Macbeth // William Shakespeare

Sponsorlu Bağlantılar

CoDeYs

CoDeYs

Üye
    Konu Sahibi
Macbeth // William Shakespeare
Büyük olasılıkla 1606 yılında yazılan Machbeth’in quarto baskısı yoktur; yayımlanması 1623’te İlk Folio ile gerçekleşir. Yaklaşık iki bin satırlık bu oyun Shakespeare’in trajedileri arasında en kısa olanıdır. Oyunun ilk temsilinin 7 Ağustos 1606’da sarayda Kral I. James ile konuk Danimarka Kralı IV. Christian’ın huzurlarında yapıldığı sanılıyor. Shakespeare’in yararlandığı kaynakta İskoçlarla Danimarkalılar arasında geçtiği söylenen savaş Sylvan Barnet’in dediği gibi yazar tarafından bu nedenle İskoç-Norveç savaşına dönüştürülmüş olmalı. İngiltere Kralı I. James aynı zamanda İskoçya kralıydı; bu bakımdan Machbeth adlı oyun onun atalarının tarihinden bir kesiti canlandırır. Pek çok eleştirmen Shakespeare’in dördüncü perdede eski İskoç krallarına adeta resmi geçit yaptırarak James’in soyunun sonsuza dek hükümdar olacağını ima ettiğine dikkat çeker.

Shakespeare’in diğer bazı trajedileri ve tarihsel oyunları gibi Machbeth’dekaynağını gerçek olaylarla söylenceyi aynı potada eriten Holinshed’in ünlü tarihinden alır. O dönemde İngiltere İskoçya ve İrlanda tarihi için en geçerli başvuru kaynağı sayılan bu eser Britanya Adalarının geçmişini Nuh’un oğullarından başlayarak 1580’lere kadar getirir. Shakespeare ilk baskısı 1577’de yapılan bu kitabın 1587’deki ikinci baskısından yararlanmış.

Holinshed Tarihi’nde güçsüz beceriksiz bir kral olduğu söylenen Duncan Shakespeare’in elinde Tanrı’nın kutsadığı ideal hükümdara dönüşür: Bir kralın sahip olması gereken erdemlerin tümünü kendisinde toplayan etrafındakilerin saygı ve sevgi sadakatle hizmet ettiği layık olanları cömertçe ödüllendiren bir hükümdar. Holinshed’e göre Macbeth İskoçya tahtı üzerinde hak iddia edebilecek konumdadır ve Duncan’ı ödürüp yerine geçtikten sonraki ilk on yıl boyunca iyi bir kral olarak tanınır; Banquo ise Macbeth’in Kral Duncan’ı öldüreceğini bilir hatta yardım edeceğini söyler kendisine. Buna karşılık Shakespeare’in yarattığı Macbeth tahtı düpedüz gasp ettiği gibi krallığının ilk gününden itibaret kanlı bir despottur. Oyundaki Banquo da yine Holinshed’dekinden çok farklıdır. Cadıların kehanetini bir an içinçekici bulsa da doğru yoldan ayrılmayan kralına ihaneti aklından bile geçirmeyen dürüst ve gerçek anlamda soylu bir portre çizen Banquo Macbeth’in ahlaki değerlerden ne denli uzaklaştığının canlı göstergesidir adeta. Pek çok eleştirmene göre Shakespeare’in Holinshed’deki malzeme üzerinde yaptığı değişiklikler tek bir gayeye yöneliktir: Macbeth’e yükselme arzusu ve politik hırs dışında bizlere makul görünebilecek hiçbir amaç veya mazeret tanımamak. Bu yüzden Macbeth’in davranışlarını bir ölçüde anlaşılabilir kılacak en azından ilk cinayeti mazur gösterecek herhangi bir nedene yer vermemiştir oyunda.


Stanly Wells’in de işaret ettiği gibi Macbeth ve Leydi Macbeth dışındaki tüm karakterlerin rolleri işlevsel niteliktedir: İyiler safında yer alan hiçbir karaktere (ne Duncan ve Banquo’ya ne de Malcolm Macduff ve diğerlerine) üç boyutlu kişilik vermeyen Shakespeare oyunu kişiler-arası çatışma yerine tek bir karaktere ve ona en yakın kişi olan karısına odaklar; olayarın tümünü Macbeth’in ve karısının zihninden süzüldüğü şekliyle aktararak “içerden” izleyebildiğimiz karakter sayısını da iki ile sınırlamış olur. Shakespeare’in karı-kocayı başbaşa gösterdiği sahneler hem kişiliklerini hem de evlilik ilişkilerini yakından tanıma fırsazı verir bize. Yalnızken akıllarından geçenleri seslendiklerinde ise düşüncelerinin ta içinde buluruz kendimizi. Bu pasajların Shakespeare’in en unutulmaz dizelerinden bazılarını içerdiği gerek okurların ve izleyicilerin gerek Frank Kermode gibi oyunlarda kullanılan dil üzerinde yaptığı çalımalarla tanınan eleştirmenlerin ortak kanısıdır.

Macbeth daha sahneye adımını atmadan dostları ve bizzat Kral Duncan tarafından tanıtılır bize. Yakı çevresindekilerin gözünde cesur sadık ve onurlu bir komutandır o. Norveç’lilerle savaşta büyük kahramanlık göstererek oluk oluk kan akıtan Macbeth yeni bir ünvanla ödüllendirilecektir bu hizmetinin karşılığında. Savaşta kralına ihanet eden Cawdor’dan alınan ünvanın Glamis Beyi Macbeth’e verilmesi oyundaki keskin ironi örneklerinden ilkidir. Cawdor Beyinin ihanetini haber alan Duncan görünüşün insanı nasıl da yanılttığından söz eder:

İnsanın içinden geçenler yüzünden okunabilseydi!
Nerde! Öyle bir sanatımız yok.
Bu beye nasıl güveniyordum
Ne kuşkusuz bir güvenle.
(I. iv. 13-16)

Tam o sırada daha kral sözünü bitirmeden Macbeth girer içeri. Görünüş ve gerçek Kral Duncan’ı pek yakında bir kez daha aldatacak dürüstlüğünden ve sadakatinden bir an bile kuşku duymadığı Macbeth tarafından öldürülecektir üstelik hemen ertesi gece.

Banquo’yla savaştan dönerken karşılarına çıkan Cadıların gelecekle ilgili sözlerinden altüst olan Macbeth heyecan umut ve korkuyu birlikte yaşar. Cadılar ona kral olacağını söylerler ama bunun ne yolla gerçekleşeceğini açıklamazlar. Duncan’ı öldürerek krallığını elde etmek tamamen kendi fikridir Macbeth’in. Kehaneti duymasıyla cinayeti aklından geçirmesi aynı sahne içinde yer alır. Bu fikir önce tüylerini diken diken etse de bir sonraki sahnede kararını vermiş gibidir; karanlık arzuların yönlendirdiği ellerinin yapacağı işi kendi gözünden nasıl saklayacağını düşünmeye başlamıştır bile.

Yıldızlar kapayın gözlerinizi! Hiçbir ışık sızmasın
İçimdeki derin karanlık isteklere
Göz görmesin elin ne yaptığını;
Yine de olsun ama olsun bu iş.
Gözün bakamayacağı kadar korkunç da olsa.
(I. iv. 58-62)


Ama cadıların ateşlediği kral olma düşünü gerçeğe çevirecek irade gücüne sahip midir acaba? Kralı öldürmek fikri kafasında ilk kez filizlendiğinde harekete geçmekten ürktüğünü görürüz Macbeth’in:

Bahtımda kral olmak var
Ben elimi bile oynatmasam da korlar tacı başıma
(I. iii. 168-169)

Yükselme hırsı ile bu hırsı eyleme dönüştürecek cinayeti işlemekten çekinmesi bir çatışmaya neden olur benliğinde. Amacına ulaşabilmesi için her türlü ahlaki kaygılardan sıyrılıp insanlığını bastırması gerekir ama eşini çok iyi tanıyan Leydi Macbeth onun bu işi başarabileceğinden pek emin değildir. Kocasından gelen mektubu bir solukta okuyup bitirdiğinde şöyle seslendirir kuşkusunu:

... Ama tabiatına güvenim yok; fazla insan sütü emmişsin en kestirme yoldan gidecek yürek yok sende. Yükselmek istemesine istiyorsun; içinde hırs yok değil; taş gibi de bir yüreğin olmalı yanında o yok sende. Can attığın şeyi namusunla suya sabuna dokundurmadan elde etmek istiyorsun. Hem dalavere yapmayacaksın hem de hakkın olmadan tahta oturacaksın. Sen kalk gel buraya gel ki var gücümü söz edip akıtayım kulaklarından içeri.
(I. v. 13-22)

İlk cinayete giden yolda Leydi Macbeth’in payı hiç de yadsınamaz doğrusu. Kocası eve vardığında işi bana bırak diyerek yaptığı planı açıklar ve nasıl davranması gerektiğini anlatır ona. Duncan’ın uşaklarını sarhoş edip cinayeti onların üzerine yıkma fikri de yine Leydi Macbeth’e aittir. Onun düşüncelerine kulak misafiri olan bizler Leydi Macbeth’in bu işte aktif bir rol üstlenmesinin kraliçe olma arzusundan değil Kenneth Muir’in işaret ettiği gibi Macbeth’in krallığı çok istediğini bilmesinden kaynaklandığını sezeriz. Macbeth’teki isteği eyleme dönüştürecek psikolojik ortamı hazırlamaktır yaptığı şey aslında. Kocasının tereddütlerine hatta başarısızlık endişesiyle vazgeçecek gibi olmasına karşın bir an bile tereddüt etmez onu korkaklıkla erkek olmamakla suçlayarak harekete geçmeye zorlar. Eşine verdiği cevap Macbeth’in insanlığını henüz yitirmediğini gösterir bize:

Yeter sus artık! Bir insana yaraşan
Her şeyi yapmaya varım. Ondan ötesini yaptım mı
İnsan olmaktan çıkarım.
(I. vii. 52-54)

Erkekliği acımasızlık ve şiddetle özdeşleştiren Leydi Macbeth kana susamış cinlere seslenişinde onlardan kadınlığını kadınlara özgü merhamet duygularını yok etmelerini ister:

Gelin alın benden kadınlığımı;
Katılaştırın taşlaştırın beni tepeden tırnağa.
Öyle koyulaştırın ki kanımı
Merhamet işlemez olsun içine!
(I. v. 37-40)

(Ama yine de bir an için babasına benzettiği Kral Duncan’ı kendi elleriyle öldüremeyeceğini söyleyip kocasına bırakır işi.) Leydi Macbeth kendisini mantıklı ve işbitirici bir kimse olarak görür. Kocasının eline bulaşan kanın biraz suyla akıp gideceğini söyleyen ölüler ve uyuyanlar arasında fark göremeyen Macbeth korkup bir daha Duncan’ın cesedinin yanına gidemem dediğinde uykudaki uşakların yüzüne kan sürmekten çekinmeyen Leydi Macbeth cinayet duyulduğunda öyle başarılı bir şaşkınlık ve üzüntü numarası sergiler ki bizler bile şaşar kalırız onun bu soğukkanlılığına.


Macbeth ise cinayet fikri aklına girdiği andan itibaren huzursuzdur. Duncan’ı öldürmesinin toplumu ayakta tutan sadakat bağlarının tümünü hiçe saymak anlamına geldiğini çok iyi bilir:

Bir kere akrabası ve adamıyım:
Ona kötülük etmemem için iki zorlu sebep.
Sonra misafirim: Değil kendim bıçaklamak
El bıçağına karşı korumam gerek onu.
Üstelik bu Duncan ne iyi yürekli bir insan
Ve ne bulunmaz bir kral.
Her değeri ayrı bir İsrail borusu olur
Lanet okumak için onu öldürene!
(I. vii. 14-21)

Ama kral olmayı aklına koymuştur bir kere. Hiç olmazsa bu korkunç cinayetin sonuçlarına hükmedebilmeyi ilk kötülüğün zincirleme kötülüklere yol açmamasını diler. Bu istek boş bir hayalden ibarettir; sonucun ne olacağını cinayeti işlemeden görmüştür aslında:

Yapmakla olup bitseydi bu iş
Hemen yapardım olup biterdi.
Döktüğüm kanla akıp gitse her şey
Bir vuruşta sonuna varılsa işin
Bir anda bu dünyayı olsun kazanıversen
Zaman denizinin bir kumsalı olan bu dünyayı
Öbür dünyayı gözden çıkarır insan.
Ama bu işlerin daha burada görülüyor hesabı.
.................................................. ..
Doğruluğun şaşmaz hesabı bize sunuyor
İçine zehir döktüğümüz kupayı.
(I. vii. 1-8 11 12)

Macbeth’teki bu önsezi onun en belirgin özelliklerinden birini oluşturur. Harold Bloom’un da işaret ettiği gibi Macbeth Shakespeare’in yarattığı karakterler arasında düşgücü en kuvvetli olanıdır belki de. Olayları daha gerçekleşmeden yaşar; işleyeceği cinayetin vicdan azabını önceden çeker. Duncan’ı öldürmeye giden Macbeth’e yol gösteren de düşgücünün yarattığı bir hançerdir:

Kafamdaki bir hançer misin yoksa?
Ateşli beynim mi yarattı seni?
Görüyorum işte yine tutulacak gibisin
Şu kınından çıkardığım hançer gibi.
Gideceğim yeri gösteriyor bana
Ve kullanacağım silahın ta kendisini.
(II. i. 45-50)

Duncan’ın ölümü üzerine yalancıktan söylediğini sandığı sözler bile gelecekteki mutsuzluğunun gerçekçi bir özetidir adeta:

Bundan bir saat önce ölüp gitseydim
Mutlu bir ömür sürmüş olurdum.
Çünkü bundan sonra benim için
Her şey boş artık bu yalan dünyada.
(II. iii. 97-108)

Öyle huzursuzdur ki gözüne uyku girmez; Duncan’la birlikte uykuyu yani iç huzurunu öldürmüştür Macbeth. Sonunda kral olur ama bundan hiçbir mutluluk duylaz. Üstelik daha önce tatmadığı korkular kaplar yüreğini:

Korkudan yediğim lokma boğazımdan gitmeyecekse
Her gece korkunç rüyalar saracaksa uykularımı
Varsın her şey çığrından çıksın
Bu dünya da yıkılsın öteki dünya da
İnsana rahat nefes aldırmayan kuruntularla
Beynimizi bir işkence masasına çevirmektense
Ölüp rahat etmek daha iyi
Rahat etmek için öldürdüklerimizle.
(III. ii. 165-172)

Müthiş bir güvensizliğe kapılan Macbeth korkularının kaynağının Banquo olduğunu düşünmektedir. Macbeth’i saran güvensizlik suçluluk duygusuyla karışıp sabit bir fikir halini alır. Tahtı onun soyuna kaptırmamak kaygısıyla Banquo’yu öldürmesi gerektiğine o ve oğlu yaşadıkça güvenlikte olamayacağına inandırır kendini. Duncan’ı öldürmek için kendi yükselme hırsı dışında bir neden bulunmadığını itiraf eden Macbeth savunma içgüdüsüyle hareket ettiğini söylemektedir şimdi:

İş kral olmakta değil kral olup sağ kalmakta.
Banquo’dan korkumuzun kökleri derin.
Yaradılıştan kralca bir yanı var;
Asıl korkulacak yanı da o.
Her şeyi göze alabilir; yürekli adam
...............................................
Ben kral babası olamayacağıma göre
Tacı da asayı da çekip alacaklar demek benden.
Demek Banquo’nun soyu için kana buladım elimi.
Onun oğulları için öldürdüm iyi yürekli Duncan’ı
Onlar için vicdan azaplarına boğdum rahat uykularımı.
(III. i. 52-56 68-72)

Ancak cinayeti kendi eliyle işlemeyecektir bu kez; Duncan’ı öldürürken çektiği azabı yeniden yaşamaktan korkar çünkü.

Kiralık katiller Banquo’yu öldürürler ama oğlu Fleance kaçıp kurtulur. Böylece Macbeth yine geleceği garanti altına alamamış yine hükmedememiştir zamana. Ancak Banquo’nun hayaleti göründüğünde yaşadığı çılgınca korkuya rağmen cinayetleri sürdürmekte kararlıdır. Kötülüğe alışıp kanıksayabildiği takdirde rahatlayacağını düşünür.

Haydi gidip uyuyalım. Benimkisi delilik.
İlk ağızda insanı saran korku bu;
Alışmak ister buna.
(III. iv. 167-169)

Kendini bir türlü güvende hissetmeyen Macbeth cinayetlerine bir yenisini ekler: Bu kez Macbeth’in zorbalığı karşısında İngiltere’ye kaçan Macduff’un karısına ve çocuklarına gelmiştir sıra.

İlk cinayetten sonra karı-koca arasındaki ilişki de değişikliğe uğrar. Leydi Macbeth’in eşi üzerindeki etkisi Duncan’ın öldürülmesinden sonra yok olup gider; Macbeth atacağı adımları karısına danışmaz olur. Banquo’nun hayaletinin Macbeth’e göründüğü ziyafet sofrasında eşinin geçirdiği çılgınlık nöbetini konuklara izah edip durumu kurtarmak için sarfettiği çabalara karşın Leydi Macbeth geri plandadır artık. Macbeth ona haber bile vermez planladığı kanlı eylemleri. Feminist eleştirmenlerin işaret ettiği gibi Leydi Macbeth bundan böyle kadın ve eş rolünün sınırları içine çekilmek zorundadır. Kocasının kral olması için her şeyi göze almıştır ama tahtın en Macbeth’e ne kendisine mutluluk getirmeyeceğini de kısa zamanda anlar:

