haydaravısyon
Üye
Zombi Günlükleri
Merhaba
Gayet basit ve samimi bir dil ile belirli aralıklarla yazmaktayım.
Ken
Eğer beğeni olursa belki çeşitlilik yapabilirim.Sayfa tasarımı kullanmaktayım.
Bunun sebebi karakterlerin çizeceği ve paylaşacağı görseller.Aklıma geldikçe yazmaktayım.
Anlatımımı beğeneceğinizi umuyorum ama dil bilgisi hatalarım
İyi eğlenceler.
Eğer Zombi Günlüklerini okumaktan keyif alıyor ve devamını bekliyorsanız lütfen konuyu belli aralıklarda yukarda tutunuz.
Karakterler
Kenan : Günlüğün yazarı.Evliliğe alışmaya çalışan birisi.Maddi durumu iyi.Giriş katta oturuyorlar.
Zeynep : Kenan'ın karısı.Kontrolcü bir yapıya sahip.
Numan : Elif ile evli.Evi kiralık.Apartmanın 3.katında oturuyor.
Elif : Numan'ın eşi.Çocuksu ve saf.Sürekli gülen pollyanna.
Kağıtları tıklayarak tam sayfa açabilirsiniz
Gün 1 - Beklenmeyen Tatil / 1 Mart 2012
Domuz ve kuş gribinden sonra yine bir hastalıktan sebep kendimizi sakınmak zorunda kalıyoruz. Her zaman olduğu gibi Zeynep ekranın başında ve ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Sokağa çıkma yasağını eleştirmek için eylem planlayan bir grup Twitter üzerinden planlar yapsa da bu gidişat beni memnun ediyor. Evliliğimin ikinci haftasında karımla geçireceğim daha fazla zaman. Ve sabahın köründe uyanıp Florya’dan Dudullu’ya işe gitme derdi yok. Anarşist bebeler isyan ede dursun ben bu beklenmeyen tatilin keyfini çıkarmayı düşünüyorum.
Gün 4 -
Uzun bir uyku ve sıcak bir yatak. Ve en önemlisi güzel bir kadın. Bir erkek başka ne isteyebilir ki? Fakat bugünü farklı kılan bir diğer şey ise Taksim’de dün izinsiz yapılan eylem. Heykelin çevresine ellerinde pankartlarla oturan gençlerin birçoğunun yüzleri bembeyaz. Basit bir gripten ziyade ölümcül bir hastalığın izlerini taşır gibiler.
Ekleme : Gün bitmeden daha önemli bir olay oldu, bütün kanallar gitti. Televizyon fantezisi iptal olduğuna göre başka fanteziler üzerine yoğunlaşmamız gerektiğine dair bir konuşma hazırlıyorum Zeynep için. Son olarak hava karardı ve bir polis ekibi iki üst kat komşum Numan’ın eşi Elif’i iteleyerek evine götürdü. Apartman boşluğundaki bağrışmalar Zeynep’in dikkatini çekmiş olacak ki kapının gözüne bir saat boyunca yapıştı. Zeynep’e göre Elif Taksim’de eyleme katılanlardan biriydi. Kadın zaten süt beyaz bir şeydi. Hastalıktan iyice rengi akmış.
Gün 6 - Tutuklanmak / 6 Mart 2012
Güneş henüz doğmadı. Zeynep anca sakinleşti ve uykuya daldı. Gecenin sessizliğini bağrışmalar, karanlığını ise fişekler böldü. Florya bir gecede tamamıyla değişti. Hırsızlık ve yağmacılık ihtimaline karşı panjurları indirdik. Sadece salonun camının panjuru aralık.
Gün içersinde telefon şebekelerinde oluşan problemden ötürü sadece Zeynep değil tüm komşularımız endişelendi. Numan’a arabamın anahtarlarını verdim. Sanırım eşi pek iyi durumda değil. Apartman girişlerine asılan afişlerde büyük harflerle “SOKAĞA ÇIKMA YASAĞINI ÇİĞNEYENLER UYARILACAK, UYARI DİNLENMEZSE TUTUKLANACAKTIR.” yazılmış.
Güneşin ilk ışıklarıyla önümüzdeki apartmanın altında bulunan markete gitmeyi planlıyorum. Meşhur hastalığı bilmem ama sigarasızlık benim için gerçek ölüm.
Gün 7 - Ölü Köpekler / 7 Mart 2012
Eve döndüğümde ağlayarak bana sarıldı Zeynep. Köşedeki markete gitmek bir gün sürmüştü. Karşı apartman boşluğunda bulunan marketin camı kapısı kırılmış, nerdeyse tamamı boşaltılmıştı. Sadece bir karton Samsun bulabildim. Hiç yoktan iyidir.
Fakat kutlamalara erken başladım sanırım. Apartmanın gölgesinden çıktığım gibi devriye gezen bir polis ekibi beni fark etti. Kaçamadım. Donup kaldım. “Memur bey, ben, şey..” diye sayıklarken ilk karnıma, sonrada enseme vuruldu ve “Yürü gerizekalı, yürü!” emri beynimin içinde yankılandı. Florya İlçe Emniyet Müdürlüğünde saatlerce tutuldum. Kan örneklerim alındı, göz bebeklerim ve kan akışım kontrol edildi. Beşiktaş’ın eski sol beki İbrahim’e benzeyen sıkıntılı bir doktorun sürekli gözleri üstümdeydi.
“Acaba beni serbest bırakırlar mı? Zeynep endişeden ölüyordur!” diye aklımdan geçirirken “Gönderin bu salağı evine, cahil cahil bakıyor. Temiz bu. Bir sıkıntısı olsa bülbül gibi öterdi.” dedi çakma İbrahim.
Apar topar eve götürüldüm. Tek hatırladığım bomboş yollar ve ölü köpekler. Polislerin tekme ve tokatları arasında arabamın yerinde olmadığını fark ettim. Umarım Numan ne yaptığını biliyordur.
Gün 8 - Köpek Öldüren / 8 Mart 2012
Artık salonun panjurları da kapalı. Zeynep salonun du
Bugün Numan kapımızı çaldı “Koşun çabuk!” diyerek merdivenleri tırmanmaya başladı. Doğruca takip ettim ve dairesinin kapısından içeri daldım. Elif salondaki üçlü koltukta boylu boyunca uzanmış,beni süzüyordu. Gamzeleri kaybolmuş, derisi yer yer morarmış bir şekilde beni selamlamaya çalıştı. “İyiyim ben Numan, ortalığı ayağa kaldırma. Ooo taze damat hoş geldin.” dedi soluk bir sesle. Ama gözlerinin içi ısrarla gülüyordu. Kısa bir konuşmadan sonra Numan ile mutfağa daldık. “Florya Devlet Hastanesi kapatılmış ya da terk edilmiş. Hastanenin bahçesine girdim ama daha ne olduğunu anlamadan siren sesleri duymaya başladım. Olağanüstü hal, yasaklar! Polisler kaybolana kadar arabayı park ettik ve saklandık. Sonrasında ise biraz ve yiyecek soygunu yaptıktan sonra eve döndük.” dedi gülümseyerek. İlginç ama Numan’ın sözlerinde korkuya dair bir şey yoktu.
İşin güzel kısmı bu gece için güzel bir yemek hazırlayacak kadar erzakım oldu. Ayrıca köpek öldüren de olsa artık bir şarabım var.
Gün 15 - Camın Altında! / 15 Mart 2012
Bugün sokağa çıkma yasağının on-beşinci günü. Telefon ve televizyon çalışmıyor. Elektrikler günün çoğunda kesik ve içme suyumuz bitti. Çamurlu çeşme suyunu arıtıp, kaynattıktan sonra içiyoruz. Tadının güzel olmadığı konusunda Zeynep ile hemfikiriz.
Yazma isteğimi yitirmeye başladım. Çevremizde olanlar inanılacak gibi değil. Ben ve karım ise korkudan fırsat bulduğumuzda sıkılıyoruz.
Beş gün önce gündüz vakti yatak odasının panjurundan tıkırtılar duydum. Panjuru aralayacaktım ki kanlar içersinde bir el gözümün önünden geçti. Sonrasında ise uğultular. Sanırım o silah bütün gün boyunca belimde kalmalı.
Ekleme 1. 15 Mart : Hava kararmadan panjuru kaldırıp kan izlerini temizledim. Zeynep’i daha fazla telaşlandırmak istemiyorum.
Ekleme 2. 16 Mart : Şuan saat sabah 5. Zeynep uyuyor. Az önce yakından bir çığlık duyuldu. Daha sonra ise kapılar çarptı. Sokak kapımızın zorlandığını düşündüm ve silahımla birlikte kapıya yöneldim. Karşı komşumuzun kapısı yarım metre kadar aralık. Fakat görünürde hiçbir şey yok.
Aynı günün akşamında ise tekrar kapıyı kontrol etmek için gözden dışarı baktım. Komşumuzun kapısı sonuna kadar açılmış. Ayakkabı kutuları ve parçalanmış gazeteler bütün hole yayılmış. Duvarlarda ise soluk bir kırmızı, sanırım kan.
Ekleme 2. 17 Mart : Apartmanda sesler tamamıyla kesildi. Sokak kapısını kilitledim ve anahtarı sakladım. Zeynep’in dışarı çıkmasını istemiyorum. Günlerdir Numan’ın da sesi çıkmıyor. Umarım Elif daha iyidir. İki gün önce elini gördüğüm adam ile bugün göz göze geldim. Onu salonun camının altında yukarıyı izlerken yakaladım. Her yeri kan içinde, kıyafetleri yırtık. Sert bir ifadeyle beni süzüp çığlıklar atmaya başladı. Zeynep’in “Camı kapat! Hasta bu, kapat şu camı!” diye bağırmaları hala aklımda. Küçükken oynadığım Resident Evil 1 ve 2 aklıma geldi. İlkokulda millet yakalamaca oynar. Biz zombicilik oynardık. “Al sana zombicilik.” dedim kendi kendime. Fakat hala o gördüğüm şeyin yürüyen bir ölü olduğunu düşünmüyorum. Az da olsa yakında kapımızın çalınacağı ve “Hastalık tedavi edildi, özgürsünüz!” denileceğini umut ediyorum.
Gün 19 - Boşluktaki Gözler / 19 Mart 2012
Sıradan bir gün. Artık sakallarımı kesmiyorum. Salondaki koltuklardan birisi sokak kapısını destekliyor. Televizyon sehpası üzerinde Numan’dan aldığım şaraplardan bir tanesi, bitirilmeyi bekliyor. Güzel haber ise bugün elektriklerimiz var. Ayrıca buzdolabında hala bozulmamış yiyecekler var. Fakat alışveriş günü yaklaşıyor. Güvenlik tereddütlerimiz ve beklentilerimiz azaldıkça dışarıda olan biten hakkında kafamızdaki sorular artıyor. Ailelerimiz, arkadaşlarımız hepsi artık yok. Lise aşkımın beni en iyi dostum ile aldattığında hissettiğim gibi hissediyorum. Yalnız bırakılmış ve çaresiz.
Gün içersinde karşı komşumuzun evine girdik. Ayakkabılık ve çevreleyen duvar kan , camlar kırık. “Sanki Zeus bu evde birine tecavüz etmiş.” diye söylendim. Bütün dağınıklığın içersinde evde küçük bir dövüş yaşanmış gibi. En azından iki tane vazo duvara fırlatılmış. Zaten burada yaşayan çift kavgalarıyla meşhurdu. Yatak odasında ağzı açık bir bavul buldum. İçersinde Mehmet beyin birkaç iyi giyimli adamla fotoğrafı bulunuyordu. Arkasında “Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Hatırası” gibisinden bir şey yazıyordu. Bavulun içinde bulunan kıyafetleri kaldırdıkça iç kısımda sotelenmiş kaliteli bir şampanya olduğunu fark ettim. O esnada Zeynep şen bir kahkaha attı.“Bırak insanların özelini. Gel bak neler buldum.” diye seslendi mutfaktan. Vakumlanmış 4 paket tavuk göğsü, lor peyniri, yığınla dondurulmuş domates. Bu birazda olsa keyfimizi yerine getirebilecek türden bir yenilikti.
Apartmanımızda herkesin yatak odası kapısının arkasında gizli bir kasa mevcut. İlginç olan ise bizim kasamızın anahtarı Mehmet Özkan beyin kasasını da açmasıydı. Gün gelir her şey normale dönerse hırsızlığı meslek olarak yapacağım sanırım. Kasanın içersinden fotoğraflar, altın bir saat ve siyah bir poşet çıktı. Sanırım eski bir aile fotoğrafı. Yaşlı ama dimdik bir adam ve kucağında iki tane sıska çocuk. Saat ise 10:22’de durmuş. Poşetin ise yıllardır burada kaldığı yüzeyinden belli. Yıpranmış ve bazı yerleri yırtılmış. İçersinden Milli İstihbarat Teşkilatı’nın yaka rozeti, bir kadının tapınabileceği güzellikte bir yüzük ve 20 civarında 9 milimetrelik mermi çıktı. Hayatımızın son haftalarında yeterince sürpriz yaşadık. Yeni bir sürpriz yaşamamak için Mehmet beyin istihbarat çalışanı olma ihtimalini konuşmamaya karar verdik.
Hava yavaş yavaş kararıyor. Dışarıda hiç ses yok. Fakat yinede gecenin karanlığında birkaç gölgenin hareket ettiğini fark ettim. Bu satırları yazmadan birkaç dakika önce 300-400 metre uzağımızda yüksek kalibreli bir silah ateşlendi. Silahın oluşturduğu ses ve ışık içimizdeki yalnızlık hissini biraz azaltsa umudumuz yine yerinde saymakta.
Şuan karşımda biricik karım Zeynep oturuyor. Sırtını duvara yaslamış, dizlerini kırmış , tek eli Ahmet Ümit’in Sis ve Gece’sinin üzerinde. Diğer eli ise saçlarında. Yeşil gözleri ıslanmış bir şekilde boşluğa kilitlenmiş. Belli ki düşünceleri onu uzağa götürmüş. O hala gördüğüm en güzel kadın. Fakat geride bıraktığımız zorluklar onu biraz değiştirdi. Artık mizacı daha sert ve güçlü. Hayatımın kadınına sarılarak uyuma gibi bir planım var günlük. Bu kadar karalama yeter.
Gün 21 - Sıkıntılı Teyze / 21 Mart 2012
Numan ve Elif'den hala haber yok. Kapıları kapalı ve içeriden en ufak bir ses yok.
Zeynep bu. Boş durur mu hiç? Hemen bir senaryo uydurdu: "Bence adam dayanamadı ve Elif'i sırtlayıp sokağa fırladı. Evet, asansörün kapısı açık. Numan asansörle aşağıya inmeye çalıştı. Fakat belli ki çalışmadığını fark edince merdivenlere yöneldi. Üçüncü katın basamaklarında gördüğümüz kan bence bunu doğruluyor. Elif'in durumu daha kötüye gitmiş olabilir.Sen şimdi arabayı niye almadı diye şüphelenirsin. Adam ilk sokağa çıkışında araba yüzünden yakalanıyordu. Bu sefer yayan ve dikkat çekmeden bir eczane veya hastahaneye kapak atacaktır."
Karımın hayal gücünden sonra bugün olan bir diğer önemli şey ise Numan'ın karşı komşusu sıkıntılı teyzenin kapısının ardına kadar açılmış olması. Zeynep ile ikimiz aramızda ona sıkıntılı teyze lakabını taktık çünkü bizi daha yeni tanımasına rağmen her gördüğünde "Soruyorum üst komşularınıza. Tıkırtılar duyuyorlarmış fakat hala bu kızın karnı yok. Ne o damat ,sıkıntılı mısın?" der. Eskiden hayatına resmiyet ve ciddiyet hakimmiş. Fakat kurmay albay eşi rahmetli olduktan sonra tutunacak bir şeyi kalmamış.
Kendi tabiriyle film kopmuş. Kim bilir belki hala benim için sakladığı bir kaç yerleyici nitelikte cümle vardır diye kapısının eşiğini sokuldum. Operasyondaki bir polis edasıyla küçük adımlarla tek tek odalara daldım. Evin küçük tuvaletinin ışığı hala açıktı, içeriden gelen ağır bir koku ile iyice girilip duvara tamamıyla yapıştım. Süzülerek içeriye baktım. Sıkıntılı teyze tek eli gider borusunda, yanında sanırım içine istifra ettiği poşet ile birlikte önümde uzanıyordu. Kendimi geriye çekip hemen elimi belime götürdüm. İşte hikayenin en can alıcı noktası; silahımı salonda, masanın üstünde unuttum. En az beş dakika kadar kapıda donakaldım. Bir yandan kendimi savunabileceğim bir şey ararken bir yandan da cesedi takip ettim. En sonunda cesaretimi toplayıp biraz yaklaştım. Üzerindeki eski t-shirt sol omzundan yırtılmış, sırtına doğru iyice büyüyen yara ile kana bulanmış. Vücudundaki kan çökmüş, yüzüstü yatan kadının sırtı tam anlamıyla bembeyaz olmuş. Korkum yerini meraka bıraktığı için bulduğum oklava ile cesedi döndürmeye çalıştım. Fakat sıkıntılı teyze altın günlerinde yediği kuru pastaların hakkını verdi. Sadece çok az yerinden oynatabildim. Tek gözü tamamıyla dışarı akmış, sanki bir şey ile deşilmiş , sağ gözü ise yarım açık, soğuk bir ifadeyle bana bakıyor "Hani bebek?" der gibi.
Cesedin başında çok oyalandığımı fark edip kendimi kadının kızının ve torunlarının kaldığı odaya attım. "Duman istemem.Git balkonda iç.Bebeler yatar bu odada" diyebilecek son kişi tuvalette katledilmiş olarak yattığına göre beni durdurabilecek kimse yoktu. Sigaramı yaktım ve odayı incelemeye başladım. İlk bakışta televizyon kumandası sandığım bebek telsizleri, çalışma masasının üstüne bırakılmış yapay gül ve iki şişe kolonya ile odadan ayrıldım. Dairenin girişinde eşyaları yanımda getirdiğim sırt çantasına yerleştirirken tuvaletten gelen bir tıkırtıyla irkildim. Hızlıca oklavayı elime alıp temkinli adımlarla tekrar tuvalete yöneldim. Sıkıntılı teyze bir şeyler mırıldanıyor gibiydi, fakat bu sefer "Hani çocuk?" demediği aşikardı. Sağ ayağı titriyor, sanki tekrar hayat buluyor gibiydi.
Artık neyle karşı karşıya az da olsa farkındayım. Virüs insanları ilk öldürüyor, sonrada gramajı az bir beyinle tekrar aramıza yolluyor. Peki ya Elif? Numan'ın her zaman bir B planı vardır. Çaresizliğin verdiği asabiyet ile kadının titreyen eklemlerine sert bir tekme attım. Mırıldanmaları artık kuduz bir köpeğin hırıltılarına dönmüştü. İkinci tekmem ise yarısı vücudundan koparılmış olan boynunaydı. Hala sıkıntıları geçmemiş olacak ki gözlerimin içine baka baka bağrınmaya devam etti. Saniyeler içersinde kızının kolonyasını bütün vücuduna döktüm. Zaman ilerledikçe hareketleri hızlanıyor, bakışları cesaret duvarlarımı delip geçiyordu. Tuvaletin kapısının iç kısmındaki anahtarı dışarı çıkardım, kapıyı beni koruyacak kadar kapattıktan sonra sigaramı sıkıntılıya fırlattım. Cesedin alev aldığını gördükten sonra tuvaletin kapısını kilitledim. Daha sonra ise sokak kapısını kilitleyerek evi terkettim.
Bütün gece boyunca yalın bir dille olan bitenleri Zeynep'e anlattım. Kadına attığım tekmeler ve ürkütücü hırıltılar hariç. Zeynep soğukkanlı bir şekilde beni dinledi. İlginç.
Düne kadar üç kilometre ötede fare görülse uyuyamayan kadın bu gece melekler gibi uyuyor. Ha unutmadan, ilişkimizin yıl dönümünü hatırlamam için kafamı yastığa koymadan önce birinin eklemlerini tekmelemem gerekiyormuş. Bugün öğrendiğim en önemli şey bu herhalde.
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
Merhaba
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
kadaşlar.Zombi Günlükl
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
i isimli senaryomu okumaktasınız. Gayet basit ve samimi bir dil ile belirli aralıklarla yazmaktayım.
Ken
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
ve Zeynep çiftinin gözünden süreci aktarmayı düşünüyorum. Eğer beğeni olursa belki çeşitlilik yapabilirim.Sayfa tasarımı kullanmaktayım.
Bunun sebebi karakterlerin çizeceği ve paylaşacağı görseller.Aklıma geldikçe yazmaktayım.
Anlatımımı beğeneceğinizi umuyorum ama dil bilgisi hatalarım
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
şimdiden kusura bakmayın. İyi eğlenceler.
Eğer Zombi Günlüklerini okumaktan keyif alıyor ve devamını bekliyorsanız lütfen konuyu belli aralıklarda yukarda tutunuz.
Karakterler
Kenan : Günlüğün yazarı.Evliliğe alışmaya çalışan birisi.Maddi durumu iyi.Giriş katta oturuyorlar.
Zeynep : Kenan'ın karısı.Kontrolcü bir yapıya sahip.
Numan : Elif ile evli.Evi kiralık.Apartmanın 3.katında oturuyor.
Elif : Numan'ın eşi.Çocuksu ve saf.Sürekli gülen pollyanna.
Kağıtları tıklayarak tam sayfa açabilirsiniz
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
Gün 1 - Beklenmeyen Tatil / 1 Mart 2012
Domuz ve kuş gribinden sonra yine bir hastalıktan sebep kendimizi sakınmak zorunda kalıyoruz. Her zaman olduğu gibi Zeynep ekranın başında ve ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Sokağa çıkma yasağını eleştirmek için eylem planlayan bir grup Twitter üzerinden planlar yapsa da bu gidişat beni memnun ediyor. Evliliğimin ikinci haftasında karımla geçireceğim daha fazla zaman. Ve sabahın köründe uyanıp Florya’dan Dudullu’ya işe gitme derdi yok. Anarşist bebeler isyan ede dursun ben bu beklenmeyen tatilin keyfini çıkarmayı düşünüyorum.
Gün 4 -
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
aylı Eylem / 4 Mart 2012 Uzun bir uyku ve sıcak bir yatak. Ve en önemlisi güzel bir kadın. Bir erkek başka ne isteyebilir ki? Fakat bugünü farklı kılan bir diğer şey ise Taksim’de dün izinsiz yapılan eylem. Heykelin çevresine ellerinde pankartlarla oturan gençlerin birçoğunun yüzleri bembeyaz. Basit bir gripten ziyade ölümcül bir hastalığın izlerini taşır gibiler.
Ekleme : Gün bitmeden daha önemli bir olay oldu, bütün kanallar gitti. Televizyon fantezisi iptal olduğuna göre başka fanteziler üzerine yoğunlaşmamız gerektiğine dair bir konuşma hazırlıyorum Zeynep için. Son olarak hava karardı ve bir polis ekibi iki üst kat komşum Numan’ın eşi Elif’i iteleyerek evine götürdü. Apartman boşluğundaki bağrışmalar Zeynep’in dikkatini çekmiş olacak ki kapının gözüne bir saat boyunca yapıştı. Zeynep’e göre Elif Taksim’de eyleme katılanlardan biriydi. Kadın zaten süt beyaz bir şeydi. Hastalıktan iyice rengi akmış.
Gün 6 - Tutuklanmak / 6 Mart 2012
Güneş henüz doğmadı. Zeynep anca sakinleşti ve uykuya daldı. Gecenin sessizliğini bağrışmalar, karanlığını ise fişekler böldü. Florya bir gecede tamamıyla değişti. Hırsızlık ve yağmacılık ihtimaline karşı panjurları indirdik. Sadece salonun camının panjuru aralık.
Gün içersinde telefon şebekelerinde oluşan problemden ötürü sadece Zeynep değil tüm komşularımız endişelendi. Numan’a arabamın anahtarlarını verdim. Sanırım eşi pek iyi durumda değil. Apartman girişlerine asılan afişlerde büyük harflerle “SOKAĞA ÇIKMA YASAĞINI ÇİĞNEYENLER UYARILACAK, UYARI DİNLENMEZSE TUTUKLANACAKTIR.” yazılmış.
Güneşin ilk ışıklarıyla önümüzdeki apartmanın altında bulunan markete gitmeyi planlıyorum. Meşhur hastalığı bilmem ama sigarasızlık benim için gerçek ölüm.
Gün 7 - Ölü Köpekler / 7 Mart 2012
Eve döndüğümde ağlayarak bana sarıldı Zeynep. Köşedeki markete gitmek bir gün sürmüştü. Karşı apartman boşluğunda bulunan marketin camı kapısı kırılmış, nerdeyse tamamı boşaltılmıştı. Sadece bir karton Samsun bulabildim. Hiç yoktan iyidir.
Fakat kutlamalara erken başladım sanırım. Apartmanın gölgesinden çıktığım gibi devriye gezen bir polis ekibi beni fark etti. Kaçamadım. Donup kaldım. “Memur bey, ben, şey..” diye sayıklarken ilk karnıma, sonrada enseme vuruldu ve “Yürü gerizekalı, yürü!” emri beynimin içinde yankılandı. Florya İlçe Emniyet Müdürlüğünde saatlerce tutuldum. Kan örneklerim alındı, göz bebeklerim ve kan akışım kontrol edildi. Beşiktaş’ın eski sol beki İbrahim’e benzeyen sıkıntılı bir doktorun sürekli gözleri üstümdeydi.
“Acaba beni serbest bırakırlar mı? Zeynep endişeden ölüyordur!” diye aklımdan geçirirken “Gönderin bu salağı evine, cahil cahil bakıyor. Temiz bu. Bir sıkıntısı olsa bülbül gibi öterdi.” dedi çakma İbrahim.
Apar topar eve götürüldüm. Tek hatırladığım bomboş yollar ve ölü köpekler. Polislerin tekme ve tokatları arasında arabamın yerinde olmadığını fark ettim. Umarım Numan ne yaptığını biliyordur.
Gün 8 - Köpek Öldüren / 8 Mart 2012
Artık salonun panjurları da kapalı. Zeynep salonun du
Linkleri görüntülemek için kayıt olmalısınız
ına dışarıdan vurulduğunu söyledi. Sanırım hırsızlar evlerin boş olup olmadığını yokluyor. Zeynep’e söylemedim fakat geceleri artan çığlıklar gittikçe daha yakından geliyor. Apartmanın dışındaki koşuşturmaları duyar gibiyim. Artık ben de korkuya kapıldım. Elbise dolabının dibinde yıllarını geçirmiş nasıl çalıştığını bile bilmediğim tabanca artık yastığımın altında. Zeynep ise benden gizlice yanındaki komodine bıçak koydu. Meyve bıçağı ile hırsızı korkutmayı düşünen bir karım olduğu için kendimi şanslı hissediyorum. Bugün Numan kapımızı çaldı “Koşun çabuk!” diyerek merdivenleri tırmanmaya başladı. Doğruca takip ettim ve dairesinin kapısından içeri daldım. Elif salondaki üçlü koltukta boylu boyunca uzanmış,beni süzüyordu. Gamzeleri kaybolmuş, derisi yer yer morarmış bir şekilde beni selamlamaya çalıştı. “İyiyim ben Numan, ortalığı ayağa kaldırma. Ooo taze damat hoş geldin.” dedi soluk bir sesle. Ama gözlerinin içi ısrarla gülüyordu. Kısa bir konuşmadan sonra Numan ile mutfağa daldık. “Florya Devlet Hastanesi kapatılmış ya da terk edilmiş. Hastanenin bahçesine girdim ama daha ne olduğunu anlamadan siren sesleri duymaya başladım. Olağanüstü hal, yasaklar! Polisler kaybolana kadar arabayı park ettik ve saklandık. Sonrasında ise biraz ve yiyecek soygunu yaptıktan sonra eve döndük.” dedi gülümseyerek. İlginç ama Numan’ın sözlerinde korkuya dair bir şey yoktu.
İşin güzel kısmı bu gece için güzel bir yemek hazırlayacak kadar erzakım oldu. Ayrıca köpek öldüren de olsa artık bir şarabım var.
Gün 15 - Camın Altında! / 15 Mart 2012
Bugün sokağa çıkma yasağının on-beşinci günü. Telefon ve televizyon çalışmıyor. Elektrikler günün çoğunda kesik ve içme suyumuz bitti. Çamurlu çeşme suyunu arıtıp, kaynattıktan sonra içiyoruz. Tadının güzel olmadığı konusunda Zeynep ile hemfikiriz.
Yazma isteğimi yitirmeye başladım. Çevremizde olanlar inanılacak gibi değil. Ben ve karım ise korkudan fırsat bulduğumuzda sıkılıyoruz.
Beş gün önce gündüz vakti yatak odasının panjurundan tıkırtılar duydum. Panjuru aralayacaktım ki kanlar içersinde bir el gözümün önünden geçti. Sonrasında ise uğultular. Sanırım o silah bütün gün boyunca belimde kalmalı.
Ekleme 1. 15 Mart : Hava kararmadan panjuru kaldırıp kan izlerini temizledim. Zeynep’i daha fazla telaşlandırmak istemiyorum.
Ekleme 2. 16 Mart : Şuan saat sabah 5. Zeynep uyuyor. Az önce yakından bir çığlık duyuldu. Daha sonra ise kapılar çarptı. Sokak kapımızın zorlandığını düşündüm ve silahımla birlikte kapıya yöneldim. Karşı komşumuzun kapısı yarım metre kadar aralık. Fakat görünürde hiçbir şey yok.
Aynı günün akşamında ise tekrar kapıyı kontrol etmek için gözden dışarı baktım. Komşumuzun kapısı sonuna kadar açılmış. Ayakkabı kutuları ve parçalanmış gazeteler bütün hole yayılmış. Duvarlarda ise soluk bir kırmızı, sanırım kan.
Ekleme 2. 17 Mart : Apartmanda sesler tamamıyla kesildi. Sokak kapısını kilitledim ve anahtarı sakladım. Zeynep’in dışarı çıkmasını istemiyorum. Günlerdir Numan’ın da sesi çıkmıyor. Umarım Elif daha iyidir. İki gün önce elini gördüğüm adam ile bugün göz göze geldim. Onu salonun camının altında yukarıyı izlerken yakaladım. Her yeri kan içinde, kıyafetleri yırtık. Sert bir ifadeyle beni süzüp çığlıklar atmaya başladı. Zeynep’in “Camı kapat! Hasta bu, kapat şu camı!” diye bağırmaları hala aklımda. Küçükken oynadığım Resident Evil 1 ve 2 aklıma geldi. İlkokulda millet yakalamaca oynar. Biz zombicilik oynardık. “Al sana zombicilik.” dedim kendi kendime. Fakat hala o gördüğüm şeyin yürüyen bir ölü olduğunu düşünmüyorum. Az da olsa yakında kapımızın çalınacağı ve “Hastalık tedavi edildi, özgürsünüz!” denileceğini umut ediyorum.
Gün 19 - Boşluktaki Gözler / 19 Mart 2012
Sıradan bir gün. Artık sakallarımı kesmiyorum. Salondaki koltuklardan birisi sokak kapısını destekliyor. Televizyon sehpası üzerinde Numan’dan aldığım şaraplardan bir tanesi, bitirilmeyi bekliyor. Güzel haber ise bugün elektriklerimiz var. Ayrıca buzdolabında hala bozulmamış yiyecekler var. Fakat alışveriş günü yaklaşıyor. Güvenlik tereddütlerimiz ve beklentilerimiz azaldıkça dışarıda olan biten hakkında kafamızdaki sorular artıyor. Ailelerimiz, arkadaşlarımız hepsi artık yok. Lise aşkımın beni en iyi dostum ile aldattığında hissettiğim gibi hissediyorum. Yalnız bırakılmış ve çaresiz.
Gün içersinde karşı komşumuzun evine girdik. Ayakkabılık ve çevreleyen duvar kan , camlar kırık. “Sanki Zeus bu evde birine tecavüz etmiş.” diye söylendim. Bütün dağınıklığın içersinde evde küçük bir dövüş yaşanmış gibi. En azından iki tane vazo duvara fırlatılmış. Zaten burada yaşayan çift kavgalarıyla meşhurdu. Yatak odasında ağzı açık bir bavul buldum. İçersinde Mehmet beyin birkaç iyi giyimli adamla fotoğrafı bulunuyordu. Arkasında “Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Hatırası” gibisinden bir şey yazıyordu. Bavulun içinde bulunan kıyafetleri kaldırdıkça iç kısımda sotelenmiş kaliteli bir şampanya olduğunu fark ettim. O esnada Zeynep şen bir kahkaha attı.“Bırak insanların özelini. Gel bak neler buldum.” diye seslendi mutfaktan. Vakumlanmış 4 paket tavuk göğsü, lor peyniri, yığınla dondurulmuş domates. Bu birazda olsa keyfimizi yerine getirebilecek türden bir yenilikti.
Apartmanımızda herkesin yatak odası kapısının arkasında gizli bir kasa mevcut. İlginç olan ise bizim kasamızın anahtarı Mehmet Özkan beyin kasasını da açmasıydı. Gün gelir her şey normale dönerse hırsızlığı meslek olarak yapacağım sanırım. Kasanın içersinden fotoğraflar, altın bir saat ve siyah bir poşet çıktı. Sanırım eski bir aile fotoğrafı. Yaşlı ama dimdik bir adam ve kucağında iki tane sıska çocuk. Saat ise 10:22’de durmuş. Poşetin ise yıllardır burada kaldığı yüzeyinden belli. Yıpranmış ve bazı yerleri yırtılmış. İçersinden Milli İstihbarat Teşkilatı’nın yaka rozeti, bir kadının tapınabileceği güzellikte bir yüzük ve 20 civarında 9 milimetrelik mermi çıktı. Hayatımızın son haftalarında yeterince sürpriz yaşadık. Yeni bir sürpriz yaşamamak için Mehmet beyin istihbarat çalışanı olma ihtimalini konuşmamaya karar verdik.
Hava yavaş yavaş kararıyor. Dışarıda hiç ses yok. Fakat yinede gecenin karanlığında birkaç gölgenin hareket ettiğini fark ettim. Bu satırları yazmadan birkaç dakika önce 300-400 metre uzağımızda yüksek kalibreli bir silah ateşlendi. Silahın oluşturduğu ses ve ışık içimizdeki yalnızlık hissini biraz azaltsa umudumuz yine yerinde saymakta.
Şuan karşımda biricik karım Zeynep oturuyor. Sırtını duvara yaslamış, dizlerini kırmış , tek eli Ahmet Ümit’in Sis ve Gece’sinin üzerinde. Diğer eli ise saçlarında. Yeşil gözleri ıslanmış bir şekilde boşluğa kilitlenmiş. Belli ki düşünceleri onu uzağa götürmüş. O hala gördüğüm en güzel kadın. Fakat geride bıraktığımız zorluklar onu biraz değiştirdi. Artık mizacı daha sert ve güçlü. Hayatımın kadınına sarılarak uyuma gibi bir planım var günlük. Bu kadar karalama yeter.
Gün 21 - Sıkıntılı Teyze / 21 Mart 2012
Numan ve Elif'den hala haber yok. Kapıları kapalı ve içeriden en ufak bir ses yok.
Zeynep bu. Boş durur mu hiç? Hemen bir senaryo uydurdu: "Bence adam dayanamadı ve Elif'i sırtlayıp sokağa fırladı. Evet, asansörün kapısı açık. Numan asansörle aşağıya inmeye çalıştı. Fakat belli ki çalışmadığını fark edince merdivenlere yöneldi. Üçüncü katın basamaklarında gördüğümüz kan bence bunu doğruluyor. Elif'in durumu daha kötüye gitmiş olabilir.Sen şimdi arabayı niye almadı diye şüphelenirsin. Adam ilk sokağa çıkışında araba yüzünden yakalanıyordu. Bu sefer yayan ve dikkat çekmeden bir eczane veya hastahaneye kapak atacaktır."
Karımın hayal gücünden sonra bugün olan bir diğer önemli şey ise Numan'ın karşı komşusu sıkıntılı teyzenin kapısının ardına kadar açılmış olması. Zeynep ile ikimiz aramızda ona sıkıntılı teyze lakabını taktık çünkü bizi daha yeni tanımasına rağmen her gördüğünde "Soruyorum üst komşularınıza. Tıkırtılar duyuyorlarmış fakat hala bu kızın karnı yok. Ne o damat ,sıkıntılı mısın?" der. Eskiden hayatına resmiyet ve ciddiyet hakimmiş. Fakat kurmay albay eşi rahmetli olduktan sonra tutunacak bir şeyi kalmamış.
Kendi tabiriyle film kopmuş. Kim bilir belki hala benim için sakladığı bir kaç yerleyici nitelikte cümle vardır diye kapısının eşiğini sokuldum. Operasyondaki bir polis edasıyla küçük adımlarla tek tek odalara daldım. Evin küçük tuvaletinin ışığı hala açıktı, içeriden gelen ağır bir koku ile iyice girilip duvara tamamıyla yapıştım. Süzülerek içeriye baktım. Sıkıntılı teyze tek eli gider borusunda, yanında sanırım içine istifra ettiği poşet ile birlikte önümde uzanıyordu. Kendimi geriye çekip hemen elimi belime götürdüm. İşte hikayenin en can alıcı noktası; silahımı salonda, masanın üstünde unuttum. En az beş dakika kadar kapıda donakaldım. Bir yandan kendimi savunabileceğim bir şey ararken bir yandan da cesedi takip ettim. En sonunda cesaretimi toplayıp biraz yaklaştım. Üzerindeki eski t-shirt sol omzundan yırtılmış, sırtına doğru iyice büyüyen yara ile kana bulanmış. Vücudundaki kan çökmüş, yüzüstü yatan kadının sırtı tam anlamıyla bembeyaz olmuş. Korkum yerini meraka bıraktığı için bulduğum oklava ile cesedi döndürmeye çalıştım. Fakat sıkıntılı teyze altın günlerinde yediği kuru pastaların hakkını verdi. Sadece çok az yerinden oynatabildim. Tek gözü tamamıyla dışarı akmış, sanki bir şey ile deşilmiş , sağ gözü ise yarım açık, soğuk bir ifadeyle bana bakıyor "Hani bebek?" der gibi.
Cesedin başında çok oyalandığımı fark edip kendimi kadının kızının ve torunlarının kaldığı odaya attım. "Duman istemem.Git balkonda iç.Bebeler yatar bu odada" diyebilecek son kişi tuvalette katledilmiş olarak yattığına göre beni durdurabilecek kimse yoktu. Sigaramı yaktım ve odayı incelemeye başladım. İlk bakışta televizyon kumandası sandığım bebek telsizleri, çalışma masasının üstüne bırakılmış yapay gül ve iki şişe kolonya ile odadan ayrıldım. Dairenin girişinde eşyaları yanımda getirdiğim sırt çantasına yerleştirirken tuvaletten gelen bir tıkırtıyla irkildim. Hızlıca oklavayı elime alıp temkinli adımlarla tekrar tuvalete yöneldim. Sıkıntılı teyze bir şeyler mırıldanıyor gibiydi, fakat bu sefer "Hani çocuk?" demediği aşikardı. Sağ ayağı titriyor, sanki tekrar hayat buluyor gibiydi.
Artık neyle karşı karşıya az da olsa farkındayım. Virüs insanları ilk öldürüyor, sonrada gramajı az bir beyinle tekrar aramıza yolluyor. Peki ya Elif? Numan'ın her zaman bir B planı vardır. Çaresizliğin verdiği asabiyet ile kadının titreyen eklemlerine sert bir tekme attım. Mırıldanmaları artık kuduz bir köpeğin hırıltılarına dönmüştü. İkinci tekmem ise yarısı vücudundan koparılmış olan boynunaydı. Hala sıkıntıları geçmemiş olacak ki gözlerimin içine baka baka bağrınmaya devam etti. Saniyeler içersinde kızının kolonyasını bütün vücuduna döktüm. Zaman ilerledikçe hareketleri hızlanıyor, bakışları cesaret duvarlarımı delip geçiyordu. Tuvaletin kapısının iç kısmındaki anahtarı dışarı çıkardım, kapıyı beni koruyacak kadar kapattıktan sonra sigaramı sıkıntılıya fırlattım. Cesedin alev aldığını gördükten sonra tuvaletin kapısını kilitledim. Daha sonra ise sokak kapısını kilitleyerek evi terkettim.
Bütün gece boyunca yalın bir dille olan bitenleri Zeynep'e anlattım. Kadına attığım tekmeler ve ürkütücü hırıltılar hariç. Zeynep soğukkanlı bir şekilde beni dinledi. İlginç.
Düne kadar üç kilometre ötede fare görülse uyuyamayan kadın bu gece melekler gibi uyuyor. Ha unutmadan, ilişkimizin yıl dönümünü hatırlamam için kafamı yastığa koymadan önce birinin eklemlerini tekmelemem gerekiyormuş. Bugün öğrendiğim en önemli şey bu herhalde.