Sadece Bir Karınca

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
prince of hell

prince of hell

Üye
    Konu Sahibi
Sadece Bir Karınca
Arkadaşlar konu dışı bölümünde bir süredir mini hikayeler yayınlanıyor bazı arkadaşlarımız tarafından,fakat orada her hikaye için ayrı topic açıldığından konu başlığı kalabalığı oluyor,eğer paylaşmak istediğiniz böyle kısa hikayeler varsa bu bölümde yayınlarsanız hem derli toplu olur ulaşmak isteyenler için ,hemde daha kolay olur erişmek :) teşekkürler şimdiden hikayeleriniz için .. :)
 


..::Riddick::..

..::Riddick::..

Üye
Cin Ali Hikiyelerinden de anlatabilirmiyiz acaba? bi tane biliyorum da ilk okuldan aklımda kaldi :)
 
ates

ates

Üye
Originally posted by cihanebi@May 11 2005, 01:07 AM
Cin Ali Hikiyelerinden de anlatabilirmiyiz acaba? bi tane biliyorum da ilk okuldan aklımda kaldi :)
[post=52003]Quoted post[/post]​

anlatma yaw korkuyom ben sonra :rolleyes:
 
prince of hell

prince of hell

Üye
    Konu Sahibi
Originally posted by cihanebi@May 11 2005, 01:07 AM
Cin Ali Hikiyelerinden de anlatabilirmiyiz acaba? bi tane biliyorum da ilk okuldan aklımda kaldi :)
[post=52003]Quoted post[/post]​
gec bakalım dalganı sen :) ben bu konuyu konu dısı bölümünde birsürü hikaye yayınlayan defector arkadasımız için actım :) siteye dönünce yazar artık :) sende hergün piyasaya cıkıyosun aslında senden bi kac hikaye bekliyorum :)
 

DefectoR

Canım benim yaa, sağol, senle dalga geçenler yaratracağım TSUNAMI arasında kaybolup gidecekler merak etme, bu topicin hakkını vereceğim...
 
..::Riddick::..

..::Riddick::..

Üye
Originally posted by DefectoR@May 11 2005, 01:12 PM
Canım benim yaa, sağol, senle dalga geçenler yaratracağım TSUNAMI arasında kaybolup gidecekler merak etme, bu topicin hakkını vereceğim...
[post=52178]Quoted post[/post]​
Estağfurullah canım ne dalgası... 8)
 

DefectoR

Neeese artıkın topicin hakkını verme zamanı geldi :D


GİDENLER ÇEKİP GİDERLER SADECE KALAN İSE GİDENİN ARKASINDAN BAKAR VE YÜREĞİNİ KANATIR ÇOĞU ZAMAN. KANATIR AMA KİMSE GÖRMEZ ONUN BU HALİNİ ...
ONUNLA OLDUĞU YERLERE GİDER ONUN HAYALİNİ YANINDA TAŞIR O VARMIŞ GİBİ DAVRANIN ONUN KURDUĞU CÜMLELERE CEVAPLAR VERİR. ONA BİR ÇİÇEK ALIR MASAYA GELEN ÇİÇEKÇİ YAŞLI AMCADAN YİNE O VARMIŞ GİBİ BIRAKIR MASANIN ÜSTÜNE ÇİÇEKÇİ AMCANIN YİNE ALLAH SİZİ BİRBİRİZDEN AYMASIN DEMESİNİ BEKLER AMA NEFİLE O ÇOKTAN GİTMİŞTİR BİLE...
KALKAR MASADAN ZATEN BİTKİ ÇAYIDA VERMİYORLARDIR ARTIK BURADA O YÜZDEN ONUN SEVDİĞİ BİTKİ ÇAYINI BULABİLECEĞİ BİR BAŞKA YERE GİDECEKTİR. NEDE OLSA BU ŞEHİR DE NE KADAR GİDİLEBİLECEK GÜZEL YER VARSA HEPSİNDE BİR ANISI YOK MU ONUN NASILSA BİR YERDE HALA ONLARI HATIRLAYAN BİR MASA BULACAKTIR.
AVARE GİBİ DOLAŞMAYA MECBURİYETTTE İŞTE SON YEMEK YEDİKLERİ RESTORANT HANİ 30 KASIMDA 2001 DE YAPAYANLIZ KALDIĞI YER,YİNE YARALAR AÇILMAYA BAŞLADIĞINI HİSSETİ YÜREĞİNDE. HEMEN UZAKLAŞTI ORADAN
ACILAR YAKASINI BIRAKMIYORDU BU ŞEHİRDE HER SANTİMETRE KARESİNDE BİR HATIRASI YOK MUYDU? ELBETTE GÜZEL BİR ANISININ OLDUĞU YERDEN DE GEÇECEKTİ ŞEHRİ ARŞINLAMAYA DEVAM ETTİ ONUN BURADAN GİDELİ İKİ BUÇUK YIL OLDUĞUNU BİLE BİLE
İŞTE SONUN DA GÜZEL BİR ANISIYLA KARŞILAŞTI ONA İLK DEFA BURADA VERMİŞTİ SARI GÜLLERİ BURADA ONUN GÖZLERİNİN İÇİNE BAKARAK İLK DEFA SENİ SEVİYORUM DEMİŞTİ BİR KÖŞEYE ÇEKİLİP OTURDU VE CEPLERİNİ KARIŞTIRMAYA BAŞLADI NERDEN ESMİŞSE İLK DEFA SİGARA ÇEKMİŞTİ BENİM İÇİN ONDAN BAŞKASI KENDİNİ YAKIP KÜL ETMEZ DİYE GEÇİRDİ İÇİNDEN AMA SONRA BİRDEN VAZGEÇTİ ONUN İÇİN BİLE DEĞMEZDİ BU MELETE ALIŞMAYA SONRA AÇIK BİR TEKEL BAYİSİ BULUP BİR KAÇ TANE BİRA ALIP GERİ DÖNDÜ HAFİFTEN YAĞMUR ATIŞTIRMAYA BAŞLAMIŞTI O İSE HIRSLA AÇTI BİRALARDAN BİRİNİ VE İLK YUDUMDA YARILADI ŞİŞEYİ HİÇ SEVMEZDİ ASLINDA O BURUK TADI AMA YİNE İÇİYORDU İŞTE NE UNUTMAK İÇİN NE HATIRLAMAK İÇİN HİÇBİR ŞEYE ÇARE OLMAYACAĞINI BİLE BİLE DEVAM ETTİ İÇMEYE İKİSİ ORACIKTA BİTMİŞTİ YAKLAŞIK ON DAKİKADA BİR YANDAN YAŞADIKLARINI DÜŞÜNÜYORDU. ACABA NERDE HATA YAPTIM DİYE GEÇİRDİ İÇİNDEN NEDEN BU KADAR SEVMİŞKEN KAYBETMİŞTİ ONU.
ASLINDA CEVABINI BİLİYORDU AMA PİŞMAN OLUP OLMADIĞINI BİLMİYORDU HERŞEYİ EN UÇTA YAŞADIĞINDAN BU KADAR SİVRİ BİR ADAM OLMASA HERŞEYİN FARKLI OLACAĞINI DÜŞÜNÜYORDU YA ARTIK HİÇBİRŞEYİ DEĞİŞTİREMEYECEĞİNİN ODA FARKINDAYDI.
KALKTI HUZUR PARKTAN GECENİN BU SAATİNDE ARTIK TAKSİDE GEÇMİYORDU YOLU YÜREYECEĞİNİ BİLİYORU ZATEN BURAYA GELİRKEN UŞAĞIN SESSİZ SOKAKLARINDA KÖPEKLERE İNAT YÜREĞİNDEN TÜRKÜLER TUTTURARAK OTELİN YOLUNU TUTTU KALAN İKİ BİRASINI DA YÜRÜRKEN İÇECEKTİ SOKAKLARDAKİ AVARELERE BENZEMİŞTİ KIYAFETİNE TEZAT BİR HALİ VARDI TAKIM ELBİSE BEYAZ GÖMLEK KRAVATLA BAĞDAŞMAYAN BİR ŞEYDİ ELİNDEKİ POŞETİN İÇİNDEKİ BİRALAR AMA OLSUN KİM NE DERSE DESİN BU GECE BÖYLE OLACAKTI
SONRA ONUN İÇİNDE OLMADIĞI HATIRALAR GELDİ AKLINA BU ŞEHİRDE GECENİN ÜÇÜNDE KAHRINI ONDAN FAZLA ÇEKEN KARDEŞİM DEDİĞİ ARKADAŞIYLA ÇORBACIYA GİTTİĞİ OKUL YILLARI HATIRLADI VE ONU ARADI SAATİN GECENİN ONİKİSİNİ GEÇMİŞ OLMASINA ALDIRMADAN NASILSA O ANLARDI ONUN HALİNDEN EN İYİ O BİLİRDİ ONUN BU ŞEHİRDE ÇEKTİKLERİNİ. O DEĞİLMİYDİ AYRILIKLARINDA HEP YANINDA OLAN ONA DESTEK OLAN YİNE YANINDA O OLMALIYDI BU ŞEHİRDE ARADAKİ BİN KÜSUR KİLOMETREYE RAĞMEN İKİNCİ ÇALIŞINDA AÇTI TELEFONU ONA NEREYİM BİL BAKALIM DEDİĞİNDE UŞAK DİYE BAĞIRDI CAN DOSTU VE ONUN İÇİNDE BİR BİRA İÇİP ARKASINDAN ONUN HER SEFERİNDE YAPTIĞI GİBİ "KALKIN LAN BEN YATIYOR MUYUM?" DİYE BAĞIRMASINI SÖLEDİ BUNU YAPMAYACAĞINI İKİSİDE BİLİYORDU. AMA ONUN İÇİN HEP GİTTİKLERİ ÇORBACIYA GİDECEĞİNE SÖZ VERDİ VE YAVAŞ ADIMLARLA ÇORBACININ YOLUNU TUTTU.
AYAKLARI ONU YİNE O SOKAĞA GETİRMİŞTİ ANI ARA SOKAK ONU BEKLEDİĞİ KÖŞEYE DİKİLDİ SON YUDUMUNU DA ÇEKİP POŞETİ ÇÖPE ATTI VE GÖZÜNDEN AKAN BİR DAMLA YAŞA ALDIRMADAN ARKASINI DÖNÜP GİTTİ
DUDAKLARINDA TEK BİR CÜMLE VARDI
GİDEN KALANIN YÜREĞİNİ YANINDA GÖTÜRÜYORSA O AYRILIK YALANDIR
GİDEN KALANIN UMUTLARINI YANINDA GÖTÜRÜYORSA O AYRILIK YAMANDIR
 

