Su ve Yaşam ...

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
kum kзđiśi

kum kзđiśi

Üye
Su ve Yaşam ...
Su ve Yaşam
Hücreler, önceden var olan bir plânı izleyerek düzen kurarlar. Düzen kurmaya başlamadan önce, nasıl bir düzenin kurulucağına ilişkin bilginin olması gerekir. Düzen sürekli olacaksa, bu bilginin gelecek nesillere hatasız olarak aktarılması da gerekir. Bir hücreye, eksiksiz bir canlı hücre olması için; atomlarını, moleküllerini, zincirlerini, yapılarını hatasız olarak düzenlemesini öğreten ve bu sürecin devamlılığını sağlamak için gelecek kuşaklara aktarılan bilgi nasıl birşeydir?

Benim adım Peter Ferreira ve biyofizikçi olarak “Institute of Biophysical Research” (Biyofiziksel Araştırmalar Enstitüsü) adlı bir Amerikan Araştırma Enstitüsünün yöneticisiyim. Almanya’daki temsilcisiyim. Ve bir araştırma çerçevesinde kendimizi biyofiziksel bakış açısından “Su ve Tuz” konusuna adadık. Biyofizikçi olarak bitkiler, hayvanlar veya insanlardaki canlılığı ve bunun su ile ilişkisini araştırıyoruz.

İlk etapta bizi ilgilendiren şey madde değil, saf enerjidir. Su ve tuzu seçmemizin nedeni bedenimizin önemli oranda su ve tuzdan oluşmasıdır. Öncelikle biyofiziğe kısa bir giriş yapmak istiyorum. Konunun sadece su ve tuz olmadığını bilgi (enformasyon) ve bilinçlilik olduğunu çok hızlı bir şekilde anlayacaksınız. Tüm düşünceleriniz ve bunların kaynağı, su ve tuza bağlıdır. Burada daha sağlıklı olmak için değil, daha bilinçli olmak için belirli bir suyu içmeniz veya tuzu yemeniz söz konusudur, çünkü bilinçli olursanız, otomatik olarak daha sağlıklı olursunuz.

Biyofizik, fiziğin bölümlerindendir. Fiziğe tam olarak baktığımızda, fiziğin doğa bilimi olmadığını görürüz, çünkü fizik ilk etapta mekanikle ilgilidir, tekerleğin mekaniği, daire üzerindeki tekerlek, ve daireye aynı sonuca ulaşmak için sonsuz tekrarlanabilirlik için gereksinim duyarız. Eğer tek ve aynı deneyi 100 defa yaparsak ve aynı sonuca ulaşırsak, o zaman bilimsel olarak “Bu objektiftir, bu bilimsel olarak ispatlanabilir” deriz. Bu ölü şeylerde çok iyi fonksiyon görmektedir, peki ya canlılarda?

Doğada daire olan hiçbir şey tanımıyoruz, her şey spiraldir, yani aynı noktaya tekrar geri geliriz, fakat yine de bambaşka bir düzlemde. Ortalama olarak 40.000 farklı hastalık tanıyoruz, bunlar için 58.000 farklı alopatik ilacımız var ve tüm bu 40.000 farklı hastalıkla uğraşan yaklaşık 1.200 farklı tıp alanı var.

Biyofizikte “Hastalık” sözcüğünü biz enerjideki bir açıklık, eksiklik olarak tanımlıyoruz. Burada eksik bir şeyler vardır ve eğer bunun nedenlerine inersek, o zaman belirtiler kendiliklerinden ortadan kalkacaklardır. Çünkü eğer sadece belirtileri tedavi edersek, büyük olasılıkla alopatik ilaçlarla, o zaman belirtiyi bastırmış ve sonuç olarak bir şeyleri bloke etmiş oluruz. Hastalıklarla mücadele etmek yerine, onları tanımalıyız, çünkü hastalık çok iyi bir arkadaş olabilir, çünkü hastalık bize bir şeyler söylemeye çalışır, bizi farklı bir yöne sevk etmek için bizi değiştirir.????:




Eğer bunu sadece bloke eder ve bastırırsak, çünkü bu daha rahat bir yoldur, o zaman bu aynen arabanızla tatile gidersiniz ve bir süre sonra kırmızı uyarı lambanız yanar, çünkü motorda yağ kalmamıştır, bu sizi rahatsız ettiği için de lambanızın üzerine sakız yapıştırıp kapatmanıza benzer ve en geç birkaç kilometre sonra motoru sarsarsınız ve tüm arabayı bozarsınız. Bedenimizi de bu şekilde görmeliyiz.

Son yıllarda kimyasal olarak çok fazla yönlendirildik. Endüstrileştik ve kimyasallaştık. Yemek yerken neye dikkat ediyorsunuz? Vitaminlere, minerallere, öbür elementlere, içinde ne kadar enzim olduğuna, hangi albümin yapılarının ve benzerlerinin olduğuna ve sonuçta bunlar sadece kimyanın konusudur.

“Yaşamsal gıda” sözcükleriyle başlayalım. “Yaşamsal gıda” demek, yaşam aracı demektir, yaşamın kendisini ortaya koymaz, onun saklayıcısıdır. Fakat eğer biz aracı olunacak bir şey kalmayacak şekilde işlemlerle bütünlüğünü bozarsak, o zaman yaşamsal gıdadan da söz edemeyiz, o zaman buna “ölümcül gıda” demeliyiz. Bu bizim maddeci düşüncemizden dolayıdır, çünkü her şeyi maddeyle ilişkilendiririz, yani kimya ile. Kimyanın maddeyi saptamasına, fiziğin ise, değiştirmesine rağmen. Burada söz konusu olan enerjidir ve enerji, bilgiden(enformasyon) başka bir şey değildir ve biz fiziksel açıdan biliyoruz ki, enerji asla yok edilemez. Eğer enerji, yaşamla özdeşleştirilirse, o zaman bu yaşamın yok edilemeyeceği anlamına gelmektedir.

Burada yaşamın amacını da düşünmeye başlamak zorundayız. Prensipte hepimiz kendimizi gerçekleştirmek, bilincimizi genişletmek için buradayız. Burada gerçek doğa bilimine, yani matematiğe geliyoruz. Bunun adı neden “Matematik”tir. “Ma” madde, “te” tanrısal, “mati” ruhsallık. Bu mükemmel bir üçgen ortaya koymaktadır. Bu matematik, henüz bilim tanrısal öğretiden ayrılmadığı zaman ortaya çıkmıştır oluşmuştur. Eğer enerjiyi hayat ile özdeşleştirirsek, ki öyledir; o zaman bu, hayatı da yok edemeyeceğimiz anlamına gelir. Bu üçlü birlik, oluşuma kadar geri gitmektedir ve matematiğin bu üçlü birliği polarize olmak, maddeleşmek için yakaladığı yer, hepimizin bildiği gibi her şeyin başlangıcı olduğu yerdir. Ve yaşamın amacı, bu birliğe geri dönmektir.

Bu yol için enerjiye gereksinimimiz vardır. Herkesin bedeninde 100 Watt’lık bir lambayı yakacak kadar çok akım, elektrik vardır. Biz bu elektrikle ilgilenmekteyiz. 1984 yılında İsviçreli Atom Fizikçisi Dr. Carlos Rieball, matematiksel olarak hesaplanabilen Naturhoustaute’yi(doğal sabite oranını) keşfederek Nobel Ödülü almıştır ki, biz bununla enerji ve madde arasındaki ilişkiyi matematiksel olarak hesaplayabilmekteyiz. Yani herhangi bir şeyin maddeleşebilmesi için ne kadar enerjiye gereksinimi vardır? Madde titreşen enerjiden başka bir şey değildir. Bu enerji kendisini o kadar çok yavaşlatmıştır ki, maddeleşmiştir. Ancak eğer en derindeki çekirdeğe atoma ulaşabilseydik, o zaman dokunulacak hiçbir şeyin olmadığını her bir hareketin var olduğunu saptardık.

Her şey her an hareket halindedir, bu mantıkla enerji kendini hareket ettirmektedir ve maddeleşmesini sağlamaktadır. Bunun için doğal bir oran vardır, bu yaklaşık olarak 1:1 Milyardır. Buradaki 1 Milyar ölçülebilir enerjinin sadece tek bir birimi, maddeyi maddeleştirebilmek için bulunur. Şimdi bu ne demektir? Bu insanların aslında sadece gerçeğin bir milyarda biri ile uğraştığı anlamına gelmektedir, yani sadece dokunabildiğimizle. Bizler kalite yerine sadece miktarla uğraşıyoruz. Bu şekilde her şeyde canlılığa dikkat etmeyi unutuyoruz. Örneğin henüz yeni bir yavru dünyaya getirmiş ineğin sütünü ele alalım. Sütü alalım ve pastorize edelim ki dayanıklı olsun ve 2 saat sonra bu pastorize edilmiş sütü yavru ineğe içirelim. Bunu yapmadan önce tabii ki sütü biyokimyagerlere inceletelim. Bu pastorize işlemi ile hiçbir şey kaybetmediğimizi saptarız, aynı miktarda kalsiyum ve aynı miktarda albümin vardır içinde ve bu nedenle de ambalaj üzerine her zaman bu yazılır. Şimdi eğer bu inek yavrusu bundan içerse, o zaman bu yavru ilginç bir şekilde 21 gün içinde ölmüş olacaktır. Bu nasıl olur? Her şey içinde, kimyasal-analitik olarak hiçbir şey değişmedi. Peki değişen ne? Sütü pastorize ederek, canlılığını aldık, sütteki molekül yapısını bozduk, sütün geometrisini bozduk. Maddesel olarak baktığımızda sütte her ne kadar hiçbir şey eksik olmasa da, bizim “yaşamsal gıda” dediğimiz ayırıcı özellik ek******, artık o “yaşamsal gıda” değildir. Kendimize ne kadar yaşamsal gıda aldığımızı sormamız gerekir ve eğer miktara dikkat etmektense kaliteye dikkat ederseniz, organizmanın ne kadar az gıdaya gereksinimi olduğunu saptarsınız Amerika’da “junk-food sendromu” vardır, burada insanlar bir masaya oturmak için bile kendilerine zaman ayırmazlar, ya arabada oturarak ya da bir Mc Donalds’dan öbürüne giderek yemek yerler ve bu şekilde günden güne şişmanladıkça şişmanlarlar. Her iki saatte bir aynı açlık duygusu oluşur, çünkü beden alması gerekeni almamıştır.

Eğer biz canlılık almazsak, evrim almazsak, o zaman beynimiz haberci maddeler salgılar. Bu haberci maddeler, bizim gıda almamız gerektiğini bize hatırlatırlar. Aldığımız gıdada canlılık eksikse, o zaman en geç besin değişiminden sonra yine acıkırsınız. Şimdi enerji bile almadınız, tam tersine enerji çaldınız. Çünkü ölü gıdayı hazmetmeniz için ölçülebilir enerjiye gereksiniminiz vardır. Bir de bunları hazmetmeniz için şöyle bir uzanmalısınız, aynı aslanlar gibi, çünkü ayağa kalkmak için artık enerjiniz kalmamıştır. Sadece bir elma yeseydiniz, o zaman ayık olurdunuz, canlı olurdunuz. Beden neye gereksinimi varsa, onu öz olarak ortaya çıkarıp alır. Elmayı sadece canlılığa ulaşmak için kullanır. Eğer içinde canlılık yoksa, o zaman elmaya gereksinimimiz yoktur.

70'li yılların sonunda İngiltere’de mikrodalga ile ilgili olarak ev kedilerinde tanınmış Oxford incelemesi yapılmıştır. Lütfen evinizde bunu kendi kedinize yapmayınız. Burada mikrodalganın besinlere etkisi test edilmiştir. Gıdalar mikrodalgalarla kimyasal-analitik olarak ne derecede değişmekteydiler. Kimyasal-analitik olarak hiçbir şeyin değişmediği saptandı ve bu daha sonraları mikrodalganın güçlü bir şekilde propagandasına yol açtı. Hatta mikrodalga işleminden sonra vitamin içeriği, yemeğinizi pişirdiğinizdekinden daha çoktur. Fakat vitamindeki enformasyon içeriği hâlâ korunuyor mu, bunun içinde hâlâ canlılık var mı? Bunu kritik olarak bir defa incelemeliyiz. Burada kediler haftalarca sadece mikrodalgadan geçmiş gıdalarla beslendiler, bu deneme kapalı ortamlarda yapıldı. Çünkü; yanlış değerlendirmemeliyiz ki, biz önemli ölçüde gıdayı solar frekanslarından alırız, yani güneşten her gün dalga boylarıyla enerji, evet canlılık alırız. Katı besinler bu gıda zincirinin en sonunda bulunurlar. Bizler her zaman yemek yemenin en önemli şey olduğunu düşünürüz, oysa en önemsizidir. Bu deneyde hayvanların güneşten gıda almalarına izin verilmedi ve normal katı gıdalarını yemeden kısa süre önce bunlar olağan mikrodalgadan geçiriliyordu, aynı şekilde hayvanların içtikleri su da mikrodalgadan geçiriliyordu. Kediler istedikleri yemeği yiyebiliyordu, her şey serbestti. 2-3 hafta sonra bile kedilerin doğallıklarını kaybettikleri saptandı. İlk etapta homoseksüel davranışlar ortaya koydular ve 4-5 hafta sonra da öldüler. 8000 kedi, kimyasal-analitik olarak gıdalarda her şey var olmasına rağmen öldü, hem de sürekli olarak yemelerine rağmen açlıktan öldüler.

Şimdi Kızılderilileri bir hatırlayalım; onlar bize 350 yıl öncesinin bir atasözünde, dolu tabaklarımız olacağını, ama yine de yiyecek bir şeyimizin olmayacağı günleri yaşayacağımızı söylemişlerdi. Onların beyaz adamla savaşmasına gerek yoktu. Onlar zaten kendi kendilerini yok edeceklerdi. Şimdi herkes kendi kendine sormalıdır, ne kadar gıda alıyorum? Bir gıdanın kalitesi nerede sağlanmıştır?

Burada çok önemli bir gıdadan bahsedeceğiz. Su’dan. Su kimyacıların severek tanımladıkları gibi sadece H2O değildir. Bunun ispatı için matematiğin bir kolu olan geometriye gereksinimimiz vardır. Adı, Geoünya, Metri:Ölçü, Dünya ölçüsünden geliyor. Bunun arkasında tanrısal bir dünya ölçüsü vardır. Biz bunlara, kendilerini her zaman tekrar aynı mükemmel geometri ile yapılandıran, platonik yapılar diyoruz. İkisi de aynı olan hiçbir dağ kristalinin var olmadığını biliyoruz, fakat hepsi tamamen aynı yapıya, yani aynı altı köşeli geometriye sahiptir. Eğer böyle bir kristali fiziksel olarak incelersek, o zaman içlerinde elektrik olduğunu, yani gerçekten ölçülebilen elektrik olduğunu saptarız, biz bunu Pizoelektrik olarak tanımlıyoruz. Elektrik, enerjidir. şimdi enerjiyi bir tarafta enformasyon (bilgi), öteki tarafta canlılık olarak tanıdık. “Enformasyon” sözcüğünü bir düşünün: bir şeyi tekrar kendi asli formuna döndürmek/getirmek, bir geometriyi tekrar yapılandırmak. Hiç bilgisayarınızın ana parçasının ne olduğunu düşündünüz mü? Bilgisayarınızdaki bu çok küçük mikro chipi ? Bir kuvars kristali. Bu kristalin geometrisi, enformasyonlarınızın orada hafızalandırılmasını sağlar. Bu kristaller sadece silikon üzerine basınç ile üretilir, bunlar doğal dağ kristalleri değildir. Ancak sonuçta burada söz konusu olan sadece geometridir, buradaki durumda kuvarstaki altı köşeli yapı ve sudaki davranışı da hiç farklı değildir. Mısırlıların piramitlerde sadece geometrik yapı ile inisiyasyon amacı için kendini kullandıran enerji alanları kurduklarını biliyoruz.

Şimdi küçük bir deney yapalım: Burada küçük bir bakır piramit bulunuyor, aslında bunu doğru yönlere, yani kuzey ve güneye yöneltmeliydik, ancak açı derecesini Keops piramidine uygun yaptık, geometrik açıdan Keops piramidi ile aynı. Şimdi bir parça et alalım ve bunu ortadan ikiye ayıralım. Bir yarısını piramidin altına koyalım, öbür yarısını da sadece yaklaşık 20 cm yanına koyalım. Birkaç gün sonra piramidin yanındaki etin çürüdüğünü, piramidin altındaki etin ise sadece kuruduğunu saptarsınız. Bu nasıl olanaklı olabilir? Burada sadece 8 bakır çubuk olmasına rağmen, nasıl oluyor da başka enerji yasaları geçerli olabiliyor. Bu “Geometri” dir.

Kör bir traş bıçağını piramidin altına koysak ve yaklaşık 60 saat bekletsek tekrar keskinleşir. Bu, büyü değildir, bu elektromanyetik alanların yönlendirilmesidir. Bunlar geometri ile oluşur ve bu şekilde dünyadaki her şey ot sapına kadar geometriye göre kurulmuştur, yani platonik yapılardan ve platonik yapıların kendilerini sınıflandırmalarına göre hiçlikten enerji alanları kendilerini yapılandırırlar.

“Christos” sözcüğünü biliyorsunuz, “bilinç” demektir ve kristalde bu da vardır. Christ/Krist: bilinç, all: All (her şey), Allbewußtsein (Tam bilinçlilik). Bu insanlarda da böyledir, sağlıklı ve güzel oldukları sürece neden böyle göründükleri, nasıl göründükleri gibi hiçbir şeyle ilgilenmiyorlar, ancak daha burunları akmaya başladığında hemen kendileri ile ilgili bilgi almaya başlarlar, başkalarıyla konuşurlar, sebebini öğrenmeye çalışırlar, vs. Bunu neden yapıyorlar? Çünkü bu bir basınç yapmıştır. Peki kristaller nasıl büyürler? Basınç geometrinin oluşmasını sağlar. Sıradan bir karbon alın ve yeteri kadar basınç uygulayın, o zaman mükemmel bir geometrisi olan mükemmel bir elmasa sahip olursunuz. İnsanlarda da aynı şekildedir, çünkü eğer gönüllü olarak yoldan gidilmezse, acı formunda bir basınç, hastalık formunda bir basınç alırlar, ki bu daha sonra sizin sonunda bilincinizi genişletmeye başlamanızı sağlar. Bunun için yaşamsal gıdaya gereksiniminiz vardır. Sadece tabaktaki veya camdaki gıdaya değil, burada daha fazlası var, çünkü her konuşulan sözcük süptil(latif) maddesel düzlemde bir gıdadır. Konuştuğunuz her sözcüğü önceden düşünmüş olmalısınız. Bu düşünceniz bir dalga boyu üretir. Her şey her zaman sadece bu dalga boylarıdır. Fizikte ve aynı zamanda biyofiziksel mantıkta, eğer farklı kaynaktan iki aynı dalga boyu girişim yaparsa, birdenbire yeni enerji alanları oluştuğunu biliyoruz. Biz bu şekilde sadece yaşam (enerji) elde etmez, aynı zamanda yeni enerji formları da inşa ederiz. Kimyada biz bunu molekül evliliği olarak tanımlarız. Ve biz insanlarda da bu evliliktir (düğündür). İnsanların düğününde ne oluyor, aşık olduğunuz zamanı bir düşünün. Birdenbire o insanı, çok kısa bir süre önce tanımanıza rağmen, tanıdığınızı düşünürsünüz. Bunu yalnızca bir duygu nedeniyle yaparsınız ve bu duygu sevgidir ve sevgi enerjidir, bu aynı elektromanyetik bir içtepidir, bu sizi mıknatıs gibi çeker. Gençler bunu birbirlerinin gözlerine derin derin baktıklarında, bir güven hissettiklerinde yapıyorlar. Sonra ne oluyor? Karıncalanmalar başlıyor, bedeninizdeki elektrik aktifleşiyor. Bunu kendinize açıklayamazsınız ve karıncalanmaları olan insanlara ne söylersiniz? Kimyaları uyuyor, o benimle aynı dalga boyunda. O gerçekten de sizinle aynı dalga boyundadır. Ve eğer o sizinle aynı dalga boyundaysa, eğer bu karşılanırsa, o zaman canlılık içeren ve yeni canlar inşa eden en önemli şey ortaya çıkar: Rezonans! Rezonans etkiyle tekrar düzen durumları sağlayabiliriz, orada geometri oluşur, orada enformasyon oluşur. Nerede bu sevgi sağlanamazsa, orada dizonans oluşur ve dizonans oluşan bu kişiler kendi içlerinde mahvolurlar. Bu kişiler kendilerini iyi besleyebilirler, ama buna rağmen güçleri ve enerjileri yoktur ve muhtemelen bu kişiler o anda artık yaşamın mantığını da görmezler. Bu elektriğe, bu akıma dikkat edin!

Her su molekülünün, her H2O molekülünün birbirinden farklı olması ve her zaman tekrar aynı tam mükemmel geometriyi ortaya koymaları ilginç değil mi? Çünkü bir su molekülü 104,7 derecelik bir açıyla mükemmel bir Tetraeder’den (dört kenarlı) başka bir şey değildir. Eğer bu şekildeki 4 Tetraeder’i birleştirirsek, o zaman bir piramit elde ederiz. Mısırlıların muhtemelen bunu piramitleri inşa ederken düşünmüş olabilecekleri ve tam da 4 su Tetraederinin bir piramidi temsil etmesi ve bugüne kadar ki tüm matematiksel, fiziksel, astronomik ve astrolojik bilgilerimizi bu geometrik yapılardan yaratmamız ilginç değil mi? Tüm bunlar orada derin bir sır olarak durmaktadır. Şimdi bizim zamanımızda tekrar bütünsel düşünce ile bu eski bilgiye ulaşıldı, bu yeni bir bilgi değildir. Eğer bilincimizi tekrar genişletirsek, o zaman biz bu bağlantıları tekrar anlayacağız, yani bu yaşamsal gıdayı, yaşamı oluşturmayı. Bu nedenle bu kadar çok kimyasal düşünmemeliyiz.

Mesela elinize bir kitap versem, örneğin Almanya Tarihi hakkında ve bu kitabı okuldaki bilim adamlarına incelemeleri için versek, ne de olsa madde çok önemli! Sonuçlardan ne elde ederdik? Bir süre sonra bu kitabın en derin kimyasal analizini bilirdik, DIN normunu bilirdik, ağırlığını bilirdik, tutkal hakkındaki her şeyi bilirdik, bu tutkalın oluştuğu kimyasal bağlantıları bilirdik, baskısını, bunun kimyasallarını, hatta araştırmacı bir biyolog belki de bu kağıtların hangi ağaçtan geldiğini bile ortaya çıkarabilirdi; ancak bir şeyi bilemezdiniz: Almanya’nın Tarihi hakkında hiçbir şey bilmezdiniz, oysa bu kitabı alma nedeniniz buydu. Eğer içinde hiçbir şey yoksa, maddenin değeri ne kadardır ? Hepinizin bir televizyonu var, neden televizyon seyrediyorsunuz? Tabii ki bunu enformasyon içerdiğinden yapıyorsunuz. Eğitim nedenlerinden olsun, eğlence nedenlerinden olsun, bilgilenmek istiyorsunuz, tek neden bilgiye dayanmaktadır. Bilginin her formu bilincinizin genişlemesine neden olur. Şimdi bu dolabınızın üzerinde duran kutuya, televizyona mı bağlıdır, yoksa bu televizyondan yayılan dalga boylarına mı ? Çünkü eğer ben çatınıza tırmansam ve anteninizi sadece 2 cm oynatsam, ekranınız karıncalanır ve bu kutu değersiz olur. Burada söz konusu olan gerçekten de uzaydan uydular vasıtasıyla atmosfere ve oradan oturma odanıza giren bu dalga boylarıdır. Bunlar bir cihazla izleyebileceğiniz şekilde değiştirilirler. Bu nedenle hiçbir zaman vasıta olan aracıyı değil, bilakis buna bağlı olan saf enerjiyi, dalga boyunu, bu elektriksel frekans örneğini düşünün. Eğer bunlar yoksa, o zaman madde size yardım edemez. Bunlar sadece taşıyıcı malzemelerdir, bilgi taşıyıcıları. Bu şekilde yaşamsal gıda da sadece bilgi taşıyıcıdır.

Buna benzer başka bir basit örnek daha verebiliriz: Bir fobiniz olduğunu düşünün. Akşamları sokağa çıkamayacak kadar karanlıktan korkuyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Kendinize bir psikolog buluyorsunuz ve eğer terapiye başlarsanız, o size daha önce sahip olmadığınız bilgiler veriyor, bilincinizi genişletiyor. Hatta büyük bir olasılıkla sizi çocukluğunuza geri götürüyor ve daha önce bilmediklerinizi bilmenizi sağlıyor. Bağlantıların bilinçli olarak bilincinize yukarı gelmesine izin verdiğinizde, artık fobiniz kalmıyor. Ve şimdi psikoloğunuzun ölümcül bir kazaya kurban gittiğini ve sizin aslında bir sonraki hasta olduğunuzu düşünün. Ve şimdi bilim adamlarının ölen psikoloğu evinizin içine taşıdıklarını düşünün, çünkü eksik bir tarafı yok, tüm kemikleri orada ve öteki her şeyi. Tabii ki siz onun ölü olduğunu söyleyeceksiniz, ama bilim adamları da size ölü ya da diri, ne fark eder, biz size bilimsel olarak onun aynı kemiklere, aynı organlara sahip olduğunu kanıtlayabiliriz, derler. O zaman kendinize onun size nasıl yardım edebileceğini sorarsınız. Bir psikoloğa mı gereksiniminiz vardı, yoksa psikoloğun bilgisine mi? Çünkü artık ölü olduğundan bilgiye ulaşamıyorsunuz. Bunun aynısı gıda maddelerimiz için de geçerlidir. Çünkü sizin gereksiniminiz olan aslında bilgidir, bilgiyi taşıyan değil. Tam tersine şimdi psikolog size yük olmaya başlar, çünkü şimdi kokmaya ve çürümeye başlamıştır ve siz kendinizi ondan kurtarmak istersiniz ve bu ölü psikoloğun bağırsaklarınızda bulunan ölü gıda olduğunu düşünün. Eğer siz canlı gıda yerine ölü gıdayı kendinize alırsanız, size yük olmaya başlar, kendi kendinizden enerji çalarsınız.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt