Insanın Asıl Vazifesi Duâdır

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

makmüh

Üye
    Konu Sahibi
Insanın Asıl Vazifesi Duâdır
Demek, hayvanın asıl vazifesi ilim öğrenerek terakki etmek değildir ve aczini göstermekle yardım istemek, duâ etmek değildir. Belki vazifesi, istidadına göre amel etmektir, fiilî bir ubûdiyettir.

İnsan ise, dünyaya gelişinde her şeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına cahildir; hatta yirmi senede tamamen hayat şartlarını öğrenemiyor. Belki ömrünün sonuna kadar öğrenmeye muhtaç, hem gayet âciz ve zayıf olarak dünyaya gönderiliyor ve iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaati fark eder; insanların yardımıyla ancak menfaatlerini celp ve zararlardan sakınabilir. Demek ki insanın fıtrî vazifesi ilim öğrenerek olgunlaşmaktır, duâ ve ubûdiyettir.

Yani “Kimin merhametiyle böyle hikmetli bir şekilde idare olunuyorum?
Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?” bilmektir ve binden ancak birisine eli yetişmediği ihtiyaçlarına dair bütün ihtiyaçları karşılayan Cenab-ı Hakk’a acz ve fakr diliyle yalvarmaktır ve istemek ve duâ etmektir. Yani aczin ve fakrın kanatlarıyla ubûdiyetin yüksek makamına uçmaktır. Demek insan bu âleme ilim ve duâ vasıtasıyla kemale ermek için gelmiştir.

Hem insan yaratılış itibarıyla gayet zayıftır. Hâlbuki her şey ona ilişir, onu üzer ve acı çektirir. Hem gayet acizdir. Hâlbuki belaları ve düşmanları pek çoktur. Hem gayet fakirdir. Hâlbuki ihtiyaçları hadsizdir. Hem tembel ve iktidarsızdır. Hâlbuki hayatın yükü pek ağırdır. Hem insaniyet, onu kâinatla alâkadar etmiştir. Hâlbuki sevdiği ve ünsiyet ettiği şeylerin ayrılığı, sürekli onu incitiyor. Hem akıl, ona yüksek hedefler ve bâki meyveler gösteriyor. Hâlbuki eli kısa, ömrü kısa, sabrı kısadır.

İşte bu vaziyetteki bir insanın asıl fıtrî vazifesi, imandan sonra, duâdır. Duâ ise ubudiyetin esasıdır. Nasıl bir çocuk, eli yetişmediği bir merâmını, bir isteğini elde etmek için ya ağlar, ya ister. Yani ya fiili ya sözlü, acz diliyle, bir duâ eder, isteğine kavuşur. Öyle de insan bütün canlılar âlemi içinde nazik, nazenin, nazdar bir çocuk hükmündedir. Bunun için Cenab-ı Hakk’ın dergâhında, ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla duâ etmek gerektir.

Ta ki arzuları yerine gelsin ve nimetin şükrünü eda etsin. Yoksa bir sinekten bağırıp çağıran ahmak ve haylaz bir çocuk gibi, “Ben kendi gücümle bu itaati mümkün olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan acîp şeyleri emrim altına alıyorum ve fikir ve tedbirimle kendime itaat ettiriyorum” deyip küfran-ı nimete sapmak, insaniyetin asıl fıtratına zıt olduğu gibi, şiddetli bir azaba da kendini müstahak eder.

Evet, ol dediğinde her şey olan, yerlerin ve göklerin yaratıcısı, âlemlerin sultanına acz diliyle dayanan bir insanın ne korkusu olabilir? Zira en dehşetli bir musibet karşısında Allah’tan geldik ve yine ona döneceğiz deyip tam bir kalp istirahatıyla merhametli Rabb’ine itimat eder.

Hem, bütün yeryüzünü bir nimet sofrası yapan ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen sonsuz cömert bir zâtın misafirine fakr ve ihtiyaç nasıl elim ve ağır olabilir?

İnsan Allah’a dayanıp, iman ve duâ ile teslim olmazsa, vicdanı daima azap içinde kalır. Neticesiz yorgunluklar, elim elemler onu boğar. Ya sarhoş veya canavar eder.

Allah’ım, kalbimizi iman ve Kur’ân nuruyla nurlandır. Allah’ım, Sana karşı ‘fakr’ımızla bizi zengin kıl; Senden istiğna ile bizi fakir düşürme. Biz kendi havl ve kuvvetimizden teberri edip Senin havl ve kuvvetine ilticâ ettik, Sen de bizi Sana tevekkül edenlerden eyle. Bizi nefsimize terk etme. Bizi hıfzınla koru. Bize ve erkek-kadın bütün ümmet-i Muhammed’e rahmet et. Âmin.

H. Sabri ÇOŞKUN
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt