kısa ve kesin ifadelerle dile getirilir.
12.Bu anlatım türü daha çok ansiklopedilerde ve ders kitaplarında kullanılır.

ÖĞRETİCİ METİN TÜRLERİ:

1-Tarihi metinler
2- Felsefi metinler
3-Bilimsel metinler
4-Gazete çevresinde gelişen metinler(Makale,deneme,fıkra,s ohbet,röportaj,eleşt iri)
5-Kişisel hayatı konu alan metinler(Hatıra,gezi,biyografi ,otobiyografi,mektup ,günlük)


Edebi metin örneği:
TOROS DAĞLARI
Toros dağlarının etekleri ta Akdeniz’den başlar. Kıyıları döven ak köpüklerden sonra doruklara doğru yavaş yavaş yükselir. Akdeniz’in üstünde daima, top top ak bulutlar salınır. Kıyılar dümdüz, cilâlanmış gibi düz killi topraklardır. Killi toprak et gibidir. Bu kıyılar saatlerce içe kadar deniz kokar, tuz kokar. Tuz keskindir. Düz, killi, sürülmüş topraklardan sonra Çukurova’nın bükleri başlar. Örülmüşcesine sık çalılar, kamışlar, böğürtlenler, yaban asmaları, sazlarla kaplı, koyu yeşil, ucu bucağı belirsiz alanlardır bunlar. Karanlık bir ormandan daha yabani, daha karanlık!
Biraz daha içeri, bir taraftan Anavarza’ya, bir taraftan Osmaniye’yi geçip İslahiye’ye gidilecek olursa geniş bataklıklara varılır. Bataklıklar yaz aylarında fıkır fıkır kaynar. Kirli, pistir. Kokudan yanına yaklaşılmaz. Çürümüş saz, çürümüş ot, ağaç, kamış, çürümüş toprak kokar. Kışınsa duru, pırıl pırıl, taşkın bir sudur. Yazın otlardan, sazlardan suyun yüzü gözükmez. Kışınsa çarşaf gibi açılır. Bataklıklar geçildikten sonra, tekrar sürülmüş tarlalara gelinir. Toprak yağlı, ışıl ısıldır. Bire kırk, bire elli vermeğe hazırlanmıştır. Sıcacık, yumuşacıktır.
Üstleri ağır kokulu mersin ağaçlarıyla kaplı tepeler geçildikten sonradır ki, kayalar birdenbire başlar. İnsan birden ürker. Kayalarla birlikte çam ağaçları da başlar.
Çamların birer billur parıltısındaki sakızları buralarda toprağa sızar. İlk çamlar geçildikten sonra, gene düzlükler vardır. Bu düzlükler boz topraktır. Verimsiz, kıraç... Buralardan Toros’un karlı dorukları yanındaymış, elini uzatsan tutacakmışsın gibi gözükür.
Yaşar Kemal

(İnce Memed)





Edebi metinlerde anlatılan gerçeklik sosyal hayattaki gerçekliğin aynısı değildir. Yazarlar günlük hayatta karşılaştığımız ya da karşılaşabileceğimiz nitelikteki olayları oldukları gibi değil kendi iç dünyalarında kurguladıktan sonra dışa yansıtırlar. Edebi metinlerdeki kahramanlar da çevremizdeki kişilere benzer. Yazarlar çok iyi tanıdıkları bir kaç kişinin özelliklerini bir kişi üzerinde toplayabilir. Olayları ve kişileri iyice kurguladıktan sonra eserini yazar.
Edebî metnin konusu, doğa ile ilişki hâlinde olan, duyan, düşünen, tasarlayan ve yaşayan insandır.

Edebî metinler kurmaca metinlerdir. Sanatçılar çevremizde gördüğümüz olayları alırlar; kendi iç dünyalarında kurguladıktan sonra yazarlar. Dili farklı anlamlarda kullanırlar. Sözcüklere farklı anlamlar yüklerler, böylece duygu ve düşüncelerini daha güzel bir şekilde ifade etmiş olurlar. Yazdıkları eserleriyle bizim duygu ve hayal dünyamızı zenginleştirirler. Her edebî eser kendi içerisinde organik bir bütündür. Onun güzelliği buna dayanır. Mükemmeliyet eseri oluşturan unsurlar arasında kurulan ahenkten ibarettir, onu anlamak ve değerlendirmek için eserin dikkatli bir şekilde incelenmesi gerekir.

1. ŞİİR İNCELEME YÖNTEMİ
A. ŞİİR VE ZİHNİYET

UYARI
“Zihniyet” terimi ile bir dönemdeki soyal, siyasî , idarî, adlî, askerî, dinî güçlerin, sivil toplum örgütlerinin, ticarî hayatın, eğitim etkinliklerinin birlikte oluşturdukları ortam ve bunların hiçbirine indirgenemeyen duygu, anlayış ve zevk bütünü kastedilmektedir.


1. KOŞUK
Tümen çiçek tizildi
Bükünden ol yazıldı
Öküş yatıp üzüldi
Yirde kopa adrışur

Kızıl sarig arkaşıp
Yipkin yaşıl yüzkeşip
Bir bir kerü yürkeşüp
Yalnguk anı tanglaşur

GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE
Binlerce çiçek dizildi
O tomurcuklardan yayıldı
Çok yatmaktan üzüldü,
Yerden biter bitmez ayrışır.

Kızıl sarı ardı ardına
Yeşil menekşe açıyor
Birbirini sarıyor
nsan buna hayran olur.
Divanû Lügati’t Türk
GAZEL
Saba Mesih-dem olup bahardan bu gece
H›ta’ya benzedi gülflen nigardan bu gece

Sabuh içmedi gündüz çemende gül-ruhsar
Bu nergisün gözü nedür humardan bu gece

Müzeyyen oldu reyahin bezendi bağ-ı çemen
Meğer ki ba¤a haber geldi yardan bu gece


Ne dil-nevaz göründü vü hem de can efrûz
Murada erdi gönül rûzgardan bu gece
Ahmedî Mefa i lün / Fe i lâ tün / mefa i lün/ Fe i lün
İLAHİ

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır.

Okumaktan mana ne
Kişi Hakk’ın bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir.

Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eri hak bilmez isen
Abes yine yelmektir.
Yunus Emre

KOŞMA

Ala gözlerini sevdiğim dilber
Şu gelip geçtiğin yollar öğünsün
Kadir Mevlâm seni öğmüş yaratmış
Kısmeti olduğun kullar öğünsün.

Huri melek var mı senin soyunda
Kız nazarım kaldı usul boyunda
Kadir gecesinde bayram ayında
Üstüne gölge olan dallar öğünsün.
Karacaoğlan


EKMEK VE YILDIZLAR


Ekmek dizimde.
Yıldızlar uzakta. tâ uzakta.
Ekmek yiyorum yıldızlara bakarak.
Öyle dalmışım ki sormayın.
Bazen şaşırıp ekmek yerine
Yıldız yiyorum.
Oktay Rıfat

Farklı dönemlerde yazılmış şiir örnekleri okudunuz.Bu şiirler hangi dönemlerin sanat anlayışını yansıtmaktadır?
Her sanat eseri yazıldığı dönemin izlerini taşır. Sanatçılar da sosyal bir çevre içerisinde yaşarlar ve içinde yaşadıkları sosyal ve kültürel olaylardan etkilenirler. Şiirlerinde içinde yaşadıkları çağın zihniyetini yansıtırlar.
Yukarıdaki ilk metin İslâmiyetten önceki dönem Türk şiirinin özelliklerini yansıtmaktadır.


Türk edebiyatı başlangıçtan bu güne gelinceye dek kültür, sanat, siyasî ve sosyal alanda pek çok aşamalar geçirmiştir. Bunlar arasında en önemlisi İslamiyet’in kabulü ve Batı uygarlığına dönüş hareketidir. Bu iki olay toplumun yaşamında sosyal, siyasî kültürel ve ekonomik değişikliklere neden olmuştur. Başlangıçtan bu güne dek gelişen Türk edebiyatı şöyle sınıflandırılır: __________________
1. ŞİİR İNCELEME YÖNTEMİ
A. ŞİİR VE ZİHNİYET

UYARI
“Zihniyet” terimi ile bir dönemdeki soyal, siyasî , idarî, adlî, askerî, dinî güçlerin, sivil toplum örgütlerinin, ticarî hayatın, eğitim etkinliklerinin birlikte oluşturdukları ortam ve bunların hiçbirine indirgenemeyen duygu, anlayış ve zevk bütünü kastedilmektedir.


1. KOŞUK
Tümen çiçek tizildi
Bükünden ol yazıldı
Öküş yatıp üzüldi
Yirde kopa adrışur

Kızıl sarig arkaşıp
Yipkin yaşıl yüzkeşip
Bir bir kerü yürkeşüp
Yalnguk anı tanglaşur

GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE
Binlerce çiçek dizildi
O tomurcuklardan yayıldı
Çok yatmaktan üzüldü,
Yerden biter bitmez ayrışır.

Kızıl sarı ardı ardına
Yeşil menekşe açıyor
Birbirini sarıyor
nsan buna hayran olur.
Divanû Lügati’t Türk
GAZEL
Saba Mesih-dem olup bahardan bu gece
H›ta’ya benzedi gülflen nigardan bu gece

Sabuh içmedi gündüz çemende gül-ruhsar
Bu nergisün gözü nedür humardan bu gece

Müzeyyen oldu reyahin bezendi bağ-ı çemen
Meğer ki ba¤a haber geldi yardan bu gece


Ne dil-nevaz göründü vü hem de can efrûz
Murada erdi gönül rûzgardan bu gece
Ahmedî Mefa i lün / Fe i lâ tün / mefa i lün/ Fe i lün
İLAHİ

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır.

Okumaktan mana ne
Kişi Hakk’ın bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir.

Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eri hak bilmez isen
Abes yine yelmektir.
Yunus Emre

KOŞMA

Ala gözlerini sevdiğim dilber
Şu gelip geçtiğin yollar öğünsün
Kadir Mevlâm seni öğmüş yaratmış
Kısmeti olduğun kullar öğünsün.

Huri melek var mı senin soyunda
Kız nazarım kaldı usul boyunda
Kadir gecesinde bayram ayında
Üstüne gölge olan dallar öğünsün.
Karacaoğlan


EKMEK VE YILDIZLAR


Ekmek dizimde.
Yıldızlar uzakta. tâ uzakta.
Ekmek yiyorum yıldızlara bakarak.
Öyle dalmışım ki sormayın.
Bazen şaşırıp ekmek yerine
Yıldız yiyorum.
Oktay Rıfat

Farklı dönemlerde yazılmış şiir örnekleri okudunuz.Bu şiirler hangi dönemlerin sanat anlayışını yansıtmaktadır?
Her sanat eseri yazıldığı dönemin izlerini taşır. Sanatçılar da sosyal bir çevre içerisinde yaşarlar ve içinde yaşadıkları sosyal ve kültürel olaylardan etkilenirler. Şiirlerinde içinde yaşadıkları çağın zihniyetini yansıtırlar.
Yukarıdaki ilk metin İslâmiyetten önceki dönem Türk şiirinin özelliklerini yansıtmaktadır.


Türk edebiyatı başlangıçtan bu güne gelinceye dek kültür, sanat, siyasî ve sosyal alanda pek çok aşamalar geçirmiştir. Bunlar arasında en önemlisi İslamiyet’in kabulü ve Batı uygarlığına dönüş hareketidir. Bu iki olay toplumun yaşamında sosyal, siyasî kültürel ve ekonomik değişikliklere neden olmuştur. Başlangıçtan bu güne dek gelişen Türk edebiyatı şöyle sınıflandırılır: __________________
1. ŞİİR İNCELEME YÖNTEMİ
A. ŞİİR VE ZİHNİYET

UYARI
“Zihniyet” terimi ile bir dönemdeki soyal, siyasî , idarî, adlî, askerî, dinî güçlerin, sivil toplum örgütlerinin, ticarî hayatın, eğitim etkinliklerinin birlikte oluşturdukları ortam ve bunların hiçbirine indirgenemeyen duygu, anlayış ve zevk bütünü kastedilmektedir.


1. KOŞUK
Tümen çiçek tizildi
Bükünden ol yazıldı
Öküş yatıp üzüldi
Yirde kopa adrışur

Kızıl sarig arkaşıp
Yipkin yaşıl yüzkeşip
Bir bir kerü yürkeşüp
Yalnguk anı tanglaşur

GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE
Binlerce çiçek dizildi
O tomurcuklardan yayıldı
Çok yatmaktan üzüldü,
Yerden biter bitmez ayrışır.

Kızıl sarı ardı ardına
Yeşil menekşe açıyor
Birbirini sarıyor
nsan buna hayran olur.
Divanû Lügati’t Türk
GAZEL
Saba Mesih-dem olup bahardan bu gece
H›ta’ya benzedi gülflen nigardan bu gece

Sabuh içmedi gündüz çemende gül-ruhsar
Bu nergisün gözü nedür humardan bu gece

Müzeyyen oldu reyahin bezendi bağ-ı çemen
Meğer ki ba¤a haber geldi yardan bu gece


Ne dil-nevaz göründü vü hem de can efrûz
Murada erdi gönül rûzgardan bu gece
Ahmedî Mefa i lün / Fe i lâ tün / mefa i lün/ Fe i lün
İLAHİ

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır.

Okumaktan mana ne
Kişi Hakk’ın bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir.

Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eri hak bilmez isen
Abes yine yelmektir.
Yunus Emre

KOŞMA

Ala gözlerini sevdiğim dilber
Şu gelip geçtiğin yollar öğünsün
Kadir Mevlâm seni öğmüş yaratmış
Kısmeti olduğun kullar öğünsün.

Huri melek var mı senin soyunda
Kız nazarım kaldı usul boyunda
Kadir gecesinde bayram ayında
Üstüne gölge olan dallar öğünsün.
Karacaoğlan


EKMEK VE YILDIZLAR


Ekmek dizimde.
Yıldızlar uzakta. tâ uzakta.
Ekmek yiyorum yıldızlara bakarak.
Öyle dalmışım ki sormayın.
Bazen şaşırıp ekmek yerine
Yıldız yiyorum.
Oktay Rıfat

Farklı dönemlerde yazılmış şiir örnekleri okudunuz.Bu şiirler hangi dönemlerin sanat anlayışını yansıtmaktadır?
Her sanat eseri yazıldığı dönemin izlerini taşır. Sanatçılar da sosyal bir çevre içerisinde yaşarlar ve içinde yaşadıkları sosyal ve kültürel olaylardan etkilenirler. Şiirlerinde içinde yaşadıkları çağın zihniyetini yansıtırlar.
Yukarıdaki ilk metin İslâmiyetten önceki dönem Türk şiirinin özelliklerini yansıtmaktadır.


Türk edebiyatı başlangıçtan bu güne gelinceye dek kültür, sanat, siyasî ve sosyal alanda pek çok aşamalar geçirmiştir. Bunlar arasında en önemlisi İslamiyet’in kabulü ve Batı uygarlığına dönüş hareketidir. Bu iki olay toplumun yaşamında sosyal, siyasî kültürel ve ekonomik değişikliklere neden olmuştur. Başlangıçtan bu güne dek gelişen Türk edebiyatı şöyle sınıflandırılır

--------------- Ekleme ---------------

A-HALK EDEBİYATI
Halk edebiyatı, İslâmiyet Öncesi Dönemde başlayan ve geniş halk kitleleri arasında varlığını sürdürerek günümüze dek yaşayan bir edebiyattır. Bu edebiyatta halkın özlemi, üzüntüleri sevinçleri dile getirilmiştir. Şairler (ozanlar) eserlerini saz eşliğinde söylemişlerdir.
Halk edebiyatının özellikleri şunlardır:
1. Dil, halkın kullandığı konuşma dilidir. İslâmiyetin etkisiyle Arapçadan, Farsçadan bazı sözcükler ve bu dillere ait kurallar dilimize girmiştir. Ancak bu tutum genel yapıyı bozacak ölçüde olmamıştır.
2. Ulusal ölçümüz olan hece ölçüsü kullanılmıştır.
3. Nazım birimi dörtlüktür.
4. Ürünler, saz şairi ya da aşıklar tarafından bağlama adı verilen saz eşliğinde söylenmiştir.
5. Genel olarak, yarım ya da cinaslı uyak kullanılmıştır. Rediflere çokça yer verilmiştir.
6. Genelde; aşk, doğa güzellikleri, ayrılık, yiğitlik, özlem gibi konular işlenmiştir.
Halk edebiyatı üç ayrı koldan gelişmiştir.
a. Dinî Tasavvuf halk edebiyatı: Din ve tasavvuf konularını işleyen bir edebiyattır.
Başlıca ürünleri; ilâhî, nefes, sathiye, hikmet, nutuk, deme ve devriyedir.
b. Anonim halk edebiyatı: Kimin tarafından söylendiği belli olmayan, halkın ortak
malı olan bir edebiyattır. Başlıca ürünleri; türkü, mâni, ninni, tekerleme, bilmece,
masal, atasözü, fıkra, halk öyküsü, karagöz ve orta oyunudur.

c. Âşık edebiyatı: Din dışı konuları, aşk, ayrılık, doğa güzellikleri, yiğitlik vb konuları işleyen ve aşıklar (saz şairi) tarafından oluşturulan bir edebiyattır. Bu edebiyatta ürünlerin kimin tarafından söylendiği bellidir. Koşma, semâi, varsağı, destan vb. başlıca ürünleridir.
1-DİNÎ TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI

TASAVVUF ŞİİRİNİN ÖZELLİKLERİ
1. Dil halkın dilidir. Bu edebiyat üzerinde İslamiyetin etkisi olduğundan, din yoluyla giren Arapça ve Farsça gibi sözcüklere de rastlanmaktadır.
2. Genel olarak hece ölçüsü kullanılmakla birlikte az da olsa aruz ölçüsü kullanılmıştır.
3. Nazım birimi dörtlüktür. Fakat bazı şairler beyiti de kullanmışlardır.
4. Daha çok yarım uyak kullanılmıştır.
5. Bu edebiyat, yaratılış felsefesine (düşüncesine) dayandığı için sürekli olarak Tanrı
ve Tanrı'ya karşı duyulan “aşk” temalarını işlemiş; bir takım felsefî ve sırlı konular üzerinde durmuştur.
6. Tasavvuf edebiyatı işlediği konular bakımından; hikmet, ilâhî, nefes, sathiye, devriye ve nutuk gibi türlere ayrılır.
7. Bu edebiyatın şairleri arasında şiirlerini saz eşliğinde söyleyenler de vardır. Ayrıca bazı şairler eski geleneğe bağlı kalarak raksa (oyun) da önem vermişlerdir. Böylece destan devri edebiyatımızın şiir-müzik-raks biçimindeki üçlü geleneği daha canlı bir durumda yaşatılmıştır.
Şairlerine; Ahmet Yesevi, (12. yy), Yunus Emre (13. yy. sonu-14 yy. başı), Nesimî (14. yy), Kaygusuz Abdal (14. yy), Abdal Musa, Süleyman Çelebi (14. yy), Pir Sultan Abdal, Teslim Abdal örnek verilebilir.
İlahi:Tasavvuf Edebiyatı'nda Tanrı sevgisini dile getiren şiirlere ilâhî denir. İlâhîler, 7-8 ya da ll’li hece ölçüsüyle yazılır. Bu arada az da olsa aruz ölçüsüyle söylenmiş ilâhîlere de rastlanır. Nazım birimi dörtlük olmakla beraber beyit birimiyle yazılan ilâhîler de vardır. Kendine özgü bir besteyle söylenir. Türk edebiyatında ilâhî adı genelde Yunus Emre’nin şiirlerine verilir. Koşma tarzında uyaklanır.
Tasavvuf edebiyatının diğer nazım türleri şunlardır:
Nefes: Tasavvuf Edebiyatı'nda Bektaşî şairlerinin tarikatlarıyla ilgili konularda yazdığı şiirlere nefes denir. Nefesler ilâhîler gibi hecenin 7, 8 ve ll’li ölçüsüyle yazılır. Nazım birimi dörtlüktür ve koşma tarzımda uyaklanır. Kendine özgü bir bestesi vardır.
Hikmet: Din konularını şairin anlayış ve sezgisine göre işleyen nazım türüne hikmet denir. Bu ad genellikle Ahmet Yesevî’nin şiirlerine verilmiştir. Kendisi de meydana getirdiği divanına “Divan-ı Hikmet” adını vermiştir. Şiirlerini genellikle aruz ölçüsüyle yazmıştır. Hece ölçüsüyle yazdıklarında 14’lü kalıbı kullanmıştır.
Nutuk: Tasavvuf Edebiyatı mürşitlerin (tarikatta yol göstericiler) müritleri (tarikata yeni giren dervişler) aydınlatmak amacıyla söyledikleri şiirlere nutuk denir.
Devriye: Varlığın Tanrı'dan çıkarak evreni dolaştıktan sonra (önce cansız cisimlere, bitkilere, hayvanlara ve sonra da insan-ı kamile olgun insana, geçerek) tekrar Tanrı'ya dönmesini anlatan şiirlere devriye denir.
Sathiye: Tasavvuf edebiyatında Tanrı'yla şakalaşır, konuşur gibi yazılan şiirlere sathiye ya da şathiyat-ı soffiyane denir.
Deme:Alevi tarikatında söylenen ilahi türündeki şiirlere deme adı verilir.
__________________
2-ANONİM HALK EDEBİYATI
Anonim Halk Edebiyatı kimin tarafından söylendiği belli olmayan, halkın ortak malı olan bir edebiyattır. Kuşkusuz bu edebiyatta başlangıçta ortaya konan ürünlerin bir yaratıcısı, söyleyeni vardı. Ancak kuşaktan kuşağa geçtikçe ve ağızdan ağıza yayıldıkça söyleyenleri unutulmuştur. Böylece bölgeden bölgeye farklılıklar göstermiştir.
Anonim halk edebiyatının özellikleri şunlardır:
1. Sözlü bir geleneğe dayandığı için yöresel özellikleri yansıtır.
2. Ürünler halkın anlayabileceği bir dilde söylenmiştir.
3. Şiirlerde ulusal ölçümüz olan hece ölçüsü kullanılmıştır. En çok 7, 8 ve 11’li hece ölçüsü kullanılmıştır.
4. Nazım birimi dörtlüktür.
5. Genellikle yarım ya da cinaslı uyak kullanılmıştır. Dize sonlarında rediflere çokça rastlanmaktadır.
6. Eserlerde Türk halkının duygu düşünce, hayal gücü, mizah anlayışı ve kıvrak zekası ortaya konmuştur.
7. Belli başlı ürünleri; türkü, mâni, ninni, bilmece, masal, atasözü, fıkra, halk öyküsü, karagöz ve orta oyunudur.

NİNNİ
Ninni, Anonim Halk Edebiyatı ürünlerindendir. Annelerin çocuklarını uyuturken veya emzirirken nazım veya nesir hâlinde söyledikleri sözlere denir. Çocukların ağlarken susması veya daha çabuk uyuması için özel bir ezgiyle söylenir. Ezgi bebeğin ağlamasına, gülmesine ve konuşmasına göre ayarlanır.
Ninnilerde anneler, bebeklerin uslu durmasını, kısa zamanda büyümesini, iyi bir meslek edinmesini, kız ise gelin olmasını isterler. Bunun için din büyüklerinin çocuklarını koruyup kollaması yolunda dileklerde bulunurlar.
Ninnilerin söyleyeni belli değildir. Diğer anonim ürünlerde olduğu gibi ağızdan ağıza yayılır, kuşaktan kuşağa aktarılır. Hece ile söylenir; ölçü, uyak ve rediflerle ahenk sağlanır.
BİLMECELER
Bilmeceler Anonim Halk Edebiyatı'nın en sevilen türlerindendir. Genellikle kimin söylediği belli değildir; söyleyeni belli olan bilecemeler de vardır. Ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa aktarılarak yüzyıllar boyu varlıklarını korumuşlardır. Bir kısmı nazım, bir kısmı da nesir hâlindedir.
Nazım hâlinde olanlar 4, 5, 7, 8’li hece ölçüsü kalıplarıyla söylemiştir. İki, üç, dört ya da daha fazla dizelerden oluşabilirler. Hatırda kalması için genelde dizeler birbiriyle uyaklıdırlar.
Bilmeceleri insanlar, çevrelerinde gördükleri varlıkları, benzerlik, ilgi, tat vb. özelliklerinden yararlanarak yaratırlar. İki varlık arasındaki ilgi, üstü örtülü sözcüklerle tasvir edilir ve dinleyenden cevabı bulması istenir. Bilgide, zekâda, muhakemede , dikkatli ve hızlı olmayı ölçer.
Anadolu’da uzun kış gecelerinde bir eğlence aracı olarak kullanılır. İki kişi veya topluluk karşılıklı bilmece sorar. Cevabı bulamayan taraf “Yenir mi, içilir mi, nerede bulunur vb.” sorularla ipucu ister. Cevabı bulamayan tarafa ceza verilir.
Bilmecelerde günlük yaşamda karşılaştığımız tüm varlıklar (hayvanlar, eşyalar, bitkiler vb.) konu olarak ele alınır. Kolay söylenmesi, bazı iç uyaklarla desteklenmesi “Ya bunu bileceksin ya bu diyardan gideceksin vb.” tekerlemeye benzer sözlerin bulunması bu türün yaygınlaşmasında etkili olmuştur.

MANİ
Düz mâni: Ozanı belirsiz halk edebiyatı ürünlerindendir. Başlı başına dört dizeden oluşur ve 7’li hece ölçüsü kalıbıyla söylenir. Dizeler 4+3 duraklıdır. Uyak düzeni şöyledir: aa x a. Dörtlükte 3. dize serbest, diğerleri kendi aralarında uyaklıdır.
Mâniler genellikle aşk, doğa sevgisi ve ayrılık gibi değişik konuları işlerler.
Mânilerin genellikle birinci ve ikinci dizeleri doldurmadır. Bunlarda pek anlam aranmaz. Asıl anlam son iki dizede belirtilir. Bazı mânilerde ilk iki dize (I. ve 2. dize) ile son iki dize (3. ve 4. dize) arasında gizli bir anlam bağıntısı kurulabilir. Bu anlam bağıntısı ne kadar güçlü olursa mâni de o ölçüde güçlü olur; sevilir ve dilden dile dolaşır.
Cinaslı mâni: Dizelerinde cinas bulunan mânilere cinaslı ya da kesik mâni denir. Bu tip mâniler kesik bir dizeyle başladıkları için kesik mâni adı verilir.
Yedekli mâni: Düz mânilerin sonuna iki dize eklenmesiyle meydana gelen 6 dizelik mânilere yedekli mâni denir. Eklenen dizeler ya dört dizelik düz mâninin anlamını pekiştirir ya da kendi arasında bir bütün oluşturur. Yedekli mânilerin uyak düzeni şöyledir : aaxaxa ya da axaxax.

TÜRKÜ

Türkü, Anonim Halk Edebiyatı nazım türlerindendir. Besteyle söylenir. Hece ölçüsünün 7, 8 ve 11’li kalıplarıyla yazılır.
Türk halkı sel, yangın, deprem, ölüm, ayrılık gibi değişik olaylar karşısında türkü yakar. Türkü yakmak, türkü söylemek demektir. Türk halkının yaşantısında her türkü bir olaya dayanır.
Türkülerdeki dörtlük sayısı kesin olarak belli değildir. Çünkü ağızdan ağıza geçtikçe şekillenir, çeşitlenir ve dörtlük sayısı da artar. Türkülerin başında ya da sonunda “ah”, “aman” gibi ünlemler bulunur.
Türkülerin koşma ve mâni biçiminde uyaklanan çeşitleri vardır. Uyak düzeni şöyledir: aaab (aaabb), cccb (cccbb)...
Ozanı belirsiz türküler olduğu gibi ozanı belli tüküler de vardır. Türkülerde sonradan eklenen dizeler, her dörtlüğün sonunda aynen tekrar edilir. Bunlara nakarat ya da kavuştak adı verilir

3-ÂŞIK EDEBİYATI
Âşık Edebiyatı; din dışı konuları, aşk, ayrılık, doğa güzellikleri, yiğitlik vb. işleyen ve âşıklar (saz şairi) tarafından oluşturulan bir edebiyattır. Bu edebiyatta ürünlerin kimin tarafından söylendiği bellidir.
Âşık Edebiyatı, İslâmiyet Öncesi Dönemde var olan sözlü edebiyatın devamı niteliğindedir. 16. yüyıldan sonra daha da gelişip güçlenmiştir. Karacaoğlan, Kul Mehmet, Hayâlî, Gevherî, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Ömer, Seyranî, Dertli, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Âşık Veysel vb. bu geleneği günümüze dek sürdürdü.
Aşık edebiyatının belli başlı özellikleri şunlardır:
1. Bu edebiyat sözlü bir edebiyattır. Aşık, ozan ya da saz şairi adı verilen kişiler ürünlerini saz eşliğinde söyler.
2. Ürünler sade bir dille halkın anlayacağı biçimde ortaya konmuştur.
3. Nazım birimi dörtlüktür.
4. Ölçü olarak hece ölçüsü kullanılmıştır. Ancak çok az da olsa bazı şairlerce aruz ölçüsünün kullanıldığı da görülür.
5. Belli başlı nazım türleri; koşma, semaî, varsağı, taşlama, destan ve güzellemedir.
6. Âşk, ayrılık, ölüm, kahramanlık, doğa güzellikleri, gurbet, sıla özlemi gibi din dışı konular ve temalar işlenmiştir.
7. Genellikle yarım ya da cinaslı uyak kullanılmıştır.
8. Şairler son dörtlükte adını ya da mahlasını (takma ad) kullanırlar. (Böylece şiirlerin diğer şairlerin şiirleriyle karışması önlenmiş olur.
Halk edebiyatında şiirler, cönk adı verilen, meraklılarınca tutulan defterlerde toplanmıştır.

KOŞMA
Koşma, Halk Edebiyatı nazım biçimlerindendir. Konusu aşk ve doğa güzellikleridir. En az üç, en fazla beş dörtlükten oluşur. Şair son dörtlükte adını ya da mahlasını kullanır. Uyak düzeni şöyledir: abab (aaab, aabcb), cccb, dddb...
Dörtlüklerin son dizeleri aynen tekrar edilebileceği gibi, kendi arasında uyaklı da olabilir.
Koşma, hece ölçüsünün 11’li kalıbıyla yazılır. Durakları 6+5 ya da 4+4+3’tür. Bütün dizelerde aynı duraklar kullanılmaz.
Koşma, konu bakımından İslâmiyet Öncesi Dönem Sözlü Edebiyat ürünlerinden koşuk ile Divan Edebiyatındaki gazele karşılık sayılabilir. Çünkü üçü de aynı konuları işler.
Bazı halk şairleri koşma yazarken Divan Edebiyatı'nın etkisinde kalarak ağır bir dil kullanmışlardır. Fakat bu tutum, halk şiirinin genel özelliğini bozacak ölçüde olmamıştır.
Halk edebiyatında koşma biçiminde yazılan şiir türleri şunlardır:
Koçaklama: Halk edebiyatında yiğitlik ve savaş duygularını coşturmak amacıyla yazılan şiirlere koçaklama denir. Biçim olarak aynen koşmaya benzer, özel bir beste ile söylenir.
Koçaklama ile destan çoğu kez birbirine karıştırılır. Koçaklamalarda konunun duygusal yönü işlenirken destanlarda öyküye ve betimlemeye önem verilir. Dörtlük sayısı koçaklamalarda azdır, oysa destanlarda çok daha fazladır. Ayrıca koçaklama ile destanın besteleri de birbirinden farklıdır. (Koçaklamaların besteleri daha gümbürtülü ve daha heyecan vericidir.)
Destan: Savaş, kahramanlık ile toplumsal olayları işleyen şiirlere destan denir. Destanlarda; savaş, ayrılık, yangın, sel baskını gibi çeşitli olaylar işlenir. Bu destanları İslâmiyet Öncesi Dönemdeki destanla karıştırmamak gerekir. Halk Edebiyatı'ndaki destanlar, o destanların ancak çok küçük bir bölümünü oluşturabilir.
Destanlar biçim olarak koşmaya benzese de ölçüsü, ezgisi ve konuyu işleyişi bakımından farklılıklar gösterir. Destanlar ll’li ve 8’li hece öylçüsü kalıbıyla söylenmiştir.
Güzelleme: Sevgiliyi ya da doğada görülen güzel bir varlığı övmek amacıyla yazılan şiirlere güzelleme denir.
Taşlama: Toplumun ve kişilerin yanlış davranışlarını ortaya koymak, onları eleştirmek amacıyla yazılan şiirlere taşlama denir. Taşlamalara halk arasında, mizahî (alaysı) destan da denir.
Ağıt: Ölen bir kişinin arkasından onun iyiliklerini, yiğitliklerini anlatan şiirlere ağıt denir.

SEMAİ
Semaî Halk Edebiyatı nazım türlerindendir. Konusu koşmada olduğu gibi aşk ve doğa güzellikleridir. Dörtlüklerden oluşur ve 8’li hece ölçüsüyle yazılır. 4+4 ya da 5 + 3 duraklıdır. Dörtlük sayısı sınırlı değildir. Uyak düzeni koşmaya benzer (abab, ccb, dddb vb.).
Özel bir besteyle söylenir. Koşmadan dörtlük sayısı ölçüsü ve bestesi bakımından ayrılır.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt