Stoa Okulu ve Epikürcüler

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
HeiLmasTer®

HeiLmasTer®

Üye
    Konu Sahibi
Stoa Okulu ve Epikürcüler
Bu dönemdeki "felsefe okulları"na gelince; Eflâtun'un Akademi'si ile Peripatos okullarına, M.Ö. yaklaşık 300 yıllarında, iki okul daha katılmıştır: Stoa ve Epikür okulları. Stoa okulu, duvarları resimlerle süslü sütunların oluşturduğu bir yerde kurulduğu için, "Sütunlu galeri" anlamına gelen Stoa adını almıştır.

Öteki okul ise kurucusu olan Epiküros'un adını taşır. Bu iki okul, yaşam ve bilgi konusunda karşıt görüşleri savunur. Bu biri ötekine karşı olan okullara, bu dönem için üçüncü bir akım sayılan, "şüphecilik"! de eklemeliyiz. Açıklamalarında mutlak şüpheden hareket eden Şüphecilere, M.Ö. II. yüzyılda Eflâtun Akademisi'nin dayanak olması dikkat çekicidir.

M.Ö. III. yüzyıldan itibaren bu üç okul, aralarındaki "sürtüşme"yi sürekli canlı tutarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yine de bu üç okulun ortaklaşa paylaştıkları bazı görüşler vardır. Üçünün de birleştikleri ilk nokta, her üçü insanı felsefenin konusu saymıştır. Her üç okul, öncelikle, "üstün insan"m portresini çizmiştir. Ancak "üstün tip", her üç okulda değişik yorumlanmıştır.

Stoalılar için üstün insan, tüm tutku ve isteklerini yenmiş olan, yaşam karşısında olduğu gibi ölüm karşısında da ilgisiz kalmayı bilen insandır. Onlar "duygusuzluk"u (apethie) insana amaç olarak gösterirler. Buna karşı Epikürcüler ve şüpheciler insanın amacını "ruh derinliği"nde (ataraksie) bulurlar. Ancak dikkat edilirse ruh dinginliği durumu ile duygusuzluk durumu arasında pek büyük bir fark olmadığı görülür. Bu üç okul yaklaşımlarını farklı temellere dayandırmış bulunuyor.

Stoacılar ile Epikürcüler arasında ortak olan bir başka nokta, her iki okulun da Eflâtun'dan önceki felsefeye "geri dönüş" yapmalarıdır. Bilindiği gibi, Eflâtun'dan önceki felsefenin karakteristik yanı, evrenin temeli olarak "maddî" bir şeyi benimsemesidir.

Somut olmayan bir evren anlayışını, ilk kez Eflâtun, "ideler"i ile ortaya koymuştu. Stoacılar ve Epikürcüler Eflâtun'dan önceki felsefeye dönmekle, her şeyin özünün maddî olduğunu yinelemiş oldular. Bu görüşü savunan iki okulun dayanmak istedikleri temeller birbirinden farklıdır. Stoacılar için Eflâtun'dan önceki felsefelerin en büyük otoritesi "Heraklit"tir.

Heraklit felsefesinin karakteristik görüşü, her şeyin bir değişim ve bir oluş içinde bulunduğudur. Onun felsefesinin ikinci karakteristik yanı, oluşun bir yasaya bağlı olduğu, akıl "logos" tarafından yönetildiğidir. Tüm evrene egemen olan akıl "logos", Heraklit'e göre maddî bir şey olan "ateş "tır.

Heraklit bir panteisttir. Bu görüş Stoacılarca da benimsenir. Heraklit için bir başka karakteristik düşünce, her şeyin "sürekli devir" hareketi içinde olduğudur. Gelmiş geçmiş bir şeyin bir süre sonra yeniden görüleceğine inanılır. Stoacılar Heraklit'in bu görüşünü de sahiplenmiştir.

Onlara göre de evrenin evrimi sürekli yükselen doğru bir çizgi yerine, dönüp dolaşıp aynı noktaya gelen dönüşümlü bir yol izler. Oysa Epikürcüler Demokrit'in atom varsayımını felsefelerine temel alır. Demokrit'e göre gerçek, boş uzay içinde hareket eden atomlardan ibarettir. Evrende her olay kör ve kendiliğinden (mihaniki-ruhsuz) olan yasalara göre olur.

Her şeyin, kendiliğinden olan zorunluluklara göre oluştuğu bir evrende, Tanrıların gereksiz varlıklar olduğunu tahmin etmek kolaydır. Demokrit'e bağlı kalan Epikürcüler, tam anlamıyla, bir "din düşmanı "dırlar. Stoacılar panteisttir, yani evrenin dışardan değil de, içten yönetildiğini, Allah ile evrenin bir ve de aynı olduğunu varsayar. Stoacılar ulusal din karşısında olumlu bir tutum sergiler. Onlara göre halk dini bir gerçekliği içinde taşır ve bu gerçeklik halka has bir biçimde dile getirilmiştir.

Tüm dinlerin birtakım "sembolik" imajları olduğunu benimsemek gerekir. Tanrılar birer semboldür. Bu sembollerin gerisinde doğa güçleri gizlidir. Stoacılarla Epikürcüler din konusunda biri ötekine karşı görüşler öne sürer. Bu iki karşıt görüş arasında şüpheciler yer alır. Şüphecilere göre: Tanrılar var mıdır, yok mudur? Evrenin özü nedir? gibi sorulara yanıt vermek, ilke olarak mümkün değildir.
zel ve iyi şöhret , anılış anl..... gelir. Terim olarak musiki nağmelerini dinlemeye, dinlerken vecde gelip harekette bulunmaya, kendinden geçmeye, oynayıp dönmeye denilmiştir.
İlkel toplumlarda dini niteliklerde olan musiki ve raks toplumdaki ilerlemelerle birlikte iki tarza bölünmeye başlamış, bir yandan dini musiki teknik ve estetik bakımından kurallaşmaya, öbür yandan da dinle ilgisi olmayan, daha çok şehevi duyguları kamçılayan bir şekle bürünmüştür. Aslına dönerek raks etmek en eski toplumlardan beri vardı ve raks bütünüyle zaten dini kökenli bir eylem biçimiydi ama İslam geleneklerine Mevlana ile girdi.
Ezoterik öğretilerde “Bir” her şeyin kaynağıdır ve merkezdir. Evrende kendi yörüngesinde dönen bütün varlıkların, bir birlerine çarpmadan sağladıkları uyum bu “Bir” den kaynaklanır. Bu “varlık birliği “ felsefesinin İslam'daki en çarpıcı pratiklerinden biri Mevlevilik‘teki “Sema” törenidir.
“Eğer bir atomu, kesersen, ortasından bir güneş ve güneş etrafında da durmadan dönen gezegenler görürsün” der Mevlana. Evrendeki en küçük alemden en geniş aleme kadar her şeyin sürekli dönme eylemi içinde olduğunu açıklar. Mevlana‘ya göre önemli olan bu bütün içerisinde insanın kendi gerçeğini araması, uyanması ve hakikate yani Bir'e yükselmesidir: Mevlana “Gerçek varlığınızın çevresinde dönün” sözüyle bunu en güzel biçimde özetler.
Sema insana doyuma, uyuma ve güzelliğe ulaşmanın yöntemlerini verir. Bir eğitim ve öğretim metodu içinde “insan-ı kamil” in yani ideal insanın tohumlarını atmayı amaçlamaktadır. Mevlana için önemli olan, sözü ile özü, inançlarıyla davranışları, şekli ile ruhu arasında uyum ve tutarlılık olan insanlardır. Bu insanlar kendileriyle ve kendi dışındaki her şeyle barışıktırlar. Mevlana bu yoldaki insanın gönül gözleriyle bilinçli ve sürekli olarak araştırmasını, bunlara bağlı bir şekilde geleceğe bakmasını ve hizmet etmesini beklemektedir. Bunu, ruhu uyuma kavuşturmak için şiirle, gerçek aşkı yaşatmak için musiki ile gerçek varlığa ulaşmak için Sema ile yapmaktadır. Mevlana'nın öğretisinde “Sema” yı diğer önemli ve etkili iki unsur şiir, müzik destekler.
Ezoterik felsefelerde evrende tezahür etmiş her varlık bütünün bir parçasıdır ve bütün gibi bu parçalar da aynı iradeye tabidir. Bu irade ancak gerçek bir istek yani aşkla bir form kazanır. Bu form ise zekanın ürünüdür. Mevlana ‘ya göre mikrokozmoz olan insanoğlu üç unsurdan oluşur: Ruh (öz, enerji, hareket, sema), akıl (zeka, bilgi, olgunluk…) ve aşk (duygu, şiir, musiki...) sürekli bir döngüsellik içinde bulunan makrokozmoz ile mikrokozmoz olan insanın ilişki eylemsel düzeyde sema ile kurulurken, aynı ahenk ve düzen evrenin ahenk ve uyumunu sessel düzeyde ifade eden musiki ile tamamlanır. Şiir ise aynı uyum ve ahengi sözel ifadesini taşır.
Kaynaklar, Mevlana ‘nın herhangi bir kurala bağlı olmadan, vecde geldiği her zaman, istediği her yerde sema ettiğini bildiriyor. Sema bireysel bir eylem biçimi olmaktan çıkıp kuralları saptamış bir grup aktivitesi haline Mevlana‘nın oğlu Sultan Veled döneminde gelmeye başlamıştır. 1460’larda Sultan Veled‘in üçüncü kuşak torunlarından Pir Adil Celebi zamanında ise resmi olarak Mevlevi ayinin bir parçası olmuştur.
Mevleviler bu kurala bağlanmış sema törenini üç farklı aşama, daha doğru düzeye ayırırlar: Bunlarda birincisi “ Doğal Sema “ dır. Bu sazla, sözle, raksla hem dönenleri, hem seyredenleri derin bir coşkuya götüren bir düzeydir. İkinci düzey “ Ruhani Sema” dır. “Ruhani sema” tasavvuf yolunda olgunlaşmış kişilerin içinde tanrısal sırların doğmasını ve oluşması sağlayan semadır. Mistik adamı yani “Velinin” ulaştığı ve tanrısal sırlarla yaşayan kişilerin “Sema”sı ise “ Rabbani Sema ” olarak adlandırılır.
Semahane ve Semazen Giysileri
Mevlevi dergahlarında sema için ayrılan müstakil yerlere Semahane denir. Mevlevi derdahları dini bir kurumdan ziyade akademi niteliğinde olup, şehirden uzakta büyük bir bahçe içinde yer alır ve orada hiçbir şey keyfiliğe bırakılmaz, kurallara bağlanır.
Semahane genellikle sekizgen şekildedir ve evreni temsil eder. Semahaneye girişin tam karşısında şeyh postu vardır. Post ile girişim arasında olduğu varsayılan çizgiye “Hatt-ı İstiva” denir. Bu, gerçeğe ulaşan “Bir”liğe en kısa yoldur. Bu çizgiye ayinde şeyhten başka kimse basamaz. Şeyh Mevlana 'yı temsil eder. Post ise en büyük manevi makamdır. Kırmızı rengiyle doğuşu ve var oluşu temsil eder.
Semazen nefsinin ölümünü temsil eden özel bir kıyafet giyer. Başına giydiği sikke mezar taşını, hırka mezarını, hırkasının altına giydiği beyaz tennure kefeni temsil eder. Otururken ölmüş sayılan derviş, adeta sur sesini duyup dirilir ve Devr-i Veledi, ölümden sonra dirilmeye benzer. Tanrı adeta bir noktadır. Hızla dönüşünden, gerçekte yok olan bu alem var gibi görünür. Mutlak varlığın devri adeta bir dairedir. Bu dairenin sağ yanındaki kavis zahir alemdir, sol yanındaki kavis ise içrek alem. Şeyh makamı mutlak varlık makamıdır. Oradan kapıya kadar çekilen “Hatt-ı İstiva” bu daireyi mevhum (hayali) iki kavise ayırır. Bütün varlık alemi, bilginin seyri gibi bu hayali dairede devre eder. Mürit de bu devreye uyup döner.
Sema'da kolların açılıp sağ elin açık, sol elin parmaklarının yere doğru sarkık, başınsa sağa doğru eğik yüzü sola doğru dönük oluşu, bir kılıç kabzasını temsil eder. Gövde ve bacaklarsa kılıcı… Mürit, böyle geçici varlığı kesmekte, yok etmektedir. Haktan aldığı enerjiyi mürit halka dağıtır.
Eller ayaklar tersine biri temsil eder. İnsanı gövdesi ile birlikte bu şekil şuna dönüşür: (La ve illa kelimeleri.) Bu şekil “ Allah’tan başka tapacak yoktur” anl..... gelen “La ilahe
İllallah” sözünü temsil eder ve “varlık birliği” inancına göre mutlak varlığı ispat amacı taşır.
Mevlevi Mukabelesi
Karşılaşmak anl..... gelen mukabele Mevlevilikte, tarikat ayini icra etmek amacıyla kullanılır. Mevlevilerde, Sultan Veled devri denen törende, post önünde birbirlerine karşı niyaz etmek adettir. “Mukabele” kelimesi, bu bakımdan bir terim haline gelmiş ve ayin anlamında kullanılmıştır.
Mukabele'de semahanede topluca kılınan namazdan sonra eğer şeyh Mesnevi okutacaksa postuna oturmadan mesnevi kürsüsüne çıkar ve semazenler yerlerine gitmeden kürsünün önünde ve kürsüye dönük otururlar. Mesnevi okutulduktan sonra Şeyh post duasını okur ve inerken herkes yerine çekilir. Şeyh postuna geçip oturur.
Post duasından sonra Mevlana'nın Hz. Muhammed'i öven gazeli “naat ”okunur. “Naat-ı Şerif” sona erdikten sonra neyzen başı, hangi ayin okunacaksa o makamdan taksime başlar.
Devr-i Veled
Peşrev çalınırken Devr-i Veled başlar. Bu törende Şeyh önde olduğu halde herkes bir sıra halinde peşreve ayak uydurarak ağır ağır yürür. Şeyhin kırmızı postunun önüne geleni posta basmamak ve arkasını semahaneye dönmemek şartıyla postun öbür tarafında durur ve geriye döner. Arkasından gelen postun diğer tarafında durur. Birbirlerinin yüzlerine ve kaşların arasına bakıp karşılıklı baş eğerler. Postun solundaki, semahaneye sırtını çevirmeden döner yürür. Arkasındaki aynı tarzda onun yerini alır, kendisinden sonrakiyle niyazlaşır. Sıranın en sonundaki “nev-niyaz”, şeyhle karşılaşmış olur. Karşılıklı baş eğer niyaz ederler. Şeyh postuna geçtiğinde, semazenlere dönüp baş eğer. Semazenlere hep birlikte onunla beraber oldukları yerde baş eğerler.
Sema ve Selamlar
Devr-i Veledi' den sonra çalgılar eşliğinde ayin okunmaya başlanır. Semazenler hırkalarını sağ elleriyle ve parmak uçlarıyla yakasından tutup yere atarlar. Kollarını eller omuzlara gelmek suretiyle çapraz olarak göğüslerine koyarlar. Şeyhe dönüp karşılıklı baş eğerler.(Bu durumda Allah kelimesini Arapça'daki ilk harfi olan Elif temsil edilir. Bu bire de bir göndermedir. Allah'ın birliğine işarettir.)
Semazenbaşı seyhi önü gelerek baş eğer, elini öper. Şeyh de eğilip onun sikkesini öperek semazenbaşına niyaz etmiş olur. Semazenbaşının ardından diğer semazenlerle bu hareket tekrarlanır. Şeyhin elini öpen Semazen semaya girer.
Semaya giren ağır ağır kollarını omuzlarından göğsüne doğru sıyırarak indirir ve ellerini çapraz vaziyetten kurtarıp yanlarına getirir. Sağ elin avuç içi yukarıya, sol elin avuç içi yere dönüktür. Baş sağ tarafa eğik, yüz tamamen sola dönüktür.
Semada dört selam verilir. Dördüncü selamdan sonra Semazenler tamamen semaya girince şeyh de postunda ileri yürür, niyaz edip semaya girer. Semahanenin ortasında sema eder. Ancak şeyh kol açmaz. Sema ederken açılmaması için sol eliyle hırkasını belden aşağı kısmından tutar, sağ eli de hırkasının sağ yakasındadır.
Sema Üzerine Mevlevilerin Fikirleri
Mevleviler, mukabelede daima astronomiye dayanarak göklerin hareketlerini, devrini, mutlak varlıktan insana kadar maddi, insandan tekrar mutlak varlığa kadar manevi olan iniş ve çıkış kavislerini görmüşlerdir, diğer bir görüşe göre de mutlak varlıklardan unsurlardan iniş ve unsurlardan tam varlık noktasına bulunan “İnsan-i Kamil”e kadar olan çıkış kavislerinden meydana gelen dairedir.
“İşarat-al-Başara” ya göre Devr-i Veledi, bütün kainatı kaplayan göğün dokuzuncu katını (felek-i atlas) dönüşüne benzer :
Birinci selamda sonraki sema sabit yıldızların (sabiteler) bulunduğu gök katını temsil eder (melekler alemindeki subjektif dönüş-melekut alemindeki enfüsi devir). Sema töreninin bu ilk dönüşü alemleri seyretmektedir. Hakk'ın büyüklüğüne ve yüceliğine bu yolla ulaşılır. Birinci selamda aşıklar şüphelerden kurtulur ve Hakk'ın birliğine iman ederler.
İkinci selamdan sonraki sema, güneşin bulunduğu gök katını temsil eder (manevi ruhlar alemindeki ruhsal dönüş-ceberut alemindeki ruhi devir). Bu tüm varlığın tanrısal “Bir” içinde erimesidir.
Üçüncü selamdan sonraki sema, ay göğündeki dönüşü temsil eder (manevi varlıklar alemindeki sır dolu dönüş-lahut alemindeki sırrı devir). Aşıklar kendilerini arındırıp oluş mertebesine ulaşırlar.
Dördüncü selamdan sonraki selamdan ise bu alemde benzeri yoktur ve bu dönüş insana mahsustur. Bu aşamada varlık içinde yok oluşa erişilir. Bu selamda Şeyh de semaya katılır.
Yukarıda söz edilen selamların sonucunu Mevlana‘nın şu sözü özetler: “Semaya girdin mi, iki dünyadan da dışarı çıkarsın. Sema'nın şu alemi, iki alemden de dışarıdadır.”
Mürit, sema ederken varlık doğuşundan yokluk batısına, yokluk batısından da Tanrı varlığıyla varoluş doğusuna döner. Değirmen unu nasıl öğütürse sema da hayali (mevhum) varlığı öğütür.
Devr-i Veled'de müritlerinin birbirine baş eğmeleri Mevlana 'nın insani taksidir. Semahane'nin çevresini üç kez dolaşmak ise biliş, buluş, oluş mertebelerine işarettir.
Ayinlerde dört kez dönmek, sufilerde çok eskiden beri mevcut olan şeriat, tarikat, hakikat,marifet tasnifine uygundur. Şeriat dinin dışıdır, hakikat içi. Tarikat şeriattan hakikate varan manevi yoldur. Marifet ise hakikate ulaştıktan sonra taşkınlık etmeyip sırları gizlemek ve kurallara uygun hareket etmektir. Mevlana bu konuda Mesnevi'de şu sözlere yer verir: “Hakikatler meydana çıksaydı şeraitler, yollar batıl olurdu.”
Sema'da Zuhal (Satürn) göğündeki tedbir, Müşteri'deki (Jüpiter) çekiş, Mehir'teki (Mars) itiş, Utarit'teki (Merkür) anlayış, Zühre'deki (Venüs) duyuş özellikleri vardır. Aynı zamanda dört selam cenaze namazındaki dört tekbire işaret sayılabilir. Böylece semazen, hayali (mevhum) varlığı öldürmüştür. Müritler (semazenler), Devri-i Veledi'de sabit yıldızlara, sema ederken ise gezegenlere benzerler. Hatta sema'da gökleri, yıldızları ve mevalid denilen mineral, bitki ve hayvan alemlerini temsil özelliği bile vardır.
Mevlana'ya sorarlar: Namazdan daha üstün ne olabilir?
Cevaplar: Namazın canı (ruhu) namazdan daha üstündür ve devam eder: İman Namazdan daha iyidir çünkü namaz beş vakit ise iman her vakitte mümkündür. Namazsız iman olur ancak imansız namaz olmaz…
Ritüellere, ibadetlere ve törenlere bakıldığı zaman şekilin dışraklığına kapılan gözlere Mevlana Özü ve derinliği görmeyi salık vermiştir. Sema da bir haldir ve insanın (Ruh-İrade, Sevgi-Aşk, Akıl-yaratma) Mikrokozmos ve Makrokozmosu birleştirdiği andır. Sema insanın Manevi yolculuğudur ve tüm şekillerin ve şekilselliğin ötesindedir.
Kaynak: Yeniyüksektepe Kültür Merkezi
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Benzer Konular

HeiLmasTer®
  • Kilitli
Cevap
0
Görüntüleme
1K
HeiLmasTer®
hikmet366
Cevap
0
Görüntüleme
749
hikmet366


Üst Alt