_GiTaRisT_
Üye
yanardağlar birlikte kükreyecekmiş...
Yeryüzünde 550 etkin yanardağdan 50’si bu yıl kükreyecek
Dünyada 550 etkin yanardağdan yılda 50-65 tanesi püskürüyor; peki bunlar arasında en tehlikelisi hangisi?
Dünyada 550 etkin yanardağdan yılda 50-65 tanesi püskürüyor; peki bunlar arasında en tehlikelisi hangisi? Bilim adamları Pasifik Okyanusu’na paralel olarak uzanan yüzlerce yanardağı inceledi ve Mount St.Helen’in en tehlikelisi olduğuna karar verdi.
Bu yılın başında Sicilya’daki Etna yanardağı ve Meksika’daki Popocatepeti birbirine yakın zamanlarda patlayarak gökyüzüne alevler püskürttüler. Amerika’nın Washington eyaletindeki Mount St.Helens yanardağı da şubat ayında yeniden hareketlendi ve gökyüzünü siyah bir duman tabakasıyla kapladı.
İlkbaharda Hint okyanusundaki La Réunion adasındaki 2432m yüksekliğindeki "Piton Fornaise" volkanı etkinleşerek lav kustu, adayı 35 hektar kadar genişletti. Adada, Ay’ın yüzeyini andıran bir manzara oluştu.
Yeraltı öfkesini, yılda yaklaşık aktifleşen 50 yanardağla yeryüzüne kusuyor..
Fakat bilimin odak noktası Mount St.Helen yanardağı. 1980 yılında meydana gelen büyük püskürmede en az elli kişi yaşamını yitirince bilim adamları en çok araştırmayı bu yanardağında yaptılar.
Onlarca insanın ölmesine karşın, yanardağın yeniden etkinleşmesi bilim adamları için mükemmel bir araştırma objesine oldu.
Kabaran bölgeler
1980 yılındaki püskürmeden iki ay önce zayıf depremler hissedildi; o tarihte yanardağın yamacında tek bir sismometre bulunuyordu.
Jeologlar, güvenli mesafeden ölçüm yapabilmek için tehlikeli bölgelere reflektörler yerleştirdi. Yanardağın kuzeyinde, günde iki metrelik hızla kabaran bir bölge vardı.
Bilim adamları tehlikenin geldiğini anlamışlardı, fakat hiç kimse tam olarak nelerin yaşanacağını bilmiyordu.
Oysa bugün artık, yanardağın neredeyse yarısını parçalayan bu yamaç kabarmasının, birçok yanardağı için tipik bir hareketlenme olduğu bilinmekte.
Fakat bu bilgi o zamanlar eksik olduğu için lavlar, kraterden dokuz metre uzaklıkta bulunan jeolog David Johnson’unu yalayıp yuttu.
9 saat süren gösteri
Şiddetli bir depremle başlayan püskürme, gerilimin en yüksek noktaya vardığı kuzey yamacı parçalayınca, lavlar bir anda vadiye aktı. 500m’lik kayalığın ağırlığının aniden yok olmasıyla gaz dışarı sızdı ve aşırı derecede kızan su patladı; bu enerji patlaması sonucunda bacadaki magma adeta şişeden fışkıran şampanya gibi köpürdü.
Ve yoğun kül bulutu 25km kadar yükselerek stratosfer tabakasına kadar ulaştı. Doğanın bu ateşli gösterisi tam dokuz saat devam etti.
İşte bilim adamları bu olaydan sonra Mount St.Helen yanardağından gözlerini bir an olsun ayırmadılar ve ayırmıyorlar da.
Dünya genelinde 550 etkin volkan bulunuyor ve bunlardan 50-65’i her yıl uyanıp ateş püskürmekte.
Van’da bulunan Yüzüncü Yıl Üniversitesi bilim adamlarının araştırmalarına göre, Tatvan ilçesindeki Nemrut Dağı ile Ağrı Doğubeyazıt ilçesi yakınında bulunan Tendürek volkanı, yaklaşık 500 yılda bir püskürmekte.
Ülkenin ikinci kenti yanardağ eteğinde
Bu çok uzun bir aralık ama bu iki yanardağdaki hareketlenmelerin de izlenmesi gerekir.
Fakat ne var ki tüm yanardağların on yıllar boyu yoğun bir şekilde incelenmesi ve takip edilmesi en başta ekonomik açıdan olanaksız. Özellikle yoksul ve gelişmekte olan ülkelerde gözlemler yapılamamakta. Örneğin Peru’daki El Misti yanardağı eteğinde ülkenin ikinci büyük kenti bulunmasına rağmen, yanardağ doğru dürüst takip edilemiyor.
Oysa Mount St.Helens dağında modern tekniklerle nelerin mümkün olduğu görüldü. 1980’yılındaki püskürmeden sonra birçok şey otomatikleşmiş. Yanardağ, birçok hayati fonksiyonları sayısız sensorlarla takip edilen bir yoğun bakım hastası gibi izlenmekte.
Enerjileri, güneş hücreleri ve akülerle karşılanan sismometreler, eğim göstergeleri, GPS istasyonları, mikrofonlar ve kameralar, 24 saat boyu veri gönderiyorlar.
Bunlara ilave olarak uydudan gelen veriler de var ve en kritik dönemlerde helikopter ve uçaklardan da bilgiler ulaşıyor. Örneğin bir Cessna uçağındaki enfraruj kameraları sıcaklık kaynaklarını yakalayabiliyor.
Aletler çok iyi, ama...
Fakat önemli bilgiler genelde birçok parametreyle birlikte ortaya çıkıyor. Örneğin bir sismometre çalışmaya başladığında bir mikrofon veya kamera, sarsıntının, aşağı yuvarlanın bir kaya parçasıyla mı yoksa gerçek bir depreme mi ait olduğunu göstermekte.
Volkanik etkinliklerin takip edilmesinde deprem istasyonu en önemli rolü oynamakta. Çünkü yukarı doğru yol almaya başlayan magma, çevresindeki kayaları çatlatıp, kırıyor. Püskürmeden haftalar önce şiddetli ve çok hafif sarsıntılar yaşanmakta.
Sismik çatırtıların dışında, arazinin yüzeyindeki değişimler de bir işaret sayılmakta. Magma yukarı doğru baskı yaptığında, zemin kabarıyor. GPS sensorları, bu kabarma sırasında konumlarını değiştirdikleri için hareketlenmeyi algılayabiliyorlar. Eğim göstergeleri de yamacın dikleşip dikleşmediğini gösterirler.
Fakat en önemli ölçümler uydulardan alınanlar. Bunun için birkaç gün veya birkaç hafta aralıkla uzaydan alınan iki radar görüntüsü üst üste yerleştirildiğinde, hareketlenmelerin yaşandığı bölgeleri kesin bir şekilde gösteren bir arayüz motifi oluşmakta.
Püskürmeler kestirilemiyor
Fakat tüm bu gözlemlere rağmen bugüne kadar hiçbir bilim adamı bir püskürmeyi kesin bir biçimde öncelemeyi başaramadı. Doğa ne isterse onu yapıyor. Yukarı doğru yükselmeye başlayan magma, tüm aletlerin alarm çalmasına rağmen yer altında sıkışıp kalıyor. Bazı durumlarda ise tam tersi bir durum yaşanıyor ve yanardağ herhangi bir uyarı alınmadan püskürebiliyor.
Böyle bir durum 1993 yılında Kolumbiya’daki Galeras yanardağında meydana geldi. Amerikalı volkan araştırmacısı Stanley Williams’ın davetlisi olarak 4000m yüksekliğe kadar tırmanın 13 araştırmacı tam örnek almak için hazırlanırken, Galeras birden bire püskürmeye başladı. Gerçi püskürme çevredeki yerleşmeleri etkileyecek kadar şiddetli değildi ama yine de altı bilim adamı ve dağda gezinti yapan üç kişi yaşamını yitirdi, Williams ise ağır bir şekilde yaralandı.
Bir yanardağdaki tehlikenin öncelenebilmesi için, geçmişinin araştırılması gerekiyor. Sonuçta her dağın kendine özgü bir karakteri vardır. Kimileri hiddetle püskürürken, bazıları da lavlarını usul usul akıtırlar.
Filipinlerdeki Pinatubo’nun ise püskürmeden önce bir yanardağ olduğu bile bilmiyordu. Vezüv yanardağı ise belki de en değişken karaktere sahip olanı. Dağın hareketleri birkaç yüzyıl içinde değişmekte çünkü.
Çabuk kızan dağ
Bilim adamları Mount St.Helen yanardağına "Choleric" (çabuk kızan) adını takmışlar. Amerikan Jeoloji Araştırmaları’ndan (USGS) Dwight Crandell ve Donald Mullineaux’un bu ismi vermelerinin nedeni şu: Yanardağdaki büyük püskürmeden önce yani 1978 yılında bir püskürme tehlikesi hissetmişlerdi. Gerçi bu bir önceleme değildi ama yine de bir uyarı sayılırdı.
İki bilim adamı Pasifik sahiline paralel olarak Kolumbiya’dan British Kolumbia bölgesine kadar uzanan yanardağları inceleyince, St.Helens’in bu volkanlardan en tehlikelisi olduğu sonucuna varmışlardı.
Yanardağ 4500 yıldan bu yana ortalama olarak her 225 yılda bir püskürmüştü ve dinlenme evreleri 100-150 yıl veya 400-500 yıl kadar sürüyordu.
Buradan anlaşıldığı üzere son olarak 1831 ve 1857 yılında etkinleşmişti. Fakat püskürme biçimleri etkinlik sayısından daha dikkat çekiciydi. İki araştırmacı dağı tehlikeli hale getiren tüm izleri buldular: Krateri tıkayacak kadar yoğun kıvamlı lav kitleleri, bir zamanlar vadilere kadar yayılmış olan muazzam balçık kalıntıları ve piroklastik akıntıları ait izler. Piroklastik akıntılar yüz santigrat derecede gazlı, küllü ve taşlı kor bulutlarıdır ve inanılmaz bir hızla yamaçlardan yuvarlanarak her şeyi yakıp kavururlar.
Çok dinlenirse hiddeti fazla oluyor
Crandell ve Mullineaux’un sonuçlar hala geçerliliğini korumakta fakat şimdilik telaşlanacak bir durum yok. Çünkü eğer St.Helens etkinlik ritmini değiştirmezse, (bilim adamlarının hesapları bu yönde) önemli bir püskürme yaşanmayacak. Yanardağ püskürmelerinde dikkate alınacak kural şu: Bir yanardağ ne kadar çok dinlenirse uyanışı o denli hiddetli olur.
St.Helens’in 1980 yılındaki püskürmesi volkan araştırmalarına tamamen farklı bir yön çizdi. Daha önce hiçbir volkan araştırmacısı bir yamaç çökmesine ciddi olarak hesaba katmıyordu. Tüm zirveyi kırıp geçiren bir çöküş bir istisna sayılıyordu. Fakat bugün artık bunun bir yanılgı olduğu anlaşıldı. Ve püskürme başlar başlamaz, bilim adamları bu tür yamaç çökmesinde meydana gelen at nalı biçimindeki kraterleri aramaya koyuldular. Böylece üç dört yıl içinde buna benzer yüz örnek bulundu. Özellikle de ada volkanları, daha çabuk çökmekte.
Dağ çöküşü ve tsunami
Adadaki bir yanardağında bir yamaç kaydığında, dev kaya kütleleri denize düşüyor ve zemine yerleşiyorlar. Bilim adamları Kanarya adalarında on bir, Hawaii adalarında ise 68 karakteristik yığın buldular. Buradaki yığınlar St.Helens yanardağındakinden 5000 kilometre küp daha fazlaydı.
İstatistiksel hesaplara göre Hawaii’de 350.000, Kanarya adalarında ise 120.000 yılda bir tsunami yaratan bir dağ çöküşü beklenebilir. Bu gibi durumlarda Lizbon, Kazablanka, San Francisco veya Tokyo gibi çok uzaktaki sahil kentleri bile tehlikeye girebilir diyor bilim adamaları.
Çünkü dev dalgalar kentlerin kilometrelerce içlerine kadar ilerleyebilir. Ama bunun gerçekten gerçekleşeceğini ve gerçekleşecekse de ne zaman olacağını hiç kimse kestiremiyor.
Sonuçta doğa yine bildiğini okuyor !
GEZEGENİMİZ NOKTA KOM
Dünyada 550 etkin yanardağdan yılda 50-65 tanesi püskürüyor; peki bunlar arasında en tehlikelisi hangisi?
Dünyada 550 etkin yanardağdan yılda 50-65 tanesi püskürüyor; peki bunlar arasında en tehlikelisi hangisi? Bilim adamları Pasifik Okyanusu’na paralel olarak uzanan yüzlerce yanardağı inceledi ve Mount St.Helen’in en tehlikelisi olduğuna karar verdi.
Bu yılın başında Sicilya’daki Etna yanardağı ve Meksika’daki Popocatepeti birbirine yakın zamanlarda patlayarak gökyüzüne alevler püskürttüler. Amerika’nın Washington eyaletindeki Mount St.Helens yanardağı da şubat ayında yeniden hareketlendi ve gökyüzünü siyah bir duman tabakasıyla kapladı.
İlkbaharda Hint okyanusundaki La Réunion adasındaki 2432m yüksekliğindeki "Piton Fornaise" volkanı etkinleşerek lav kustu, adayı 35 hektar kadar genişletti. Adada, Ay’ın yüzeyini andıran bir manzara oluştu.
Yeraltı öfkesini, yılda yaklaşık aktifleşen 50 yanardağla yeryüzüne kusuyor..
Fakat bilimin odak noktası Mount St.Helen yanardağı. 1980 yılında meydana gelen büyük püskürmede en az elli kişi yaşamını yitirince bilim adamları en çok araştırmayı bu yanardağında yaptılar.
Onlarca insanın ölmesine karşın, yanardağın yeniden etkinleşmesi bilim adamları için mükemmel bir araştırma objesine oldu.
Kabaran bölgeler
1980 yılındaki püskürmeden iki ay önce zayıf depremler hissedildi; o tarihte yanardağın yamacında tek bir sismometre bulunuyordu.
Jeologlar, güvenli mesafeden ölçüm yapabilmek için tehlikeli bölgelere reflektörler yerleştirdi. Yanardağın kuzeyinde, günde iki metrelik hızla kabaran bir bölge vardı.
Bilim adamları tehlikenin geldiğini anlamışlardı, fakat hiç kimse tam olarak nelerin yaşanacağını bilmiyordu.
Oysa bugün artık, yanardağın neredeyse yarısını parçalayan bu yamaç kabarmasının, birçok yanardağı için tipik bir hareketlenme olduğu bilinmekte.
Fakat bu bilgi o zamanlar eksik olduğu için lavlar, kraterden dokuz metre uzaklıkta bulunan jeolog David Johnson’unu yalayıp yuttu.
9 saat süren gösteri
Şiddetli bir depremle başlayan püskürme, gerilimin en yüksek noktaya vardığı kuzey yamacı parçalayınca, lavlar bir anda vadiye aktı. 500m’lik kayalığın ağırlığının aniden yok olmasıyla gaz dışarı sızdı ve aşırı derecede kızan su patladı; bu enerji patlaması sonucunda bacadaki magma adeta şişeden fışkıran şampanya gibi köpürdü.
Ve yoğun kül bulutu 25km kadar yükselerek stratosfer tabakasına kadar ulaştı. Doğanın bu ateşli gösterisi tam dokuz saat devam etti.
İşte bilim adamları bu olaydan sonra Mount St.Helen yanardağından gözlerini bir an olsun ayırmadılar ve ayırmıyorlar da.
Dünya genelinde 550 etkin volkan bulunuyor ve bunlardan 50-65’i her yıl uyanıp ateş püskürmekte.
Van’da bulunan Yüzüncü Yıl Üniversitesi bilim adamlarının araştırmalarına göre, Tatvan ilçesindeki Nemrut Dağı ile Ağrı Doğubeyazıt ilçesi yakınında bulunan Tendürek volkanı, yaklaşık 500 yılda bir püskürmekte.
Ülkenin ikinci kenti yanardağ eteğinde
Bu çok uzun bir aralık ama bu iki yanardağdaki hareketlenmelerin de izlenmesi gerekir.
Fakat ne var ki tüm yanardağların on yıllar boyu yoğun bir şekilde incelenmesi ve takip edilmesi en başta ekonomik açıdan olanaksız. Özellikle yoksul ve gelişmekte olan ülkelerde gözlemler yapılamamakta. Örneğin Peru’daki El Misti yanardağı eteğinde ülkenin ikinci büyük kenti bulunmasına rağmen, yanardağ doğru dürüst takip edilemiyor.
Oysa Mount St.Helens dağında modern tekniklerle nelerin mümkün olduğu görüldü. 1980’yılındaki püskürmeden sonra birçok şey otomatikleşmiş. Yanardağ, birçok hayati fonksiyonları sayısız sensorlarla takip edilen bir yoğun bakım hastası gibi izlenmekte.
Enerjileri, güneş hücreleri ve akülerle karşılanan sismometreler, eğim göstergeleri, GPS istasyonları, mikrofonlar ve kameralar, 24 saat boyu veri gönderiyorlar.
Bunlara ilave olarak uydudan gelen veriler de var ve en kritik dönemlerde helikopter ve uçaklardan da bilgiler ulaşıyor. Örneğin bir Cessna uçağındaki enfraruj kameraları sıcaklık kaynaklarını yakalayabiliyor.
Aletler çok iyi, ama...
Fakat önemli bilgiler genelde birçok parametreyle birlikte ortaya çıkıyor. Örneğin bir sismometre çalışmaya başladığında bir mikrofon veya kamera, sarsıntının, aşağı yuvarlanın bir kaya parçasıyla mı yoksa gerçek bir depreme mi ait olduğunu göstermekte.
Volkanik etkinliklerin takip edilmesinde deprem istasyonu en önemli rolü oynamakta. Çünkü yukarı doğru yol almaya başlayan magma, çevresindeki kayaları çatlatıp, kırıyor. Püskürmeden haftalar önce şiddetli ve çok hafif sarsıntılar yaşanmakta.
Sismik çatırtıların dışında, arazinin yüzeyindeki değişimler de bir işaret sayılmakta. Magma yukarı doğru baskı yaptığında, zemin kabarıyor. GPS sensorları, bu kabarma sırasında konumlarını değiştirdikleri için hareketlenmeyi algılayabiliyorlar. Eğim göstergeleri de yamacın dikleşip dikleşmediğini gösterirler.
Fakat en önemli ölçümler uydulardan alınanlar. Bunun için birkaç gün veya birkaç hafta aralıkla uzaydan alınan iki radar görüntüsü üst üste yerleştirildiğinde, hareketlenmelerin yaşandığı bölgeleri kesin bir şekilde gösteren bir arayüz motifi oluşmakta.
Püskürmeler kestirilemiyor
Fakat tüm bu gözlemlere rağmen bugüne kadar hiçbir bilim adamı bir püskürmeyi kesin bir biçimde öncelemeyi başaramadı. Doğa ne isterse onu yapıyor. Yukarı doğru yükselmeye başlayan magma, tüm aletlerin alarm çalmasına rağmen yer altında sıkışıp kalıyor. Bazı durumlarda ise tam tersi bir durum yaşanıyor ve yanardağ herhangi bir uyarı alınmadan püskürebiliyor.
Böyle bir durum 1993 yılında Kolumbiya’daki Galeras yanardağında meydana geldi. Amerikalı volkan araştırmacısı Stanley Williams’ın davetlisi olarak 4000m yüksekliğe kadar tırmanın 13 araştırmacı tam örnek almak için hazırlanırken, Galeras birden bire püskürmeye başladı. Gerçi püskürme çevredeki yerleşmeleri etkileyecek kadar şiddetli değildi ama yine de altı bilim adamı ve dağda gezinti yapan üç kişi yaşamını yitirdi, Williams ise ağır bir şekilde yaralandı.
Bir yanardağdaki tehlikenin öncelenebilmesi için, geçmişinin araştırılması gerekiyor. Sonuçta her dağın kendine özgü bir karakteri vardır. Kimileri hiddetle püskürürken, bazıları da lavlarını usul usul akıtırlar.
Filipinlerdeki Pinatubo’nun ise püskürmeden önce bir yanardağ olduğu bile bilmiyordu. Vezüv yanardağı ise belki de en değişken karaktere sahip olanı. Dağın hareketleri birkaç yüzyıl içinde değişmekte çünkü.
Çabuk kızan dağ
Bilim adamları Mount St.Helen yanardağına "Choleric" (çabuk kızan) adını takmışlar. Amerikan Jeoloji Araştırmaları’ndan (USGS) Dwight Crandell ve Donald Mullineaux’un bu ismi vermelerinin nedeni şu: Yanardağdaki büyük püskürmeden önce yani 1978 yılında bir püskürme tehlikesi hissetmişlerdi. Gerçi bu bir önceleme değildi ama yine de bir uyarı sayılırdı.
İki bilim adamı Pasifik sahiline paralel olarak Kolumbiya’dan British Kolumbia bölgesine kadar uzanan yanardağları inceleyince, St.Helens’in bu volkanlardan en tehlikelisi olduğu sonucuna varmışlardı.
Yanardağ 4500 yıldan bu yana ortalama olarak her 225 yılda bir püskürmüştü ve dinlenme evreleri 100-150 yıl veya 400-500 yıl kadar sürüyordu.
Buradan anlaşıldığı üzere son olarak 1831 ve 1857 yılında etkinleşmişti. Fakat püskürme biçimleri etkinlik sayısından daha dikkat çekiciydi. İki araştırmacı dağı tehlikeli hale getiren tüm izleri buldular: Krateri tıkayacak kadar yoğun kıvamlı lav kitleleri, bir zamanlar vadilere kadar yayılmış olan muazzam balçık kalıntıları ve piroklastik akıntıları ait izler. Piroklastik akıntılar yüz santigrat derecede gazlı, küllü ve taşlı kor bulutlarıdır ve inanılmaz bir hızla yamaçlardan yuvarlanarak her şeyi yakıp kavururlar.
Çok dinlenirse hiddeti fazla oluyor
Crandell ve Mullineaux’un sonuçlar hala geçerliliğini korumakta fakat şimdilik telaşlanacak bir durum yok. Çünkü eğer St.Helens etkinlik ritmini değiştirmezse, (bilim adamlarının hesapları bu yönde) önemli bir püskürme yaşanmayacak. Yanardağ püskürmelerinde dikkate alınacak kural şu: Bir yanardağ ne kadar çok dinlenirse uyanışı o denli hiddetli olur.
St.Helens’in 1980 yılındaki püskürmesi volkan araştırmalarına tamamen farklı bir yön çizdi. Daha önce hiçbir volkan araştırmacısı bir yamaç çökmesine ciddi olarak hesaba katmıyordu. Tüm zirveyi kırıp geçiren bir çöküş bir istisna sayılıyordu. Fakat bugün artık bunun bir yanılgı olduğu anlaşıldı. Ve püskürme başlar başlamaz, bilim adamları bu tür yamaç çökmesinde meydana gelen at nalı biçimindeki kraterleri aramaya koyuldular. Böylece üç dört yıl içinde buna benzer yüz örnek bulundu. Özellikle de ada volkanları, daha çabuk çökmekte.
Dağ çöküşü ve tsunami
Adadaki bir yanardağında bir yamaç kaydığında, dev kaya kütleleri denize düşüyor ve zemine yerleşiyorlar. Bilim adamları Kanarya adalarında on bir, Hawaii adalarında ise 68 karakteristik yığın buldular. Buradaki yığınlar St.Helens yanardağındakinden 5000 kilometre küp daha fazlaydı.
İstatistiksel hesaplara göre Hawaii’de 350.000, Kanarya adalarında ise 120.000 yılda bir tsunami yaratan bir dağ çöküşü beklenebilir. Bu gibi durumlarda Lizbon, Kazablanka, San Francisco veya Tokyo gibi çok uzaktaki sahil kentleri bile tehlikeye girebilir diyor bilim adamaları.
Çünkü dev dalgalar kentlerin kilometrelerce içlerine kadar ilerleyebilir. Ama bunun gerçekten gerçekleşeceğini ve gerçekleşecekse de ne zaman olacağını hiç kimse kestiremiyor.
Sonuçta doğa yine bildiğini okuyor !
GEZEGENİMİZ NOKTA KOM