jackjack
Üye
çizgi romanlarla ilgili herşey
TEKSAS: Çizgi-romanın adı kahramanın adıyla aynı olmayan iki çizgi-romandan biri. (Öteki, Alaska, gene bir Amerikan eyaleti) Bu adı Türk yayıncı koymuş olmalı.. Ama niçin bu ismi seçti, bilemiyorum. Konunun Teksas eyaletiyle alakası bile yok! Olayın geçtiği sırada Texas, Meksika'ya ait, dolayısıyla İspanyol sömürgesi. Romanın kahramanı Çelik Blek ise Boston ve Portland gibi (bugün Amerika Birleşik Devletleri'nin kuzeydoğusunda yer alan ve New England adıyla anılan) yerlerde dolaşır, bazen Kanada sınırına kadar uzanırdı.
Olaylar 1772-1776 yılları arasında geçmekteydi. Birleşik Krallık'ın (İngiltere diye okuyun) Amerika kıtasındaki bazı sömürge eyaletleri bağımsızlık için mücadele etmektedirler. Hadi buna Amerikan Bağımsızlık Savaşı diyelim. Ama konu ve mekan sizi aldatmasın.. Sahi, bu çizgi-romanın İtalyan yapımı olduğunu biliyorsunuz değil mi?
Avcıların lideri Çelik Blek, arkadaşları Profesör Oklitus ve daha ergenlik çağındaki Rodi ile birlikte, kah kızılderililerle kapışmakta, kah kırmızı urbalara (İngiliz askerleri) kök söktürmektedir. Arasıra Boston'dan gelen Avukat Konoli (Connoly ?) ise, Amerikan bağımsızlık mücadelesinde istasyon şefi görevi yapmakta, bazen Çelik Blek'e gizli ve tehlikeli görevler vermektedir. (Mission impossible, hesabı) İngiliz zindanlarından adam kaçırmalar mı istersiniz, gizli savaş planlarının ele geçirilmesi mi.. Bazen de mücadeleye katkıda bulunması için İngiliz hazinelerinin araklanması da gerekebilir yani..
Bu çizgi-romanda bütün İngilizler kötü, zalim ve çirkindirler. Hatta İngiliz komutan ve valiler ise bunlara ek olarak ahmak ve budaladır da.. Kahramanımız Blek'in karı-kızla işi olmaz, aseksüel bir hayat sürer. O, kendisini mücadelesine adamıştır. Profesör Oklitus ve Rodi'nin ortak zaafı ise fırsat buldukça yemek yemek ve turtaları mideye indirmektir.
Kahramanlarımızın bir macerada George Washington'la tanıştıklarını ve bir diğer macerada Benjamin Franklin'le birlikte Fransa'ya gittiklerini okudum. (Benjamin Franklin için bkz. 100 dolarlık banknotun üstünde resmi olan adam. Paratoneri icad eden kişi. George Washington tarafından Fransa'ya büyükelçi olarak gönderilmişti. Hatta Fransa kralının huzuruna peruk takmadan kendi saçıyla çıkması nedeniyle Fransız aristokratları tarafından 'Amerika'dan gelen vahşi doğa çocuğu' olarak hakkında dedikodu yapıldı. Açıklama bitti, parantezi kapat)
Son olarak, Teksas çizgi-romanı hakkında ileri sürülen iki hipotezi dikkatinize sunmak istiyorum:
1- Leman dergisinde bir tarihte yer alan bir yazıda (Nihat Genç yazmıştı sanırım) Çelik Blek, Rodi ve Profesör Oklitus'un 'devrimci üç özelliği' temsil ettiği söylenmişti. Buna göre; Blek yüksek ahlaklı ve gözüpek savaşçıyı, Profesör Oklitus bilimsel metotları hayatına rehber edinmiş kişiyi ve küçük Rodi de gençliği temsil ediyormuş..
2- TRT'de yıllar önce yayınlanan bir belgeselde, sanırım Mehmet Ali Birand'ın 32. Gün programında Can Dündar, "Marshall yardımından sonra Türkiye'de yükselen Amerikan hayranlığının bir uzantısı olarak, Amerikan bağımsızlık mücadelesinin çizgi-romanlar yoluyla Türkiye'de işlenir olduğunu" söylemişti.
Kimileri de, bu ikinci hipotezden yola çıkarak, Teksas çizgi-romanının, Amerikan kültür emperyalizminin bir parçası olduğunu ileri sürerler.
Ben bu hipotezleri ciddiye almıyorum. Çünkü, söz konusu çizgi-roman İtalyan yapımıdır. Üstelik, bu hipotezleri ileri süren kişilerin; aynı zaman ve mekanda, aynı olayların işlendiği Kaptan Swing çizgi-romanını tamamen esgeçip, sadece Teksas'ı hipotezlerine malzeme yapmış olmaları, bu kişilerin çizgi-romanlar konusunda pek de derin bilgi sahibi olmadıklarını göstermektedir bana göre...
TOMMIKS: Bir diğer meşhur kahramanımız Tommiks de, 19. Yüzyıl'ın ilk yarısında, kovboylar Amerikasında hızlı silah çeken bir kanun adamıdır. Nevada eyaletindeki Kulver kalesinde konuşlanmış Ranger'lardan biridir. Çizgi-romanda, Rangerlar askeri rütbelere sahip, üniforma giyen bir çeşit jandarma gibi bir şey oluyorlar.
(Meraklısına acil not: Aslında RANGER denilen paramiliter gruplar, batıya ilk yerleşen büyük toprak sahiplerinin, arazilerini kızılderililerden ve haydutlardan korumak amacıyla, parayla tuttukları silahşörlerden oluşmaktaydı. Devlet memuru, asker ya da polis değildiler yani...)
Ama İtalyan yapımı Tommiks çizgi-romanında Ranger'ler askeri düzen içindedirler. (İtalyan Carabinieri'lerinin bir yansıması mı?) Kulver kalesi komutanı Albay Brown (pos bıyıklı babacan bir zat), onun genç kızı Suzi, Doktor Salloso ve Konyakçı, Tommiks figürünün yardımcı oyuncularıdır.
17 Yaşındaki Tommiks, genç yaşına rağmen aklı ve becerisiyle Yüzbaşılığa terfi etmiş hızlı bir silahşördür. Albay'ın kızı Suzi ile platonik bir ilişkisi olsa da, duygusal anlamda bir çocuktur. Genellikle süt içmekte, bazen girdiği barlarda barmenden süt istemesi alay konusu olmaktadır. Napolyon adında bir de atı vardır.
Kahramanımızın iki arkadaşı Doktor Salloso ve Konyakçı ise sürekli pis ve pasaklı kılıklarda dolaşmakta ve nadiren ayık vaziyette bulunmaktadırlar. Konyak veya rom buldukları anda ise zilzurna olmaları işten bile değildir.
Kulver kalesindeki Napolili ranger Gennaro da, İtalyan yazarın bize sunduğu ufak bir menşe şehadetnamesi gibidir. (Hadi bu cümleyi anlamak için sözlüğe bakın şimdi) Tommiks'in habire başına bela olan ve sürekli kılık değiştiren Binbirsurat'ı da analım da eksik bir şey kalmasın.
* * *
ZAGOR: O bir fenomendir işte.. En sevdiğim oydu.. Elime aldığım ilk çizgi-roman da o olmuştur. İtalyan yapımı bu karakter, aşağı yukarı 1830 - 1835 yıllarında yaşamaktadır.
Zagor Tenay (ki bu isim kızılderili dilinde 'Baltalı İlah' anlamına gelmektedir) Meksikalı arkadaşı Don Çiko (Chicco?) Felipe Cayetano Lopez Martinez Gonzalez ile (yanlış anlama olmasın bütün o isimler tek bir kişiye aittir sadece) birlikte Darkwood ormanında yaşamaktadır.
Arada bir ona haber getiren Kazmakürek Bill diye üçkağıtçı bir arkadaşı ve eline ne geçirirse yiyen Boing-Boing adlı bir hayvan zaman zaman ona Darkwood'ta eşlik ederler. Bir yanında taş ve tahtadan yapılmış bir balta, diğer yanında tabancayla dolaşan kahramanımız, kafası kızınca AHYAAKK diye çığlık atmaktadır.
Zagor zaman zaman kervanları korur ve onlara rehberlik ederken, bazen kızılderililerle uğraşmakta ama esas Zagor'luğunu vampir, kurt adam, uzaylı vb. gibi fantastik düşmanlarla kapışırken göstermektedir.
İki şeyden asla vazgeçmez: Acayip desenli, kolsuz kırmızı tişortu bir, sevgili fıçısı Çiko iki.. Karamba Karambita!
* * *
MİSTER NO: Bu karakter, aslında listenin daha aşağılarında yer almalıydı ama Zagor'dan hemen sonra gelmesi şart oldu. Çünkü o da Zagor'un yazar ve çizerleri tarafından yaratıldı..
İkinci Dünya Savaşı'na Amerikan hava kuvvetlerinde savaş pilotu olarak katılan Mr.No (asıl adını kimse bilmez, Amerikalı olduğunu biliriz sadece) savaş sonrası proto-tip bir hippi olarak, Brezilya'nın Manaus kentine yerleşmiş, küçük uçağıyla Amazon nehri üzerinde turist gezdirerek hayatını kazanmaktadır. SS takma adlı (galiba asıl ası Kruger idi) Alman bir turist rehberi arkadaşı da vardır. (Bir önceki savaşta birbirlerine düşman iki ülkeden gelen iki maceracı ve barışçı ruh, 3. Bir ülkede dost olmuşlardır işte. Mesajımız: insanları seviniz.. Düşmanlarınızla kanka olunuz..)
Olaylar Amazon nehri boyunca Brezilya, Kolombiya, Guyana gibi yerlerde geçmektedir. Hatta kahramanımızın Karayip denizinde dolanıp Haiti'ye kadar uzanmışlığı da vardır. Olaylar her ne kadar İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra geçiyorsa da (1948-1950 yılları arasında olmalı) çizgi-romanın ayrıntıları (arabaların modelleri, karakterlerin kostümleri, dialoglarda geçen bazı kelimeler) Vietnam savaşı sonrası yaşanan hippilik devrine ait dekor ve düşünce tarzından izler yansıtmaktadır.
Enteresan bir şekilde ağarmış saçları (bunu ancak çizgi-romanda Mr.No'yu görmüş olanlar anlar) ve kolunda çiçek deseni olan yakasız bir gömlekle ortamlarda takılan Mr.No, süper kahraman değil bildiğiniz bıçkın delikanlıdır. Karı-kız peşinde koşarken dayak yediği, bazen mafyayla başını belaya soktuğu görülmüştür. Bir keresinde hapse düşmüş bir diğer macerada da Voodoo büyüsüne karşı mücadele etmek durumunda kalmıştı. Su altında nefes alabilen Timsah adamlarla olan macerası ise fantastik boyutuyla beni çarpmıştı.
"Canına yandığım" ve "Puxa Vida" deyimleri ile piranha denilen etobur balıkların varlığını ben ondan öğrendim.
KIZILMASKE: Türkiye'de Superman'dan sonra esprilere ve karikatürlere en çok konu olan çizgi-roman kahramanı Kızılmaske'dir herhalde.. Lee Falk adlı Amerikalı çizer tarafından yaratılmış ve ilkin gazetelerde bant olarak çizilmeye başlanmıştı. O sıralar takvimler 1936 yılını gösteriyordu. Lee Falk aynı zamanda Sihirbaz Mandrake'nin yaratıcısıdır.
Kızılmaske'nin orijinal adı The Phantom (Fantom=hayalet) olup, çok hızlı hareket etmesi, bir anda ortaya çıkıp bir anda ortadan kaybolabilmesi, kim olduğunun bilinememesi gibi özelliklere yapılan bir vurguyu ifade eder. Türk yayıncı ise bu adı, kahramanın giydiği kostümden hareketle Kızılmaske olarak koymuş. Biz de öyle kabul ettik. Ama şimdi bakınca epey komik kaçıyor yani.. Superman'a da 'Kızılpelerin' diyebilirdik aynı mantıkla..
Kızılmaske, Bengali ormanlarında yaşamaktadır. Asıl adı Kit Walker'dır. Kimselerin yerini bilip bulamadığı Kafatası mağarasında (yoksa Kurukafa mağarası mıydı ya? Orijinali Skullcave) ikamet etmektedir. Babadan oğula devreden Fantom'luk müessesesi 400 yıldır devam etmektedir. Tabii bunu pek az kişi bilir. O yüzden ormandaki yerliler Kızılmaske'yi ölümsüz sanmakta ve hatta ondan 'Ölümsüz Ruh' diye bahsetmektedirler. Adı ormanda bir efsanedir ve bu efsaneyle ilgili olarak yerlilerin uluorta söylediği:
"Fantom on kaplan gücündedir.."
"Fantom herkesle anladığı dilden konuşur.." gibi laflar, yolları ve yılları aşmış, bugün Cem Yılmaz'ın şovlarından Ahmet Yılmaz (Leman'daki Cümbür Cemaat köşesi onundur) karikatürlerine kadar girmiştir. Düşünün artık gerisini... Ve Fantom efsanesinin aldığı boyutları.
Kızılmaske, etrafındaki pigme dostlarıyla takılmaktadır ama aslında bu Pigmeler uşak gibi bir şeydirler. Kızılmaske'nin atının bakımını yaparlar, Kafatası mağarasını çekip çevirirler, arada sırada başları sıkışırsa da Kızılmaske'den yardım isterler. BEYAZ ADAM Kızılmaske, o ilkel zencilere yardım eder, onları korur ve gözetir.. Hatta icabında onları hayatın anlamı ve felsefe konularında bile aydınlatır, bilgilendirir. (Yaa, işte böyle.. Uygar ve üstün beyaz adam; ilkel, cahil ve bazen kötü niyetli siyah adama yardımcı olmaktadır) Bir de ergen dostlar Tomm ve Reks ile, onlara öğretmenlik eden Bayan Tagama vardır çevrede.
Kızılmaske'nin iki adet yüzüğü vardır, iki elinin orta parmaklarına takmıştır onları. Birisine yumruk attığı zaman, bu yüzükler kötü adamın çenesinde asla çıkmayan kurukafa işaretleri bırakmakta, böylece Fantom'la karşılaşmak bahtsızlığına uğramış kötü adamlar ömürleri boyunca damgalı eşek gibi yaşamak cezasıyla karşı karşıya kalmaktadırlar.
Ha, bir de Kızılmaske'nin koruyucu mührü vardır. Bazı bölgelere o işareti bırakmışsa, o bölge Kızılmaske'nin koruması altında demektir ve oraya tasallutta bulunacak kötülerin vay halinedir yani... Bazı maceralarda Kızılmaske'nin her iki yüzüğü de kurukafa desenli, bazılarında ise sağ elindeki yüzük kurukafa desenli olsa da sol elindeki yüzük koruyucu mühür amblemlidir.
Yani bu adam bir sol aparkat çıkarsa kötü adamı koruyucu mühürle mi damgalayacak? Bir de merak ederdim yani, aslında kötü olmayan bir adama yanlış anlama neticesi veya kazayla yumruk atacak olsa, boş yere damgalamış olmayacak mı garibanı? Hele de o damganın hiçbir şekilde çıkmadığını düşünecek olursak...
Diana Palmer adında uzatmalı bir sevgilisi vardı. Sonradan evlendiler, ikiz çocukları bile oldu.
Bengali'nin başkenti Mowitan'dır. (İngilizce orijinal metinlerde Mawitan diye geçiyor) Kızılmaske bazen kılık değiştirip buradan uçağa biner ve oraya buraya da uzanır. Yanına sadık kurdu Şeytan'ı da alır ve her seferinde hostesler ona "Bayım, uçağa köpek alamazsınız.." dese de, o hep aynı cevabı verir: "Şeytan, köpek değil kurttur.." Ve hep de mevzuu orada biter. Mesela bir gün de uçağın pilotu gelip "Sen bizimle dalga mı geçiyorsun? Burası hayvanat bahçesi mi lan dingil?" demez. (Bu arada, "Şeytan köpek değil kurttur" cümlesinin metaforunu düşünme işini de size bırakıyorum. Kurtlar ayrıntıda gizlenir, köpek gizlenmez. Şeytan da ayrıntıda gizlidir, o halde Şeytan köpek değil kurttur.. Bu da bir ayrıntı ve işte hem kurt hem Şeytan bu ayrıntı parantezinde buluşmadılar mı?)
Kızılmaske bazen kafası kızınca veya dinlenmek için Eden adasına gider. Bu adada bütün hayvanlar barış ve huzur içinde yaşamakta, aslanlar bile bu yüzden otobur takılmaktadır. Arasıra bu adada Baldy adındaki kel gorille güreş tutan kahramanımız, bazen de Hzzz adlı, mağarada yaşayan ve mantarla beslenen maymunsu bir yaratıkla takılır. Aman efendim ne asude bir mekandır o Eden adası.. Denizde yunuslar falan...
Kızılmaske arasıra Kafatası mağarasında atalarının anı defterlerini okur. Buralardan ekstra maceralar çıkar. Mesela yazar bizi 17. Yüzyılda korsanlarla mücadele eden bilmem kaçıncı Fantom'un maceralarına götürür böylece.
Bengali devlet başkanı Başkan Luaga ve hatta komşu ülke Ivory-Lana devlet başkanı Başkan Goranda, başları sıkışınca Kızılmaske'den yardım istemekten çekinmezler. Hatta, Diana Palmer ile evlendikleri macerada, nikahlarını bu iki devlet başkanı kıyıyordu ormanda.. Diana Palmer'in annesi "Peki bu nikah yasal mı?" diye sorunca, Diana Palmer'in babası "İki devlet başkanının kıydığı nikahtan daha yasal nikah olur mu?" diye cevap vermişti. (Yahu ne dırdırcı, vesveseli karısın. Ele güne rezil ettin bizi kızın düğününde... Damat tarafı artık yıllarca bunu anlatır durur...)
Vay canına..Kızılmaske hakkında anlatılacak ne çok şey varmış? Bunun filmi de yapıldı ama filmde Kızılmaske Bengali diye bir Afrika ülkesinde değil, Bengalla adında bir güney Asya ülkesinde yaşamaktaydı. Dolayısıyla etrafında Pigmeler yoktu, Hintliye benzer sarıklı tipler vardı.
Kızılmaske aslında Afrika'da mı yoksa Asya'da mı yaşamaktadır? Burası biraz tartışmalı. Çevresinde zenciler var diye Afrika diyebilirsiniz. Ama jungle tipi ormanlar Afrika'da yoktur, Asya ve Güney Amerika'da bulunur öyle ambiyans. Öte yandan, Fantom söylencelerine konu olan KAPLAN, Afrika'da bulunmaz. Dolayısıyla bir zenci ve bir kaplanın aynı coğrafyada yer alması zordur.
Bu da bana dokundu yani.. "Etrafında Pigmesi olmayan Fantom, tekerleği olmayan Ferrari'ye benzer.." (Aha bu lafı da ben uydurdum şimdi.. yerseniz, yani..) Öte yandan, Fantom on aslan değil kesinlikle on KAPLAN gücünde olduğuna ve TROPİK ormanlarda seyirttiğine göre, ne yapacağız, nasıl düşüneceğiz şimdi?
MANDRAKE: Superman karakteri ortaya çıkmadan epey önce pelerinli ve özel yeteneklere sahip bir çizgi-roman kahramanı Amerikan gazetelerinde görünmeye başlamıştı. Lee Falk daha 19 yaşındayken 1924 yılında Sihirbaz Mandrake karakterini yarattı ama çekmeden çıkarmak için on yıl bekledi. 1934 yılında Mandrake gazetelerde bant olarak yayınlanmaya başlamadan önce, Lee Falk ticari kaygılar nedeniyle kendi ressamlığına güvenemediğinden, Phil Davis adlı ressamla çalışmaya başladı.
Sonraları Mandrake o kadar sevilecektir ki, yayıncılar Lee Falk'a "Hadi bize bir karakter daha yarat.." diyerek 1936'da Kızılmaske karakterini yarattıracaklardır. (Kızılmaske, The Phantom ise, bir maske takarak asıl kimliğini gizleyen bir karakter olarak Batman'den önce gelir)
Mandrake süper bir sihirbazdır. Briyantinli saçları ve badem bıyıkları, Rudolph Valentino ile Adolf Hitler arası gıcık bir tip vermiştir ona ama karizması müthiştir.
İriyarı zenci arkadaşı Abdullah (ki galiba Afrika'da bir ülkenin prensiydi. Eh tabii, koskoca Mandrake bir zenciyle takılacaksa, zencinin asil olması lazım bir şekilde..) bazen kafasında fesi ve leopar kürkü kostümüyle bazen de modern kıyafetler giyerek Mandrake'ye eşlik eder.
Xanadu adlı bir villada yaşayan kahramanlarımıza (ki burası yolu tuzaklarla dolu, dağlık ve kayalık bir mevkide kurulu muhteşem bir yerdir) iki kadın eşlik eder: Narda ve Karma. Narda, Cocgaigne adlı minik bir Avrupa ülkesinin (Monako gibi düşünün) prensesi asil bir beyaz olup, Mandrake'nin uzatmalı sevgilisidir. Zenci bir hatun olan Karma ise Abdullah'ın manitasıdır. Xanadu'da aile ortamına benzer hoş bir ortam vardır ve ahlaka mugayir görüntü ve sahneler yer almaz ama biz okuyucular da neyin ne olduğunu biliriz yani...
Kahramanımız Mandrake, sihir gücü ve hipnotik yeteneklerini kullanarak hem uzayda hem dünyada; kah doğaüstü varlıklarla kah gerçek dünyaya ait kötü insanlarla mücadele eder. Çok zeki ve akıllıdır da. Aklının yetmediği yerde ise Kristal Küp yardımıyla (bazı maceralarda bu Kristal Küre olur) Sihirbazlık Akademisi'ndeki hocası Theron'la telepatik bağlantıya geçip taktik ve tavsiye aldığı da olur. Dünyada yalnızca iki tane olan bu kristal küplerin (ya da kürelerin) birisi Mandrake'nin evinde Xanadu'da, diğeri ise Theron'un ofisinde Sihirbazlık Akademisi'ndedir.
Mandrake'nin iki ezeli düşmanı vardır ki, bunlar dönüp dönüp Mandrake'den intikam almak veya dünyanın başına bela olmak için maceralarda görünürler:
Bunlardan ilki Kobra'dır ki, Sihirbazlık Akademisinde Theron'un asistanıyken kristal küpleri çalmaya yeltenmiş ve akademiden kovulmuştur. Yüzü asitle yandığı için de metalik bir maske takar ve kukuletalı bir kostüm giyerek dolaşır. Ondan her türlü kötülük beklenir. (Kobra'nın öyküsünün anlatıldığı macerada, Mandrake'nin Derek adlı bir de ikiz kardeşi olduğunu öğreniriz.. Ama bu kardeş nerdedir, sonra ona ne olmuştur, bilinmez..)
İkinci ezeli düşman ise, dünyadaki en gizli ve tehlikeli mafya örgütü olan Sekiz çetesidir. Sekiz mafya babasından oluşan bu gizli örgüt, liderleri Octon'un (ki bu da Latince 8 demektir) başkanlığında, sekiz rakkamı şeklinde bir masada buluşur ve dünyayı mahvetmek için planlar geliştirir durur.
Sekiz çetesi melanet peşindeyken, iyi adamlar da boş durur mu? Onlar da Inter-Intel adında uluslararası bir gizli polis teşkilatı oluşturmuşlardır. Inter-Intel'in şefi kimdir, onu kimse bilmez. Bir robot aracılığıyla konuşur bu gizli şef. (Maceralardan birinde gizli şef Mandrake'ye kimliğini açıklar: O da ne? Meğer Mandrake'nin Xanadu'daki aşçısı Hojo değil miymiş bu?) Şef, yardımcısı Jed aracılığıyla (pipo içen, kır saçlı ve keçi sakallı, Sean Connery tipinde bir adamdır bu Jed) bazen Mandrake'den yardım ister veya görüşüne başvurur.
Mandrake çizi-romanında görülen iki detay karakteri daha tanıtalım hemen:
Hojo: Mandrake'nin Japon aşçısı. (Ayrıca Inter-Intel'in gizli şefi, ama bunu kimse bilmiyor, sakın çaktırmayın) Dokuz dil bilir, judo ve karatede karakuşak sahibidir.
Magnon: Galaksimizin imparatoru. Dünya gezegeni henüz çok geri olduğu için bu sır dünyalılara açıklanmaz (sadece Mandrake ve Narda bilir) ama galaksimizin bir imparatoru vardır, o da iyi kalpli yiğit savaşçı Magnon'dur.. Galaksinin merkezindeki gezegeninde oturur. Başı sıkışırsa o da Mandrake'den yardım ister.
KAPTAN SWING: İtalyan patentli bu kahraman 1961 yılında IL COMMANDANTE MARK (Komutan Mark) adıyla yaratıldı. Fransa'da Captain Swing adını aldı, Türkiye'ye de Kaptan SWING olarak geldi.
O da tıpkı Teksas'ın Çelik Blek'i gibi, 1774-1776 yıllarında yaşamaktadır. Ontario gölünün kenarındaki kalesinde konuşlanmış bulunan 'Ontario Kurtları' adlı paramiliter bir grubun lideri olup, İngilizlere karşı Amerika'nın bağımsızlığı için savaşmaktadır.
Arkadaşları Gamlı Baykuş (Göllerin 4 kabilesinin reisi.. feylesof kızılderili UGH..) ve Mister Blöf ile maceradan maceraya koşan SWING, her seferinde Ontario kalesinde kendisini beklemekte olan sevgilisi Betty'e sağsalim dönmeyi başarır.
Aynı Çelik Blek'in giydiği gibi, kunduz kürkünden bir başlık takar. Kırmızı urbalara karşı savaşan gözü pek bir VATANSEVER'dir.
Bir de iyi yürekli vatansever korsan El Ginşo vardır ki, Ontario gölünde İngiliz gemisi batırmak gerekiyorsa, oda SWING'in yardımına koşar.
Mister Blöf'ün sıska köpeği Puik'i nasıl unutabiliriz? Ne yazık ki Gamlı Baykuş'un Puik'le yıldızı asla barışmayacaktır. Puik, fırsat bulduğu her an Gamlı Baykuş'un poposunu ısıracak, beriki ise ötekine ince tuzaklar kuracak ve onun hakkında "Pire torbası" diye ileri geri konuşup duracaktır.
Fransa'da yayınlanan çizgi-romanlar hakkında bilgi veren bir INTERNET sitesinde Kaptan SWING hakkında şunlar yazılıydı:
"Kaptan SWING'in 281 macerası yazıldı. Biri dışında hepsi Fransa'da basıldı. O basılmayan macerada Amerika'nın nihayet bağımsızlığa kavuştuğunu ve Kaptan SWING'in en sonunda Betty ile evlendiğini söylersek, herhalde niçin Fransa'da basılmadığı da anlaşılmış olur..."
Yorum sizin..
Kaptan SWING'in alameti farikası : "Hay bin kunduz!" (Dikkat! Bu laf Swing'e aittir, Çelik Blek'in değildir. Karıştırmayın sakın...)
Gamlı Baykuş: "Büyük büyük dedem derdi ki....." ve "Vakonda aşkına..."
Mister Blöf: "Keçinin sakalı..." "Jüpiter'in sakalı..."
* * *
TOM BRAKS: İlk olarak 1966'da İtalya'da Kaptan SWING'in eki olarak yayınlanmaya başladığında orijinal adı Alan Mistero idi. Türkiye'ye gelince Tay yayınları (Herhalde Tommiks'e rakip olsun diye) Tom Braks adını uygun gördüler.
Kızıl ve kıvırcık saçlı bu kahraman, tıpkı Tommiks'teki kötü adam Binbirsurat gibi, kılık değiştirme hünerleri gösterir. Makyaj ustasıdır. San Diego, New Mexico gibi yerlerde boy gösteren iyi yürekli bir silahşördür. 1848'den sonra yaşıyor olmalıdır, çünkü Kuzey-Güney savaşı sona ermiştir.
İki arkadaşı Tonton ve Baron, maceralarında Tom Braks'a eşlik ederler. Tonton, köfte yemek konusunu saplantı haline getirmiş sarsak bir adam olup, kızdığında veya şaşırdığında "Hay bin kokmuş köfte.." veya "Dünyadaki bütün köfteler aşkına..." gibi laflar etmektedir. Castagnaclar soyundan geldiğini ileri süren ama asaleti konusunda kimseyi bir türlü ikna edemeyen Baron ise, silindir şapkalı ve ekose ceketli bir figür olur, "Amanallah.." nidasıyla ünlüdür.
Aklımda başkaca orijinal bir konseptleri kalmamış. Çizgi-roman olarak biraz dandiktiler galiba...
ZEMBLA: Bu şahıs bana hep Tarzan'ın taklidi gibi gelmiştir. Leopar kürkü bir şort giyerdi ve bu şortun omuzdan çapraz dolaşan tek bir askısı vardı. Omuzlarına inen siyah saçlarını ve gövdesini yana yatırarak yürüyüşünü hatırlıyorum. Yeye adında adındaki yerli çocuk kankası sürekli MP miğferi giyerdi ve boynuna bir çalar saat asmıştı. Sakar dostları Rasmus ise (Tom Braks'taki Baron ve Mandrake karışımı) bir silindir şapka giyer, ormanlık yerde ceket ve pantalonla dolaşırdı. Hiçbir macerası aklımda kalmamış, demek ki pek o kadar iz bırakan bir şahsiyet değildi.
* * *
JUDAS: Tay yayınlarından kısa bir süre çıktı. Ödül avcısı bir silahşördü, uzun bir palto giyerdi. Tipi Charles Bronson'u hatırlatıyordu bana. Judas, Hz.İsa'yı ele veren havarinin İncil'de geçen adıdır. Bu lakap/isim, ona "ödül avcısı" olduğu için verilmişti sanırım. Yani bu kahraman, vatana millete pek de hayırlı bir delikanlı değildi kısacası.
* * *
JERİKO: Kızılderililer tarafından büyütülmüş, onlar gibi giyinen, sarı uzun saçlı bir beyaz adamdı. Düşmanlarına karşı çok zalimdi. Kızılderili gibi kafa derisi yüzüp, işkence yaptığı maceralar hatırlıyorum. Ama yakışıklıydı ve çocuklarla da iyi anlaşırdı. Bu tip de bana, bir zamanlar TRT'de gösterilen Desperado'yu hatırlatırdı: Bir yere yerleşmeyen, insanlarla ilişkileri hep narin ve bıçak sırtında olan, asosyal ve huzursuz bir ruh. Zaman zaman ona özendiğimi saklamayacağım.
* * *
ALASKA: Yok, bu frigo değil! Kahramanın asıl adı Kenneth Parker'di. Avcı ve rehberdi (ya da öyle bir şeydi) Sanırım maceraları 19. Yüzyıl'ın ilk yarısında geçiyordu çünkü tüfeği eski model bir çakaralmazdı. Sadece iki cildini okuyabildim, o da epey geç olmuştu (1983 falan) o yüzden aklımda fazla bir şey kalmamış.
* * *
TEKS: Teks Willer, Tommiks gibi bir Ranger'di. Ama sabit bir kalede mesai yapmazdı. Diğer askerlerle 'O iş öyle yapılmaz, ona öyle demezler..' ana fikrini işleyen çok dalaşmalara girmişti. (Otoriteye karşı bir eleman yani) Kızılderili bir arkadaşı (Adı da Tanto muydu?), Kit Carson adlı kankası ve bir de boyu kadar oğlu vardı. Üçü beraber takılırlardı. Kanun kaçakları ve yanlış yapan kızılderililer karşılarında Teks'i bulurlardı ve belirtmek gerek: O, Tommiks gibi süt çocuğu değildi, SERT bir adamdı. Kodu mu oturtur, vurdu mu dağıtırdı.
* * *
KINOWA: Eskiden kızılderililer tarafından kafaderisi yüzülmüş, bu yüzden onları gördüğü yerde öldürmeye ahdetmiş bir silahşördü. Mister Blöf gibi keldi. (Boru değil, adamın kafa derisi yüzülmüş) Asıl adı Sam Boyle olup Şeytan'a benzer boynuzlu bir maske takıp KINOWA olduğu zaman, etrafındaki bir mil çapındaki alanda canlı kızılderili bırakmazdı. Çok zalimdi, çok..
* * *
RED KİD: Morris (1923-2001) adlı Belçikalı çizer ile Goscinny (1926-1977) adlı Fransız yazar tarafından yaratıldı. (Belçikalılar da çizgi-roman dünyasına pek çok karakter kazandırmışlardır. Bugün Brüksel'de bir 'Çizgi-Roman Müzesi' bile bulunmaktadır.) Goscinny'nin vefatından sonra başka yazarlar denendiyse de, eskisi kadar iyi olmadı. Morris son yıllarında çizmeyi bırakıp, 2001'de vefat edince, Red Kid de aramızdan ayrılmış oldu.
Red Kid'in orijinal adı Lucky Luke'tur. Mini Ringo gibi, oda aslında tam bir çizgi-roman kahramanı sayılamaz. O aslında bir karikatür-roman kahramanıdır ve 'komik'tir. Hemen her macerasında detaylara ustaca gizlenmiş bir sürü espri sizi selamlar. Sadık atı Düldül (orijinal adı Jolly Jumper) ile birlikte Nothing Gulch kasabasında ikamet etse de, görev çıktığında Meksika'dan Kanada'ya, Boston'dan San Francisco'ya kadar uzanırdı.
Bazen bir senatör ona gizli ve diplomatik bir görev verir, bazen bizzat başkan Lincoln'ün ricası üzerine harekete geçerdi. Amerika'nın doğusundan batısına telgraf hattı mı çekilecek? Demiryolu mu döşenecek? Altına hücum mu başladı? Kahramanımız anında olay yerine intikal ederdi. Çoğu kere, macera gelir onu bulurdu.
Red Kid'in maceraları, Avrupalıların, Amerikan tarihine alaycı bir bakışıdır, diyebiliriz.
Ağzından eksik etmediği sigarasını, sonradan (sigara karşıtı kampanyalar nedeniyle) bir ot çöpüyle değiştirdi. Oysa sigarasını sarışı, paçasına veya direğe sürüp tutuşturduğu kibritiyle yakışı apayrı bir karizmadan izler taşırdı.
Dünyanın en aptal köpeği Rin Tin Tin (orijinal adı Rataplan) ve hapisten beşyüzüncü defa kaçan ve tekrar yakalanıp hapse tıkılması gereken Daltonlar, Red Kid'in 'olmazsa olmaz'ıydılar. Dalton kardeşleri kim unutabilir ki? En uzun boylu ve en aptal Averell, Jack, William ve en kısa boylu olan ama çetenin beyni konumundaki Joe... (Bu arada, Dalton kardeşlerin tarihte gerçekten yaşamış olduklarını ama hepsinin kanun kaçağı olmadığını not edelim. Red Kid'in maceralarında karikatürize edildiklerinden çok farklıydılar yani.)
Red Kid'in maceralarında karşılaştığı Calamity Jane, Billy the Kid, Jesse James ve kardeşleri aslında tarihte gerçekten yaşamışlardır.
Red Kid, pek çok macerada kadınlarla romantik yakınlaşmalarda bulunduysa da, delikanlılığı asla elden bırakmamıştır. Hatta bir macerasında az daha evleniyordu da... O macerayı hatırlıyorum: İstemeyerek evlenmek durumunda kalmıştı.. Ama maceranın sonunda daha düğün dernek kurulmadan, esas damat adayı çıkıp geldi, yanlış anlamalar düzeltildi ve finalde kovboyumuz güneş batarken şarkısını söyleye söyleye uzaklaşmasını bildi.. Hala (bekar) yalnız bir kovboydu! Kahramanım benim!!!
* * *
TENTEN: Belçikalı Remi Georges (adının baş harfleri R.G.'nin Fransızca okunuşu ER-JE, ve bu okunuşu vermesi için ona verilen kısa ad Hergé olarak bilinir) adlı çizer tarafından 1929'da yaratıldı. Hergé, yetenekli ve zeki bir gençti, önce izci sonra da asker olmuştu. Tenten'i yarattığında o da 22 yaşındaydı. Tenten'in ilk macerası 1921'de geçer ve adı 'Tenten Sovyet Ülkesinde'dir. Bolşeviklere karşı mücadele etmektedir. Yaratıcısının kimliğini o günkü sosyo-politik atmosferle birleştirince, Tenten'in politikayla içli dışlı olmasını ve çıkış noktasını yadırgamamak gerek.
Aslında o da Red Kid gibi 'karikatür' görünüşlüdür ve 'komik' özellikler taşır ama, Tenten çok daha entellektüel ve politik mesajlar taşıyan bir çizgi-romandı.
Sonraki asıl maceralarında, etrafındaki tipler, giyimler, dekor vs..vs.. bize Tenten'in 1960'ların başlarıyla 1970'lerin ortalarında yaşadığını düşündürür. Tenten bir gazetecidir. Golf pantalonu giyer. Ufak tefek, çelimsiz bir oğlandır ama çok akıllıdır. Bazen Güney Amerika'da Diktatörlük rejimlerine karşı gerillalarla birlikte çarpışır, bazen Tibet'e bazen And dağlarına gider. Hatta bir macerasında aya da gitmişti.
Sadık dostları Kaptan Haddock (Alkolik bir denizci eskisi. Sürekli kaptan şapkası takar ve göğsünde çapa amblemi bulunan balıkçı kazak giyer. Ağzından piposu düşmeyen asabi bir tip) ve Profesör Turnusol (Melon şapkalı, bastonlu, komik bıyıklı bir tip. Kulakları ağır işittiğinden herşeyi yanlış anlamaktadır. Bu yüzden olmadık yerde sinirlenir, bazen başını en ciddi belalara sokarken bile durumun farkına varmayan şaşkın ama iyiniyetli bir bilim adamıdır.) Tenten'e her macerasında eşlik ederler. Sadık köpeği Boncuk'u da unutmamak lazım tabii ki..
Arada bir ortalarda görünen tipik karakterleri de bir hatırlayacak olursak:
Nestor: Tenten'in malikanesindeki uşak. Bana Jeeves'i hatırlatır. (Ne? "Jeeves de kim" mi dediniz? Derhal bu satırı atlıyoruz.. Very Good Jeeves.. Indeed, sire....)
Dupond ve Dupont Kardeşler: Siyah takım elbise, melon şapka ve bastonlarını yanlarından eksik etmeyen komik bıyıklı bu iki polis müfettişi ikiz kardeştir ve birbirlerinin tıpkısıdırlar. Ama adları farklıdır işte.
Bianca Castafiore: İtalyan soprano.. Kaptan Haddock'u sinir eden, kasıntı bir sosyetik hanımdır.
Serafin Lampion: Hafif üçkağıtçı, sözde girişimci/yatırımcı işadamı fakat her durumda başına belalar açan, fakat bazen Tenten'i en olmadık yerden kurtaran bir karakterdir.
TARZAN: "Ben Tarzan, sen Jane!.." cümlesini bir şekilde duymamış olan var mı? Aaa Aaaa diye sarmaşıklardan sallanarak ağaçtan ağaca bütün ormanı dolaşan (beyaz) adam... Ormanlar kralı Tarzan!
Tarzan 1912 yılında Edgar Rice Burroughs tarafından yaratıldı. Tek bir hikayelik çizgi-roman olarak başlamıştı ve adı da "Tarzan of the Apes ~ A Romance of the Jungle" idi.
Daha küçücük bir bebekken annesi ve babası kazada ölen Tarzan'ı; Kala adlı bir dişi goril büyütür. Sonradan o kadar çok taklidi, çizgi filmi, dizi filmi vs. yapıldı ki, Tarzan'ı Tarzan yapan şeylerin hemen hepsi başka yerlerde de kullanıldı.
Özetle: Ormanların kralı olmuş, vahşi ama özünde iyi bir beyaz adam. Uygarlaşmış, ama uygarlaşırken doğaya ve kendisine yabancılaşmış kötü ve açgözlü beyaz adamlardan ormanı ve ormandaki hayatı korumaya çalışır. Aslında haklı görünen ama umutsuz bir savaş.
Dialektik yasaları kendi hükmünü sürerken, biz içimizdeki o vahşi ve henüz kendine yabancılaşmamış saf ama güçlü kahramanın bizi dış dünyanın kötülüklerinden kurtarmasını hayal eder dururuz. Modern uygarlığın acımasızlığına bir eleştiri biraz da... Tarzan, işte bunun ifadesidir.
Ormanın Çocuğu Mowgli, Zembla ve hatta bir dereceye kadar Kızılmaske, aslında Tarzan'ın taklit versiyonlarıdır bir yerde.
Tarzan o kadar çok karikatüre ve fıkraya konu oldu ki, sanırım yeni nesiller onu sadece "Ormanda maymunluğa ve şaklabanlığa heves etmiş biraz deli, biraz aptal ama illa ki komik" bir figür olarak hatırlayacaklar.
* * *
SUPERMAN: 1934 yılında, o yıl liseyi bitiren iki yakın arkadaş, Jerry Siegel (1915-1996) ve Joe Schuster (1914-1992) tarafından yaratıldı. Ama ilk sayısının basılması 1938 yılında oldu. (Ekonomik buhran Amerika'yı sallayıp çökertmeye yeni başlamış... İnsanların dikkatini hayal dünyasından gelecek bir kurtarıcıya yöneltmek gerekiyor biraz da...)
Superman de tıpkı Tarzan gibi öyle bir fenomen oldu, o kadar çok taklitleri, filmleri yapıldı, o kadar çok karikatüre ve espriye konu oldu ki, Superman kimdir, necidir, ne yapar, ne yer, ne içer, bunları pek fazla kişi bilmiyor artık.
Efendim, Superman çok uzaktaki Kripton gezegeninin yargıçlarından Jor-el'in oğlu olup, asıl adı Kal-el'dir. Söz konusu gezegen nükleer bir patlamayla yok olmadan önce, özel bir araçla dünyaya gönderiliyor. Dünyaya gelen bebek, Kansas eyaletinin Smallville kasabasında, çocuksuz Kent çiftince bulunur ve evlat edinilir ve kendisine Clark Kent adı verilir. Daha sonra Metropolis üniversitesine giden Clark Kent, Daily Planet gazetesinde muhabir olarak çalışmaya başlar. Böylece, normal halde Clark Kent adıyla çalışırken, icabı halinde Superman kimliğine bürünen kahramanımız ortaya çıkar. Ezeli düşmanı Lex Luthor başta olmak üzere, dünyayı, uzaylı bilumum kötülerden ve kötülüklerden korur. Gazeteden arkadaşı Loise Lane'le aralarında bir yakınlaşma da doğar. Ne var ki, Loise Lane Superman'a aşıktır ve çıtkırıldım Clark Kent'le işi olmaz. İkisinin aynı kişi olduğu bir türlü aklına gelmez.
Superman'ın kostümü de, bir zamanlar çok orijinaldi herhalde. Ama şimdi, pelerin gerekli miydi diye düşünüyorum...
Ve de tabii, Amerikan bayrağını elinden düşürmeyen ve Amerikan başkanına fırsat buldukça saygılarını sunan bir Superman de bana "Kahraman dediğin bu kadar da yalaka mı olur, birader?" diye düşündürtüyor. Sen dünyalı bile değilsin... Seni taşıyan kapsül Amerika'ya değil de Sibirya'ya düşseydi... seni de çocuksuz çift Bay ve Bayan Lubovski alsaydı, İzvestiya gazetesinde muhabirlik ederken, bir yandan da orak çekiçli bayrağı Kremlin'in tepesine dikecek ve Komünist Parti Genel Sekreteri'ne "Pardon yoldaş! Bir daha sosyalizmi ve partimizi kurtarmak için bu kadar geç kalmam.."(*) mı diyecektin?
(*) 1981 yapımı Superman II filminin sonunda, Amerikan Bayrağını Beyaz Saray'ın tepesine dikip, Başkan'a "Üzgünüm, uzun süredir ortada yoktum. Ama bir daha sizi hayalkırıklığına uğramayacağım.." demiştir.
BATMAN: Sinema için çevrilen 1989 tarihli Batman: Kara Şövalye Dönüyor, filmini seyredene kadar ben hiç Batman okumamıştım... Ve filmi ilk seyrettiğimde "Aaa, Batman uçamıyor!.. demiştim. (Onun Superman gibi uçabildiğini sanıyordum önceleri)
1934 yılında Bob Kane adlı çizer tarafından yaratıldı. Batman'in asıl adı Bruce Wayne'dir. Kendisi aslında zengin bir mirasyedidir. Yaşadığı Gotham City (bu isim de bana Goddam City'nin kasıtlı değiştirilmiş hali gibi gelir) aslında New York'a çok benzeyen bir şehir olup, kötülüklerle çepeçevre kuşatılmıştır. Zavallı iyi insanlar, başları sıkışınca projektörleri yakarak gökyüzüne Batman'in amblemini yansıtarak Batman'i çağırmaktadırlar. Bunu gören Bruce, malikanesinin (ki adı Bat Cave: Yarasa Mağarası'dır) gizli kısımlarında kostümünü giyer, artık duruma göre Batmobil'e veya yarasa şeklindeki uçağına atlayarak olay yerine intikal eder... Bumerang gibi (fakat Batman'in amblemi şekli verilmiş) Baterang fırlatarak... Tekme ve yumrukla rakiplerini alteder. Ateşli silah kullanmaz.
Madem kendine yarasa şekli yapmışsın (eyvallah) o kostümü giy hadi... de ... O pelerin (sırf yarasanın kanatları gibi görünsün... iniş ve kalkışlarda saf çizgi-roman okurlarını büyüleyecek resimler versin diye icat edilmiştir aslında) senin yakın dövüş manevralarını etkilemiyor mu be adam?
Batman'in malikanesindeki İngiliz uşağı Alfred Pennyworth, sadık arkadaşı Robin'i ve ezeli düşmanları: iflah olmaz kötü adam Joker, Penguen ve Riddler'ı da burada andıktan sonra, iki noktanın altını çizelim:
1- Batman'in bir macerasında, Amerikan bayrağının arkasından seçtiğimiz (Beyaz Saray veya Kongre Binası) olduğunu tahmin ettiğimiz bir resmi yetkili (Başkan mı?) belki de Bruce'a (resmi yetkilinin kim olduğunu ve kiminle konuştuğunu bilemeyiz) "Demokratik bir hukuk devletinde kahramanlara gerek yok! Onlar iyi niyetli bile olsalar tehlikeli olabilirler... Bir düşünsene, herkes kahramanlara özenip kendi adaletini kendi sağlamak isterse, durum nasıl içinden çıkılmaz olurdu..." demektedir.
AMAN ALLAH! Şu ironinin güzelliğine bak! Ya Batman'in yaratıcısı demokrasiye inanmıyor ya da "politikacılar hep böyle konuşur, ama siz onlara bakmayın.. Demokrasi bir safsatadır ve Amerika'nın kahramanlara ihtiyacı vardır..." demeye getiriyor. Veya resmen Batman ve diğer bütün süper kahramanlarla inceden dalga geçiyor...
2- Batman'in bir diğer macerasında ise, kötü adamlar (artık çevreciler midir, anti-globalizasyoncular mıdır nedir?) bizzat Bruce'un hissedar olduğu bir şirketin tesislerine karşı sabotaja girişiyorlar... Ve hoop, Batman olaya el koyup kötü adamları marizleyip yatırımını kurtarıyor... (Yorum yok)
* * *
CONAN: İşte bu! İşte bu! Tarih öncesi çağlarda yaşamış kahramanlara ait daha önceleri pek çok sinema filmi ve çizgi-roman (özellikle KORKU serisinde bunun örneği çoktur) olmasına rağmen, hiç birisi Conan kadar başarılı olmadı, onun kadar iz bırakmadı.
Aslında Conan, Robert Erwin Howard (1906-1936) tarafından 1932 yılında yaratılan bir hikaye kahramanıdır. (Yazar, annesinin komadan çıkamayacağını öğrendiği için 1936'da intihar etti. Daha 30 yaşındaydı ve önceleri bir sürü fantastik hikaye yazmış, ancak yayınevleri bunların çoğunu reddetmişti.)
Yıllar sonra Robert Erwin Howard'ın basılı veya müsvette halindeki yazıları 1950'lerde derlenip toparlanmaya ve 1967'den itibaren tekrar basılmaya başlandı. Bu işleri götüren kişi Roy Thomas, bazı hikayeleri tekrar yazmıştır. (Bazı okuyucular, Thomas'ın bu yeniden yazım sırasında Robert Erwin Howard'ın orijinal yazılarını bozduğu kanaatindedir.)
İlk Conan çizgi-romanı Ekim 1970'te basıldı. Robert Erwin Howard'ın eserinden uyarlanarak Roy Thomas tarafından yazılan öyküyü genç bir İngiliz Barry Windsor-Smith çizdi. Sonraları John Buscema ve Gil Kane adlı çizerler görevi devraldılar ve yetenekleriyle Conan'a çok şey kattılar.
Conan 1981 civarında Alfa Yayıncılık tarafından Türkiye'de basılmaya başlandı. 1990'da Amerika'daki orijinal yayınevi Marvel Comics, Conan'ın yayınına son verdi.
"Know, O Prince, that between the years when the oceans drank Atlantis and the gleaming cities, and the rise of the Sons of Aryas, there was an Age undreamed of, when shining kingdoms lay spread across the world like blue mantles beneath the stars - Nemedia, Ophir, Brythunia,Hyperborea, Zamora with its dark-haired women and towers of spider-haunted mystery, Zingara with its chivalry, Koth that bordered the pastoral lands of Shem, Stygia with its shadow-guarded tombs, Hyrkania whose riders wore steel and silk and gold. But the proudest kingdom of the world was Aquilonia, reigning supreme in the dreaming west. Hither came Conan the Cimmerian, black-haired, sullen-eyed, sword in hand, a thief, a reaver, a slayer, with gigantic melancholies and gigantic mirth, to tread the jeweled thrones of the earth under his sandled feet."
- The Nemedian Chronicles
Bu metnin biraz kısaltılmışı, 'Bir Nemedya Efsanesinden' alıntı olarak Türkçe basılan Conan ciltlerinde yer alırdı:
"Şunu iyi bilin ki Prensim; kabaran okyanusların Atlantis'i ve onun görkemli kentlerini yutmasından sonra dünyada o güne değin görülmemiş bir çağ başlamıştı. Aryas'ın oğullarının doğduğu bu çağda, Dünya üzerindeki imparatorluklar ve uygarlıklar, gökteki yıldızların mavi parıltıları kadar dağınık fakat belirgindi. İşte bu sırada Kimmeryalı Conan geldi. Çelik bilekli elinden kılıcını hiç bırakmayan bu kara saçlı, şahin gözlü yiğit tüm imparatorlukları sandallı ayağının altında çiğnemek istiyordu..."
Robert Erwin Howard, günümüzden 12.000 yıl kadar önce yaşadığını iddia ettiği Kimmeryalı Barbar Conan'ı, Hiborya Çağı adını verdiği, fantastik-tarihsel bir dekora yerleştirir. Bu dekor Yüzüklerin Efendisi'nin orta dünyasından daha az zengin değildir hani... Şu farkla ki, bu dekor içinde yer alan pek çok ülke, Tanrı, kavim vb. adları gerçek tarihten alınmış ve biraz değiştirilerek kullanılmaktadır.
Sözgelişi Mithra diye bir Tanrı, Zerdüşt ve Mazdeizm dinlerinde gerçekten vardır. Gene Seth adlı tanrı, bir Eski Mısır tanrısıdır. Britunya ülkesi Britanya'dan alınmadır. Khitai dedikleri yer Çin'dir. (Rusça ve Bulgarca'da Çin ülkesine Khitai denir zaten) Styx nehri Yunan efsanelerine göre cehennemdeki bir ırmaktır vs.vs.
Kahramanımız Conan, Kimmeryalıdır. (Bu kavim aslında Mezopotamya, ön Asya ve Ortadoğuda yaşamış Kimmerlilerin yansıması. Voltaire'in ZADİG romanına bakarsak, Kimmer ülkesi şimdiki Rusya'dır. Bu hesapça Conan'ın Rus olması gerekir ama siyah saçlı ve bronz renkli bir Rus da bana pek inandırıcı gelmiyor.) Çizgi-romanda ve Conan filmlerinde ise Kimmerya, karlarla kaplı, taygalarla çevrili, insanların kürklü elbiseler giydiği soğuk bir kuzey ülkesidir. Finlandiya veya İsveç'e benzetilebilir.
("Tayga nedir?" mi dediniz..Oh olsun, lisede Coğrafya öğretmeninizi kös dinlerseniz böyle olur işte. Şimdi davranın bakalım sözlüklere..)
Uygar ülkelerde(?) veya Zambula'nın güneyindeki çöllerde (ki buraları da Arap çöllerine benzemekte, ahalisi de Araplar ve Berberiler gibi giyinmektedir) dolaşan Conan, duruma göre paralı askerlik, hırsızlık ve yağmacılık yapmaktadır. Bunu gizleme ya da bundan gocunma gereği de duymaz zaten.
Zaten o devirlerde "iyiler ve kötüler" diye bir ayrım yapmak da saçma olurdu. Bu şekilde bakıldığında Conan klasik çizgi-roman kriterlerine pek uymaz. İlla bir ayrım yapılacaksa zayıflar ve güçlüler; Conan'ın düşmanları veya dostları diye bir ayrım yapılabilir. Gerçi Conan'ın pek dostu da yoktur ya...
Büyülerin, büyücülerin, mistik ve doğaüstü güçlerin egemen olduğu karanlık ve dehşet dolu bir dünyada yaşayan Barbar Conan'ın iki emeli vardır: Bileğinin ve kılıcının gücüyle bir gün kendi krallığını kurmak, ve ölüm kendisini almaya geldiğinde onu elinde kılıçla dimdik ayakta karşılayabilmek..
Conan; uzun siyah saçları omuzlarına dökülen, korkunç bakışlı, iriyarı, bronz tenli bir adamdır. Tanrılara inanır ama onlardan birisi karşısına dikilecek olursa üstüne yürümekten çekinmez. Çünkü o, kılıcının kesemeyeceği hiçbir şey olmadığını çok önce öğrenmiştir. Hatta bir macerada kale komutanı arkadaşının "Tanrılara inanmayan askerlerim bile dışarıda olup bitenden dehşete kapılmışken sen cesaretini nasıl koruyabiliyorsun?" sorusuna "Ben kılıcımın kesemeyeceği hiçbir şey olmadığını çok önce öğrendim" diye cevap verirken, adeta Yunan mitolojisindeki Prometheus'tan ateşin sırrını almış gibidir.
Kendini dünya nimetlerinin hiç birinden alıkoyma gereği duymadan (kadınlar, içki, kumar, sefahat vs.), Tanrılara inanmasına rağmen onlara kafa tutarak ve herhangi bir ahlak anlayışını benimsemeksizin sadece kendi çıkarları için yağmacılık, vurgunculuk, hırsızlık yapan Conan; düşmanlarına karşı merhametsiz ve zalimdir de... Ama gene de kahramandır işte..
Okuyucular kendilerini onunla özdeşleştirmekten tarifsiz bir keyif alırlar. Galiba bilinçaltımızın en karanlık köşelerindeki seslendirmekten çekindiğimiz ve korktuğumuz yanlarımızı ve egomuzun en yapmacıksız ifadesini Conan'da bulduğumuz için onu çok sevdik ve hayran olduk. Ya da ben sadece kendi adıma konuşmuş olayım..
Sıra Türk çizgi-romanlarını incelemeye geldiğinde şu soruyu tekrar sormamız gerekiyor: Çizgi-roman kahramanı kimdir?
Bir çizgi-roman kahramanı öyle biri olmalıdır ki, başından geçen olaylar "macera" olabilecek kadar ilginç ve sürükleyici olsun. Öyle bir figür olmalı ki sıradan insanlardan ayrılsın. Ama bir taraftan da büsbütün inandırıcılıktan yoksun olmamalı,öyle ki okuyucular kahramanın şahsında kendilerinden de bir şeyler bulabilmeli, kendini onunla özdeşleştirebilmeli...
Türk çizgi-roman kahramanları; Türk okuyucular için, onların beklentilerine göre dizayn edilmişlerdi. Değil mi ki çizgi-roman kahramanı dediğin figür, aslında okuyucunun kendi hayallerini, özlemlerini ve fantazilerini bulduğu; kendisini özdeşleştirdiği bir simgedir; Türk çizgi-roman kahramanlarına bakarak, Türk insanının "kahraman"dan ne anladığını, ne gibi hayal ve fantazilere sahip olduğunu kabaca kestirebiliriz.
Eğer çocuk dergilerinde yeralan öğretici (didaktik) veya mizah dergilerinde yeralan eğlenceli (karikatüristik) naif ve basit çizgi-roman kahramanlarını bir kenara bırakacak olursak, Türk çizgi-roman kahramanlarının genel şablonunu şöyle ortaya koyabiliriz:
1- Türk çizgi-roman kahramanlarının hemen hepsi askerdir (veya akıncıdır, Padişahın veya Hakanın fedaisidir) Kahramanlığı, genelde liderine ve davasına bağlılıktan kaynaklanır. Çok sıkı silah kullanır. Sık sık gizli görevler üstlenip düşman ülkelere sızar. Asla sarhoş olmaz. Yalan söylemez, dedikodu yapmaz.
2- Dava adamı ve asker de olsalar, tarihi Türk çizgi-roman kahramanları düzenli bir orduya mensup değildirler. Mesela Yeniçeri olmazlar. Üniforma vs. giymezler. Yoksa tek başlarına gavur illerine gidebilirler miydi? O nedenle serbest takılmaları yadırgatıcı değildir. Yüzbaşı Volkan bile pek çok macerasında sivil giysilerle gizli görevlere girişir.
3- İlk iki maddeden olmak üzere, Türk çizgi-roman kahramanı "kendi adına ve kendi inisiyatifiyle" hareket etmez. İlla ki, devletin başındaki bir takım otoritelerin vereceği emir ve görevler yerine getirilirken kahramanlık yapılacaktır. Eğer intikam falan alınacaksa, bu iş 'esas görev' deruhte edilirken, vazife bilincinden şaşmadan, araya sıkıştırılır. Kahramanlık işi emir-komuta zinciri içinde yapıldığı için de, kahramanımız yaptığı veya yapmadığı işlerden dolayı asla pişmanlık duymaz. Özeleştiri yapmaz.
4- Türk çizgi-roman kahramanı bekar bir erkektir. Kadınların hemen hepsi Türk kahramana hayrandır. Yabancı (ve/veya düşman) ülkelerdeki kadınlar da (ki bunların arasında bazen düşman ülkenin Kraliçeleri, Prensesleri vs. de bulunur) Türk kahramana aşık olurlar ve kendilerini ona sunarlar. (Yüzbaşı Volkan bile, Sovyet Subayı Yüzbaşı Olga'yı gördüğü yerde yatay pozisyona geçmiyor muydu?) Türk kahraman ise (ki her zaman çok yakışıklıdır) hiçbir kadını geri çevirmez, memnun etmeden bırakmaz! Sevişme kısımları bir güzel resmedilir ve okuyucu buraları çok sever. Ama sonuçta kahramanımız hiçbir kadına bağlanmadan kutsal görevine geri dönecek, yeni maceralara ve yeni kadınlara koşacaktır.
5- Bizden süper kahraman çıkmaz. (Çok çok 'En Kahraman Rıdvan' gibi kendini komik duruma düşüren ve bu nedenle ancak mizah dergilerinde kendine yer bulabilen beceriksizler 'süper' kahramanlığa heveslenir)
6- Bizden, profesör veya bilim adamı gibi kişilerden yardım ve destek alan kahraman da çıkmaz. Türk çizgi-roman kahramanı aptal veya cahil değildir ama, okumuş-yazmış adamlarla işi olmaz. Onları mesela kütüphanede bir araştırma yaparken göremezsiniz. Okumuş-yazmış entellektüeller, Türk çizgi-romanlarında eğer dost taraftan iseler, zayıf ve güçsüz; eğer düşman taraftan iseler daima kötü niyetli ve habistirler. (Halkımız, okumuş-yazmış kişilerden pek hazzetmediği ve onlara güvenmediği için, olmalı)
Alev Alatlı, 'OK Musti! Türkiye Tamamdır' romanında bu konuda ayrıca saptamalarda bulunmaktadır.
Necdet Şen'in 'Hızlı Gazeteci'si bu tanıma uymuyor. Ama onu istisna olarak düşünüyorum. Bir de Galip Tekin veya Kemal Aratan'ın çeşitli mizah dergilerinde yayımlanmış bazı çizgi-romanları varsa da, bunlar SERİ değildi. Münferit maceraların ve sadece o maceralara özgü kahramanların -yani bir maceralık kahramanların- canlandırıldığı çizgi-romanlardı. Onları da istisna olarak alıyorum.
* * *
Türk çizgi-romanı bir 'geçişin' sonucudur. Önceleri gazetelerde tefrika romanlar yer alıyordu. Hani bilirsiniz, 'arkası yarın' formatında gazetelerde yer alan romanlar. Her gün, romanın sadece bir kısmı. O sıralar da bir takım polis dedektifleri de roman kahramanı oldularsa da, pek ilgi görmediler.
Sonra "pehlivan tefrikaları" başladı. Evet, işte bu: KUVVETLİ TÜRK, rakiplerini yere çalan kahraman prototipi. Bunun bir okur kitlesinde yankı bulması yayıncılara gösterdi ki, "tarihte" Türk milletinin şimdikinden daha kahraman olduğuna dair ideolojik bir nostalji, tiraj olarak geri dönmektedir. (Çetin Altan buna "Türk'e Türk propagandası yapmak" der)
Fakat okuma özürlü Türk okuyucusuna (?! sadece 'yazılı' pehlivan tefrikası yetmiyor. Tirajı biraz daha yukarı çekmek için ne yapacağız peki? Bu okurlar en son ne zaman ellerine kitap almışlardı? İlkokul 5. Sınıfta... Nasıldı o kitap? Resimli hikaye kitabı.. Hah, tamam işte size formül...
1950'li yılların sonuna doğru gazetelerde yer alan tefrika romanlar 'resimlendirildiler'. Nasıl mı? Diyelim ki o gün 10 paragraf yayınlayacaksınız. Üç tane de kare çizersiniz. Yetmedi mi? O zaman o resimlere bir de konuşma balonu ekleyeceksiniz.
Sonraları bu tarz "resimli" romanların bazıları o kadar ilgi gördü ki, münferit olarak da basılmaya başlandılar. Kimisi hep gazetelerde kaldıysa da, bazıları sinemaya uyarlanacak kadar çok sevildi.
İşte Türk çizgi-romanı böyle doğdu. Roman okuma, edebiyat vs. ile normalde ilişkisi olmayan bir kitleye 'hikaye pazarlama' taktiği olarak.. Aslında yayıncı açısından düşünülecek olursa, son derece akıllıca ve başarılı bir taktik olduğunu söylemek gerek. Ama, Türk çizgi-roman okuyucusunun, yabancı çizgi-roman okurlarından farkını da işaret etmemiz yerinde olacak. Çünkü çıkış noktaları arasında farklar vardı.
* * *
Fatih'in Fedaisi Kara Murat ve Malkoçoğlu kendi tiplerinin prototipleri olup, gazetelerde yayınlanırdı. Sonradan bunların çok sayıda taklidi Burak Bey, Doğan Bey, Doğan görünümlü Şahin Bey vs. gibi isimler altında boy gösterdi. Abdullah Turhan yetenekli bir ressamdı, yazarları farklı olan birden fazla kahramanı resimledi. Hatta kendisi de Tarkan'ı andıran (sarışın , Orta Asya Türkü) Tolga'yı yarattı. Tercüman çocuk dergisinde yayınlanan Tengiz, kısa bir süre çıkan Bahadır gibi kahramanları da saymaya kalksak bu işin sonu gelmez.
Ama üç tanesi var ki, bahsedilmesi şart: Sezgin Burak'ın Tarkan'ı, Suat Yalaz'ın Karaoğlan'ı ve Ali Recan'ın Yüzbaşı Volkan'ı.... Onlar da gelecek yazıya kaldı.
Tarkan
Türk çizgi-roman kahramanlarını ele almaya başladığımız dizimizde sıra Tarkan'a gelince, ona özel bir yazı ayırmak farz oldu. Ben onun son dönemine yetişebildim. O zamanlar 'Tarkan' dendi mi kimsenin aklına yumuşak şarkıcılar gelmezdi. Aileler çocuklarına 'Tarkan' adını verirlerken, kastettikleri işte bu çizgi-roman kahramanıydı. Tarkan sözcüğünü icad eden de bizzat bu kahramanın yaratıcısı Sezgin Burak'tı. "Tarkan, Türk gücünü ve kudretini yansıtan bir kelimedir. Bu kelimeyi 'Türk kanı taşıyan kahraman' manasında yarattım.." demişti. (O sıralarda, sizin bildiğiniz Tarkan Tevetoğlu, henüz portakalda vitamindi. Daha babası o portakalı manavdan alacak da.. yiyecek de... ohoooo)
Sezgin Burak (1935-1978) İtalya'da çizgi-roman üstünde çalışmalar yaparken, 1966 yılında Tarkan'ı yarattı. 1967'den itibaren de Tarkan Türkiye'de yayınlanmaya başladı.
Tarkan, Hun İmparatorluğu'nun sınır boylarındaki bir kale komutanı YİĞİT ALTAR'ın oğludur. Düşmanlarının ve büyücü Goşha'nın marifetiyle Altar öldürülür ve Tarkan daha bebekken yapayalnız kalır. Ancak dişi bir kurt onu bulur, kurtarır ve emzirip büyütür. O dişi kurtun oğlu olan kurtla da Tarkan sonradan kanka olup maceralara atılacaklardır zaten. (Kurt tarafından kurtarılıp beslenen bebek efsanesi Romalılardan alınmadır. Efsaneye göre, Roma İmparatorluğu'nun kurucusu olan Romulus ve Remus kardeşler de daha bebekken bir sepet içinde Tiber nehrine bırakılmışlar ve dişi bir kurt tarafından kurtarılmış ve büyütülmüşlerdir.)
Müslüman olmayan tek Türk çizgi-roman kahramanı Tarkan'dır çünkü Türkler o tarihte Şaman dinine mensuptu.
Tarih M.S. 5.Yüzyıl, Hun İmparatoru Attila dünyayı titretmektedir. Başbuğ Attila doğuda Çinlilerle batıda Romalılarla savaşadursun, arada da bir sürü başbelası kavim ve krallık vardır (Vandallar, Vikingler vb.) İşte Tarkan, Yüce Başbuğ Attila'nın sağkolu, fedaisi ve en güvendiği silahşörü olarak, Milano'dan Pekin'e kadar uzanan bir alanda koşturur durur. Uzun sarı saçları, bazen kafasına taktığı bir börkü, boynundan eksik etmediği kurt madalyonu ve kürkten yapılmış enteresan bir kostümü vardır. (Yani mini etekli diyeceğim, dilim varmıyor)
Uzun sarı saçlı ve korkunç bakışlı Tarkan, pek de kaslı bir figür değildir. Ama hiçbir dövüşten de yenik çıkmamıştır. (Gerçi Altınkılıç filminde Çinli silahşör Wang Yu'dan ilk karşılaşmalarında temiz bir sopa yemişti ama sonradan intikamı çok acı oldu. Yeri gelmişken belirtmekte fayda var, o filmdeki Wang Yu adı da, Hong Kong'lu dövüş filmleri artisti Jimmy Wang YU'dan araklanmıştır.) Sadık dostu Kurt'a "Atıl Kurt" dedi mi, artık düşmanlarının titreme zamanı gelmiştir.
Özellikle ilk sayılarında az resim, çok yazı vardı. Çizgi-romandan esinlenerek beş adet Tarkan filmi yapıldı. Bu filmlerden aklımda kalan bir iki detayı da aktarmak isterim:
"Viking Kanı" filminde, Çinlilerle Vikingler işbirliği (! yapıp Attila'ya karşı kumpas kurarlar. (Sadece bu bile yeterince absürdtür.) Bu sırada Viking komutan, Çinli prensesin korumalarından birini yanlışlıkla öldürür. Prensesi ise şu sözlerle teselli eder: "Zararı yok, nasılsa kalabalık milletisiniz.." (Orada koptum.. Bir Viking, hayatında hiçbir Çinliyle karşılaşmış mıdır? Hadi karşılaştı diyelim, onların nüfusunu falan nerden bilsin?)
"Viking Kanı" filminde Tarkan'ın ahtapotla su altında kapıştığı sahnede, Tarkan rolünü oynayan Kartal Tibet'in kanarya sarısı slip donu açıkça görünür.
"Honoria'nın Yüzüğü" filminde Attila eski manitası Honoria ile gizlice buluşmaya gelir. Buluşmaya geldiği yer ise, bir Bizans şatosunun kalıntılarıdır. (Oysa o tarihte Roma İmparatorluğu daha ikiye bile bölünmemişti.. Daha yok ki Bizans?)
Gene "Honoria'nın Yüzüğü" filminde Vandal kralını canlandıran Zeki Alasya'nın (filmin final sahnesinde) kıçı görünür. Bu kısmı sonradan televizyonda makasladılar.
"Altınkılıç" filmininin dövüş sahnelerinde, Sergio Leone'nin o meşhur spagetti Western'lerinden başrolünü Clint Eastwood'un oynadığı "For a Fistful of Dollars" (Bir Avuç Dolar İçin) filminin müziği çalınır.
KARAOĞLAN: Karaoğlan'ın öyküsü 1959'da Akşam gazetesinde başlar. Tarihsel romanlarıyla tanınan Abdullah Ziya Kozanoğlu'nun yazdığı öyküler Ratip Tahir Burak'ın çizgileriyle buluşur ve çizgi-romana dönüşür. Kısa sürede Burak'ın yerini genç çizer Suat Yalaz alır. Bu çizgi-romanlarda Kaan adlı bir kahraman ön plana çıkar. Kozanoğlu'nun 1962'de gazeteden ayrılmasından sonra Yalaz, bu tiplemeyi Karaoğlan adıyla kendisi yazıp çizmeye girişir.
Aynı yıl Atıf Yılmaz bu kahramanı, senaryosunu Yalaz'ın yazdığı "Cengiz Han'ın Hazineleri" ile beyazperdeye taşır. Ancak başrolde Orhan Günşıray'ın, onun sevgilisi Çavdar Tarlası rolünde Fatma Girik'in ve kötü adam rolünde Öztürk Serengil'in oynadığı, özgün müziklerini Ruhi Su'nun yaptığı bu filmin hemen ardından devam filmleri çevrilmedi. 1965'te ise bu kez Suat Yalaz kolları sıvayıp ve yapımcı-yönetmen-senarist olarak sinemaya geçti. Karaoğlan'ı canlandıracak oyuncu bulmak için Akşam'da büyük boy ilanlar yayınlandı. Başvuranlar adaylar arasında bir türlü uygun biri bulunamadı. Derken Ankara'dan konservatuar mezunu, genç tiyatro oyuncusu Kartal Tibet başvurdu. Suat Yalaz bundan sonrasını şöyle anlatıyor: "Kartal'ın ismi dikkatimi çekti benim. Hem Kartal, hem Tibet, sanki ben uydurmuşum gibi... Kartal'ı gördüğüm zaman baktım, 1.85 boy.. Boylu, poslu yüzü de fazla silik. Tamam, dedim. Ben buna peruk koyacağım, kaşlarını da boyarım... Yani çizdiğim Karaoğlan'ı olduğu gibi yüzüne koyarım." Karaoğlan filminin Temmuz, Ağustos sıcağında Anadolu bozkırında 45 günde gerçekleşen çekimlerinde kalabalık bir figüran kadrosu, hatta 60 civarında at kullanılmasından dönemin sinema basınında övgüyle söz edecektir.
Suat Yalaz ile Kartal Tibet arasındaki verimli işbirliği birkaç yıl sürdü. Bu zaman zarfında çok sayıda Karaoğlan filmi çekildi. Kartal Tibet'in sinema kariyeri de böylece başlamış oldu.
Karaoğlan filmlerinin gördüğü ilgi üzerine bir diğer çizgi-roman kahramanı, 1965'te Cumhuriyet gazetesinde Ayhan Başoğlu'nun yaratmış olduğu Malkoçoğlu 1966'da Süreyya Duru tarafından beyazperdeye uyarlandı. Malkoçoğlu'nu sinemaya jön olarak başlayıp "Horasan'ın Üç Atlısı" (1965) ile tarihsel filmlere geçen Cüneyt Arkın canlandırdı. Malkoçoğlu gösterime girmeden önce Ses dergisi şöyle soruyordu: "Bakalım Karaoğlan Kartal Tibet mi, yoksa Cüneyt Arkın Malkoçoğlu mu seyirciyi daha çok etkileyecek?"
Yani Karaoğlan'ın çizgi-roman olmaktan öte, Türk sinemasına katkısını bilmem anlatabiliyor muyum?
Karaoğlan, 13. Yüzyıl'da yaşamış bir Uygur Türkü olup, Cengiz Han'ın hizmetinde bir silahşördür. Uzun siyah saçlı, delişmen bir oğlandır. Yakışıklı ve çapkındır. Bazen babası Baybora Alp ile, bazen kadim dostu Çalık ile, bazen de yalnız vaziyette Çin'den Hindistan'a, Bizans'tan Arabistan'a kadar uzanan bir alanda dolaşır durur. "Canını Albızlar alası Camoka"yı gördüğü anda eli kurt başlı kılıcına gider.
Fazla konuşmayan, asık yüzlü Tarkan'ın aksine; Karaoğlan'ın gelişmiş bir espri anlayışı ve güleç bir yüzü vardır. Yerine göre dövüşürken bile espri yapmaktan geri kalmaz. (Bir macerasında, kavga esnasında rakibine şöyle demişti: "Sen cümbüşü seven biri olmalısın, elindeki kılıcı zurna gibi tutuşundan belli..") Bu tatlı dilli silahşörün kadınlarla da arası hep iyi olagelmiştir. Şimdi size saçma gelebilir ama, bir sevişme sonrası nehir kenarında gusül abdesti bile alır.. "Ne yapıyorsun öyle?" diye soran kıza da "Sen de seviştikten sonra bir su dökünsen, vücudun canlanır. O zaman İslam'ın niye böyle emrettiğini anlarsın.." demiştir. (Cima serbest, abdest mecburi, ben dumur)
* * *
YÜZBAŞI VOLKAN: 1971 yılı sonlarında ülkemizde konuk olarak bulunan Amerikan Hava Kuvetlerinin bir U-8 uçağı, fırtınalı bir havada Kars'a giderken yanlışlıkla Rus hududunu geçmiş ve Sovyet Migleri tarafından yolu kesilerek Ermenistan'ın Erivan hava limanına inişe zorlanmıştı. Bu olay dünya kamu oyunda geniş yankı uyandırmıştı.
O tarihlerde, günlük gazetelere çeşitli konularda resimli romanlar ve karikatürler çizen ve gazete ressamlığı yapan Ali Recan yeni bir çizgi roman kahramanı arayışı içindeydi. Hemen hemen bütün günlük gazeteler o günlerde çok popüler olan eli kılıçlı Orta Asya kahramanlarıyla doluydu. Denenmemiş bir konuda , yeni, çağdaş bir çizgi roman kahramanı arayışında olan Ali Recan'ın dikkatini U-8 olayı çekmişti.
Türk Hava Kuvvetlerine mensup genç bir pilotun fazla komplike olmayan ve daha sonradan hazırlayacağı Yüzbaşı Volkan'lara göre daha az sayfa sayısına sahip bu çizgi-romanı beklenilenin üzerinde bir ilgi gördü. İşte 1970'lerle kariyerine başlayan -ve o tarihte adı henüz Volkan olmayan Yüzbaşı Volkan'ın kısa başlangıç öyküsü buydu.
Yüzbaşı Volkan Türk Hava Kuvetlerinin kahraman pilotlarını sembolize eder. Savaş için eğitim görmüş olmasına rağmen savaşa karşıdır. Fakat barış sürecini sürdürebilmek için güçlü ve caydırıcı olmak gerektiğine inanır. Yüzbaşı Volkan barışçı ve insancıldır fakat görevi gerektirdiğinde, bir makineli tüfeğin mermileri kadar hızlı ve yok edici olur. Her Türk askeri gibi Yüzbaşı Volkan da "Önce Vatan" prensibine inanır ve ona göre "Vatan sevgisi her türlü ideolojinin üstündedir." Bu tür konulara değinmek Yüzbaşı Volkan'ın 25 yıllık yayın yaşamı boyunca çeşitli çevrelerde yankılara yol açmış, övgü ve sövgülere neden olmuştur.
Yüzbaşı Volkan'ın yanında sevgilisi Gazeteci Funda ve yakın arkadaşı Hakkı Başcavuş vardır. Tabii Sovyet pilotu Yüzbaşı Olga'yı unutmak ne mümkün?
14 Temmuz 1975 tarihinde, yani "Bonanza"daki ilk yayından bir yıl sonra, Tay Yayınları sahibi Sezen Yalçıner'le yeni bir anlaşma imzalayan Ali Recan, Yüzbaşı Volkan karakterini bağımsız bir dergi olarak çıkarmak üzere hazırlıklara koyuldu. Haftalık bir derginin yayıncılık zorluklarina karşı yedek sayfa ve macera stokları hazırlayabilmek için yardımcı çizerler de buldu.
Böylece ilk Yüzbaşı Volkan çizim ekibi kurulmuştu. "Son İmdat Çağrısı" adını taşıyan ilk Tay Yayınları amblemli Volkan macerası 9 Temmuz 1976'da çıktı. Daha sonra Alfa yayınlarından çıkarak 1987 yılına kadar dergi olarak, Tercüman gazetesinin kapandığı 1993 yılına kadar da gazete sütunlarında boy göstermeye devam etti.
Hatırladığım ilginç bir olay da, Ali Recan tarafından bir röportaj sırasında anlatılmıştı: Yüzbaşı Volkan'ı izlemiş olanlar hatırlayacaklardır. Tay yayınlarından çıktığı sıralarda, her bir kitabın iç kapaklarında, bazı savaş uçaklarının teknik bilgileri verilirdi. Hatta, çizgi-roman maceralarında geçen dialoglarda, hangi savaş uçağından hangi hava Kuvvetlerinde ne kadar bulunduğundan falan da bahsedilirdi. Bütün bunlarda bir casusluk kokusu alan MİT, Ali Recan'a sorguya alarak 'Sen bunları nerden biliyorsun? Bunlar gizlidir..' deyince, Ali Recan 'Aviation Weekly' ve 'Jane's Defense Weekly' gibi Amerikan dergilerini göstererek "Bütün bu uçakların teknik özellikleri ve sayılarını Amerikan dergilerinden alıyorum.." diye cevap vermişti.
Yüzbaşı Volkan, Ali Recan tarafından 1990'ların sonunda gündeme oturan Susurluk Olayının çözümü için yeniden göreve çağrılmıştı. Üstelik bu kez Tuğgeneral rütbesine sahipti. Ancak eski maceralardan kırpılanlardan kolajla üretilen ve sadece 4 sayı çıkabilen 'Karanlığın Kartalları' adlı bu seri, Volkan'ın da popülaritesinin bir sonu olduğunu göstermişti. Çocuk dergilerinden gazetelere değin pek çok yayın organında kariyerini zenginleştiren Yüzbaşı Volkan, yaratıcısı Ali Recan'ın vefatıyla sona erdi.
Vefatından kısa bir süre önce Ali Recan, macera sayısı iyice çoğalan pilot kahramanını İtalya'daki yayınevlerine de pazarlamak için girişimlerde bulunmuştu. Oradaki yayınevleri bir Türk pilottan ziyade Amerikalı bir pilotun yayın şansının daha fazla olacağına karar vermişlerdi. Artık onun adı "Capitano Volcano" olacaktı. US Air Force'ta bir pilot olarak, Kaddafi'nin, Saddam'ın tozunu attıracaktı. Bugüne kadar Avrupalılar'ın, Amerikalılar'ın kafasına vura vura Türk pilotlarının yeteneğini ve gücünü ispat eden, "it dalaşı" adı verilen küçük kapışmalarda Y
Olaylar 1772-1776 yılları arasında geçmekteydi. Birleşik Krallık'ın (İngiltere diye okuyun) Amerika kıtasındaki bazı sömürge eyaletleri bağımsızlık için mücadele etmektedirler. Hadi buna Amerikan Bağımsızlık Savaşı diyelim. Ama konu ve mekan sizi aldatmasın.. Sahi, bu çizgi-romanın İtalyan yapımı olduğunu biliyorsunuz değil mi?
Avcıların lideri Çelik Blek, arkadaşları Profesör Oklitus ve daha ergenlik çağındaki Rodi ile birlikte, kah kızılderililerle kapışmakta, kah kırmızı urbalara (İngiliz askerleri) kök söktürmektedir. Arasıra Boston'dan gelen Avukat Konoli (Connoly ?) ise, Amerikan bağımsızlık mücadelesinde istasyon şefi görevi yapmakta, bazen Çelik Blek'e gizli ve tehlikeli görevler vermektedir. (Mission impossible, hesabı) İngiliz zindanlarından adam kaçırmalar mı istersiniz, gizli savaş planlarının ele geçirilmesi mi.. Bazen de mücadeleye katkıda bulunması için İngiliz hazinelerinin araklanması da gerekebilir yani..
Bu çizgi-romanda bütün İngilizler kötü, zalim ve çirkindirler. Hatta İngiliz komutan ve valiler ise bunlara ek olarak ahmak ve budaladır da.. Kahramanımız Blek'in karı-kızla işi olmaz, aseksüel bir hayat sürer. O, kendisini mücadelesine adamıştır. Profesör Oklitus ve Rodi'nin ortak zaafı ise fırsat buldukça yemek yemek ve turtaları mideye indirmektir.
Kahramanlarımızın bir macerada George Washington'la tanıştıklarını ve bir diğer macerada Benjamin Franklin'le birlikte Fransa'ya gittiklerini okudum. (Benjamin Franklin için bkz. 100 dolarlık banknotun üstünde resmi olan adam. Paratoneri icad eden kişi. George Washington tarafından Fransa'ya büyükelçi olarak gönderilmişti. Hatta Fransa kralının huzuruna peruk takmadan kendi saçıyla çıkması nedeniyle Fransız aristokratları tarafından 'Amerika'dan gelen vahşi doğa çocuğu' olarak hakkında dedikodu yapıldı. Açıklama bitti, parantezi kapat)
Son olarak, Teksas çizgi-romanı hakkında ileri sürülen iki hipotezi dikkatinize sunmak istiyorum:
1- Leman dergisinde bir tarihte yer alan bir yazıda (Nihat Genç yazmıştı sanırım) Çelik Blek, Rodi ve Profesör Oklitus'un 'devrimci üç özelliği' temsil ettiği söylenmişti. Buna göre; Blek yüksek ahlaklı ve gözüpek savaşçıyı, Profesör Oklitus bilimsel metotları hayatına rehber edinmiş kişiyi ve küçük Rodi de gençliği temsil ediyormuş..
2- TRT'de yıllar önce yayınlanan bir belgeselde, sanırım Mehmet Ali Birand'ın 32. Gün programında Can Dündar, "Marshall yardımından sonra Türkiye'de yükselen Amerikan hayranlığının bir uzantısı olarak, Amerikan bağımsızlık mücadelesinin çizgi-romanlar yoluyla Türkiye'de işlenir olduğunu" söylemişti.
Kimileri de, bu ikinci hipotezden yola çıkarak, Teksas çizgi-romanının, Amerikan kültür emperyalizminin bir parçası olduğunu ileri sürerler.
Ben bu hipotezleri ciddiye almıyorum. Çünkü, söz konusu çizgi-roman İtalyan yapımıdır. Üstelik, bu hipotezleri ileri süren kişilerin; aynı zaman ve mekanda, aynı olayların işlendiği Kaptan Swing çizgi-romanını tamamen esgeçip, sadece Teksas'ı hipotezlerine malzeme yapmış olmaları, bu kişilerin çizgi-romanlar konusunda pek de derin bilgi sahibi olmadıklarını göstermektedir bana göre...
TOMMIKS: Bir diğer meşhur kahramanımız Tommiks de, 19. Yüzyıl'ın ilk yarısında, kovboylar Amerikasında hızlı silah çeken bir kanun adamıdır. Nevada eyaletindeki Kulver kalesinde konuşlanmış Ranger'lardan biridir. Çizgi-romanda, Rangerlar askeri rütbelere sahip, üniforma giyen bir çeşit jandarma gibi bir şey oluyorlar.
(Meraklısına acil not: Aslında RANGER denilen paramiliter gruplar, batıya ilk yerleşen büyük toprak sahiplerinin, arazilerini kızılderililerden ve haydutlardan korumak amacıyla, parayla tuttukları silahşörlerden oluşmaktaydı. Devlet memuru, asker ya da polis değildiler yani...)
Ama İtalyan yapımı Tommiks çizgi-romanında Ranger'ler askeri düzen içindedirler. (İtalyan Carabinieri'lerinin bir yansıması mı?) Kulver kalesi komutanı Albay Brown (pos bıyıklı babacan bir zat), onun genç kızı Suzi, Doktor Salloso ve Konyakçı, Tommiks figürünün yardımcı oyuncularıdır.
17 Yaşındaki Tommiks, genç yaşına rağmen aklı ve becerisiyle Yüzbaşılığa terfi etmiş hızlı bir silahşördür. Albay'ın kızı Suzi ile platonik bir ilişkisi olsa da, duygusal anlamda bir çocuktur. Genellikle süt içmekte, bazen girdiği barlarda barmenden süt istemesi alay konusu olmaktadır. Napolyon adında bir de atı vardır.
Kahramanımızın iki arkadaşı Doktor Salloso ve Konyakçı ise sürekli pis ve pasaklı kılıklarda dolaşmakta ve nadiren ayık vaziyette bulunmaktadırlar. Konyak veya rom buldukları anda ise zilzurna olmaları işten bile değildir.
Kulver kalesindeki Napolili ranger Gennaro da, İtalyan yazarın bize sunduğu ufak bir menşe şehadetnamesi gibidir. (Hadi bu cümleyi anlamak için sözlüğe bakın şimdi) Tommiks'in habire başına bela olan ve sürekli kılık değiştiren Binbirsurat'ı da analım da eksik bir şey kalmasın.
* * *
ZAGOR: O bir fenomendir işte.. En sevdiğim oydu.. Elime aldığım ilk çizgi-roman da o olmuştur. İtalyan yapımı bu karakter, aşağı yukarı 1830 - 1835 yıllarında yaşamaktadır.
Zagor Tenay (ki bu isim kızılderili dilinde 'Baltalı İlah' anlamına gelmektedir) Meksikalı arkadaşı Don Çiko (Chicco?) Felipe Cayetano Lopez Martinez Gonzalez ile (yanlış anlama olmasın bütün o isimler tek bir kişiye aittir sadece) birlikte Darkwood ormanında yaşamaktadır.
Arada bir ona haber getiren Kazmakürek Bill diye üçkağıtçı bir arkadaşı ve eline ne geçirirse yiyen Boing-Boing adlı bir hayvan zaman zaman ona Darkwood'ta eşlik ederler. Bir yanında taş ve tahtadan yapılmış bir balta, diğer yanında tabancayla dolaşan kahramanımız, kafası kızınca AHYAAKK diye çığlık atmaktadır.
Zagor zaman zaman kervanları korur ve onlara rehberlik ederken, bazen kızılderililerle uğraşmakta ama esas Zagor'luğunu vampir, kurt adam, uzaylı vb. gibi fantastik düşmanlarla kapışırken göstermektedir.
İki şeyden asla vazgeçmez: Acayip desenli, kolsuz kırmızı tişortu bir, sevgili fıçısı Çiko iki.. Karamba Karambita!
* * *
MİSTER NO: Bu karakter, aslında listenin daha aşağılarında yer almalıydı ama Zagor'dan hemen sonra gelmesi şart oldu. Çünkü o da Zagor'un yazar ve çizerleri tarafından yaratıldı..
İkinci Dünya Savaşı'na Amerikan hava kuvvetlerinde savaş pilotu olarak katılan Mr.No (asıl adını kimse bilmez, Amerikalı olduğunu biliriz sadece) savaş sonrası proto-tip bir hippi olarak, Brezilya'nın Manaus kentine yerleşmiş, küçük uçağıyla Amazon nehri üzerinde turist gezdirerek hayatını kazanmaktadır. SS takma adlı (galiba asıl ası Kruger idi) Alman bir turist rehberi arkadaşı da vardır. (Bir önceki savaşta birbirlerine düşman iki ülkeden gelen iki maceracı ve barışçı ruh, 3. Bir ülkede dost olmuşlardır işte. Mesajımız: insanları seviniz.. Düşmanlarınızla kanka olunuz..)
Olaylar Amazon nehri boyunca Brezilya, Kolombiya, Guyana gibi yerlerde geçmektedir. Hatta kahramanımızın Karayip denizinde dolanıp Haiti'ye kadar uzanmışlığı da vardır. Olaylar her ne kadar İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra geçiyorsa da (1948-1950 yılları arasında olmalı) çizgi-romanın ayrıntıları (arabaların modelleri, karakterlerin kostümleri, dialoglarda geçen bazı kelimeler) Vietnam savaşı sonrası yaşanan hippilik devrine ait dekor ve düşünce tarzından izler yansıtmaktadır.
Enteresan bir şekilde ağarmış saçları (bunu ancak çizgi-romanda Mr.No'yu görmüş olanlar anlar) ve kolunda çiçek deseni olan yakasız bir gömlekle ortamlarda takılan Mr.No, süper kahraman değil bildiğiniz bıçkın delikanlıdır. Karı-kız peşinde koşarken dayak yediği, bazen mafyayla başını belaya soktuğu görülmüştür. Bir keresinde hapse düşmüş bir diğer macerada da Voodoo büyüsüne karşı mücadele etmek durumunda kalmıştı. Su altında nefes alabilen Timsah adamlarla olan macerası ise fantastik boyutuyla beni çarpmıştı.
"Canına yandığım" ve "Puxa Vida" deyimleri ile piranha denilen etobur balıkların varlığını ben ondan öğrendim.
KIZILMASKE: Türkiye'de Superman'dan sonra esprilere ve karikatürlere en çok konu olan çizgi-roman kahramanı Kızılmaske'dir herhalde.. Lee Falk adlı Amerikalı çizer tarafından yaratılmış ve ilkin gazetelerde bant olarak çizilmeye başlanmıştı. O sıralar takvimler 1936 yılını gösteriyordu. Lee Falk aynı zamanda Sihirbaz Mandrake'nin yaratıcısıdır.
Kızılmaske'nin orijinal adı The Phantom (Fantom=hayalet) olup, çok hızlı hareket etmesi, bir anda ortaya çıkıp bir anda ortadan kaybolabilmesi, kim olduğunun bilinememesi gibi özelliklere yapılan bir vurguyu ifade eder. Türk yayıncı ise bu adı, kahramanın giydiği kostümden hareketle Kızılmaske olarak koymuş. Biz de öyle kabul ettik. Ama şimdi bakınca epey komik kaçıyor yani.. Superman'a da 'Kızılpelerin' diyebilirdik aynı mantıkla..
Kızılmaske, Bengali ormanlarında yaşamaktadır. Asıl adı Kit Walker'dır. Kimselerin yerini bilip bulamadığı Kafatası mağarasında (yoksa Kurukafa mağarası mıydı ya? Orijinali Skullcave) ikamet etmektedir. Babadan oğula devreden Fantom'luk müessesesi 400 yıldır devam etmektedir. Tabii bunu pek az kişi bilir. O yüzden ormandaki yerliler Kızılmaske'yi ölümsüz sanmakta ve hatta ondan 'Ölümsüz Ruh' diye bahsetmektedirler. Adı ormanda bir efsanedir ve bu efsaneyle ilgili olarak yerlilerin uluorta söylediği:
"Fantom on kaplan gücündedir.."
"Fantom herkesle anladığı dilden konuşur.." gibi laflar, yolları ve yılları aşmış, bugün Cem Yılmaz'ın şovlarından Ahmet Yılmaz (Leman'daki Cümbür Cemaat köşesi onundur) karikatürlerine kadar girmiştir. Düşünün artık gerisini... Ve Fantom efsanesinin aldığı boyutları.
Kızılmaske, etrafındaki pigme dostlarıyla takılmaktadır ama aslında bu Pigmeler uşak gibi bir şeydirler. Kızılmaske'nin atının bakımını yaparlar, Kafatası mağarasını çekip çevirirler, arada sırada başları sıkışırsa da Kızılmaske'den yardım isterler. BEYAZ ADAM Kızılmaske, o ilkel zencilere yardım eder, onları korur ve gözetir.. Hatta icabında onları hayatın anlamı ve felsefe konularında bile aydınlatır, bilgilendirir. (Yaa, işte böyle.. Uygar ve üstün beyaz adam; ilkel, cahil ve bazen kötü niyetli siyah adama yardımcı olmaktadır) Bir de ergen dostlar Tomm ve Reks ile, onlara öğretmenlik eden Bayan Tagama vardır çevrede.
Kızılmaske'nin iki adet yüzüğü vardır, iki elinin orta parmaklarına takmıştır onları. Birisine yumruk attığı zaman, bu yüzükler kötü adamın çenesinde asla çıkmayan kurukafa işaretleri bırakmakta, böylece Fantom'la karşılaşmak bahtsızlığına uğramış kötü adamlar ömürleri boyunca damgalı eşek gibi yaşamak cezasıyla karşı karşıya kalmaktadırlar.
Ha, bir de Kızılmaske'nin koruyucu mührü vardır. Bazı bölgelere o işareti bırakmışsa, o bölge Kızılmaske'nin koruması altında demektir ve oraya tasallutta bulunacak kötülerin vay halinedir yani... Bazı maceralarda Kızılmaske'nin her iki yüzüğü de kurukafa desenli, bazılarında ise sağ elindeki yüzük kurukafa desenli olsa da sol elindeki yüzük koruyucu mühür amblemlidir.
Yani bu adam bir sol aparkat çıkarsa kötü adamı koruyucu mühürle mi damgalayacak? Bir de merak ederdim yani, aslında kötü olmayan bir adama yanlış anlama neticesi veya kazayla yumruk atacak olsa, boş yere damgalamış olmayacak mı garibanı? Hele de o damganın hiçbir şekilde çıkmadığını düşünecek olursak...
Diana Palmer adında uzatmalı bir sevgilisi vardı. Sonradan evlendiler, ikiz çocukları bile oldu.
Bengali'nin başkenti Mowitan'dır. (İngilizce orijinal metinlerde Mawitan diye geçiyor) Kızılmaske bazen kılık değiştirip buradan uçağa biner ve oraya buraya da uzanır. Yanına sadık kurdu Şeytan'ı da alır ve her seferinde hostesler ona "Bayım, uçağa köpek alamazsınız.." dese de, o hep aynı cevabı verir: "Şeytan, köpek değil kurttur.." Ve hep de mevzuu orada biter. Mesela bir gün de uçağın pilotu gelip "Sen bizimle dalga mı geçiyorsun? Burası hayvanat bahçesi mi lan dingil?" demez. (Bu arada, "Şeytan köpek değil kurttur" cümlesinin metaforunu düşünme işini de size bırakıyorum. Kurtlar ayrıntıda gizlenir, köpek gizlenmez. Şeytan da ayrıntıda gizlidir, o halde Şeytan köpek değil kurttur.. Bu da bir ayrıntı ve işte hem kurt hem Şeytan bu ayrıntı parantezinde buluşmadılar mı?)
Kızılmaske bazen kafası kızınca veya dinlenmek için Eden adasına gider. Bu adada bütün hayvanlar barış ve huzur içinde yaşamakta, aslanlar bile bu yüzden otobur takılmaktadır. Arasıra bu adada Baldy adındaki kel gorille güreş tutan kahramanımız, bazen de Hzzz adlı, mağarada yaşayan ve mantarla beslenen maymunsu bir yaratıkla takılır. Aman efendim ne asude bir mekandır o Eden adası.. Denizde yunuslar falan...
Kızılmaske arasıra Kafatası mağarasında atalarının anı defterlerini okur. Buralardan ekstra maceralar çıkar. Mesela yazar bizi 17. Yüzyılda korsanlarla mücadele eden bilmem kaçıncı Fantom'un maceralarına götürür böylece.
Bengali devlet başkanı Başkan Luaga ve hatta komşu ülke Ivory-Lana devlet başkanı Başkan Goranda, başları sıkışınca Kızılmaske'den yardım istemekten çekinmezler. Hatta, Diana Palmer ile evlendikleri macerada, nikahlarını bu iki devlet başkanı kıyıyordu ormanda.. Diana Palmer'in annesi "Peki bu nikah yasal mı?" diye sorunca, Diana Palmer'in babası "İki devlet başkanının kıydığı nikahtan daha yasal nikah olur mu?" diye cevap vermişti. (Yahu ne dırdırcı, vesveseli karısın. Ele güne rezil ettin bizi kızın düğününde... Damat tarafı artık yıllarca bunu anlatır durur...)
Vay canına..Kızılmaske hakkında anlatılacak ne çok şey varmış? Bunun filmi de yapıldı ama filmde Kızılmaske Bengali diye bir Afrika ülkesinde değil, Bengalla adında bir güney Asya ülkesinde yaşamaktaydı. Dolayısıyla etrafında Pigmeler yoktu, Hintliye benzer sarıklı tipler vardı.
Kızılmaske aslında Afrika'da mı yoksa Asya'da mı yaşamaktadır? Burası biraz tartışmalı. Çevresinde zenciler var diye Afrika diyebilirsiniz. Ama jungle tipi ormanlar Afrika'da yoktur, Asya ve Güney Amerika'da bulunur öyle ambiyans. Öte yandan, Fantom söylencelerine konu olan KAPLAN, Afrika'da bulunmaz. Dolayısıyla bir zenci ve bir kaplanın aynı coğrafyada yer alması zordur.
Bu da bana dokundu yani.. "Etrafında Pigmesi olmayan Fantom, tekerleği olmayan Ferrari'ye benzer.." (Aha bu lafı da ben uydurdum şimdi.. yerseniz, yani..) Öte yandan, Fantom on aslan değil kesinlikle on KAPLAN gücünde olduğuna ve TROPİK ormanlarda seyirttiğine göre, ne yapacağız, nasıl düşüneceğiz şimdi?
MANDRAKE: Superman karakteri ortaya çıkmadan epey önce pelerinli ve özel yeteneklere sahip bir çizgi-roman kahramanı Amerikan gazetelerinde görünmeye başlamıştı. Lee Falk daha 19 yaşındayken 1924 yılında Sihirbaz Mandrake karakterini yarattı ama çekmeden çıkarmak için on yıl bekledi. 1934 yılında Mandrake gazetelerde bant olarak yayınlanmaya başlamadan önce, Lee Falk ticari kaygılar nedeniyle kendi ressamlığına güvenemediğinden, Phil Davis adlı ressamla çalışmaya başladı.
Sonraları Mandrake o kadar sevilecektir ki, yayıncılar Lee Falk'a "Hadi bize bir karakter daha yarat.." diyerek 1936'da Kızılmaske karakterini yarattıracaklardır. (Kızılmaske, The Phantom ise, bir maske takarak asıl kimliğini gizleyen bir karakter olarak Batman'den önce gelir)
Mandrake süper bir sihirbazdır. Briyantinli saçları ve badem bıyıkları, Rudolph Valentino ile Adolf Hitler arası gıcık bir tip vermiştir ona ama karizması müthiştir.
İriyarı zenci arkadaşı Abdullah (ki galiba Afrika'da bir ülkenin prensiydi. Eh tabii, koskoca Mandrake bir zenciyle takılacaksa, zencinin asil olması lazım bir şekilde..) bazen kafasında fesi ve leopar kürkü kostümüyle bazen de modern kıyafetler giyerek Mandrake'ye eşlik eder.
Xanadu adlı bir villada yaşayan kahramanlarımıza (ki burası yolu tuzaklarla dolu, dağlık ve kayalık bir mevkide kurulu muhteşem bir yerdir) iki kadın eşlik eder: Narda ve Karma. Narda, Cocgaigne adlı minik bir Avrupa ülkesinin (Monako gibi düşünün) prensesi asil bir beyaz olup, Mandrake'nin uzatmalı sevgilisidir. Zenci bir hatun olan Karma ise Abdullah'ın manitasıdır. Xanadu'da aile ortamına benzer hoş bir ortam vardır ve ahlaka mugayir görüntü ve sahneler yer almaz ama biz okuyucular da neyin ne olduğunu biliriz yani...
Kahramanımız Mandrake, sihir gücü ve hipnotik yeteneklerini kullanarak hem uzayda hem dünyada; kah doğaüstü varlıklarla kah gerçek dünyaya ait kötü insanlarla mücadele eder. Çok zeki ve akıllıdır da. Aklının yetmediği yerde ise Kristal Küp yardımıyla (bazı maceralarda bu Kristal Küre olur) Sihirbazlık Akademisi'ndeki hocası Theron'la telepatik bağlantıya geçip taktik ve tavsiye aldığı da olur. Dünyada yalnızca iki tane olan bu kristal küplerin (ya da kürelerin) birisi Mandrake'nin evinde Xanadu'da, diğeri ise Theron'un ofisinde Sihirbazlık Akademisi'ndedir.
Mandrake'nin iki ezeli düşmanı vardır ki, bunlar dönüp dönüp Mandrake'den intikam almak veya dünyanın başına bela olmak için maceralarda görünürler:
Bunlardan ilki Kobra'dır ki, Sihirbazlık Akademisinde Theron'un asistanıyken kristal küpleri çalmaya yeltenmiş ve akademiden kovulmuştur. Yüzü asitle yandığı için de metalik bir maske takar ve kukuletalı bir kostüm giyerek dolaşır. Ondan her türlü kötülük beklenir. (Kobra'nın öyküsünün anlatıldığı macerada, Mandrake'nin Derek adlı bir de ikiz kardeşi olduğunu öğreniriz.. Ama bu kardeş nerdedir, sonra ona ne olmuştur, bilinmez..)
İkinci ezeli düşman ise, dünyadaki en gizli ve tehlikeli mafya örgütü olan Sekiz çetesidir. Sekiz mafya babasından oluşan bu gizli örgüt, liderleri Octon'un (ki bu da Latince 8 demektir) başkanlığında, sekiz rakkamı şeklinde bir masada buluşur ve dünyayı mahvetmek için planlar geliştirir durur.
Sekiz çetesi melanet peşindeyken, iyi adamlar da boş durur mu? Onlar da Inter-Intel adında uluslararası bir gizli polis teşkilatı oluşturmuşlardır. Inter-Intel'in şefi kimdir, onu kimse bilmez. Bir robot aracılığıyla konuşur bu gizli şef. (Maceralardan birinde gizli şef Mandrake'ye kimliğini açıklar: O da ne? Meğer Mandrake'nin Xanadu'daki aşçısı Hojo değil miymiş bu?) Şef, yardımcısı Jed aracılığıyla (pipo içen, kır saçlı ve keçi sakallı, Sean Connery tipinde bir adamdır bu Jed) bazen Mandrake'den yardım ister veya görüşüne başvurur.
Mandrake çizi-romanında görülen iki detay karakteri daha tanıtalım hemen:
Hojo: Mandrake'nin Japon aşçısı. (Ayrıca Inter-Intel'in gizli şefi, ama bunu kimse bilmiyor, sakın çaktırmayın) Dokuz dil bilir, judo ve karatede karakuşak sahibidir.
Magnon: Galaksimizin imparatoru. Dünya gezegeni henüz çok geri olduğu için bu sır dünyalılara açıklanmaz (sadece Mandrake ve Narda bilir) ama galaksimizin bir imparatoru vardır, o da iyi kalpli yiğit savaşçı Magnon'dur.. Galaksinin merkezindeki gezegeninde oturur. Başı sıkışırsa o da Mandrake'den yardım ister.
KAPTAN SWING: İtalyan patentli bu kahraman 1961 yılında IL COMMANDANTE MARK (Komutan Mark) adıyla yaratıldı. Fransa'da Captain Swing adını aldı, Türkiye'ye de Kaptan SWING olarak geldi.
O da tıpkı Teksas'ın Çelik Blek'i gibi, 1774-1776 yıllarında yaşamaktadır. Ontario gölünün kenarındaki kalesinde konuşlanmış bulunan 'Ontario Kurtları' adlı paramiliter bir grubun lideri olup, İngilizlere karşı Amerika'nın bağımsızlığı için savaşmaktadır.
Arkadaşları Gamlı Baykuş (Göllerin 4 kabilesinin reisi.. feylesof kızılderili UGH..) ve Mister Blöf ile maceradan maceraya koşan SWING, her seferinde Ontario kalesinde kendisini beklemekte olan sevgilisi Betty'e sağsalim dönmeyi başarır.
Aynı Çelik Blek'in giydiği gibi, kunduz kürkünden bir başlık takar. Kırmızı urbalara karşı savaşan gözü pek bir VATANSEVER'dir.
Bir de iyi yürekli vatansever korsan El Ginşo vardır ki, Ontario gölünde İngiliz gemisi batırmak gerekiyorsa, oda SWING'in yardımına koşar.
Mister Blöf'ün sıska köpeği Puik'i nasıl unutabiliriz? Ne yazık ki Gamlı Baykuş'un Puik'le yıldızı asla barışmayacaktır. Puik, fırsat bulduğu her an Gamlı Baykuş'un poposunu ısıracak, beriki ise ötekine ince tuzaklar kuracak ve onun hakkında "Pire torbası" diye ileri geri konuşup duracaktır.
Fransa'da yayınlanan çizgi-romanlar hakkında bilgi veren bir INTERNET sitesinde Kaptan SWING hakkında şunlar yazılıydı:
"Kaptan SWING'in 281 macerası yazıldı. Biri dışında hepsi Fransa'da basıldı. O basılmayan macerada Amerika'nın nihayet bağımsızlığa kavuştuğunu ve Kaptan SWING'in en sonunda Betty ile evlendiğini söylersek, herhalde niçin Fransa'da basılmadığı da anlaşılmış olur..."
Yorum sizin..
Kaptan SWING'in alameti farikası : "Hay bin kunduz!" (Dikkat! Bu laf Swing'e aittir, Çelik Blek'in değildir. Karıştırmayın sakın...)
Gamlı Baykuş: "Büyük büyük dedem derdi ki....." ve "Vakonda aşkına..."
Mister Blöf: "Keçinin sakalı..." "Jüpiter'in sakalı..."
* * *
TOM BRAKS: İlk olarak 1966'da İtalya'da Kaptan SWING'in eki olarak yayınlanmaya başladığında orijinal adı Alan Mistero idi. Türkiye'ye gelince Tay yayınları (Herhalde Tommiks'e rakip olsun diye) Tom Braks adını uygun gördüler.
Kızıl ve kıvırcık saçlı bu kahraman, tıpkı Tommiks'teki kötü adam Binbirsurat gibi, kılık değiştirme hünerleri gösterir. Makyaj ustasıdır. San Diego, New Mexico gibi yerlerde boy gösteren iyi yürekli bir silahşördür. 1848'den sonra yaşıyor olmalıdır, çünkü Kuzey-Güney savaşı sona ermiştir.
İki arkadaşı Tonton ve Baron, maceralarında Tom Braks'a eşlik ederler. Tonton, köfte yemek konusunu saplantı haline getirmiş sarsak bir adam olup, kızdığında veya şaşırdığında "Hay bin kokmuş köfte.." veya "Dünyadaki bütün köfteler aşkına..." gibi laflar etmektedir. Castagnaclar soyundan geldiğini ileri süren ama asaleti konusunda kimseyi bir türlü ikna edemeyen Baron ise, silindir şapkalı ve ekose ceketli bir figür olur, "Amanallah.." nidasıyla ünlüdür.
Aklımda başkaca orijinal bir konseptleri kalmamış. Çizgi-roman olarak biraz dandiktiler galiba...
ZEMBLA: Bu şahıs bana hep Tarzan'ın taklidi gibi gelmiştir. Leopar kürkü bir şort giyerdi ve bu şortun omuzdan çapraz dolaşan tek bir askısı vardı. Omuzlarına inen siyah saçlarını ve gövdesini yana yatırarak yürüyüşünü hatırlıyorum. Yeye adında adındaki yerli çocuk kankası sürekli MP miğferi giyerdi ve boynuna bir çalar saat asmıştı. Sakar dostları Rasmus ise (Tom Braks'taki Baron ve Mandrake karışımı) bir silindir şapka giyer, ormanlık yerde ceket ve pantalonla dolaşırdı. Hiçbir macerası aklımda kalmamış, demek ki pek o kadar iz bırakan bir şahsiyet değildi.
* * *
JUDAS: Tay yayınlarından kısa bir süre çıktı. Ödül avcısı bir silahşördü, uzun bir palto giyerdi. Tipi Charles Bronson'u hatırlatıyordu bana. Judas, Hz.İsa'yı ele veren havarinin İncil'de geçen adıdır. Bu lakap/isim, ona "ödül avcısı" olduğu için verilmişti sanırım. Yani bu kahraman, vatana millete pek de hayırlı bir delikanlı değildi kısacası.
* * *
JERİKO: Kızılderililer tarafından büyütülmüş, onlar gibi giyinen, sarı uzun saçlı bir beyaz adamdı. Düşmanlarına karşı çok zalimdi. Kızılderili gibi kafa derisi yüzüp, işkence yaptığı maceralar hatırlıyorum. Ama yakışıklıydı ve çocuklarla da iyi anlaşırdı. Bu tip de bana, bir zamanlar TRT'de gösterilen Desperado'yu hatırlatırdı: Bir yere yerleşmeyen, insanlarla ilişkileri hep narin ve bıçak sırtında olan, asosyal ve huzursuz bir ruh. Zaman zaman ona özendiğimi saklamayacağım.
* * *
ALASKA: Yok, bu frigo değil! Kahramanın asıl adı Kenneth Parker'di. Avcı ve rehberdi (ya da öyle bir şeydi) Sanırım maceraları 19. Yüzyıl'ın ilk yarısında geçiyordu çünkü tüfeği eski model bir çakaralmazdı. Sadece iki cildini okuyabildim, o da epey geç olmuştu (1983 falan) o yüzden aklımda fazla bir şey kalmamış.
* * *
TEKS: Teks Willer, Tommiks gibi bir Ranger'di. Ama sabit bir kalede mesai yapmazdı. Diğer askerlerle 'O iş öyle yapılmaz, ona öyle demezler..' ana fikrini işleyen çok dalaşmalara girmişti. (Otoriteye karşı bir eleman yani) Kızılderili bir arkadaşı (Adı da Tanto muydu?), Kit Carson adlı kankası ve bir de boyu kadar oğlu vardı. Üçü beraber takılırlardı. Kanun kaçakları ve yanlış yapan kızılderililer karşılarında Teks'i bulurlardı ve belirtmek gerek: O, Tommiks gibi süt çocuğu değildi, SERT bir adamdı. Kodu mu oturtur, vurdu mu dağıtırdı.
* * *
KINOWA: Eskiden kızılderililer tarafından kafaderisi yüzülmüş, bu yüzden onları gördüğü yerde öldürmeye ahdetmiş bir silahşördü. Mister Blöf gibi keldi. (Boru değil, adamın kafa derisi yüzülmüş) Asıl adı Sam Boyle olup Şeytan'a benzer boynuzlu bir maske takıp KINOWA olduğu zaman, etrafındaki bir mil çapındaki alanda canlı kızılderili bırakmazdı. Çok zalimdi, çok..
* * *
RED KİD: Morris (1923-2001) adlı Belçikalı çizer ile Goscinny (1926-1977) adlı Fransız yazar tarafından yaratıldı. (Belçikalılar da çizgi-roman dünyasına pek çok karakter kazandırmışlardır. Bugün Brüksel'de bir 'Çizgi-Roman Müzesi' bile bulunmaktadır.) Goscinny'nin vefatından sonra başka yazarlar denendiyse de, eskisi kadar iyi olmadı. Morris son yıllarında çizmeyi bırakıp, 2001'de vefat edince, Red Kid de aramızdan ayrılmış oldu.
Red Kid'in orijinal adı Lucky Luke'tur. Mini Ringo gibi, oda aslında tam bir çizgi-roman kahramanı sayılamaz. O aslında bir karikatür-roman kahramanıdır ve 'komik'tir. Hemen her macerasında detaylara ustaca gizlenmiş bir sürü espri sizi selamlar. Sadık atı Düldül (orijinal adı Jolly Jumper) ile birlikte Nothing Gulch kasabasında ikamet etse de, görev çıktığında Meksika'dan Kanada'ya, Boston'dan San Francisco'ya kadar uzanırdı.
Bazen bir senatör ona gizli ve diplomatik bir görev verir, bazen bizzat başkan Lincoln'ün ricası üzerine harekete geçerdi. Amerika'nın doğusundan batısına telgraf hattı mı çekilecek? Demiryolu mu döşenecek? Altına hücum mu başladı? Kahramanımız anında olay yerine intikal ederdi. Çoğu kere, macera gelir onu bulurdu.
Red Kid'in maceraları, Avrupalıların, Amerikan tarihine alaycı bir bakışıdır, diyebiliriz.
Ağzından eksik etmediği sigarasını, sonradan (sigara karşıtı kampanyalar nedeniyle) bir ot çöpüyle değiştirdi. Oysa sigarasını sarışı, paçasına veya direğe sürüp tutuşturduğu kibritiyle yakışı apayrı bir karizmadan izler taşırdı.
Dünyanın en aptal köpeği Rin Tin Tin (orijinal adı Rataplan) ve hapisten beşyüzüncü defa kaçan ve tekrar yakalanıp hapse tıkılması gereken Daltonlar, Red Kid'in 'olmazsa olmaz'ıydılar. Dalton kardeşleri kim unutabilir ki? En uzun boylu ve en aptal Averell, Jack, William ve en kısa boylu olan ama çetenin beyni konumundaki Joe... (Bu arada, Dalton kardeşlerin tarihte gerçekten yaşamış olduklarını ama hepsinin kanun kaçağı olmadığını not edelim. Red Kid'in maceralarında karikatürize edildiklerinden çok farklıydılar yani.)
Red Kid'in maceralarında karşılaştığı Calamity Jane, Billy the Kid, Jesse James ve kardeşleri aslında tarihte gerçekten yaşamışlardır.
Red Kid, pek çok macerada kadınlarla romantik yakınlaşmalarda bulunduysa da, delikanlılığı asla elden bırakmamıştır. Hatta bir macerasında az daha evleniyordu da... O macerayı hatırlıyorum: İstemeyerek evlenmek durumunda kalmıştı.. Ama maceranın sonunda daha düğün dernek kurulmadan, esas damat adayı çıkıp geldi, yanlış anlamalar düzeltildi ve finalde kovboyumuz güneş batarken şarkısını söyleye söyleye uzaklaşmasını bildi.. Hala (bekar) yalnız bir kovboydu! Kahramanım benim!!!
* * *
TENTEN: Belçikalı Remi Georges (adının baş harfleri R.G.'nin Fransızca okunuşu ER-JE, ve bu okunuşu vermesi için ona verilen kısa ad Hergé olarak bilinir) adlı çizer tarafından 1929'da yaratıldı. Hergé, yetenekli ve zeki bir gençti, önce izci sonra da asker olmuştu. Tenten'i yarattığında o da 22 yaşındaydı. Tenten'in ilk macerası 1921'de geçer ve adı 'Tenten Sovyet Ülkesinde'dir. Bolşeviklere karşı mücadele etmektedir. Yaratıcısının kimliğini o günkü sosyo-politik atmosferle birleştirince, Tenten'in politikayla içli dışlı olmasını ve çıkış noktasını yadırgamamak gerek.
Aslında o da Red Kid gibi 'karikatür' görünüşlüdür ve 'komik' özellikler taşır ama, Tenten çok daha entellektüel ve politik mesajlar taşıyan bir çizgi-romandı.
Sonraki asıl maceralarında, etrafındaki tipler, giyimler, dekor vs..vs.. bize Tenten'in 1960'ların başlarıyla 1970'lerin ortalarında yaşadığını düşündürür. Tenten bir gazetecidir. Golf pantalonu giyer. Ufak tefek, çelimsiz bir oğlandır ama çok akıllıdır. Bazen Güney Amerika'da Diktatörlük rejimlerine karşı gerillalarla birlikte çarpışır, bazen Tibet'e bazen And dağlarına gider. Hatta bir macerasında aya da gitmişti.
Sadık dostları Kaptan Haddock (Alkolik bir denizci eskisi. Sürekli kaptan şapkası takar ve göğsünde çapa amblemi bulunan balıkçı kazak giyer. Ağzından piposu düşmeyen asabi bir tip) ve Profesör Turnusol (Melon şapkalı, bastonlu, komik bıyıklı bir tip. Kulakları ağır işittiğinden herşeyi yanlış anlamaktadır. Bu yüzden olmadık yerde sinirlenir, bazen başını en ciddi belalara sokarken bile durumun farkına varmayan şaşkın ama iyiniyetli bir bilim adamıdır.) Tenten'e her macerasında eşlik ederler. Sadık köpeği Boncuk'u da unutmamak lazım tabii ki..
Arada bir ortalarda görünen tipik karakterleri de bir hatırlayacak olursak:
Nestor: Tenten'in malikanesindeki uşak. Bana Jeeves'i hatırlatır. (Ne? "Jeeves de kim" mi dediniz? Derhal bu satırı atlıyoruz.. Very Good Jeeves.. Indeed, sire....)
Dupond ve Dupont Kardeşler: Siyah takım elbise, melon şapka ve bastonlarını yanlarından eksik etmeyen komik bıyıklı bu iki polis müfettişi ikiz kardeştir ve birbirlerinin tıpkısıdırlar. Ama adları farklıdır işte.
Bianca Castafiore: İtalyan soprano.. Kaptan Haddock'u sinir eden, kasıntı bir sosyetik hanımdır.
Serafin Lampion: Hafif üçkağıtçı, sözde girişimci/yatırımcı işadamı fakat her durumda başına belalar açan, fakat bazen Tenten'i en olmadık yerden kurtaran bir karakterdir.
TARZAN: "Ben Tarzan, sen Jane!.." cümlesini bir şekilde duymamış olan var mı? Aaa Aaaa diye sarmaşıklardan sallanarak ağaçtan ağaca bütün ormanı dolaşan (beyaz) adam... Ormanlar kralı Tarzan!
Tarzan 1912 yılında Edgar Rice Burroughs tarafından yaratıldı. Tek bir hikayelik çizgi-roman olarak başlamıştı ve adı da "Tarzan of the Apes ~ A Romance of the Jungle" idi.
Daha küçücük bir bebekken annesi ve babası kazada ölen Tarzan'ı; Kala adlı bir dişi goril büyütür. Sonradan o kadar çok taklidi, çizgi filmi, dizi filmi vs. yapıldı ki, Tarzan'ı Tarzan yapan şeylerin hemen hepsi başka yerlerde de kullanıldı.
Özetle: Ormanların kralı olmuş, vahşi ama özünde iyi bir beyaz adam. Uygarlaşmış, ama uygarlaşırken doğaya ve kendisine yabancılaşmış kötü ve açgözlü beyaz adamlardan ormanı ve ormandaki hayatı korumaya çalışır. Aslında haklı görünen ama umutsuz bir savaş.
Dialektik yasaları kendi hükmünü sürerken, biz içimizdeki o vahşi ve henüz kendine yabancılaşmamış saf ama güçlü kahramanın bizi dış dünyanın kötülüklerinden kurtarmasını hayal eder dururuz. Modern uygarlığın acımasızlığına bir eleştiri biraz da... Tarzan, işte bunun ifadesidir.
Ormanın Çocuğu Mowgli, Zembla ve hatta bir dereceye kadar Kızılmaske, aslında Tarzan'ın taklit versiyonlarıdır bir yerde.
Tarzan o kadar çok karikatüre ve fıkraya konu oldu ki, sanırım yeni nesiller onu sadece "Ormanda maymunluğa ve şaklabanlığa heves etmiş biraz deli, biraz aptal ama illa ki komik" bir figür olarak hatırlayacaklar.
* * *
SUPERMAN: 1934 yılında, o yıl liseyi bitiren iki yakın arkadaş, Jerry Siegel (1915-1996) ve Joe Schuster (1914-1992) tarafından yaratıldı. Ama ilk sayısının basılması 1938 yılında oldu. (Ekonomik buhran Amerika'yı sallayıp çökertmeye yeni başlamış... İnsanların dikkatini hayal dünyasından gelecek bir kurtarıcıya yöneltmek gerekiyor biraz da...)
Superman de tıpkı Tarzan gibi öyle bir fenomen oldu, o kadar çok taklitleri, filmleri yapıldı, o kadar çok karikatüre ve espriye konu oldu ki, Superman kimdir, necidir, ne yapar, ne yer, ne içer, bunları pek fazla kişi bilmiyor artık.
Efendim, Superman çok uzaktaki Kripton gezegeninin yargıçlarından Jor-el'in oğlu olup, asıl adı Kal-el'dir. Söz konusu gezegen nükleer bir patlamayla yok olmadan önce, özel bir araçla dünyaya gönderiliyor. Dünyaya gelen bebek, Kansas eyaletinin Smallville kasabasında, çocuksuz Kent çiftince bulunur ve evlat edinilir ve kendisine Clark Kent adı verilir. Daha sonra Metropolis üniversitesine giden Clark Kent, Daily Planet gazetesinde muhabir olarak çalışmaya başlar. Böylece, normal halde Clark Kent adıyla çalışırken, icabı halinde Superman kimliğine bürünen kahramanımız ortaya çıkar. Ezeli düşmanı Lex Luthor başta olmak üzere, dünyayı, uzaylı bilumum kötülerden ve kötülüklerden korur. Gazeteden arkadaşı Loise Lane'le aralarında bir yakınlaşma da doğar. Ne var ki, Loise Lane Superman'a aşıktır ve çıtkırıldım Clark Kent'le işi olmaz. İkisinin aynı kişi olduğu bir türlü aklına gelmez.
Superman'ın kostümü de, bir zamanlar çok orijinaldi herhalde. Ama şimdi, pelerin gerekli miydi diye düşünüyorum...
Ve de tabii, Amerikan bayrağını elinden düşürmeyen ve Amerikan başkanına fırsat buldukça saygılarını sunan bir Superman de bana "Kahraman dediğin bu kadar da yalaka mı olur, birader?" diye düşündürtüyor. Sen dünyalı bile değilsin... Seni taşıyan kapsül Amerika'ya değil de Sibirya'ya düşseydi... seni de çocuksuz çift Bay ve Bayan Lubovski alsaydı, İzvestiya gazetesinde muhabirlik ederken, bir yandan da orak çekiçli bayrağı Kremlin'in tepesine dikecek ve Komünist Parti Genel Sekreteri'ne "Pardon yoldaş! Bir daha sosyalizmi ve partimizi kurtarmak için bu kadar geç kalmam.."(*) mı diyecektin?
(*) 1981 yapımı Superman II filminin sonunda, Amerikan Bayrağını Beyaz Saray'ın tepesine dikip, Başkan'a "Üzgünüm, uzun süredir ortada yoktum. Ama bir daha sizi hayalkırıklığına uğramayacağım.." demiştir.
BATMAN: Sinema için çevrilen 1989 tarihli Batman: Kara Şövalye Dönüyor, filmini seyredene kadar ben hiç Batman okumamıştım... Ve filmi ilk seyrettiğimde "Aaa, Batman uçamıyor!.. demiştim. (Onun Superman gibi uçabildiğini sanıyordum önceleri)
1934 yılında Bob Kane adlı çizer tarafından yaratıldı. Batman'in asıl adı Bruce Wayne'dir. Kendisi aslında zengin bir mirasyedidir. Yaşadığı Gotham City (bu isim de bana Goddam City'nin kasıtlı değiştirilmiş hali gibi gelir) aslında New York'a çok benzeyen bir şehir olup, kötülüklerle çepeçevre kuşatılmıştır. Zavallı iyi insanlar, başları sıkışınca projektörleri yakarak gökyüzüne Batman'in amblemini yansıtarak Batman'i çağırmaktadırlar. Bunu gören Bruce, malikanesinin (ki adı Bat Cave: Yarasa Mağarası'dır) gizli kısımlarında kostümünü giyer, artık duruma göre Batmobil'e veya yarasa şeklindeki uçağına atlayarak olay yerine intikal eder... Bumerang gibi (fakat Batman'in amblemi şekli verilmiş) Baterang fırlatarak... Tekme ve yumrukla rakiplerini alteder. Ateşli silah kullanmaz.
Madem kendine yarasa şekli yapmışsın (eyvallah) o kostümü giy hadi... de ... O pelerin (sırf yarasanın kanatları gibi görünsün... iniş ve kalkışlarda saf çizgi-roman okurlarını büyüleyecek resimler versin diye icat edilmiştir aslında) senin yakın dövüş manevralarını etkilemiyor mu be adam?
Batman'in malikanesindeki İngiliz uşağı Alfred Pennyworth, sadık arkadaşı Robin'i ve ezeli düşmanları: iflah olmaz kötü adam Joker, Penguen ve Riddler'ı da burada andıktan sonra, iki noktanın altını çizelim:
1- Batman'in bir macerasında, Amerikan bayrağının arkasından seçtiğimiz (Beyaz Saray veya Kongre Binası) olduğunu tahmin ettiğimiz bir resmi yetkili (Başkan mı?) belki de Bruce'a (resmi yetkilinin kim olduğunu ve kiminle konuştuğunu bilemeyiz) "Demokratik bir hukuk devletinde kahramanlara gerek yok! Onlar iyi niyetli bile olsalar tehlikeli olabilirler... Bir düşünsene, herkes kahramanlara özenip kendi adaletini kendi sağlamak isterse, durum nasıl içinden çıkılmaz olurdu..." demektedir.
AMAN ALLAH! Şu ironinin güzelliğine bak! Ya Batman'in yaratıcısı demokrasiye inanmıyor ya da "politikacılar hep böyle konuşur, ama siz onlara bakmayın.. Demokrasi bir safsatadır ve Amerika'nın kahramanlara ihtiyacı vardır..." demeye getiriyor. Veya resmen Batman ve diğer bütün süper kahramanlarla inceden dalga geçiyor...
2- Batman'in bir diğer macerasında ise, kötü adamlar (artık çevreciler midir, anti-globalizasyoncular mıdır nedir?) bizzat Bruce'un hissedar olduğu bir şirketin tesislerine karşı sabotaja girişiyorlar... Ve hoop, Batman olaya el koyup kötü adamları marizleyip yatırımını kurtarıyor... (Yorum yok)
* * *
CONAN: İşte bu! İşte bu! Tarih öncesi çağlarda yaşamış kahramanlara ait daha önceleri pek çok sinema filmi ve çizgi-roman (özellikle KORKU serisinde bunun örneği çoktur) olmasına rağmen, hiç birisi Conan kadar başarılı olmadı, onun kadar iz bırakmadı.
Aslında Conan, Robert Erwin Howard (1906-1936) tarafından 1932 yılında yaratılan bir hikaye kahramanıdır. (Yazar, annesinin komadan çıkamayacağını öğrendiği için 1936'da intihar etti. Daha 30 yaşındaydı ve önceleri bir sürü fantastik hikaye yazmış, ancak yayınevleri bunların çoğunu reddetmişti.)
Yıllar sonra Robert Erwin Howard'ın basılı veya müsvette halindeki yazıları 1950'lerde derlenip toparlanmaya ve 1967'den itibaren tekrar basılmaya başlandı. Bu işleri götüren kişi Roy Thomas, bazı hikayeleri tekrar yazmıştır. (Bazı okuyucular, Thomas'ın bu yeniden yazım sırasında Robert Erwin Howard'ın orijinal yazılarını bozduğu kanaatindedir.)
İlk Conan çizgi-romanı Ekim 1970'te basıldı. Robert Erwin Howard'ın eserinden uyarlanarak Roy Thomas tarafından yazılan öyküyü genç bir İngiliz Barry Windsor-Smith çizdi. Sonraları John Buscema ve Gil Kane adlı çizerler görevi devraldılar ve yetenekleriyle Conan'a çok şey kattılar.
Conan 1981 civarında Alfa Yayıncılık tarafından Türkiye'de basılmaya başlandı. 1990'da Amerika'daki orijinal yayınevi Marvel Comics, Conan'ın yayınına son verdi.
"Know, O Prince, that between the years when the oceans drank Atlantis and the gleaming cities, and the rise of the Sons of Aryas, there was an Age undreamed of, when shining kingdoms lay spread across the world like blue mantles beneath the stars - Nemedia, Ophir, Brythunia,Hyperborea, Zamora with its dark-haired women and towers of spider-haunted mystery, Zingara with its chivalry, Koth that bordered the pastoral lands of Shem, Stygia with its shadow-guarded tombs, Hyrkania whose riders wore steel and silk and gold. But the proudest kingdom of the world was Aquilonia, reigning supreme in the dreaming west. Hither came Conan the Cimmerian, black-haired, sullen-eyed, sword in hand, a thief, a reaver, a slayer, with gigantic melancholies and gigantic mirth, to tread the jeweled thrones of the earth under his sandled feet."
- The Nemedian Chronicles
Bu metnin biraz kısaltılmışı, 'Bir Nemedya Efsanesinden' alıntı olarak Türkçe basılan Conan ciltlerinde yer alırdı:
"Şunu iyi bilin ki Prensim; kabaran okyanusların Atlantis'i ve onun görkemli kentlerini yutmasından sonra dünyada o güne değin görülmemiş bir çağ başlamıştı. Aryas'ın oğullarının doğduğu bu çağda, Dünya üzerindeki imparatorluklar ve uygarlıklar, gökteki yıldızların mavi parıltıları kadar dağınık fakat belirgindi. İşte bu sırada Kimmeryalı Conan geldi. Çelik bilekli elinden kılıcını hiç bırakmayan bu kara saçlı, şahin gözlü yiğit tüm imparatorlukları sandallı ayağının altında çiğnemek istiyordu..."
Robert Erwin Howard, günümüzden 12.000 yıl kadar önce yaşadığını iddia ettiği Kimmeryalı Barbar Conan'ı, Hiborya Çağı adını verdiği, fantastik-tarihsel bir dekora yerleştirir. Bu dekor Yüzüklerin Efendisi'nin orta dünyasından daha az zengin değildir hani... Şu farkla ki, bu dekor içinde yer alan pek çok ülke, Tanrı, kavim vb. adları gerçek tarihten alınmış ve biraz değiştirilerek kullanılmaktadır.
Sözgelişi Mithra diye bir Tanrı, Zerdüşt ve Mazdeizm dinlerinde gerçekten vardır. Gene Seth adlı tanrı, bir Eski Mısır tanrısıdır. Britunya ülkesi Britanya'dan alınmadır. Khitai dedikleri yer Çin'dir. (Rusça ve Bulgarca'da Çin ülkesine Khitai denir zaten) Styx nehri Yunan efsanelerine göre cehennemdeki bir ırmaktır vs.vs.
Kahramanımız Conan, Kimmeryalıdır. (Bu kavim aslında Mezopotamya, ön Asya ve Ortadoğuda yaşamış Kimmerlilerin yansıması. Voltaire'in ZADİG romanına bakarsak, Kimmer ülkesi şimdiki Rusya'dır. Bu hesapça Conan'ın Rus olması gerekir ama siyah saçlı ve bronz renkli bir Rus da bana pek inandırıcı gelmiyor.) Çizgi-romanda ve Conan filmlerinde ise Kimmerya, karlarla kaplı, taygalarla çevrili, insanların kürklü elbiseler giydiği soğuk bir kuzey ülkesidir. Finlandiya veya İsveç'e benzetilebilir.
("Tayga nedir?" mi dediniz..Oh olsun, lisede Coğrafya öğretmeninizi kös dinlerseniz böyle olur işte. Şimdi davranın bakalım sözlüklere..)
Uygar ülkelerde(?) veya Zambula'nın güneyindeki çöllerde (ki buraları da Arap çöllerine benzemekte, ahalisi de Araplar ve Berberiler gibi giyinmektedir) dolaşan Conan, duruma göre paralı askerlik, hırsızlık ve yağmacılık yapmaktadır. Bunu gizleme ya da bundan gocunma gereği de duymaz zaten.
Zaten o devirlerde "iyiler ve kötüler" diye bir ayrım yapmak da saçma olurdu. Bu şekilde bakıldığında Conan klasik çizgi-roman kriterlerine pek uymaz. İlla bir ayrım yapılacaksa zayıflar ve güçlüler; Conan'ın düşmanları veya dostları diye bir ayrım yapılabilir. Gerçi Conan'ın pek dostu da yoktur ya...
Büyülerin, büyücülerin, mistik ve doğaüstü güçlerin egemen olduğu karanlık ve dehşet dolu bir dünyada yaşayan Barbar Conan'ın iki emeli vardır: Bileğinin ve kılıcının gücüyle bir gün kendi krallığını kurmak, ve ölüm kendisini almaya geldiğinde onu elinde kılıçla dimdik ayakta karşılayabilmek..
Conan; uzun siyah saçları omuzlarına dökülen, korkunç bakışlı, iriyarı, bronz tenli bir adamdır. Tanrılara inanır ama onlardan birisi karşısına dikilecek olursa üstüne yürümekten çekinmez. Çünkü o, kılıcının kesemeyeceği hiçbir şey olmadığını çok önce öğrenmiştir. Hatta bir macerada kale komutanı arkadaşının "Tanrılara inanmayan askerlerim bile dışarıda olup bitenden dehşete kapılmışken sen cesaretini nasıl koruyabiliyorsun?" sorusuna "Ben kılıcımın kesemeyeceği hiçbir şey olmadığını çok önce öğrendim" diye cevap verirken, adeta Yunan mitolojisindeki Prometheus'tan ateşin sırrını almış gibidir.
Kendini dünya nimetlerinin hiç birinden alıkoyma gereği duymadan (kadınlar, içki, kumar, sefahat vs.), Tanrılara inanmasına rağmen onlara kafa tutarak ve herhangi bir ahlak anlayışını benimsemeksizin sadece kendi çıkarları için yağmacılık, vurgunculuk, hırsızlık yapan Conan; düşmanlarına karşı merhametsiz ve zalimdir de... Ama gene de kahramandır işte..
Okuyucular kendilerini onunla özdeşleştirmekten tarifsiz bir keyif alırlar. Galiba bilinçaltımızın en karanlık köşelerindeki seslendirmekten çekindiğimiz ve korktuğumuz yanlarımızı ve egomuzun en yapmacıksız ifadesini Conan'da bulduğumuz için onu çok sevdik ve hayran olduk. Ya da ben sadece kendi adıma konuşmuş olayım..
Sıra Türk çizgi-romanlarını incelemeye geldiğinde şu soruyu tekrar sormamız gerekiyor: Çizgi-roman kahramanı kimdir?
Bir çizgi-roman kahramanı öyle biri olmalıdır ki, başından geçen olaylar "macera" olabilecek kadar ilginç ve sürükleyici olsun. Öyle bir figür olmalı ki sıradan insanlardan ayrılsın. Ama bir taraftan da büsbütün inandırıcılıktan yoksun olmamalı,öyle ki okuyucular kahramanın şahsında kendilerinden de bir şeyler bulabilmeli, kendini onunla özdeşleştirebilmeli...
Türk çizgi-roman kahramanları; Türk okuyucular için, onların beklentilerine göre dizayn edilmişlerdi. Değil mi ki çizgi-roman kahramanı dediğin figür, aslında okuyucunun kendi hayallerini, özlemlerini ve fantazilerini bulduğu; kendisini özdeşleştirdiği bir simgedir; Türk çizgi-roman kahramanlarına bakarak, Türk insanının "kahraman"dan ne anladığını, ne gibi hayal ve fantazilere sahip olduğunu kabaca kestirebiliriz.
Eğer çocuk dergilerinde yeralan öğretici (didaktik) veya mizah dergilerinde yeralan eğlenceli (karikatüristik) naif ve basit çizgi-roman kahramanlarını bir kenara bırakacak olursak, Türk çizgi-roman kahramanlarının genel şablonunu şöyle ortaya koyabiliriz:
1- Türk çizgi-roman kahramanlarının hemen hepsi askerdir (veya akıncıdır, Padişahın veya Hakanın fedaisidir) Kahramanlığı, genelde liderine ve davasına bağlılıktan kaynaklanır. Çok sıkı silah kullanır. Sık sık gizli görevler üstlenip düşman ülkelere sızar. Asla sarhoş olmaz. Yalan söylemez, dedikodu yapmaz.
2- Dava adamı ve asker de olsalar, tarihi Türk çizgi-roman kahramanları düzenli bir orduya mensup değildirler. Mesela Yeniçeri olmazlar. Üniforma vs. giymezler. Yoksa tek başlarına gavur illerine gidebilirler miydi? O nedenle serbest takılmaları yadırgatıcı değildir. Yüzbaşı Volkan bile pek çok macerasında sivil giysilerle gizli görevlere girişir.
3- İlk iki maddeden olmak üzere, Türk çizgi-roman kahramanı "kendi adına ve kendi inisiyatifiyle" hareket etmez. İlla ki, devletin başındaki bir takım otoritelerin vereceği emir ve görevler yerine getirilirken kahramanlık yapılacaktır. Eğer intikam falan alınacaksa, bu iş 'esas görev' deruhte edilirken, vazife bilincinden şaşmadan, araya sıkıştırılır. Kahramanlık işi emir-komuta zinciri içinde yapıldığı için de, kahramanımız yaptığı veya yapmadığı işlerden dolayı asla pişmanlık duymaz. Özeleştiri yapmaz.
4- Türk çizgi-roman kahramanı bekar bir erkektir. Kadınların hemen hepsi Türk kahramana hayrandır. Yabancı (ve/veya düşman) ülkelerdeki kadınlar da (ki bunların arasında bazen düşman ülkenin Kraliçeleri, Prensesleri vs. de bulunur) Türk kahramana aşık olurlar ve kendilerini ona sunarlar. (Yüzbaşı Volkan bile, Sovyet Subayı Yüzbaşı Olga'yı gördüğü yerde yatay pozisyona geçmiyor muydu?) Türk kahraman ise (ki her zaman çok yakışıklıdır) hiçbir kadını geri çevirmez, memnun etmeden bırakmaz! Sevişme kısımları bir güzel resmedilir ve okuyucu buraları çok sever. Ama sonuçta kahramanımız hiçbir kadına bağlanmadan kutsal görevine geri dönecek, yeni maceralara ve yeni kadınlara koşacaktır.
5- Bizden süper kahraman çıkmaz. (Çok çok 'En Kahraman Rıdvan' gibi kendini komik duruma düşüren ve bu nedenle ancak mizah dergilerinde kendine yer bulabilen beceriksizler 'süper' kahramanlığa heveslenir)
6- Bizden, profesör veya bilim adamı gibi kişilerden yardım ve destek alan kahraman da çıkmaz. Türk çizgi-roman kahramanı aptal veya cahil değildir ama, okumuş-yazmış adamlarla işi olmaz. Onları mesela kütüphanede bir araştırma yaparken göremezsiniz. Okumuş-yazmış entellektüeller, Türk çizgi-romanlarında eğer dost taraftan iseler, zayıf ve güçsüz; eğer düşman taraftan iseler daima kötü niyetli ve habistirler. (Halkımız, okumuş-yazmış kişilerden pek hazzetmediği ve onlara güvenmediği için, olmalı)
Alev Alatlı, 'OK Musti! Türkiye Tamamdır' romanında bu konuda ayrıca saptamalarda bulunmaktadır.
Necdet Şen'in 'Hızlı Gazeteci'si bu tanıma uymuyor. Ama onu istisna olarak düşünüyorum. Bir de Galip Tekin veya Kemal Aratan'ın çeşitli mizah dergilerinde yayımlanmış bazı çizgi-romanları varsa da, bunlar SERİ değildi. Münferit maceraların ve sadece o maceralara özgü kahramanların -yani bir maceralık kahramanların- canlandırıldığı çizgi-romanlardı. Onları da istisna olarak alıyorum.
* * *
Türk çizgi-romanı bir 'geçişin' sonucudur. Önceleri gazetelerde tefrika romanlar yer alıyordu. Hani bilirsiniz, 'arkası yarın' formatında gazetelerde yer alan romanlar. Her gün, romanın sadece bir kısmı. O sıralar da bir takım polis dedektifleri de roman kahramanı oldularsa da, pek ilgi görmediler.
Sonra "pehlivan tefrikaları" başladı. Evet, işte bu: KUVVETLİ TÜRK, rakiplerini yere çalan kahraman prototipi. Bunun bir okur kitlesinde yankı bulması yayıncılara gösterdi ki, "tarihte" Türk milletinin şimdikinden daha kahraman olduğuna dair ideolojik bir nostalji, tiraj olarak geri dönmektedir. (Çetin Altan buna "Türk'e Türk propagandası yapmak" der)
Fakat okuma özürlü Türk okuyucusuna (?! sadece 'yazılı' pehlivan tefrikası yetmiyor. Tirajı biraz daha yukarı çekmek için ne yapacağız peki? Bu okurlar en son ne zaman ellerine kitap almışlardı? İlkokul 5. Sınıfta... Nasıldı o kitap? Resimli hikaye kitabı.. Hah, tamam işte size formül...
1950'li yılların sonuna doğru gazetelerde yer alan tefrika romanlar 'resimlendirildiler'. Nasıl mı? Diyelim ki o gün 10 paragraf yayınlayacaksınız. Üç tane de kare çizersiniz. Yetmedi mi? O zaman o resimlere bir de konuşma balonu ekleyeceksiniz.
Sonraları bu tarz "resimli" romanların bazıları o kadar ilgi gördü ki, münferit olarak da basılmaya başlandılar. Kimisi hep gazetelerde kaldıysa da, bazıları sinemaya uyarlanacak kadar çok sevildi.
İşte Türk çizgi-romanı böyle doğdu. Roman okuma, edebiyat vs. ile normalde ilişkisi olmayan bir kitleye 'hikaye pazarlama' taktiği olarak.. Aslında yayıncı açısından düşünülecek olursa, son derece akıllıca ve başarılı bir taktik olduğunu söylemek gerek. Ama, Türk çizgi-roman okuyucusunun, yabancı çizgi-roman okurlarından farkını da işaret etmemiz yerinde olacak. Çünkü çıkış noktaları arasında farklar vardı.
* * *
Fatih'in Fedaisi Kara Murat ve Malkoçoğlu kendi tiplerinin prototipleri olup, gazetelerde yayınlanırdı. Sonradan bunların çok sayıda taklidi Burak Bey, Doğan Bey, Doğan görünümlü Şahin Bey vs. gibi isimler altında boy gösterdi. Abdullah Turhan yetenekli bir ressamdı, yazarları farklı olan birden fazla kahramanı resimledi. Hatta kendisi de Tarkan'ı andıran (sarışın , Orta Asya Türkü) Tolga'yı yarattı. Tercüman çocuk dergisinde yayınlanan Tengiz, kısa bir süre çıkan Bahadır gibi kahramanları da saymaya kalksak bu işin sonu gelmez.
Ama üç tanesi var ki, bahsedilmesi şart: Sezgin Burak'ın Tarkan'ı, Suat Yalaz'ın Karaoğlan'ı ve Ali Recan'ın Yüzbaşı Volkan'ı.... Onlar da gelecek yazıya kaldı.
Tarkan
Türk çizgi-roman kahramanlarını ele almaya başladığımız dizimizde sıra Tarkan'a gelince, ona özel bir yazı ayırmak farz oldu. Ben onun son dönemine yetişebildim. O zamanlar 'Tarkan' dendi mi kimsenin aklına yumuşak şarkıcılar gelmezdi. Aileler çocuklarına 'Tarkan' adını verirlerken, kastettikleri işte bu çizgi-roman kahramanıydı. Tarkan sözcüğünü icad eden de bizzat bu kahramanın yaratıcısı Sezgin Burak'tı. "Tarkan, Türk gücünü ve kudretini yansıtan bir kelimedir. Bu kelimeyi 'Türk kanı taşıyan kahraman' manasında yarattım.." demişti. (O sıralarda, sizin bildiğiniz Tarkan Tevetoğlu, henüz portakalda vitamindi. Daha babası o portakalı manavdan alacak da.. yiyecek de... ohoooo)
Sezgin Burak (1935-1978) İtalya'da çizgi-roman üstünde çalışmalar yaparken, 1966 yılında Tarkan'ı yarattı. 1967'den itibaren de Tarkan Türkiye'de yayınlanmaya başladı.
Tarkan, Hun İmparatorluğu'nun sınır boylarındaki bir kale komutanı YİĞİT ALTAR'ın oğludur. Düşmanlarının ve büyücü Goşha'nın marifetiyle Altar öldürülür ve Tarkan daha bebekken yapayalnız kalır. Ancak dişi bir kurt onu bulur, kurtarır ve emzirip büyütür. O dişi kurtun oğlu olan kurtla da Tarkan sonradan kanka olup maceralara atılacaklardır zaten. (Kurt tarafından kurtarılıp beslenen bebek efsanesi Romalılardan alınmadır. Efsaneye göre, Roma İmparatorluğu'nun kurucusu olan Romulus ve Remus kardeşler de daha bebekken bir sepet içinde Tiber nehrine bırakılmışlar ve dişi bir kurt tarafından kurtarılmış ve büyütülmüşlerdir.)
Müslüman olmayan tek Türk çizgi-roman kahramanı Tarkan'dır çünkü Türkler o tarihte Şaman dinine mensuptu.
Tarih M.S. 5.Yüzyıl, Hun İmparatoru Attila dünyayı titretmektedir. Başbuğ Attila doğuda Çinlilerle batıda Romalılarla savaşadursun, arada da bir sürü başbelası kavim ve krallık vardır (Vandallar, Vikingler vb.) İşte Tarkan, Yüce Başbuğ Attila'nın sağkolu, fedaisi ve en güvendiği silahşörü olarak, Milano'dan Pekin'e kadar uzanan bir alanda koşturur durur. Uzun sarı saçları, bazen kafasına taktığı bir börkü, boynundan eksik etmediği kurt madalyonu ve kürkten yapılmış enteresan bir kostümü vardır. (Yani mini etekli diyeceğim, dilim varmıyor)
Uzun sarı saçlı ve korkunç bakışlı Tarkan, pek de kaslı bir figür değildir. Ama hiçbir dövüşten de yenik çıkmamıştır. (Gerçi Altınkılıç filminde Çinli silahşör Wang Yu'dan ilk karşılaşmalarında temiz bir sopa yemişti ama sonradan intikamı çok acı oldu. Yeri gelmişken belirtmekte fayda var, o filmdeki Wang Yu adı da, Hong Kong'lu dövüş filmleri artisti Jimmy Wang YU'dan araklanmıştır.) Sadık dostu Kurt'a "Atıl Kurt" dedi mi, artık düşmanlarının titreme zamanı gelmiştir.
Özellikle ilk sayılarında az resim, çok yazı vardı. Çizgi-romandan esinlenerek beş adet Tarkan filmi yapıldı. Bu filmlerden aklımda kalan bir iki detayı da aktarmak isterim:
"Viking Kanı" filminde, Çinlilerle Vikingler işbirliği (! yapıp Attila'ya karşı kumpas kurarlar. (Sadece bu bile yeterince absürdtür.) Bu sırada Viking komutan, Çinli prensesin korumalarından birini yanlışlıkla öldürür. Prensesi ise şu sözlerle teselli eder: "Zararı yok, nasılsa kalabalık milletisiniz.." (Orada koptum.. Bir Viking, hayatında hiçbir Çinliyle karşılaşmış mıdır? Hadi karşılaştı diyelim, onların nüfusunu falan nerden bilsin?)
"Viking Kanı" filminde Tarkan'ın ahtapotla su altında kapıştığı sahnede, Tarkan rolünü oynayan Kartal Tibet'in kanarya sarısı slip donu açıkça görünür.
"Honoria'nın Yüzüğü" filminde Attila eski manitası Honoria ile gizlice buluşmaya gelir. Buluşmaya geldiği yer ise, bir Bizans şatosunun kalıntılarıdır. (Oysa o tarihte Roma İmparatorluğu daha ikiye bile bölünmemişti.. Daha yok ki Bizans?)
Gene "Honoria'nın Yüzüğü" filminde Vandal kralını canlandıran Zeki Alasya'nın (filmin final sahnesinde) kıçı görünür. Bu kısmı sonradan televizyonda makasladılar.
"Altınkılıç" filmininin dövüş sahnelerinde, Sergio Leone'nin o meşhur spagetti Western'lerinden başrolünü Clint Eastwood'un oynadığı "For a Fistful of Dollars" (Bir Avuç Dolar İçin) filminin müziği çalınır.
KARAOĞLAN: Karaoğlan'ın öyküsü 1959'da Akşam gazetesinde başlar. Tarihsel romanlarıyla tanınan Abdullah Ziya Kozanoğlu'nun yazdığı öyküler Ratip Tahir Burak'ın çizgileriyle buluşur ve çizgi-romana dönüşür. Kısa sürede Burak'ın yerini genç çizer Suat Yalaz alır. Bu çizgi-romanlarda Kaan adlı bir kahraman ön plana çıkar. Kozanoğlu'nun 1962'de gazeteden ayrılmasından sonra Yalaz, bu tiplemeyi Karaoğlan adıyla kendisi yazıp çizmeye girişir.
Aynı yıl Atıf Yılmaz bu kahramanı, senaryosunu Yalaz'ın yazdığı "Cengiz Han'ın Hazineleri" ile beyazperdeye taşır. Ancak başrolde Orhan Günşıray'ın, onun sevgilisi Çavdar Tarlası rolünde Fatma Girik'in ve kötü adam rolünde Öztürk Serengil'in oynadığı, özgün müziklerini Ruhi Su'nun yaptığı bu filmin hemen ardından devam filmleri çevrilmedi. 1965'te ise bu kez Suat Yalaz kolları sıvayıp ve yapımcı-yönetmen-senarist olarak sinemaya geçti. Karaoğlan'ı canlandıracak oyuncu bulmak için Akşam'da büyük boy ilanlar yayınlandı. Başvuranlar adaylar arasında bir türlü uygun biri bulunamadı. Derken Ankara'dan konservatuar mezunu, genç tiyatro oyuncusu Kartal Tibet başvurdu. Suat Yalaz bundan sonrasını şöyle anlatıyor: "Kartal'ın ismi dikkatimi çekti benim. Hem Kartal, hem Tibet, sanki ben uydurmuşum gibi... Kartal'ı gördüğüm zaman baktım, 1.85 boy.. Boylu, poslu yüzü de fazla silik. Tamam, dedim. Ben buna peruk koyacağım, kaşlarını da boyarım... Yani çizdiğim Karaoğlan'ı olduğu gibi yüzüne koyarım." Karaoğlan filminin Temmuz, Ağustos sıcağında Anadolu bozkırında 45 günde gerçekleşen çekimlerinde kalabalık bir figüran kadrosu, hatta 60 civarında at kullanılmasından dönemin sinema basınında övgüyle söz edecektir.
Suat Yalaz ile Kartal Tibet arasındaki verimli işbirliği birkaç yıl sürdü. Bu zaman zarfında çok sayıda Karaoğlan filmi çekildi. Kartal Tibet'in sinema kariyeri de böylece başlamış oldu.
Karaoğlan filmlerinin gördüğü ilgi üzerine bir diğer çizgi-roman kahramanı, 1965'te Cumhuriyet gazetesinde Ayhan Başoğlu'nun yaratmış olduğu Malkoçoğlu 1966'da Süreyya Duru tarafından beyazperdeye uyarlandı. Malkoçoğlu'nu sinemaya jön olarak başlayıp "Horasan'ın Üç Atlısı" (1965) ile tarihsel filmlere geçen Cüneyt Arkın canlandırdı. Malkoçoğlu gösterime girmeden önce Ses dergisi şöyle soruyordu: "Bakalım Karaoğlan Kartal Tibet mi, yoksa Cüneyt Arkın Malkoçoğlu mu seyirciyi daha çok etkileyecek?"
Yani Karaoğlan'ın çizgi-roman olmaktan öte, Türk sinemasına katkısını bilmem anlatabiliyor muyum?
Karaoğlan, 13. Yüzyıl'da yaşamış bir Uygur Türkü olup, Cengiz Han'ın hizmetinde bir silahşördür. Uzun siyah saçlı, delişmen bir oğlandır. Yakışıklı ve çapkındır. Bazen babası Baybora Alp ile, bazen kadim dostu Çalık ile, bazen de yalnız vaziyette Çin'den Hindistan'a, Bizans'tan Arabistan'a kadar uzanan bir alanda dolaşır durur. "Canını Albızlar alası Camoka"yı gördüğü anda eli kurt başlı kılıcına gider.
Fazla konuşmayan, asık yüzlü Tarkan'ın aksine; Karaoğlan'ın gelişmiş bir espri anlayışı ve güleç bir yüzü vardır. Yerine göre dövüşürken bile espri yapmaktan geri kalmaz. (Bir macerasında, kavga esnasında rakibine şöyle demişti: "Sen cümbüşü seven biri olmalısın, elindeki kılıcı zurna gibi tutuşundan belli..") Bu tatlı dilli silahşörün kadınlarla da arası hep iyi olagelmiştir. Şimdi size saçma gelebilir ama, bir sevişme sonrası nehir kenarında gusül abdesti bile alır.. "Ne yapıyorsun öyle?" diye soran kıza da "Sen de seviştikten sonra bir su dökünsen, vücudun canlanır. O zaman İslam'ın niye böyle emrettiğini anlarsın.." demiştir. (Cima serbest, abdest mecburi, ben dumur)
* * *
YÜZBAŞI VOLKAN: 1971 yılı sonlarında ülkemizde konuk olarak bulunan Amerikan Hava Kuvetlerinin bir U-8 uçağı, fırtınalı bir havada Kars'a giderken yanlışlıkla Rus hududunu geçmiş ve Sovyet Migleri tarafından yolu kesilerek Ermenistan'ın Erivan hava limanına inişe zorlanmıştı. Bu olay dünya kamu oyunda geniş yankı uyandırmıştı.
O tarihlerde, günlük gazetelere çeşitli konularda resimli romanlar ve karikatürler çizen ve gazete ressamlığı yapan Ali Recan yeni bir çizgi roman kahramanı arayışı içindeydi. Hemen hemen bütün günlük gazeteler o günlerde çok popüler olan eli kılıçlı Orta Asya kahramanlarıyla doluydu. Denenmemiş bir konuda , yeni, çağdaş bir çizgi roman kahramanı arayışında olan Ali Recan'ın dikkatini U-8 olayı çekmişti.
Türk Hava Kuvvetlerine mensup genç bir pilotun fazla komplike olmayan ve daha sonradan hazırlayacağı Yüzbaşı Volkan'lara göre daha az sayfa sayısına sahip bu çizgi-romanı beklenilenin üzerinde bir ilgi gördü. İşte 1970'lerle kariyerine başlayan -ve o tarihte adı henüz Volkan olmayan Yüzbaşı Volkan'ın kısa başlangıç öyküsü buydu.
Yüzbaşı Volkan Türk Hava Kuvetlerinin kahraman pilotlarını sembolize eder. Savaş için eğitim görmüş olmasına rağmen savaşa karşıdır. Fakat barış sürecini sürdürebilmek için güçlü ve caydırıcı olmak gerektiğine inanır. Yüzbaşı Volkan barışçı ve insancıldır fakat görevi gerektirdiğinde, bir makineli tüfeğin mermileri kadar hızlı ve yok edici olur. Her Türk askeri gibi Yüzbaşı Volkan da "Önce Vatan" prensibine inanır ve ona göre "Vatan sevgisi her türlü ideolojinin üstündedir." Bu tür konulara değinmek Yüzbaşı Volkan'ın 25 yıllık yayın yaşamı boyunca çeşitli çevrelerde yankılara yol açmış, övgü ve sövgülere neden olmuştur.
Yüzbaşı Volkan'ın yanında sevgilisi Gazeteci Funda ve yakın arkadaşı Hakkı Başcavuş vardır. Tabii Sovyet pilotu Yüzbaşı Olga'yı unutmak ne mümkün?
14 Temmuz 1975 tarihinde, yani "Bonanza"daki ilk yayından bir yıl sonra, Tay Yayınları sahibi Sezen Yalçıner'le yeni bir anlaşma imzalayan Ali Recan, Yüzbaşı Volkan karakterini bağımsız bir dergi olarak çıkarmak üzere hazırlıklara koyuldu. Haftalık bir derginin yayıncılık zorluklarina karşı yedek sayfa ve macera stokları hazırlayabilmek için yardımcı çizerler de buldu.
Böylece ilk Yüzbaşı Volkan çizim ekibi kurulmuştu. "Son İmdat Çağrısı" adını taşıyan ilk Tay Yayınları amblemli Volkan macerası 9 Temmuz 1976'da çıktı. Daha sonra Alfa yayınlarından çıkarak 1987 yılına kadar dergi olarak, Tercüman gazetesinin kapandığı 1993 yılına kadar da gazete sütunlarında boy göstermeye devam etti.
Hatırladığım ilginç bir olay da, Ali Recan tarafından bir röportaj sırasında anlatılmıştı: Yüzbaşı Volkan'ı izlemiş olanlar hatırlayacaklardır. Tay yayınlarından çıktığı sıralarda, her bir kitabın iç kapaklarında, bazı savaş uçaklarının teknik bilgileri verilirdi. Hatta, çizgi-roman maceralarında geçen dialoglarda, hangi savaş uçağından hangi hava Kuvvetlerinde ne kadar bulunduğundan falan da bahsedilirdi. Bütün bunlarda bir casusluk kokusu alan MİT, Ali Recan'a sorguya alarak 'Sen bunları nerden biliyorsun? Bunlar gizlidir..' deyince, Ali Recan 'Aviation Weekly' ve 'Jane's Defense Weekly' gibi Amerikan dergilerini göstererek "Bütün bu uçakların teknik özellikleri ve sayılarını Amerikan dergilerinden alıyorum.." diye cevap vermişti.
Yüzbaşı Volkan, Ali Recan tarafından 1990'ların sonunda gündeme oturan Susurluk Olayının çözümü için yeniden göreve çağrılmıştı. Üstelik bu kez Tuğgeneral rütbesine sahipti. Ancak eski maceralardan kırpılanlardan kolajla üretilen ve sadece 4 sayı çıkabilen 'Karanlığın Kartalları' adlı bu seri, Volkan'ın da popülaritesinin bir sonu olduğunu göstermişti. Çocuk dergilerinden gazetelere değin pek çok yayın organında kariyerini zenginleştiren Yüzbaşı Volkan, yaratıcısı Ali Recan'ın vefatıyla sona erdi.
Vefatından kısa bir süre önce Ali Recan, macera sayısı iyice çoğalan pilot kahramanını İtalya'daki yayınevlerine de pazarlamak için girişimlerde bulunmuştu. Oradaki yayınevleri bir Türk pilottan ziyade Amerikalı bir pilotun yayın şansının daha fazla olacağına karar vermişlerdi. Artık onun adı "Capitano Volcano" olacaktı. US Air Force'ta bir pilot olarak, Kaddafi'nin, Saddam'ın tozunu attıracaktı. Bugüne kadar Avrupalılar'ın, Amerikalılar'ın kafasına vura vura Türk pilotlarının yeteneğini ve gücünü ispat eden, "it dalaşı" adı verilen küçük kapışmalarda Y