Kendini boşuna harcamış olur insan
Dilediğime erer de sevinç duymazsa.
Yıktığım hayat kendininki olsun daha iyi
Yıkmakla kazandığın şey kuşkulu bir mutluluksa.
(III. ii. 6-9)

Duncan’ın ölümünü uşakların yanına bırakılacak iki adet kanlı hançere kadar en ince ayrıntısına kadar planlayan kandan ve ölülerden korkmayan Leydi Macbeth’in çelikten sinirleri ziyafeti izleyen günlerde iflas eder. Belki de dile getiremediği pişmanlık ve suçluluk duygusudur onu böylesine değiştiren. Artık uykusunda kalkıp gezinmekte elindeki hayali kan lekesinden avuçlarındaki kan kokusundan kurtulmaya çalışmaktadır. İçine düştüğü bunalımdan doktoru değil ölüm kurtaracaktır onu. Oyunun başındaki Leydi Macbeth ile bu zavallı kadın arasındaki inanılmaz fark acı bir ironiyi oluşturur.

Leydi Macbeth yaptıkları korkunç işin azabıyla usunu yitirirken korkuyu nihayet yenen Macbeth kötülük yolunda soğuk ve duygusuzca ilerlemeye devam eder. Cinayetleri sıradan bir hale gelir. bir zamanlar sevgi sözcükleriyle seslendiği karısının ölümüne bile tepkisiz kalır. Eşini ve çocuklarını kaybeden Macduff’un duyarlılığı ise Macbeth’e tam bir tezat oluşturur. O yaşadığı ıstırabı etrafındakilerden gizlemediği gibi metin olmasını öğütleyen dostlarına erkeklerin de her insan gibi acı çekmeye hakkı olduğunu haykırır. Bu durumda Macbeth’in donuk tutumu “erkekler duygularını dışa vurmaz” önyargısından mı kaynaklanmaktadır yoksa sevme ve acı çekme yeteneğini mi kaybetmiştir o? Sık sık sorulan bir sorunun yanıtı yaşamı artık tümüyle anlamsız bulmasında yatmaktadır belki de.

Bir aptalın anlattığı bir masal bu:
Kuru gürültüler deli saçmalıklarıyla dolu
(V. v. 30-31)

Neleri kaybettiğinin bilincindedir Macbeth: etrafı sevgi dostluk ve sadakatten örülmüş bir halka yerine ona sözde saygı gösteren ama aslında nefret duyan arkasından lanetleyen insanlarla çevrilidir. Yolun sonuna geldiğinde ölümü de yaşamı gibi kanlı olur. Ancak korkunun tadını unutup kötülüğü kanıksamış da olsak karısını ve çocuklarını öldürttüğü Macduff’la vuruşmak istemez. Macbeth’te gördüğümüz son insanlık kırıntısıdır bu. Ama Macbeth’in ölümü yine de Macduff’un elinden olacaktır.

Macbeth’i Shakespeare döneminin toplumsal ve politik yapısı içinde yorumlayan Yeni Tarihselcilerin aksine pek çok eleştirmen oyunu evrensel ahlaki değerler açısından ele alarak Macbeth’in bilinçli bir şekilde kötülüğü seçmesi ve bu seçimin bireysel ve toplumsal sonuçları üzerinde dururlar. Ancak Macbeth Shakespeare’in diğer kötü adamlarına benzemez: III. Richard ve Iago gibi karakterlerin aksine yaptığı kötülüklerden hiç de zevk almaz; dahası ilk cinayetini işlediğinde gerçekten acı çeker; sözlerine bakılırsa benliğinde bir iç savaş yaşanmaktadır. Doğrunun yanlışın ne olduğunu bilen ileriyi görme yeteneği olan bir adam niçin kötülüğü seçer? Pek çok eleştirmen onun Duncan’ı öldürmesini politik hırsına bağlar. Nitekim Macbeth’in kendisi de onu cinayete iten gücün politik hırs olduğunu söyler bize:

Sebep yok onu öldürmem için
Beni mahmuzlayan tek şey kendi yükselme hırsım.
(I. vii. 28-29)

Buna karşın diğer bazı eleştirmenler de şu soruları ortaya atarlar: Macbeth’teki politik hırsı ne kendisinin ne de başkalarının daha önce seçmemiş olmasının anlamı nedir? Davranışlarını sadece politik hırsla açıklamak mümkün müdür acaba? Karısına “erkek evlatlar doğur bana” diye haykırır ama çocuğu olacağına dair bir beklentisi de yoktur aslında. Hanedan kuramayacağını bildiği halde neden öldürtür İskoç soylularını tek tek? Maurice Charney gibi eleştirmenlerse Macbeth’in yalnızken dile getirdiği düşüncelere bile kuşkuyla yaklaşırlar: Macbeth Duncan’ı öldürmeden önce ve sonra vicdan azabı çeker gibi görünse de o güne dek sahip olduğu onurlu imajı kendi gözünde koruma çabasından ibarettir bu; çektiği ıstırap kendi kendini aldatmaya yönelik bir ikiyüzlülükten öteye gitmez. Bütün bu soruları sorup Macbeth’in psikolojisi ve motivasyonu üzerinde tartışmaya girebiliyorsak demek ki onun kişiliği de (tıpkı Hamlet gibi Cleopatra gibi) gerçek yaşamda karşılaştığmız etten kemikten insanlarınki kadar karmaşık ve gizemlidir.

Hükümdar kendi kaderiyle birlikte ülkesinin kaderini de elinde tuttuğundan Macbeth’in zulmü İskoçya’yı saran iltihaplı bir hastalığa dönüşür. Karşılıklı sadakat dostluk ve sevgi yerini güvensizlik ve korkuya bırakırken eski dostlar biel çekinirler açıkça konuşmaya. Yaralı ve hasta ülkenin sağlığına kavuşması dengelerin yeniden kurulabilmesi için Macbeth’in ölmesi gerekmektedir. Tahtın meşru sahibine teslim edilmesiyle macbeth’in İskoçya’da yarattığı kaos nihayet son bulur. Peki iyilerin kazanmasıyla soyun sosyal ve politik açıdan gerçek bir mutl usona ulaşır mı acaba? Cadıların kehanetine göre İskoçya tahtı Banquo’nun soyuna yani Kral James’in soyu olan Stuart’lara geçecektir. Macbeth’in yerine kral olam Malcolm başka bir soydan geldiğine göre taht el değiştirirken kanlı olaylar mı yaşanacaktır yine? Peter Saccio gibi eleştirmenlere göre savaşla başlayan cinayetlerle süren ve yine savaşla noktalanan oyunun yansıttığı dünyada madalyonun bir yüzü onur ve cesaretse diğer yüzü kan ve şiddettir. İskoçya bu tür eylemlere sahne olabilir mi yeniden? Perde kapandıktan sonra gerçek yüzleriyle ortaya çıkacak başka hainler d evar mıdır oyundaki kişiler arasında? Tüm bu kuşkuları dile getirebilmemize olanak veren bir metinle karşımıza çıkan Shakespeare mutlak çözümlere ulaşmanın ne denli zor olduğunu anımsatır bize.

Macbeth’teki trajedinin tanımı ne olabilir? Oyunun Aristoteles’in Poetika’sındaki tanıma pek de uymadığını görüyoruz aslında. Gerçi burada da kişinin yaptığı hatalar sonucunda talih ibresinin mutluluktan felakete çevrilişine tanık oluruz ama Macbeth’i Kral Oedipus gibi karakterlerden ayıran önemli bir fark vardır: Bilmeden hata yapan biri değildir o; tam aksine kötülüğü bile bile kucaklar ve sürdürür. Bu açıdan Shakespeare’in III. Richard’ını anımsatır bize. Ancak Duncan’ı öldürmek düşüncesi aklına geldiği andan itibaren bu eylemin sonuçlarından ürkmesi hatta suçluluk duyması onu Richard’dan ayıran en belirgin farktır. Öte yandan Kral Lear gibi traji karakterlerin çekitği acılar genellikle kendilerini tanımalarına neden olurken beraberinde bilgeliği ve olgunluğu getirir. Macbeth de acı çeker ama onun için böyle bir dönüşüm söz konusu değildir. Belki de Macbeht’in trajedisi geleceğe hükmetmeye çalışırken kötülüğe giden yolda attığı her adımın ona azap vermesinden ahlaki değerlerden ne denli uzaklaştığını bile bile yoluna devam etmesinden kaynaklanır.

Öylesine kan içinde yüzüyorum ki artık
Geri gitsem de bela ileri gitsem de.
(III. iv. 161-162)

Macbeth’in imge yapısını ilk kez ciddi bir biçimde inceleyen Yeni Eleştiricilerden sonra diğer eleştirmenler de oyundaki gece/gündüz karşıtlığının kırmızı rengin giysi/örtünme ve yeni doğmuş çocuk motiflerinin üzerinde durmuşlardır hep. Macbeth hem mecazi hem de gerçek anlamda karanlık bir oyundur. Duncan gece yarısı Banquo günbatımında öldürülür. Leydi Macbeth’i karanlığın kötülükleri örtüp görünmez hale getireceği umuduyla geceyi çağırırken Macbeth de Banquo’nun ve oğlunun peşine katilleri saldığında gün ışığından saklanması gereken bu iş için gecenin bir an önce gelmesini ister. Banquo’nun hayaletinin Macbeth’e göründüğü ziyafet dağıldığında saatler geceyarısını göstermektedir. Bunalıma düşen Leydi Macbeth’in gizemli kara geceyarısı umacıları diyeselamladığı Cadılar da karanlığın dünyasına aittirler. Macbeth yaptığı kötülüklerle İskoçya’nın gündüzünü geceye dönüştürür. Hep akşam başlayıp gece boyunca süren olaylarla ilerleyen oyun ancak son sahnelerde iyiler ve kötüler arasındaki savaş iyilerin zaferiyle sonuçlandığında gün ışığına ulaşır.

Macbeth’in karanlığında parlayan tek renk kanın kızıllığıdır. Oyunun başında gördüğümüz askerin yaralarından fışkıran kan Banquo’nun kanlı hayaleti Duncan’ın ak saçlarına bulaşan kan hançerleri giysi gibi sarmalayan birazcık suyla temizlenebilecek veya bütün okyanusların arıtamayacağı ve hiçbir parfümün kokusunu gideremeyeceği kan... Tıpkı gece/gündüz karşıtılğı gibi Shakespeare’in ana imgelerinden birini oluşturan bu kızıllık da oyundaki temayı yansıtan ve güçlendiren bir işlev görmektedir.

Çıplaklık/örtünme ve giysi imgesi de oyundaki önemli motiflerden birini teşkil eder. Oyunun ta başında Macbeth kendisini Cawdor diye selamlayan Ross’a beni ödünç giysilerle donatma diye çıkışır. İlk kral olduğunda bu yeni elbisenin henüz ona dar ve iğreti geldiği ancak zamanla üzerine oturacağı söylenirken daha sonra üzerine bol geldiği belirtilir. Duncan’ı öldürmekte tereddüt gösteren Macbeth’e sinirlenen Leydi Macbeth vücuduna sarındığın umut sarhoş muydu diye bağırır kocasına. Yapılan kötülüğü görmemesi için gündüzün gözüne bağlanan atkı cinayeti gözden saklayan gecenin örtüsü çıplak hançerlerin giysisi olan kan ise gece/gündüz düz karşıtlığı ile giysi ve kan motiflerini bir araya getiren imgelerdir.

Macbeth’te giysi imgesinin hep gerçeği ve kötülükleri örtmeye yönelik olduğunu görüyoruz. Oyundaki en çarpıcı imgelerden biri olan yeni doğmuş çocuk ise çıplaktır. Merhametin hem safiyetini hem de gücünü temsil eden (ve leanth Brooks’un ünlü makalesine adını veren) bu mecazi bebek açıklığın ve doğruluğun -aciz görünmesine karşın- ne denli güçlü olduğunun Macbeth’in kendi ağzından itirafıdır. Oyundaki diğer korunmasız bebek imgesi Leydi Macbeth’in merhametsizliği ile övündüğü sahnede çıkar karşımıza:

Mememi çeker alırdım dişsiz damaklarından
Beynini ezerdim kendi yavrumun
Senin ettiğin yemini etmiş olsaydım.
(I. vii. 66-68)

Hıristiyanlığa pek fazla gönderme yapmayan bu oyunun içine dolaylı olarak Meryem’in kucağındaki İsa’yı çağrıştıran bir imge yerleştirilmiş olması güçsüz görünen iyilik ve safiyetin sonunda galip geleceğine dair ikinci bir uyarı teşkil eder.

Macbeth’te safiyetin gücünü gösteren yeni doğmuş bebeklerin yanı sıra çıplak gerçeği temsil eden iki çocuk imgesine de yer vermiş Shakespeare. Macbeth’in Cadılarla ikinci karşılaşmasında gördüğü iki küçük çocuğun hayali ona sonunun ne olacağını açıklayan habercilerdir aslında; çocuklardan birinin elinde bir dal ve başında taç vardır; diğeri ise kana bulanmıştır. Eğer Macbeth gördüklerini doğru yorumlayabilse Birnam ormanındaki ağaçlar yürüdüğü zaman anadan doğmamış bir erkek tarafından öldürüleceğini anlayacaktı kuşkusuz. Shakespeare’in karşımıza çıkardığı bu iki çocuk aynı zamanda Banquo’nun soyundan gelecek kralları ve Macduff’un öldürülen oğullarını da çağrıştırdıklarından hem geçmişe hem geleceğe yönelik bir gönderme işlevi yapmaktadırlar.

Oyuna doğaüstü bir boyut katan Cadılar gerçek midir yoksa (tıpkı ona yol gösteren hançer gibi) Macbeth’in bilinçaltının ürünü müdürler acaba? Bu gerek eleştirmenler gerçek yönetmenler arasında tartışılagelen bir sorudur. Onları Banquo da görüp duyabildiğine göre Macbeth’in düşgücünün yaratıkları olmaktan öte bir gerçekliğe sahip oldukları yadsınamaz. Kadın şeklindedirler ama sakalları nedeniyle çift cinsiyetli bir görünümleri vardır. Eleştirmenlerin çoğu Cadılara mecazi anlamlar yükler. Yaygın olarak paylaşılan görüş doğadaki gizemin doğaüstü güçlerin somutlaşmış şeklini temsil ettikleridir. Kötülüğün elçisi işlevini gördükleri kehanetleriyle Macbeth’in benliğinin derinliklerinde yatan ve o zamana dek belki kendisinin de bilincinde olmadığı birtakım dürtülerin dışa vurulmasında önemli bir rol oynadıkları da açıktır. Genelde kabul gören bu yoruma karşılık aykırı görüşler ileri sürenler de var. Bunların arasında en tartışmalı olanı Terry Eagleton’un görüşüdür belki de. Eagleton’a göre düzen karşıtlığını ve şiirin özgürleştirici yönünü simgeleyen Cadılar oyundaki tek pozitif değeri temsil etmektedirler. Cadılarınkehanetleri inandırıcı olmasına inandırıcıdır ama olayları yönlendiren bu kehanetlerden çok Macbeth’in zihninde kotardığı senaryodur aslında. Bu nedenle pek çok eleştirmene göre Macbeth’e ilham verme dışınad ciddi bir rolleri yok gibidir. Cadıların kehanetleir bilmeceyi andırır; bazı gerçekleri açıklarken bazılarını da karanlıkat bırakırlar. İki tarafa çekilebilecek sözlerle iyiyi kötü kötüyü iyi göstererek Macbeth’in zihnini çelip bulandırmaktır işleri.

Oyundaki dier ikili konuşma ustası ise Macbeth’in şatosunu bekleyen sarhoş kapıcıdır. Oyundaki tek komedi unsuru olarak dikkat çeken kapıcı sahnesi baştan sona lastikli konuşmalar üzerine kurulmuştur. Buradaki komedi oyundaki gerginliği düşürüp okuru veya izleyiciyi bir an için rahatlatmaktan çok Shakespeare’in gündeme getirdiği temalardan birinin altını çizmeye yöneliktir. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı bu oyunda sözlerin iki yöne çekilebilirliğini sık sık vurgulayan Shakespeare görünüş ve gerçek arasındaki farkı daha da belirginleştirir bu sahnede. Kapının çalınmasıyla uyanan çakır keyfi kapıcı cehennemin kapısını beklediğini söylerken bilmeden gerçeği dile getirmiş olur: Şatonun sahibi Macbeth ancak şeytana yakışan işlere girişmiştir çünkü.

Oyundaki tüm olayların ekseninde Macbeth vardır. Beş perde boyunca Macbeth’in her hareketini her düşüncesini izleyen bu süre içinde onun hem kanlı eylemlerine hem de benliğinde yaşanan gel-gitlere korkularına ve insanlığını adım adım yitirişine tanık oluruz. Peki Macbeth öldüğünde neler hissederiz acaba? Duyduğumuz sadece nefret tiksinti ve bu acımasız despotun ölümüyle adaletin yerine geldiği hissi midir? Yoksa Lawrance Danson’un ileri sürüdğü gibi Aristoteles’in katarsiso larak nitelediği bir boşalma korkuyla karışık bir acıma hissi midir bu? Belki de oyunnu sonunda duyduğumuz şey bunların ne biri ne diğeri sadece Macbeth’in benliğini Shakespeare aracılığıyla “içerden” görmenin yarattığı ürpertici şaşkınlıktan ibarettir. Macbeth’i izlemek Harold Bloom’un dediği gibi onun kalbinin karanlıklarına yapılan bir yolculuktur aslında.

Cevza Sevgen

MACBETH
William Shakespeare
Çeviren; Sabahattin Eyuboğlu
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
1. Basım Şubat 2002 Sf. 33-48
Özgün Adı
 


Üst Alt