DefectoR

YARDIM

Bir arkadaşım vakfımıza gelerek:
— Fakir öğrenciler için burs parası topladığınızı duydum, dedi. Ben de her ay bir kişinin masrafını karşılamak istiyorum. Teklifini memnuniyetle kabul ettik. Çünkü bütün gayretlerimize rağmen bize başvuran öğrencilerin çok azına yardım yapabiliyorduk.
Arkadaşım:
— Paramı vereceğiniz öğrencinin beni tanımasını istemiyorum, diye devam etti.Ben de onun kim olduğunu bilmemeliyim. Bu hassas insan, burs verdiği öğrenciyi minnet altında bırakmamak ve yaptığı hayırla gururlanmamak için böyle bir şart ileri sürüyordu. Kendisine o konuda teminat verdiğimde, cebinden para dolu bir zarf çıkartarak masanın üzerine bıraktı.
Arkadaşıma teşekkür ederek uğurladıktan hemen sonra odama 18-20 yaşlarında bir genç girdi. Çekingenliği her hâlinden anlaşılıyor ve sarıya çalan solgun yanakları, konuşurken yer yer pembeleşiyordu.
Onu hemen yanımdaki koltuğa oturtarak rahatlatmaya çalıştım. Fakir bir ailenin tek çocuğuydu, üniversiteye yeni başlamıştı ve maalesef tahmin de ettiğim gibi, böbrek hastasıydı. Bu yüzden yardıma ihtiyacı olduğunu büyük bir sıkıntıyla anlattı.
Masamın üzerine onun için bırakıldığına inandığım zarfı kendisine uzatırken:
— Sen merak etme evlat, dedim. Her ayın başında paran hazırdır.
Bursunun bu kadar çabuk eline ulaşması karşısında şaşkına dönmüş ve ne diyeceğini bilememişti. Sevinçle yaşaran gözlerini benden kaçırmaya çalışarak zarfı aldı ve dualar ederek iç cebine yerleştirdi. Arkadaşımın gönderdiği zarfları yerine ulaştırıp o mutluluk tablosunu tekrar tekrar yaşayabilmek İçin artık aybaşlarını İple çekiyor ve rahatsızlığından dolayı gelemediğinde, zarfını aynı fakültede burs alan arkadaşlarıyla gönderiyordum.
Aradan bir hayli zaman geçti. Arkadaşım da yaptığı hayrın makbule geçtiğinden emindi. Fakat çok üzüntülü olduğum bir gün camide karşılaştığımızda:
— Ben de seni aramıştım, dedi.İşlerim dün sabah nedense birden bozulduğu için, artık burs veremeyeceğim.
Söyledikleri karşısında hayrete düşmüştüm. Yârabbi nasıl bir tecelliydi bu?
Bilemiyordum.
Sırtını sıvazlayarak:
— Allah senden razı olsun kardeşim, dedim. O paraya lüzum kalmadı zaten. Biraz önce kıldığımız cenaze namazı, burs verdiğin öğrenciye aitti. Artık ona sadece fatihalar gönderebilirsin.
Cüneyd Suavi, Hayatın İçinden



bu günlük 2 tane yeter, kafaları fazla bulandırmayayım :DD
 

sezginkobya

Üye
KÜÇÜK ITFAIYECI

Anne, alti yasindaki lösemiyle savasan ogluna bakarken dalip
gitmisti.Kalbi, aci içinde olmasina ragmen,kararlilik duygusunun da
etkisini hissediyordu.Her ebeveyn gibi o da oglunun büyümesini ve
umutlarini gerçeklestirmesini istemisti. Ama bu, artik mümkün degildi.
Löseminin buna firsat tanimasi olasi degildi. Oysa o oglunun
hayallerini gerçeklestirmesini istiyordu.
"Bora! Büyüyünce ne olmak istedigini hiç düsündün mü? Hayatinda neler
olmasini diledigin ve hayal ettigin oldu mu?" diye sordu.

-"Annecigim, ben büyüyünce hep itfaiyeci olmak istedim".
Anne, gülümsedi ve.. "Dilegini gerçeklestirebilecek miyiz bir bakalim"
dedi.
Daha sonra, Ankara'daki itfaiye müdürlügüne gitti ve orada yüregi en
az Ankara kadar büyük itfaiyeciler ile tanisti. Ona oglunun son isteginden
söz etti ve oglunun itfaiye arabasina binip sehirde küçük bir tur
atmasinin mümkün olup olmadigini sordu.
- "Bundan daha iyisini de yapabiliriz.Eger oglunuzu Çarsamba sabahi
saat yedide hazir ederseniz, onu o gün seref konugu yapar,itfaiyeci
kimligine büründürürüz. Bizimle itfaiye müdürlügüne gelir, bizimle yemek
yer, yangin söndürmeye gelir.Hatta bize ölçülerini verirsen, ona üzerinde
Ankara itfaiyecilerinin kirmizi renk üzerine islenmis
ambleminin oldugu gerçek bir itfaiyeci kostümü diktirir, lastik
botlari ismarlariz. Hepsi Ankara'da üretiliyor."

Üç gün sonra, itfaiyeci Bora'yi aldi, ona elbisesini giydirdi, ve
hasta yatagindan itfaiye arabasina kadar eslik etti. Bora, itfaiye
arabasina kuruldu ve müdürlüge dogru yol almaya basladi. Kendini çok mutlu
hissediyordu. O gün Ankara'da tam üç yangin ihbari olmustu.
Degisik itfaiye arabalarina, hatta itfaiye Müdürlügünün özel arabasina
da binmisti. Yerel televizyonlar da onu izleyip, çekmislerdi.
Hayallerinin gerçek olmasi, gösterilen sevgi ve ilgi, Bora'yi o kadar
etkilemisti ki,doktorlarin söylediginden tam alti ay daha fazla
yasamisti. Bir gece bütün yasam belirtileri dramatik bir sekilde yok
olmaya baslayinca, hiç kimsenin yalniz ölmemesi gerektigine inanan
bashemsire, aile bireylerini hastaneye çagirdi. Daha sonra Bora'nin
itfaiyede geçirdigi günü hatirladi ve itfaiye müdürlügüne telefon açip
Bora'nin bu dünyaya veda ederken yaninda, özel kiyafetleri içinde bir
itfaiyecinin bulundurulmasinin mümkün olup olamayacagini sordu.


Itfaiye Müdürü; "Bundan daha iyisini de yapabiliriz. Bes dakika içinde
oradayiz. Bana bir iyilik yaparmisiniz? Sirenlerin çaldigini
duydugunuzda, yangin olmadigi anonsunu yaptirabilirmisiniz? Sadece
itfaiyecilerin önemli bir meslektaslarini ziyarete geldiklerini
söyleyiniz. Ve lütfen onun odasinin penceresini açiniz" diye
yanitladi. Yaklasik bes dakika sonra hastaneye çengel ve merdiven tasiyan
kamyonet ulasti.Merdiveni açti ve Bora'nin 5.kattaki odasina dogru
yaklasti. Tam on dört itfaiyeci Bora'nin odasina tirmandilar. Annesinin
izniyle onu kucakladilar ve ona onu ne kadar sevdiklerini söylediler.

Ölümle pençelesen Bora itfaiye müdürüne bakti ve; "ben simdi gerçekten
itfaiyeci miyim?" diye sordu.
- "Bundan süphen mi var Bora?" diye yanitladi müdür.
Bu kelimelerden sonra Bora gülümsedi ve gözlerini sonsuza dek kapatti.

Belki unuttunuz, belki hatirlamiyorsunuz,belki de çok duygusuz, çok
kati oldunuz;

Ama bilin ki ; HAYAT; SEVGI VE UMUT SAÇMAKTIR.
 

DefectoR

Ahmet ve Nihat adında iki arkadaş varmış. Aynı okulda okuyorlarmış. Ahmet İstanbul'da yaşayan, evi, arabası yeterince parası olan biriymiş. Nihat memleketten İstanbul'a gelmiş zor şartlar altında yaşayarak okuyormuş.Bunlar zamanla daha da iyi arkadaş olmuşlar. Ahmet Nihat'ın durumuna üzülüyor yardım yolları arıyormuş. Nihat'ı evine almış. Yedirmiş içirmiş. Cebine para koymuş. Üstünü giydirmiş. Kendine aldığı yeni kıyafetlerini bile ona vermiş. Artık beraber gül gibi yaşayıp gidiyorlarmış. Bir gün Ahmet camdan dışarı bakıyormuş. Karşıdan gelen uzun suredir hayran olduğu ve yakında açılmak istediği kızı görmüş. Ve sonra arkadan Nihat'ın onu takip ettiğini. Nihat eve gelmiş ve Ahmet'e o kızdan çok hoşlandığını aralarını yapıp yapamayacağını sormuş.Ahmet kendisinin de ondan hoşlandığını söyleyememiş. Arkadaşının üzülmesini istememiş çünkü. aralarını yapmış. Derken zamanla okul bitmiş. Nihat bir sure sonra Kayseri'ye vali olmuş. Evi arabası, yatı, katı, bir sürü parası olmuş. O kızla da evlenmiş. Ama Ahmet tam tersi. Evini arabasını kaybetmiş. Bütün parası bitmiş. Yatmaya yeri yemeye yemeği kalmamış. Aç sefil gezerken komşuları, -Senin bir arkadaşın vardı Nihat diye. O Kayseri'ye vali olmuş, neden ondan yardım istemiyorsun, belki sana bir iş verir demişler. Ahmet reddetmiş hemen. Bunu kabullenemem demiş.Komşular ne kadar ısrar ettiyse de bir türlü kabul ettirememişler. Ahmet için daha zor günler başlamış. Bakmış olacak gibi değil komşularını dinleyip tutmuş Kayseri'nin yolunu. Valiliğe gelmiş. Oradaki odacılardan birine Nihat beyi görmek istiyorum demiş. Odacı Nihat beyin yanına girmiş çıkmış ve -Sizi görmek istemiyor. demiş. Nasıl olur demiş Ahmet. Ona İstanbul'dan çok yakın arkadaşın Ahmet geldi deyin. Odacı tekrar gitmiş ve, -Nihat bey sizi tanımadığını eğer daha fazla ısrar ederseniz kovduracağını söyledi demiş. Ahmet duyduklarına inanamamış. Nasıl olur da, yemeyip yedirdiği, giymeyip giydirdiği, sevdiği kızı bile verdiği can ciğer arkadaşı Nihat onu tanımaz. Yıkılmış bir şekilde valilikten çıkıp doğru Nihat'ın evine eskiden hoşlandığı kızın yanına gitmiş. Belki yardım eder diye. Kapıyı çalmış. Birinin gelip dürbünden kendine baktığını hissetmiş. Ama kapıyı açmamış kadın. Bir kez daha yıkılmış, dışarı çıkıp kendini toplamaya çalışırken yanına yaşlı bir amca yaklaşmış. Ahmet'in durumundan çok etkilenmiş adam. Olayı anlatmasını istemiş. Ahmet'te olduğu gibi anlatmış. Adam çok üzülmüş, demiş ki.. -Bak evladım. Seni çok sevdim. Dürüst bir insana benziyorsun. Bak benim şurada bir sarraf dükkanım var. Gel istersen benimle çalış. Hem para kazanırsın hem de yatmaya yerin olur. Ahmet hemen kabul etmiş ve çalışmaya başlamış. Gel zaman git zaman dükkana başka bir yaşlı amca gelip gitmeye başlamış. çok iyi arkadaş olmuş Ahmet'le. Bir gün bu yaşlı amca elinde bir kutuyla gelmiş dükkana. Bak ben bir yere gidiyorum, eğer 3 ay içerisinde dönmezsem bu kutu senindir, istediğin gibi kullan. demiş. Ahmet kutuyu almış, odasında bir yere koymuş. 3 ay geçmiş, 4 ay geçmiş, 6 ay geçmiş amca hala gelmemiş. Sonunda Ahmet kutuyu açmaya karar vermiş. Bakmış içinde, elmaslar, mücevherler, altınlar, bir suru de para varmış. Ne yapacağını şaşırmış. Hemen patronuna gidip durumu anlatmış.Patronu da Artık o kutunun kendisinin olduğunu istediği gibi kullanabileceğini söylemiş. Bir de öneride bulunmuş. -Bak sen bu isi iyice öğrendin. Gel sana bir kuyumcu dükkanı açalım. gül gibi geçinip gidersin. Hemen dükkanı açmışlar. Ahmet almış başını yürümüş. Ev,araba, yat, kat. Zengin olmuş kısacası. Bir gün dükkana bir anne-kız gelmiş, kızdan hoşlanmış Ahmet. Zamanla görüşmeye başlamışlar, derken nişanlanmışlar. Düğün vakti gelmiş. Davetiyeler hazırlanırken kız valiyi de çağıralım demiş. Ahmet kabul etmemiş. Nasıl olur demiş kız. Biz bu şehrin ileri gelenlerindeniz, valiyi çağırmasak olur mu? Ahmet yine kabul etmemiş. kız ısrarla neden böyle davrandığını sorduğunda anlatmış Ahmet. Sorunun bu şekilde çözülmeyeceğini söylemiş kız. Biz çağıralım, o yaptığından utansın demiş. Ve ona da bir davetiye yazmışlar. Düğün günü gelmiş çatmış. Davetliler tek tek gelirken heyecan içindeymiş Ahmet. Nihat'ın gelip gelmeyeceğini düşünüyormuş. Derken eşiyle kapıda görünmüş Nihat. Ahmet, ilk başlarda göz göze gelmemeye çalışmış. Nihat ne yana gitse öbür tarafa kaçıyormuş Ahmet. Hiç göz göze gelmemeye çalışıyormuş. Dayanamamış birden. Piste çıkmış, almış mikrofonu eline, başlamış anlatmaya. Zamanında benim durumum iyiyken sevgili valimiz Nihat beyle aynı okulda okuyorduk. O zamanlar Nihat beyin durumu bu kadar iyi değildi. Nihat'ı evime aldım. Yemedim yedirdim, giymedim giydirdim.Sevdiğim kızı bile ona verdim. Bir gün benim durumum kötüleşti. Elimde avucumda ne varsa kaybettim.O kadar zor durumdaydım ki Nihat'a yardım istemeye gittim. Ama o beni tanımadığını söyledi, kovdurdu. Oradan çıkıp eşinin yanına gittim. Ama o kapıda benim olduğumu bildiği halde kapıyı açmadı,şok olmuştum. Dışarıya çıkıp kendime gelmeye çalıştığım anda bir amcayla karşılaştım. Sağ olsun bana bir iş, yatacak bir yer verdi. Orada çalışırken çevrem genişledi. başka bir amcayla tanıştım. Gel zaman git zaman o amca elinde bir kutuyla geldi yanıma. Bir yere gideceğini 3 ay içerisinde dönmezse kutunun benim olacağını söyledi,gelmedi. Kutuyu açtım. İçinde beni bugünlere getiren yüklü eşyalarla ve paralarla karsılaştım. Sonra kendime bir kuyumcu dükkanı açtım. Orada sevgili nisanlımla tanıştım. Ve evleniyorum. Anlattıklarım yalansa yalan desin Nihat bey.demiş ve bırakmış mikrofonu. Herkes şaşkınlık içinde Nihat beye dönmüş. Acıyarak bakmışlar bir Ahmet'e, bir Nihat'a. Nihat bir cevap vermek zorunda kalmış, almış mikrofonu. başlamış anlatmaya. Evet Ahmet'in söylediklerinin hepsi doğrudur. Yalan diyemem. Zamanında bana çok yardım etti, hakkını ödeyemem. Sağ olsun benim mutlu bir evlilik yapmama öncülük etti. Ama eşimi zamanında sevdiğini bilmiyordum. Durumunun kötüye gittiğini, bir gün bana geleceğini biliyordum.Hep o günü bekledim. Ve sonunda geldi. Onu kapıdan kovdurdum doğrudur. Ama niye kovdurdum, eğer ben o zaman ona yardım etseydim gururuna yediremeyecekti. Belki de bir süre sonra intihar edecekti. İyi bir arkadaşımı kaybetmek istemem. Buradan çıktıktan sonra direk eşime gideceğini biliyordum. Hemen eşime telefon açtım. Ona Ahmet'in geleceğini, kapıyı açmamasını söyledim, açmadı. Derken bizim evin karşısında bir sarraf dükkanı isleten arkadaşım var. Ona hemen telefon açtım. Bizim evden çıkan bir adam görürse onu işe almasını yardımcı olmasını istedim. İşe aldı, yatacak yer verdi. Bir gün babamı gönderdim ona. Can yoldaşlığı etsin diye. İyi arkadaş oldular. Sonra babama bir kutu verdim Ahmet'e versin diye. O kutu babamın değildi. Benim de değildi. O zaten Ahmet'indi. Ona borcumu hiçbir zaman ödeyemem. Ahmet kutuyu aldı. İyi kullandı ve bugünlere geldi.Bir gün annemle kız kardeşimi gönderdim. Durumu nedir bir kontrol edin diye.Orada birbirlerini görüp aşık olmuşlar, evleniyorlar. bırakmış mikrofonu. Ahmet'le beraber herkes şaşkınlık içinde kalmış. Bir an göz göze gelmişler. Derken birbirlerine sarılıp özür dilemişler
 

DefectoR

aLıntıdır..


selamlar!!!

bilmiyorum belki bu mektubu ya okursun yada okumadan yirtip atarsin, bizi aramadigin gibi mektubumuda tenezzül edip okumazsin ama artik sen bize herseye alismayi ögrettin.sagol! öncelikle bu mektubu sana yazarken cok düsündüm ve yazmaya karar verdim. senin kendince kendine göre hakli yönlerin oldugu kadar benimde kendimce cok ama cok hakli oldugum yönler vardi, ve bu mektubu sakin yalnis anlama bunu sana senden hicbir beklentim olmadan yaziyorum zaten hicbir beklentimde olamaz ve olmadida bugüne kadar. bunu sen benden daha iyi biliyorsun aciklamama gerek yok.sen bizi bu zamana kadar hep yalniz biraktin, sakin yalnis anlama bu asla ve asla sitem degil sadece kendi dogrularimi yazmak ve olan olaylar karsisinda hakkimi savunuyorum.

ama tabii sana soracak olursak sen her konuda haklisin. ama sunu ne yazikki sende biliyorsun kizin hakli ama sen kendi hatalarini kabul etmiyorsun ve hep bizi suclamakla kendini avutuyorsun.

hic birgün aynanin karsisina gecipte bu zamana kadar kendine acaba hic sordunmu " ben ne hata yaptim ki biz bu durumdayiz?"

tamam kabul ediyorum her iki tarafda hata yapmis olabilir ama benim "annem canim herseyim" öyle bir anneymiski bizi allah`a cok sükür kimseye muhtac etmeyip hem ana hem baba oldu iste benim annem böyle bir anne. keske ayni seyleri senin icinde söyleyebilseydim. sen zannetmeki biz doldurusa geliyoruz, allah`a cok sükür akli dengem yerinde.
hayatta cok mücadeleler verdim, savastim, basardim, kaybettim ama yilmadim. kimsenin sözüyle hareket etmedim, hep hisslerimle hareket ettim ve sonunda basardim. allaha cok sükür meslegimi elime aldim, ehliyetimi yaptim cok zor günlerim oldu yilmadim ve yilmayacagim. simdi sana soruyorum bunca sene sen nerdeydın???
en mutlu günlerimde bile yalniz biraktin. bu aciyi seninde tatmani isterdim. beni kendi yerine bir koyarmisin ama gercekleri görebilirsen. dogum günlerimde her telefon calisinda belki sensin diye deli olurdum, her bayram cocuklar babalarina sarildiginda benim basim egikti hep. birde bize aramakla ceza veriyormussun, simdi soruyorum sana
bu zamana kadar aramıyordunkı sımdıden sonra ceza verıyorsun aramamakla???

ne zaman arayipta halimi sordunki? ben bu lafindan anlam cikartamadim ya sen?????

haa sen galiba zannediyorsunki ben hep cocuklarimin halini hatrini sordum onlarin arkasindaydim ama sen sakin öyle zannetme cünkü gercekler ortada. bu zamana kadar seninle hicbir seyimi paylasamadim, ne yazık!

sana soruyorum simdi; bu güne kadar üzerimde ne hakkin var? haaa dersen ki sonucta babanizim, babalik baba kelimesiyle bitmiyor.

babalik sorumluluk, sevki ve sefkat ister ama ben bunlarin hicbirini sende görmedim.ama artik ben sana ne yazarsam yazayim sen beni bugüne kadar zaten anlamadin veya anlamak istemedin simdiden sonrada anlayamazsin.
bir laf vardir herkes kendine göre haklidir diye iste onlardan birtanesi sensin.

sunuda bilmeni istiyorum. ben bu zamana kadar namusumu ve serefimi ne annem nede senin icin tasidim.
bu zamana kadar kendi icin tasidim ve bundan sonrada ölene kadar kendim ve ilerdeki cocuklarim icin tasiyacagim.
namusumu baskalari icin tasimiyorum neden dersen cok evli insanlar gördüm aldatan ve aldatilan. ama onlar kendi kendilerini aldattiklarini bilmiyorlar, o yüzden namusumu kendim icin tasiyorum. bunada hicbir kul yada güc mani olamaz. o yüzden hani sen bana birkere telefonda demistinya namusuma serefime leke getirme diye, korkma namusuna leke gelmedi ve gelmezde. aslinda o kadar sükrediyorumki en yüce allah`im yanimdaydi. ıyikide sen yokmussun. aslinda daha yazilacak daha cok sey var ama neyse.

senden bugüne kadar hicbirsey istememdim. simdi senden tek istegim eline vicdanina koyman.

bu mektubu okudugunda bana sitem edecegini ve hak verecegini bile bile sana bu mektubu yazdim.
mektubuma son vermeden önce allah icin yinede ellerinden öpüyorum cünkü simdiye kadar sen yoktun bir annem birde allah vardi yanimda. o yüzden allah icin ellerinden öpüyorum, cünkü onlar bana yilmamayi, ayakta durmayi, güclüklelere gögüs germeyi ögretti o yüzden seni ben degil allah affetsin, ben allah katinda zaten hep affedicigimdir.

sana bu son mektubum ve benden duydugun son sözler. basini agritiysamda affet. sana hayatinda mutluluklar, saglik ve huzur dolu bir yasam ve uzun ömürler diliyorum. ınsan isaret parmagiyla baskasini elestirirken
3 parmagininda kendisine dönük oldugunu unutmamali!


saygilarla

kızın..........................


aLıntıdır..
 
sanane

sanane

Üye
arkadas bu hikayeler biraz "mini" likten cikmis ;)
 
prince of hell

prince of hell

Üye
    Konu Sahibi
dikkat dikkat ! sayın defector nerelerdesiniz :) 2 hikaye yazıp kaçmak varmı :)
 

DefectoR

Originally posted by Banu@May 18 2005, 11:05 AM
dikkat dikkat ! sayın defector nerelerdesiniz :) 2 hikaye yazıp kaçmak varmı :)
[post=57640]Quoted post[/post]​
:wacko: ne kaçmak mı?
ne kaçması yau...
 

DefectoR

'Bu gece sende kalabilir miyim? ...'
Lokalden henüz çıkmış, sokağın köşesindeki küçük büfeden sigara ve bira alıyordum. Eve mi dönecektim? Aslında hiçbir yere gitmek istemiyordum. Eskiden nedense hep benim gibi insanların gittiği yerlerden incinmiş, yaralanmış dönerdim evime. Evim yaralarımı sardığım yerdi. Şimdiyse evim her gün biraz daha yabancılaşıyor bana. Evimde yaralarım iyileşmiyor artık...
Beni evine götür ne olur, çok üşüyorum...
Dönüp baktım; genç, zenci bir kadın vardı yanımda. Soğuktan titreyen kalın alt dudağını dişleriyle eziyordu. Bütün bedeniyle üşüyordu. Bütün tarihiyle. Sanki bir tek gözleri üşümüyordu. Hesap soran, insanın ta içine saplanan, bütün yalanlara doymuş olan gözlerden kimse kaçamazdı... Omuzunda çuval bezinden yapılmış büyükçe bir çanta vardı... Eski moda çizmeleri çamurlanmıştı. Üzerinde tek göz alıcı ve en yeni şey boynundaki gökkuşağı rengindeki fularıydı...
Gözlerinden kendimi zor alıp:
'Daha önce hiç tanıştık mı, kim olduğumu biliyor musunuz? ' diye sordum...
Simsiyah yüzünde sıcacık bir gülümseme dolaştı. Gözlerindeki keskin hüzün bir an yumuşadı. Dişleri titreyen alt dudağını serbest bıraktı: 'Hayır tanımıyorum sizi, hiçbir yerde de tanışmadık...'
Sesinde sanki bir alay gizliydi. Anlamıştım tanıdığını. 'Peki, neden ben? Neden benim evimde kalmak istiyorsunuz? '
Durdu, o yalana doymuş gözleriyle içime bir kez daha baktı. Omuzundaki çantayı hafifçe düzeltti ve vurgulayarak:
'Çünkü sen diğerlerine göre bana daha az zarar verirsin...'
Üşüme sırası bendeydi. 'Daha az zarar öyle mi? '
Sanki şu bugüne dek hayatıma giren bütün kadınları simgeliyordu bu siyah derili kadın. Sanki onlar adına konuşuyordu. Daha az zarar verirsin, derken, onlar adına çok eski ve belki de hiç ödenmeyecek bir sitemi dile getiriyordu. Onlar adına üşüyordu, üşütüyordu. Seni tanımıyorum derken, hayatıma giren bütün kadınlardan sakladığım o karanlık, o gizli yanıma dokunmak istiyordu... Onu yargılıyordu...
Sevdiğim, hayatıma giren kadınların neredeyse hiçbiri egemen, burjuva sınıfından değildi. Hiçbiri güçlü, korunaklı, varlıklı olmak istememişti. Hiçbiri bu hayatta iyi ve güçlü bir yer edinmek derdinde değildi. Sevmekti asıl hırsları, asıl dertleri. Sevmekte kaybolmak isterlerdi. Sevildiklerini hissettiklerinde onlar için zaman hep sonsuz şimdiki an'dı... Ruhları ve bedenleri zenciydi... Uyumsuzdular ve derilerini koruyan hiçbir kalkan, hiçbir yapay deri yoktu.
Belki de hepimiz zenci doğuyorduk, kimimiz uyum sağlıyor, güçleniyor, kazanıyor, kazandıkça siyah derisinin üzeri beyaz, parlak, güvenli bir deriyle örtülüyordu...
Ailesi hakkında hiç bir şey öğrenemedim. Söylemiyordu. Ailesiyle olan bütün bağlarını koparmıştı. 'Merak et, ' diyordu sadece. 'Merak et.' İstanbul'da doğmuştu. Okuduğu üniversiteyi yarım bırakmıştı. Geçinmek için çalışmak zorunda kalmıştı hep. Geçinmek... Bütün tutkularını, arzularını, düşlerini gölgelemişti, bastırmıştı. Geçinmek. Ev kirası ödeyebilmek, karnını doyurmak, ayakkabı almak, mavi kart çıkartabilmek... Geçinmek! .. Bu kelime, kronik bir hastalık; acımasız bir kabus gibi yıllarca başka bir şey düşünmesine izin vermemişti...
Apartmanın merdivenlerini çıkarken adımlarına, ayaklarına baktım göz ucuyla. Öyle yavaş, neredeyse ürkek denilebilecek bir şekilde çıkıyordu ki merdivenleri, uzun süre hep yabancı evlerde konakladığı hemen belli oluyordu... Onu sokaklardan kurtarıp, bir gece de olsa misafir eden birine minnetini ödemeye önce merdivenleri olabilecek en sessiz adımlarla çıkarak ödüyordu sanki...
Evime girdik. Salona, odalara tedirgin bakışlarla baktı; 'Evde kimse yok, doğru söyledin değil mi? ' diye sordu... Emin olunca salonun duvarındaki fotoğraflara bakmaya başladı. İçi pembe, dışı siyah ve soğuktan şişmiş olan ellerini, bir yere çarparlar, bir şey düşüp kırılır endişesiyle arkadan birbirine kenetlemişti.
Mutfağa gidip, bira şişelerini açtım ve tabaklara kuruyemiş doldurdum. Bunları salondaki sehpaya bıraktım sonra da teybe bir kaset koydum... Bütün bunlar benim için çok sıradan şeylerdi. Evimin olması, evimde rahatça içki içebilmem, müzik dinleyebilmem, misafir ağırlamam... O ise beni şefkat dolu hayranlıkla, gizemli bir merakla izliyordu...
Bir ara; 'İnsanın kapısını açıp girebildiği bir evi olması nasıl bir şey? ' diye sordu...
Ne diyeceğimi bilememiştim o an... Evsiz kaldığım günleri, arkadaş evlerinde gecelediğim geceleri, otel odalarını çoktan unutmuştum, öylesine sıkıntılı, çekilmez günlerdi ki, aslında unutmak istemiştim...
O ise yıllardır hep başkalarının evinde kalıyor, kendine bir ev tutamıyordu. Çünkü sürekli bir işi olamıyordu hiçbir zaman.
Çok kısa sürelerde yayınevlerinde, pazarlama şirketlerinde çalışmıştı. Onun deyişiyle, bu kadar beyaz işsiz genç varken, bir siyaha, bir zenciye bu şehirde kim sürekli iş verirdi... İçine girilmeyecek evlerin kiraları elli milyondan başlıyordu. Depozit, iki, üç aylık peşin para istemeleri de cabası... Üstelik hiç eşyası da yoktu. Bütün her şeyi, dahası evi sırtında taşıdığı o çuval bezinden çantasının içindeydi... Bütün gün gazete ilanlarında iş arıyor, akşam olunca da umutlarını bir sonraki güne erteleyip kafelerde, barlarda, köşebaşlarında kendisine 'az zararı' dokunabilecek birini bulmaya ve onun evine o gecelik davet ettirmeye çalışıyordu...
İçinde boğulmuş ıstırapların kanı, içinde sahici acıların kıvılcımları olan gözleri insanın ruhunu ne kadar didik didik edip okumaya çalışsa da sonuçta o da yanılıyordu...
'Az zararı' dokunur diye kendisini davet ettirdiği ya da çağrıldığı erkeklerin evlerindeki kadınların çoğunlukla kendilerine ait bir evleri olmuyordu, sandığından daha büyük, daha derin zararları oluyordu ona... Tahmin ettiğim gibi 'az zararı' dokunmak sözü onun dilinde gizli bir alayla çıkıyordu...
Böyle insanlar derisinin rengi yüzünden onu ruhu olan bir insan olarak görmüyorlardı: Yarı hayvandı, ya da ruhsuz bir cinsel objeydi onların gözünde... Bir kere hemen hepsi onunla zorla da olsa yatmak istiyorlardı... O da içini acıtsa da, bedeni buz kesse de bu tekliflere çok da direnmiyordu zaten. Sokaklarda tecavüz edilirken öldürülmekle kıyasladığında bunu artık daha katlanılır bulmaya başlamıştı... Sevişmeyi çaresiz kabul ettiğini anladıkları anda kimi erkeklerin inanılması güç, akıldışı, iyilikleriyle, jestleriyle karşılaşıyordu... Ama çoğu boşaldıktan, işini bitirdikten sonra birdenbire garip bir acımasızlığa, gaddarlığa bürünüyordu... Aynı insanda bu iki zıt duygunun nasıl olup bir arada bulunduğuna her defasında ürpererek şaşırıyordu... Bazıları onu ruhu olan, iğrenme duygusu olan bir insan olarak görmediği için tuvalete kapısını örtmeden giriyor, bazısı yakın bir erkek arkadaşını; 'Şu an evimde zenci bir kız var, istersen gel, hep söyler dururdun, bir de sen dene, ' diye telefonla evine çağırıyordu...
Çoğu kez uğradığı aşağılanmalar o çok derin olan tahammül sınırını bile aştığında, sırtında taşıdığı evi olan çantasını alıp o evi terk etmek istediğinde derisi siyah olan birinin kanayan gururundan kendisine hakaret payı çıkartan kimileri tarafından kıyasıya dövülüyordu...
Derisi siyah olduğu için evine gittiği, yatağına girdiği erkekler içlerinde taşıdıkları hastalıklı, iğrenç, zayıf, sapkın, ahlakdışı, sakat saydıkları ve taşımaktan korktukları bütün duygularını, her eğilimlerini ona yansıtıyor, onda görüyor bu yüzden kişiliğini ve gururunu biraz olsun korumak için yaptığı davranış bu insanlarda akıldışı bir vahşete, inanılması güç bir gaddarlığa neden oluyordu...
Bunları uzun zamandır kimseyle paylaşmamıştı. Beni biraz olsun tanıdığı için adeta zincirlerinden boşanmışcasına, bir duygu patlaması halinde, hatta zaman zaman benim varlığımı bile unuturcasına anlatıyordu... Bazen kendisine benim yerime soru soruyor, benim yerime kendi yanıtlıyordu...
Yaşadığı eziyetler onu bu dünyadan kopartıyordu. Kendisine, içindeki o çok gizli yuvasına gizleniyordu... Artık bencilleştiğinden ya da kendine kilitlenmiş olduğundan değil, acıların durmaksızın üzerine yağmasından bazen her şey onda başlıyor yine onda bitiyordu... Böylesi anlarda yanındakini bir an unutup kendisiyle konuşması bu yüzdendi...
O kendisiyle gözyaşlarıyla konuşurken bir ara kalkıp yatağını hazırlamaya başladım, ayrı yatak hazırladığımı görünce çok şaşırmıştı, o insanın içini acıtan kocaman gözleriyle beni bir süre izledikten sonra; 'Birlikte yatmayacak mıyız, içime girmeyecek misin? ' diye merak, öfke ve düş kırıklığıyla harmanlanmış, kırık bir ses tonuyla sordu...
Evet, bana bütün yaşadıklarını, acılarını, uğradığı aşağılanmaları geçirebiliyordu bu an. Başarmak istediği buysa başarıyordu işte... Bütün sevdiğim kadınlardan gizlediğim ve garip bir korkuyla savunduğum karanlık yanıma dokunabiliyor, onun kapısını öfkeyle zorluyordu... Vahşetim, çaresizliğim, köleliğim ismimin arkasına sakladığım ve görülmesinden korktuğum, utandığım bütün duygularım, bütün korkularım, bütün saplantılarım o gizli yerdeydi işte... Ve o bunu çok iyi biliyordu. Beni bu hayatta, şu birkaç saat önce tanıdığım kimsesiz, işsiz, evsiz, bu itilmiş siyah derili kadın kadar gerçekten tanımak isteyen kimse çıkmamıştı karşıma...
O bugüne dek sevip bağlandığım ve hep 'az zarar' verdiğini düşündüğüm ve bununla kendimi avuttuğum bütün kadınların ortak ruhu, ruhlarının toplamıydı sanki...
Kendisini kaybetmişcesine ve yıllar öncesinden, bütün geçmişimi bilircesine bakıyordu bana...
Birden fermuarını çözdü, pantolonunu aşağıya indirdi. Sonra da külodunu çıkarttı. Beni nasıl aşağılayacağını biliyordu, ama öfkesini kontrol edemiyordu da: 'Hadi gel, gir içime, hadi hakkındır, beni evine aldın ya, beni o soğuk sokaklardan kurtarıp getirdin ya buraya, gir içime hadi...' diye bağırmaya başladı... Karanlık yerimin bu denli zorlanması öfkeden deliye döndürmüştü beni. Ona tam, 'Yeter artık, yeter, bitir bu oyunu, ' diye bağırırken, cinsel organının çevresinde, kasıklarında, karnının altında derin sigara yanıklarını fark ettim... İşte o an da öfkem gülünç geldi bana, gülünç ve acınası... O ise adeta acıyla kıvranarak ve soluk soluğa, kendiyle konuşmaya devam ediyordu. 'Gir içime, ama sigara söndürme oramda, duyarlı yazarsın ya sen de içime gir, hadi...' Yıllardır biriktirdikleri dökülüyordu ağzından.
Yavaşça koluna girdim. Yatağına kadar götürdüm. Hatırladığı her şey onu bitkin düşürmüştü. Pijamasını giydirdim. Üzerini örttüm, gözyaşlarını sildim... 'Hadi içime gir, içime girmiyorsan, gömleklerini ütülerim, bulaşıklarını yıkarım istersen, ' diyen dudaklarını susturdum. Yüzünü hiçbir zaman unutmamak için ona bütün benliğimle, ruhumla baktım. Sevdiğim kadınlara verdiğim bütün o 'az zarar'lar onun yüzünde kaskatı, tesellisi imkânsız bir acıya, acının gerçek, sahici imgesine dönüşmüştü. Eğildim ve o acıyı öptüm, dudaklarım parçalansın, bu acı beni ne yapacaksa yapsın ve ben artık böyle kalmalıyım, diye öptüm...
Odama çekildim sonra. Ben de onun kadar bitkin düşmüştüm. Sıkıntılı bir uykuya daldım.
Sabah uyandığımda ilk fark ettiğim yanımdaki yastığın üzerindeki en yeni ve en gözalıcı şeyi olan fularıydı... Yastığa boylu boyunca uzatmıştı gökkuşağı rengindeki fularını. Yanımda küçük bir de not vardı: 'Her şey için sağ ol. Giderken uyandırmaya kıyamadım. Seni daha fazla rahatsız etmek istemiyorum. Hem yazarların herkesten daha çok yalnızlığa ihtiyacı vardır. Senden ricam, biraz daha umutlu, iyimser şeyler yaz. Benim gibi insanların buna çok ihtiyacı var...'
 

DefectoR

Sıcaktı..çok sıcak.. dokuz yaşın umarsızlığı ve yeni sünnet olmanın verdiği gururla ve elimdeki kılıç olarak isimlendirdiğim bir erik dalıyla beykoz'daki gece kondunun kapısında belirdim.
Ufak tefek bir şövalye gibi hissediyordum on günlük esem sportlarımı sildim musibet yaratmak için uygun bir gündü.
Kapıdan çıkar çıkmaz annemin kurduğu duymaktan asla bıkmadığım ama hep kapı sessiyle kesilen cümlesi duyuludu.
;Üstünü kirlet bende seni o elindekiyle bi güzel haşlıyim..emi..
Mübarek bir emir gibiydi..
Ama ben bir şövalyeydim..saçlarımı evin su ihtiyacını giderdiğimiz fıçıdan ıslattım.. hala hangi yöne taramam gerektiğini öğrenemedim 23 yıl geçti..
Evimiz bir yokuşun üzerinde bir çok ağacın arasındaydı..biraz aşağıda büyük bir alan vardı bir sürü çiçek..
Meyva ağaçlarından midemi doldurup..olmayan atıma telkin vererek savaş alanım olan bu bahçeye girdim ..düşmanlar ise çiçeklerin üzerinde gezinen yaban arılarıydı..
Saldırdım kılıcımla bir sağa bir sola koşuyor ter içinde bir arının peşinde tepiniyordum...olan oldu ve arı sinirlendi..hemen atımı çevirip kaleye yani bizim gecekonduya doğru sürmeye başladım..fakat at varmış gibi koşmak beni yavaşlattığı için attan inip taban kuvvet kaçmaya başladım..
Arı ensemden yakalamış,alay edercesine durmamı bekledikten sonra iğnesini batırdı..ağlamamak için küfür etmeye başladım..bir süre sonra ikisinide aynı anda yapabildiğimi öğrendim..hem ağlıyordum hemde küfür ediyordum..
Sıhhıye subayı olan anneme gittim..ordumda söz geçiremediğim tek insandı en büyük komutan o idi..fakat istediğim herşeyi biraz gözyaşı karşılığında yapıyordu..arının iğnesini çıkarıp biraz kolonya ile beni rahatlattı dolabımız buz yapmadığı için soğuk bir cam şişe suyu enseme koydu.
Biraz sonra iyileştim deyip kılıcımı alarak tekrar çıktım..çiçekli bahçeye gitmeyi aklıma bile getirmedim..gururlu bir şekilde çok kalabalık ve hızlılar diye düşündüm yenilmemiştim sadece atım yavaştı..kaçmayı şaşırtmak için yapmıştım..
Ben bir şövalye idim..ve yaralıydım..bu pasaklı prensesleri etkilemek için iyi bir fırsattı..komşunun kızı benden büyüktü ve bana ilgisi vardı.. biliyordum çünkü kemersiz olarak kılıcımı taşırken bana baktı ve ben incir ağacından tek elle sarkılıp yere yapıştığımda kahkahalarla gülmüştü..
Bana kesin aşıktı..
onların evinin arkası benim tuvaletimdi..işimi görüp hiçbirşey olmamış gibi evlerinin yanındaki kum yığınına gittim..kılcımla kumun üzerine kalp çizdim..yanına adımın baş harfini yazarken..Bir pencere açıldı..prenses şatonun penceresinden bana bakıyor diye düşünüyordum.. çok heyecanlanmıştım tekrar tuvalete gidesim geldi..prenses dışarı çıktı ve ukala bir sesle ne yapıyosun burda ? dedi..
bana hala aşıktı..
avlanıyorum dedim..kumda ne avı dedi..kuma bak anlarsın dedim ve koşmaya başladım..yıllarca koşabilirdim..hemen bir ağaca çıktım onu görebiliyordum..bize doğru yürümeye başladı..anneme şikayet edicekti ve bu benim şövalyeliğimin etkilemediği tek insan olan annemin rüzgar gibi esmesi demekti..ağaçtan indim ona koştum..burnum akıyordu hemen koluma sildim..sonra kolumu kıvırdım..(bunu tüm erkek çoçuklar yapar) yürüyordu önüne çıktım..bana sen beni seviyormusun dedi doğruyu söyle yoksa anne'nede benimkinede söylerim dedi..bu kıyametin ta kendisi olurdu..evet dedim..ama sen bana aşık olduğun için..güldü alay etti kirli ama bana ipek gibi görünen saçlarını kulaklarının arkasına aldı..(bu hala beni çok etkiler) bana eğildi sana aşıktım ama çok önceden akıllım dedi..
Gözlerim doldu..sinirlenmiştim..hatta yıkılmıştım arıdan daha çok acıtmıştı..sinirle haykırdım..
Bende seni annene söyliycem dedim intikam dolu bir sesle..sonra bana yaklaştı eliyle gözlerimi kapatıp dudaklarımdan öptü..
sağ dizim çözülmüştü..sendeledim..kimseye söylemezsen ongün sonra bir daha öpüşürüz dedi..tamam dedim..
ıslak gözleriyle boş bakan bir kediye dönmüştüm.. geri döndü ve evine doğru yürümeye başladı..
En yakın ağaca baktım ve olmayan atımı ondan çözdüm..üzerine bindim nal seslerini kendim çıkarıyordum..dört nala sürüp yine o bahçeye girdim..
Sevinçten çığlıklar atarak arılara saldırdım artık ölsem bile önemli değildi..ama arıların aşktan haberi yoktu..
İki arı iğnesi ve dudaklarımda hala sıcaklığını duyduğum prensesin öpücüğüyle kaleye geri döndüm..prensesin şimdi ne yaptığını biliyorum..hayatı güzel..ama onunda en güzel anısı bir şövalyeyi öpmekmiş..
prensese.
 
massut

massut

Üye
süper ;;)
 

DefectoR

Bir ağustos böceği sıcağın avuçlarında çığlık çığlığa haykırıyordu..açmakta olan çiçekleri kavuran sıcak gözlerimi yakıyor..yeni kapattığım su şişesini hemen özlüyor bir yudum daha alıyordum..arabamın toz içindeki silüetinden epey uzaklaşmıştım..
Gündüz içilen içki karaciğeri çok yorduğu için adım atacak halim yoktu..
sanki Tanrı gelecek sezon ki cehenemmin fragmanını gösteriyordu..
Taşlar dahi üzerlerine düşen su damlalarını kana kana içiyordu..güneşin gözünden kaçmış bir yer arıyordum..ayaklarım biçare adımlarla beni taşımaya çalışıyordu..sessizdim..çünkü ona aşıktım.

Gün içinde sessizliğe olan aşkımı aldattığım tek an su almak için bir köy bakkalına girdiğimde ettiğim teşekkürdü..
Mavi denize doğru yürüyordum..insanların olmadığı bir yerde denize sarılıp sessizliğimle yüzecektim..kayalara tutunarak güneşin katlettiği yosunlarla bezeli sarı bir sahile indim..
Sıcak bir eşkiya gibi sahilde denizin ona terk ettiği herşeyi kılıçtan geçirmişti..dalganın avuçlarında duran bir kayaya çöktüm..
Deniz,.. katil ve erotik bir kadın gibi kıvrılıp duruyordu..sıcağın yorduğu bir çok beden bu kadının kollarında kah eğleniyor kah ölüyordu..
Minik bir tebbessümle ona baktım..sert bir dalga hemen ukala ifademi silmek için yüzüme tükürdü..en yorgun yanımı kollarına bıraktım denizin..tamamımı istiyordu..karşı konulmaz bir serinlikle her yanımı öpüyordu..yavaşça kollarına uzandım..
Tüm acizliğimle bana karışıyor..tedirgin olduğum an sakinleşip dudaklarımı tuzlu tuzlu öpüyordu..ona kimse dayanamazdı..yorgun kollarımla sahile gitmeye çalıştıkça..acele etmeden beni daha serinlere çekiyordu..hayatımı çekilmez kılan bir çok şeyden daha lezzetli bir şekilde beni öldürmeye çalışıyordu..
Hata yaptığını bile bile seviştiğin kadınlar gibi karşı konulmaz bir huzur veriyordu..Aklımın erdiği tüm sorunlardan kurtulmak için hiçbir şey yapmamak yeterliydi..ama sadece beni özlemeyecekti..
Özlenmemek aşağılanmanın doruktaki hissiydi..ben sıradan biri olmamalıydım kollarında..ama beni sıradan ve huzurlu biri gibi alıp götüyordu..
son bir çabayla avuçlarındaki kayaya tutundum..ucuzda olsa beni özleyen aşkalarım vardı..onların kollarında ölmek daha huzurlu olacaktı.
 

DefectoR

Yüksek öğrenimimi bitirince Ağrı il merkezinde bir okulda öğretmenliğe başladım. Doğma büyüme Ağrılı değilim. Meslek kariyerimin daha başındayken, sevgi sıcaklığı ve şefkat duyarlılığıyla ellerime emanet edilen fidanların gün be gün serpilip gelişmekte olduklarını gördükçe içime mutluluk doluyordu. Mutluluk rüzgarlarının içimde esmeye başladığı o günlerde, gurbette çok gereksinim duyduğum, genç bir erkek öğretmenin sıcak ilgisine karşı duramadım.
Çok geçmedi onunla evlendik.
Her şey yolunda gidiyordu. Bir de baktık ki, onun askerliği gelivermiş;Urfa Jandarma Birliğine gönderdiler.
Ağrı’da yalnız kalmıştım. Çevreyle olumlu ilişkilerim yalnızlık ve de hasretlik duygularımı bastırmaya yetmiyordu. Kocamla aramızda karlı dağlar vardı: Aağrı nire, Urfa nire? Sonunda saya saya bitirdik o bitmeyecek sandığımız günleri.
Şimdi de kocam için Bakanlıktan gelecek tayin emrini bekliyorduk. Geldi gelmesine de, Eskişehir Valiliği emrine verildiğini öğrenince bir kez daha sarsıldık. Dilekçemiz dikkate alınmamıştı, demek.
Karı koca göçebeler gibi birimiz bir yerde, öteki başka bir yerde. İkimizin aynı yere tayinin hiç mi olanağı yoktu?
Araya koymadık insan bırakmadık: siyasıler, partililer, zenginler... Olmadı olmadı.

Bir gün kader beni bir vali ile tanıştırdı. Sonra o valinin Devletin zirvesinde bir göreve getirildiğini öğrenince sevindim. Ankara’ya giderek onunla yüz yüze görüştüm. O, uzun boylu, üçgen yüzlü, uzun burunlu, enine boyuna bir adamdı. Ona sorunumu anlattım. Bakandan benim için bir randevu almasını rica ettim.
Çok geçmedi alınan randevu bana bildirildi.
Randevu avucumun içinde, büyük bir heyecanla yeniden Ankara’ya koştum; soluğu Bakanlıkta aldım. Özel Kalem Müdürüne randevumdan söz ettim. O saatta bakanın önemli bir toplantı yapmakta olduğunu öğrendim. Kır saçlı, şişman adamlar, şık bayanlar koltuğunda dosyalarla girip girip çıkarken geçen her dakika huzurumun kaçmasına neden oluyordu. Görüşme umudum gittikçe azalırken, içerden her an bir çağrı bekliyordum. Odaya girip çıkanlara bakılırsa çağrılacağım yok gibiydi. Özel Kalem Müdürünün yüzüne baktım. Adam anladı ve konuşmadan omuzlarını silkti; tıpkı çocuklar gibi. Ve avuçlarını açtı “Benim randevu defterimde adınız yok” der gibi. “Bakan şimdi Meclise gidecek. Vakti yok. Sizi kabul edemez” demez mi?
İster misin bütün gayretlerim boşa gitsin.
Zor anlar, en süratli alternatif çözümler üretilen zamandır. O anda kafamda bir şimşek çaktı. Bir kağıda adımı, görevimi, iş yerimi yazdım. Arka yüzüne de kendisinden benim için randevu alanın adını ve saatını. Pusulayı müdüre uzattım. “Bunu bakana verir misiniz?” dedim. Müdür almadı; Bakan bana bir talimat vermedi diye. Bir an durakladım. Derin bir nefes aldım. Cesaretimi topladım. Özel Kalem Müdürünün yapamadığını ben yapmaya karar verdim. Bakanın odasına yönelip, kapıyı açtım. Müdür arkamdan seslendiyse de aldırış etmedim. Kararlılıkla Bakanın yanına vardım. Başta Bakan olmak üzere herkesin bakışları üzerimde yoğunlaşırken çok heyecanlanmıştım. Kağıdı Bakanın önüne koyup, konuşmadan odadan çıktım.
Beş dakika sonra toplantı sona erer, içerdekilerle Bakan da dışarı çıkar Ben çekip gidecek sanmıştım. Göz göze geldik. Bana yöneldi, elimi tutup, odasına çekip götürdü. Bakan, kocaman, dazlak kafalı, oturduğu koltuğu dolduran, şık giyimli, biraz sert görünümlü bir adamdı.Çok konforlu ve zevkli bir çalışma odası vardı. Beni kibarca kabul etti. Yirmi dakika dinledi. Kendisi pek konuşmadı sayılır. S onunda Özel Kalem Müdürünü çağırıp, benim de Eskişehir Valiliği emrine verilmem için gerekli direktifi benim yanımda verdi.O an öyle rahatlamıştım ki anlatılmaz.
Bakan ayağa kalkınca ben de kalktım. Elimden tuttu ve sözleri bitene kadar, minik elim onun avucu içinde yüreği çarpan bir serçe gibiydi. Bana dedi ki: “ Bir bakanın görüşmesini kesmek için yürek ister. Anladım ki sende bu yürek var. Her şeyi göze alarak cesaretini kullandın. Unutma ki, insanların başarısı için inançlı olmaları yetmez. İnancı cesaretle güçlendirmek gerekir.Cesaret, inancınız doğrultusunda harekete geçme seçeneğinizi verir. Cesaret her yerde en güçlü öncelik ve üstünlüktür. Meslek yaşantınızda bu sözlerimin senin yolunu aydınlatmasını umut ederim. Sen de bu fikri öğrencilerine aşılamalısın.”

O heyecanla Eskişehir’e koştum ; kocama müjdeyi vermek için. Trende giderken kafamda iki çeşit senaryo oluşturdum:
Senaryo I. Bakanla olan görüşmemizin olumsuz sonuçlandığı. Ama bu 24 saat sürecek bir aldatmacaydı.
Senaryo II. Elde ettiğim başarılı sonuç.
Birincide o çok üzüldü. İkinci gün ikinci senaryoyu anlattığımda ise inanamadı ve sonra sevinçten, şaşkınlıktan deliye döndü, dünyalar kadar sevindi.
Eşime böyle bir şaka yapmam da bir cesaret ürünüydü.
 

DefectoR

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın... "Nereden çıktın bu vakitte" dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; "Gözünün dilini" bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı... Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. ihtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin. Kucaklamalı seni güvenli kolları, ...dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı... En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz... Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli. Alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli. Övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin, "hak ettim" diyebilmelisin. Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi... Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş... Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Ve sen ağladığında, onun gözünden gelmeli yaş...

* * * * *

Böyle bir dostum var benim. Pek sık görmesem de hep yanımda olduğunu bildiğim, yalansız riyasız dertleşebildiğim. Kuşağımın en iyisiydi hilafsız... Beraber okuduk, birlikte koştuk son 20 yılın amansız parkurunu... Katılasıya ağladık, doyasıya güldük yol boyu... Ekmeğimizi ve acılarımızı bölüştük. Çocuklar doğurduk, büyükler gömdük. Sonunda yara bere içinde oraya buraya savrulduk. Buluştuk geçenlerde... Bitaptı; kayan bir yıldız kadar ışıltılı, bir o kadar yorgun:

"- N'apıyorsun" diye sordum.

"- Seyrediyorum" dedi; "çaresizce, öfkeyle, şaşkınlıkla ama sadece seyrediyorum".

Seyrettiği; kuşağımızın en kötülerinin, pespayelik yarışında ipi ilk göğüsleyenlerin zirveye hak kazanmalarındaki akıl almaz gariplikti. İyiliğin ve ustalığın bu kadar eziyet gördüğü, kötülüğün ve yeteneksizliğin bunca ödüllendirildiği bir başka coğrafya var mıydı acaba? Okuldaki ideallerimizden, gençlik coşkumuzdan söz ettik bir süre; tozlu raftaki bir kitabı yıllar sonra merakla karıştırır gibi... Ülkemizin kaderini değiştirmeye azimliydik mezun olurken; lakin karanlığını boğmaya yemin ettiğimiz ülke, karanlığına boğmuştu bizi... Pazarda görsek tezgahından meyve almayacağımız adamların cenderesinde bir ömür geçirmiş, tünelden çıkış sandığımız ışığın, üstümüze gelen kamyonun farı olduğunu çok geç fark etmiştik. Velhasılı ne sevebilmiş, ne terk edebilmiştik. Krizde geçmişti bütün gençliğimiz; ve şimdi çocuklarımıza tek devredebildiğimiz, çok daha ağırlaşmış bir kriz...

"- İşte" diye iç geçirdi kadim dostum, "...bunları seyrediyorum bir kenardan sessizce..."

* * * * *

İşte en çok da böyle zamanlarda bir dostu olmalı insanın... Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış, cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri... "Parkurun bütün zorluğuna rağmen dostluğumuzu koruyabildik, acıları birlikte göğüsleyebildik ya; yenildik sayılmayız" diyebilmeli... Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda, küçücük bir kağıda yazdığımız kısa, ama ümitvar bir yazıyı, yüreğe benzer bir taşa bağlayıp birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz: "Bunu da aşacağız! İmza: Bir dost!.."
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt